KAYIP ZAMANLARIN BEŞİĞİ
SEMİHİ VURAL
İÇEL SANAT KULÜBÜ YAYINLARI
İçel Sanat Kulübü Yayınları
Semihi Vural
Kayıp Zamanların Beşiği
PREHİSTORİK MERSİN – YUMUKTEPE
Araştırma ve Metin: Semihi Vural
Danışman:
Levent Zoroğlu
Editörler:
Tuncer Özmen – İhsan Toksöz
Kapak: Yumuktepe Kale Çizimi
(Yeniden Yapılandırma):
Zeynep Aykın Keskin / Hasan Keskin
Kapak Tasarımı ve Kitap Grafik Düzenleme:
H.Emin Gökçeoğlu
Yardımcı Grafiker:
M. Yusuf Çolak
Bu kitabın her türlü yayın hakları Semihi Vural’a aittir.
Semihi Vural
İç Mimar / Mersin ÇEKÜL Temsilcisi
75. Yıl Mahallesi, 40666 Sokak
PALMA 2 Sitesi, A 2 Blok, No. 4 / Mezitli – MERSİN
Tel: 0324 237 38 27 – 0324 478 30 03
Cep: 0536 984 80 89 – semihivural@gmail.com
Birinci Basım: Eylül’ 2013
Yapım: Medyanorm Tanıtım PR Yayıncılık
Kültür Mah. Atatürk Cad. Fikri Mutlu Apt. No. 3/2 Çamlıbel / Mersin
Tel: 0324 238 55 05 medyanorm@gmail.com
Baskı: Mersin Reprotek Matbaa Hizmetleri Ltd. Şti.
Gıda Toptancılar Sitesi C Blok No. 65 Akdeniz / Mersin
Tel: 0324 235 09 66 grafikreprotek@gmail.com
ISABELLA CANEVA’YA ARMAĞAN…
İÇİNDEKİLER
BÖLÜM 1
Kilikia Adının Kaynağı
Yumuktepe’nin Konumu
Efrenk Deresi – T.Ali Çağlar
Soğuksu – Yoğunlaşmış Bir Tarih ve Yok Olmuş Bir Doğa Harikası
Yer Şekilleri
Yumuktepe Adının Kaynağı
John Garstang ve İlk Kazılar
Neolitik Çağ veya Yenitaş Çağı / Cilalı Taş Devri
Prof. J. Garstang Kazıları Buluntuları
Kalkolitik Çağ
Pitura
İlk Tunç Çağı
45 Yıl Aradan Sonra
Yumuktepe’yi Araştıran Kibele: Prof. Isabella Caneva
İkinci kazı Sürecinde Yumuktepe
Anadolu’da Ekmeğin Tarihi
Yumuktepe Kazıları
Neolitik Çağ – Prof. Isabella Caneva Buluntuları
Son Evre’nin Değerlendirmesi
Karakol Yumuktepe-Kültürlerin Buluşma Noktası-Kemalettin Köroğlu
Kilikia, Anadolu’nun Kapısı
Maden İşleme Teknolojisi
Kap Kacak Zengini Tepeler
BÖLÜM 2
Arkeoloji ve Mimarlık
Yumuktepe’de Mimarlık ve Konut
İlk Huğ Evi
Dairesel Planlı Barınak
Orta Neolitik (Yenitaş) Çağı
Kazamatlar
Anadolu’da Kerpiç
M.Ö. 5000 Erken (Bakır Taş) Kalkolitik Çağı
Mimarlık Tarihinde Bir İlk
Yumuktepe’nin Farkı
İlk Devlet Kavramı
Erken Bronz/Tunç Çağı
Orta Bronz/Tunç Çağı
Geç Bronz/Tunç Çağı
Konut Dışı Yapılar
Silo/Erzak/Zahire Ambarı
Ağıl Yapısı
Mezar Yapıları
Ortaçağ’da Yumuktepe
BÖLÜM 3
Akdeniz’in Troia’sı: Mersin Yumuktepe Arkeoloji Parkı
Özet
Yumuktepe’nin Öyküsü
Ne Dediler?
