,

YUMUKTEPE KAZILARINDA YENİ BİR SAYFA – PROF.DR. Veli SEVİN

Yıl 1948, mevsim sonbahar… İngiliz bilim adamı John Garstang Yumuktepe’deki arkeolojik çalışmalara son verir. Kazısında Seton Lloyd, Richard D. Barnett, Seton Williams, Oliver Gurney ve son olarak da Gordon Childe gibi 20. yüzyılın en ünlü arkeolog larının çalıŞtığı höyük ıssızlığa gömülmüştür. Erken
Neolitik Çağ ‘dan Ortaçağ’a değin süren, birbiri ardına kurulup batmış 33 yerleşme yeri şimdi artık kendi haline bırakılmıştır.
İnsanların olduğu gibi ören yerlerinin de bir yazgıları vardır. Tüm zenginliğini bağrında saklayan, geçmişin suskun bilgesi Yumuktepe Höyüğü’nün yazgısı de 1937 tarihinde Garstang’ın ilk kazısıyla başlamıştır. Beş dönem devam etmiş olan bu ilk kazının sonuçları uluslararası arkeoloji dünyasında bomba etkisi yapar. 8000 yıllık bir geçmişe sahip olan bu görkemli yerleşmeden sağlanan veriler o zamanın bilim dünyasını altüst eder.
Yıl 1992, mevsim yine sonbahar. Bu kez bu suskun bilge bir Türk bilim adamı tarafından ziyaret edilir. Karşılaşılan manzara bir anlamda dehşet vericidir. Aradan geçen uzun süre içinde höyük büyük bir yıkım geçirmiştir. Bir deyimle ifade edilmek istenirse kaş yapılmak istenirken göz çıkarılmıştır. Yamaçları tümüyle teraslanmış; üzerine bir sarnıç, bir çocuk parkı inşa edilmiş; son olarak da çam ağaçlarından bir koruluk oluşturulmuş. Bu son görünümüyle höyük denecek hali pek kalmamış Yumuktepe’nin. Türkiyemiz’de büyük kentlerin ortasında ya da yamacında kalmış olan höyüklerde sıkça karşılaşılan benzer uygulamalar bilinçsiz bir kent anlayışından kaynaklanmaktadır… Konya’nın ta göbeğinde, Alaattin Tepe bunun en yakın örneğidir… Karaman Höyüğü, Silivri Kalesi, Diyarbakır Höyüğü ve diğerleri, saymakla bitmez. Anadolu’daki çoğu ören yerinde düzenleme adına bu katliamı yapanlar yaptıklarının acaba farkında mıdırlar? Gerçekte, ha İstanbul’daki Ayasofya’nın yarısını yıkmışsın, Sultanahmet Camii’ni dümdüz etmişsin arada hiçbir fark yoktur… Oysa Yumuktepe, çoğu kez Asya ile Avrupa ya da daha genel bir deyişle Doğu ve Batı dünyaları arasında bir köprü olarak nitelenen Anadolu yarımadasının en önde gelen ören yerlerinden biriydi. Anadolu, Suriye ve Mezopotamya ilişkilerinde eşsiz konumuyla çok özel bir rol oynamıştı. Mağaradan çıkıp ilk yerleşik köyler kurmuş ve üretim yapmasını öğrenmiş insanın gelişiminin en iyi izlenebildiği köşelerden biriydi Yumuktepe.