Zamandizin
Sözlük
Kaynakça
MERSİN YUMUKTEPE VE
DUYARLI BİR KENT SEVDALISI: SEMİHİ VURAL
Semihi Vural ’ın kitap taslağını alıp birkaç sayfa okuduğumda içimi bir sıcaklık kapladı.Yanaklarımı al bastı. Yumuktepe’yi biliyordum ama bir genç olarak insanlık tarihi için bu kadar önemli olabileceği hakkında bir fikrim yoktu doğrusu. Benim gibi, Mersinlilerin çoğunun da pek bilgisi olduğunu sanmıyorum.
“Neden?” dedim kendi kendime. “Neden Mersin’in tarihinin 9000 yıl geriye gittiğini bilmiyor Mersinliler? Yumuktepe’nin son 20 yıldır kazıldığını, buluntuların önemini niçin duymamış çoğu Mersinli? Yerel televizyonlarda bir belgesel dizisi olabilecek, gazetelerde sayfa sayfa haberleri verilebilecek bu konu neden hiç işlenmemiş, bu duyarsızlık neden?”
Sayfaları çevirdikçe şaşkınlığım daha da arttı. Yumuktepe’de 9000 yıl önce başlayan yaşamın Ortaçağ’a kadar sürdüğünü ve 1936’da başlayan kazıların 1993 yılında tekrar başladığını; Semihi Vural’ın tanımlamasıyla, kazıları tüm güçlüklere rağmen sürdüren “Kybele” Isabella Caneva’nın 20 yıldır düşünde olan bir projesi olduğunu; Mersin’i önemli bir turizm destinasyonu yapacak bu projenin – Mersin’e kazandıracakları düşünüldüğünde, hiç önemsenmeyecek küçük bir bütçeyle gerçekleştirilebileceğini ama kent önderlerinin, kurumların, kuruluşların bunun bilincinde ve farkında olmadıklarını öğrendim.
Bu kitabın vakit geçmeden basılması gerek diye düşündüm.
Bu kitabın tüm Mersinliler tarafından okunması, kentlerinin içinde yer alan ve insanlık tarihi için çok önemli “bilmem kaç hektarcık” bir tepenin önemini anlamaları için bir an önce basılması gerekiyordu.
“Medyanorm” olarak biz kitabı bastık.
Semihi Vural kitabını Isabella Caneva’ya armağan etti.
Şimdi sıra bu kitabı okuyacak Mersinlilerde.
Mersinlilerin Isabella Caneva’ya bir vefa borcu var. Onun 20 yıllık düşünü gerçekleştirmek: Kentimize ve insanlık tarihine “Yumuktepe Arkeoloji Parkı”nı kazandırmak…
Mersin sevdalısı Semihi Vural’a teşekkürler…
S. Onur Evgin
Mersin, Eylül 2013
ÖNSÖZ
Bu kitap yıllardır üzerinde çalıştığım “Yumuktepe – Zephyrium – Mersina” üçlemesinin ilk bölümünü oluşturuyor. Mersin’in binyıllardır bir yerleşim yeri olduğunu insanımıza anlatmak, 9000 yıllık yerleşimiyle Yumuktepe’nin insanlık kültür tarihi içindeki yerini saptamak için yazıldı.
Yumuktepe’de yapılan kazılarda ortaya çıkartılanlar ve C14 tarihleme neticeleri bizlere Neolitik devirlerden Ortaçağ’a kadar burada yaşayanlar hakkında çok önemli ipuçları veriyor. Mersin’i dünya kültür turizmi içinde seçkin bir yere taşıyabilecek denli önemli bir yerleşim yeri Yumuktepe. Bu kitabı yazmaktaki amacım kentlimizin bu değerli kültür hazinesini yeterince tanımasını sağlamak, kitabın son bölümünde dile getirilen Isabella Caneva’nın Yumuktepe Arkeoloji Parkı Projesi’nin gerçekleştirilmesi için kent dinamiklerini harekete geçirmek… Bu konuda genel okur için yazılmış bir rehber kitap yok. Prehistorya ve Arkeoloji öğrencilerinin de başvuracağı bir el kitabı da maalesef bu güne kadar yayınlanmadı. Akademik makalelerin, İçel Sanat Kulübü Arkeoloji Günleri’nde sunulan bildiri ve sunumların ve kazı notlarının, Isabella Caneva ile görüşmelerimde tuttuğum notların bir araya getirildiği ve John Garstang ile Rudolf Naumann’ın yazdıkları, çizdiklerinin bir derlemesi bu kitap. Bu bakımdan Prehistorya ve Arkeoloji öğrencileri için bir başvuru kitabı niteliğinin yanı sıra genel okur için de bir rehber kitap hüviyeti taşıyor.