Bu satırların yazarı ve Yumuktepe katliamının son tanığı, araştırmalarının sonunda üzgün bir biçimde İstanbul’a döner. Yumuktepe için artık bir şeyler yapılması zamanı gelmiştir. Konuyu yakın mesai arkadaşlarına açar. “Ne yapmalıyız, neler yapılmalıdır?”. Adı geçen ören yeri doruğundan eteklerine  değin birinci derecede sit alanıdır ve ilgili yasa ve yönetmelikler uyarınca da üzerine bir çivi bile çakılamaz. Oysa, yukarıda değinildiği gibi, üzerine neler neler yapılmış ve geçen zamanda bir çam ormanı yükselmiştir. Çirkin beton binaları, terk edilmiş anlamsız beton tesisleri kaldırmak bir anlamda kolaydır. Ya bu orman ne olacaktır? Onlar tarihi katIetmişlerdir. Yerine ise gele gele bir yeşillik gelmiştir. Burada karşımıza bu garip ikilem çıkar. Arkeologlar geçmişin tukkunudurlar. Ancak bir o denli de doğanın tutkunu. Bu yeşile fazla zarar vermeden nasıl bir örnek uygulama yapılmalıdır? İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin 406 no’lu odasında hummalı bir faaliyet başlar. Bir yandan dersler, seminerler, bir yandan Yumuktepe . Artık karar verilmiştir. Buraya el atmak boynumuzun borcudur. Kurtarma projesinin adı koyulmuştur: YUMUKTEPE ARKEOLOJİ PARKI PROJESİ.
Yıl 1993, mevsim sıcak yaz… Ve içimizi kaynatan sımsıcak heyecan… Kazı ekibimiz   ören yerindedir; Yumuktepe kazısı başlayacaktır artık. Yeni kazı Mersin Müze Müdürlüğü’nün başkanlığında, İstanbul ve Roma Üniversitelerinin katkılarıyla gerçekleşecektir. Şimdiki bilim kurulunda Prof. Dr. Veli Sevin ve Dr.İsabella Caneva’nın yanında 20 kadar genç araştırmacı ve öğrenci de yer almaktadır. Prof. Dr. Sevin’in yakın arkadaşları Prof. Dr. M. Taner Tarhan, Prof. Dr. Önder Bilgi, Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu proje uygulamasının danışmanlarıdır. Amaç, Yumuktepe’yi yeniden ve daha geniş bir biçimde kazmak; kronolojisini daha sağlam temeller üzerine oturtmak; son olarak da burayı tarihsel-arkeolojik bir park alanı getirmektir.
Yumuktepe 300 m. kadar çapında ve 25 m. kadar yüksekliğinde. Çukurovanın batı ucunda büyük çaplı bir höyük. Garstang ise ancak çok küçük bir dilimini inceleyebilmiş gününün teknikleriyle. En derindeki Neolitik tabakalar yalnızca dar ve derin sondajlarla incelenebilmiş olabildiğince. Ama sağlanan veriler çok ilginç. En azından 10 yapı katıyla temsil edilen Kalkolitik tabakalar tam olarak değerlendirilmemiş. Ancak bu dönemde Çukurova Mezopotamya ile sıkı ilişkiler kurmuş görünüyor. Kalkoltik Çağ’ın sonlarında (XVI. yapı katı) yerleşme yeri, etrafı kalın bir surla çevrilmiş kent görünümünü kazanmıştı. Kalkolitik Çağı izleyen ve aşağı yukarı 1000 yıl sürmüş olan İlk Tunç çağı hakkında bilinenlerse daha da yetersiz. Ancak, bu çağda bölge artık daha çok Batı Anadolu ile  ilişkiler geliştirmiş gibi görünüyor. Troia’nın İlk Tunç Çağ kültürüne benzeyen özellikleri dikkati çekiyor. Anadolu’da yazılı tarih dönemlerinin başladığı İÖ. 2. binyılın başlarından itibaren bölge kendine özgü karakteriyle belirmeye başlar. Bu dönemde bir yandan Doğu Akdeniz, Suriye, öte yandan de Orta Anadolu ile sıkı ilişkiler kurulmuştur.