Bu kitap aynı zamanda çok sancılı geçen 20 yıllık bir kazı sürecinin de öyküsü diyebilirim. Bu öykünün başkahramanı ise Arkeolog Isabella Caneva. Caneva tüm zorluklara karşın Yumuktepe kazısını 20 yıldır sürdürüyor, alkışı hak ediyor. Bu kitabımı tüm gönlümle bu yüce ruhlu, idealist Arkeolog Isabella Caneva’ya armağan ediyorum.
TEŞEKKÜRLER
Bu kitabın ortaya çıkmasında, her zaman olduğu gibi benden desteğini bir an olsun esirgemeyen ve beni yüreklendiren eşim Ayşe Vural’a; metni okuyup hatalarımı düzelten Arkeolog Levent Zoroğlu’na öncelikle teşekkür ediyorum. İsabella Caneva’ya bu eşsiz kültür hazinesini bir kanaviçe işlercesine ortaya çıkararak kentimize kazandırdığı için müteşekkiriz. Bu kitap onun çalışmalarıyla ete, cana büründü. Kendisine şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca, sevgili dostum, Yumuktepe web sitesinin yöneticisi Ziya Aykın’a; kitaba değer katan Yumuktepe yeniden yapılandırma çizimlerini yapan Mimar Zeynep Aykın Keskin, Hasan Keskin ve Arzu Okçu’ya; kitabın değişik aşamalarındaki katkılarından ötürü, Turan Ali Çağlar, Yaşar Ünlü, Yaşar Öztürk, Nihat Taner, Meriç Alkan, Eren Kaplancık, Hüseyin Adıbelli, Ümit Çakmak, Ertan Aykın ve Ali Merzeci’ye de teşekkür ediyorum. Son olarak, metni defalarca okuyup kitabın son formatını oluşturmalarındaki sabırlı çalışmaları ve yararlı önerileri için düzeltmen ve editörlerim Tuncer Özmen ile İhsan Toksöz’e; kitabın yayınına destekleri için İçel Sanat Kulübü Başkanı, dostum Eyüp Dinç’in şahsında tüm Yönetim Kurulu üyelerine ve kitabın basımını üstlenen Medyanorm Yöneticisi S. Onur Evgin’e; kitabın grafik tasarımını yapan H. Emin Gökçeoğlu’na sonsuz teşekkürler…
Semihi Vural
Mersin, 08 Eylül 2013
BAŞLANGIÇ
Yumuktepe kazıları 1993 yılında başladığında kazı ekibinin ofis çalışmaları için henüz uygun bir yer temin edilemediği için Mersin Müzesi’nde görevli Hititolog Yaşar Ünlü, kazı başkanı Prof. Dr. Veli Sevin ile birlikte Semihi Vural’ı ziyaret ederler. İç mimarlık bürosunun bir masası Yumuktepe kazı heyetine verilir. Ekibin mimarı Esin Hacıalioğlu, ilk Arkeoloji Parkı çizimlerine burada başlar.
Dünya Tarihinde Bir İlk
TÜBİTAK Yayınları arasında yayımlanan Seton Lloyd’un hazırladığı “Türkiye’nin Tarihi” kitabının 21. sahifesinde şu betimleme vardır: : “…gerçek olan şu ki bu yapı mimarlık tarihinde kendi türünün en eski örneğidir.”
20 Yıldır Süregelen Toz Toprak İçinde Bir Arayış Öyküsü
Prof. İsabella Caneva, meslektaşlarının bile gerçekten tam anlayamadığı bir azim ve gayretle, şehir efsanesi durumundaki Yumuktepe höyüğünde (pek çok tehdit, umutsuzluk söylemleri, parasızlık ve başka nedenlere karşın) 20 yıldan beri kazılarını sürdürüyor.
Yumuktepe’nin Değeri Bugüne Kadar Neden Anlatılamadı?
Bir İtalyan olması nedeniyle Caneva’nın Türkçe ifade yetersizlikleri var. Kazı başladığı sıradaki ortakları onu terk etmiş durumda. Terminolojik yetersizlikler söz konusu. (Mesela İtalyanca kökenli ‘kazamat’ nedir? Burada neyi anlatır?) Yol göstereni yok.
Bu Kitap Neden Yazıldı?
Caneva’nın 20 yıllık maceralı kazıları sonunda Mersinlilere, arkeoloji meraklılarına ve de konuyla ilgili taraflara, ortaya çıkarılan bu muhteşem yerleşim yeri hakkında bir genel bilgi vererek bu eşsiz yerleşim yerinin tanıtılması için bu kitap kaleme alınmıştır.
Gerçekleşmesi Gereken Bir Proje: İnteraktif Arkeoloji Müzesi
Kitabımızın içinde detaylı olarak dillendirilen İnteraktif Arkeoloji Müzesi’nin tek kat üzerine yapılanacak oturum alanı yaklaşık 600 metrekaredir.En basit inşaat teknolojileriyle oluşturulacak müze için maliyet yüksek olmayacaktır.
İnteraktif Arkeoloji Müzesi Mersin’e ne kazandırır? Büyük bir yatırıma ihtiyacı olmayan projenin bir benzeri Çorum’da Alacahöyük’te ve Aksaray’da Aşıklıhöyük’te gerçekleştirilmiştir. (Kaman,Kalehöyük).
Mersin Yumuktepe Arkeoloji Parkı, hayata geçirilirse, Mersin’de turizm adına Troia Arkeoloji Parkı kadar ilgi çekici olabilir.
BÖLÜM 1
Üzerinde yaşadığımız toprakları kısaca tanıtmak gerekir. Adana ve Mersin illerinin tamamını kapsayan toprakların adı, uzun tarihi içinde, Cumhuriyet dönemine kadar, “Kilikia” olarak anılmıştır. Yurdumuzun Doğu Akdeniz Bölgesi’nin içinde anlatılan bu toprakları tanımak için tarihsel tanımlamalara da göz atmalıyız.
Anadolu’nun Küçük Asya olarak tanımlanması ve üzerindeki kavimlerin yaşadıkların bölgeleri çok uzun bir süre önce isimlendirilmiş olmalı. Mersin’in üzerinde yayıldığı toprakların ilk kavimleri Luvi’ler olduğu ve Kilikia adının, onlardan devşirildiği bilinmektedir.
KİLİKİA ADININ KAYNAĞI
Kilikia adına ilk kez M.Ö. VIII. yüzyılda Asur metinlerinde rastlanmaktadır. Asurlular Çukurova‘ya “Que”, dağlık bölgeye de “Hilakku” adını vermişlerdir. Helenler ise bunu kendi ağızlarına uydurarak yöre halkına “Hipyakaya” yani “Karışık Akalar” dediler. M.Ö. V. yüzyıldan sonra bölge Kilikia olarak anıldı. Kilikia ve Kiliks adları Asurca “ Hilakku” sözcüğünden gelmiştir. Araştırmacı yazar Bilge Umar, bu adın Luvi kökenli olduğunu söyler ve bölgenin ve Gülek Boğazı’nın isminin buradan türeyebileceğini belirtir.
“Kilikia Pylai adı, geçit Kilikia Bölgesi’ne ulaştırdığı için,‘Kilikia’nın Kapıları’ anlamında olarak çıkmış değildir;tam tersine ‘Kuwa-İla-Ka’ aslında bu boğazın adıdır.Gülek, Külek adları gibi ‘Kilikia Pylai’ adı da doğrudan doğruya bundan gelir. Kilikia adı dahi bu boğazın adından kaynaklanmıştır. ‘Güzel/Kutlu Geçit Yerinin Ülkesi’ni anlatmaktadır. ‘Khulakku’ adının dahi Gülek/Külek (Boğazı) Ülkesi anlamında bulunduğu ve boğazın Luvi dilinden gelme, Asurlu ağzında bozulmuş biçimi olmalıdır.” (Bilge Umar-Türkiye’deki Tarihsel Adlar. S. 440).