İÖ.2. binyılın ortalarında Orta Anadolu’da kurulan Hitit Devleti yarımadanın büyük bir bölümüne egemen olmuştu. Bu çağda Çukuroa Kizzuwatna adını taşıyordu ve yöresel bir krallığa sahipti. Zaman zaman Hitit Devletine boyun eğen bu krallığın sınırları Batıda, o zaman ki adıyla Lamia yani Lamas ırmağına değin uzanıyordu. Kizzuwatna krallığının güçlü kaleleri vardı. Bunlardan biri de Pitura yani Yumuktepe idi. Bu kale höyüğün VII. Yapı katında yer alır ve Garstang ancak küçük bir bölümünü kazmıştır. Kalınlığı 5 m.yi bulan sandık duvar tekniğindeki sur Hitit başkenti Hattuşa’nınkilerle (Boğazköy) aynı özelliklere sahiptir.
Höyüğün yukarı doğru daha geç dönemlere ait katları İÖ. 1. binyıl ile Ortaçağ’ lara aittir.1. binyılda bölgeye, büyük bir olasılıkla Que denmekteydi ve Asur imparatorluğunun denetimi altına girmişti. İÖ. 7-6. yüzyıllarda ise yine bağımsızdı ve Kilikia Krallığı’nın toprakları içindeydi. Yumuktepe’nin bu dönemlere ilişkin tabakaları konusunda Garstang’ın kazılarında sağlanmıs fazla bilgi yoktur. Höyüğün doruk kısmını kaplayan en üstteki üç yapı katları ise Ortaçağ’a ilişkindir. Yeni başlayan kazıların göstermeye başladığı üzere, höyük bu dönemde, çevresi sağlam surlarla kuşatılmış bir kale görünümündeydi.
Anlaşılacağı üzere Yumuktepe höyüğü, binlerce yıllık bir kullanım sonucu; Garstang’ ın belirlemelerine göre 33 kadar yerleşme yerinin yıkılıp yeniden yapılmasıyla oluşmuştur. Yeni kazılar bu sayıyı daha da çoğaltabilir.
Bu türde, dışarıdan albenisi fazla olmayan ve fakat dikkatli bir biçimde açılabilirse son derece eşsiz bir tarihi mirası barındıran Yumuktepe Höyüğünü nasıl kazmalıyız da izleyenler onu adeta zevkli bir tarih kitabı gibi okuyabilsin? Şimdi esas sorun, bizi uğraştıracak olan mesele bu. Yoksa alışılmış klasik bir kazıyı gerçekleştirebilmek çok fazla zor değil bizler için.
Prof. Dr. Taner Tarhan’ın denetimi altında gerçekleştirmeye çalıştığımız, yukarıda sözünü ettiğim YUMUKTEPE ARKEOLOJI PAR KI PROJESI, uygulanabildiği takdirde eskiden halk için pek fazla anlam taşımayan bu yükselti birden bire önem kazanacak ve toplumun tarih bilincini oluşturmada önemli bir oynayacaktır. Seyirciyi adeta bir zaman tüneli içinde 8000 yıl gerilere gitmeye zorlayacak olan bu projenin gerçekleşmesi için başta Mersinli sanat  severler olmak üzere tüm halkın desteğine gereksinim duymaktayız. Mersin gibi güzel bir kente yakışmayan ve hatta kentin kenar mahalleleri içinde bir kültürsüzlük anıtı gibi yükselen Yumuktepe’nin kurtarılması zamanı çoktan gelip geçmiştir bile. EI birliğiyle, gönül birliğiyle kentimizin bu köşesinde yeniden güller açtırabiliriz.
Yumuktepe kazıları en azından 15-20 yıl belki de çok fazla süreceğe benzer. Her yıl yaz aylarında biz arkeologlar iğneyle kuyu kazacağız bu tepede. Sizden tek istediğimiz şey bu eşsiz ören yerine sahip çıkmanız; burada yapılacak olan bilimsel çalışmaları desteklemenizdir. Nitekim daha şimdiden, başta İçel Sanat Kulübü olmak üzere birçok kurum ve kişinin desteğini almış durumdayız. Gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya bırakabilmek için hep beraber el ele olmalıyız.
* Bu yazı  “İçel Sanat Külübü” Aylık Bülteni “Eylül 1993 -17. Sayı” sından alınmıştır.

Biyografik Bilgi

scroll to top