Ural – Altay yönlerinden gelen insan kalabalıkları daha çok batıya dağılmış, bu toplulukların karışıp kaynaşması sonucu Sümer Uygarlığı oluşmuştu. Sümerler’in bir kolu olduğu savı kabul görülürse, Luviler diye adlandırılan insan toplulukları onlardan ayrılarak Anadolu’ya geçip Kilikia Bölgesi’ne yerleşirler. Luviler’in buraya göçü M.Ö. 3000 yıllarında olduysa, acaba daha önce buralarda kimler vardı?
Bu soruyu Mersin Yumuktepe’de 1993 yılından beri arkeolojik kazılar yapan Prof. İsabella Caneva yanıtlıyor:
“İlk tarım ve hayvancılık etkinlikleri Dicle ile Fırat havzası arasındaki ‘verimli hilal’ denilen bölgede başlamıştır. Buralara birincil bölgeler denir. Tarım ve hayvancılığın yayıldığı diğer yerlere ise ikincil bölgeler deniliyor. Tarımın başlaması ile yerleşik düzene geçiş de başlar.
İşte Yumuktepe tarım ve hayvancılığı bu yayılım alanına denk düşer. Burada atılan adımlar gelecekteki teknolojik ve kültürel gelişmelerin temelini de oluşturmaktadır.”
“9000 yıl önce Çukurova’ya gelen insan topluluklarının önceleri kıyı şeridi üzerine serpiştirilen küçük köylerde oturdukları, ancak bir süre sonra bunların Yumuktepe, Gözlükule gibi daha büyük merkezlerde kümelendiği düşünülmektedir”. ( Isabella Caneva – Mersin Yumuktepe – Ayrı basım)
İleri bölümlerde görüleceği üzere, Yumuktepe insanları taşları perdahlayıp parlatıp aletler yapmışlar, toprağı işlemesini biliyorlar, hatta ekmeklik buğdayı geliştirmişler, hayvanları ehlileştirilmişlerdi. Yaptıkları ilk barınak evlere ekmek pişirmek için ocaklar yapıp yüzeylerini sıvayıp, kireçle badana etmişlerdi. Volkan camı obsidiyenden çeşitli stratejik silahlar yapıp bunları Akdeniz kıyılarındaki diğer yerleşimlere pazarlamayı becermişlerdir.
Günümüzden yaklaşık 6300 yıl önce köylerin üstünde yükselen ilk yokuş-sokağı düzenleyerek “Dünyanın ilk donanımlı kalesini” ortaya koymuşlar; giderek metalürji denemeleri yaparak ilk silah endüstrisini başlatmışlardır.
İşte ilk hemşerilerimizin yaptıkları bu faaliyetler, üzerinde yaşadığımız Kilikia topraklarında bulunan Mersin’in Atası Yumuktepe’nin “Uygarlıkların Beşiği” olduğunu doğruluyor.
Günümüzde Mersin’e gelen yerli ve yabancı kişiler, yüksek beton binalarla kuşatılmış modern bir anakentle (metropol) karşılaşırlar. Kentin 9000 yıllık geçmişine dair hiç bir iz ilk bakışta görülemez. Aslında dünyanın en eski yerleşkelerinden biri olan Mersin, arkeolojik kazılar sayesinde tüm dünyanın ilgisini çekmeye aday bir kenttir. Artık modern Mersin’in orta yerinde, bir başka dünyadan getirilmiş gibi duran Yumuktepe’nin gizemleriyle, Doğu ile Batı arasında, Akdeniz’in göbeğinde bir nirengi noktası olduğu saptanmış durumdadır.Tarihin zaman tünelinde Mersin’in kesintisiz arşivi bu göbekteki Yumuktepe Höyüğü’nün “bir su böreği” gibi katmanlarında yatıyor. İnsanlık tarihinin bu değerli katmanları, Arkeoloji biliminin yüce ruhlu, sabırlı neferlerinin uğraşılarıyla gün yüzüne çıkarılıyor.
Şimdi, hayal edilmesi bile zor olan 9000 yıllık bir yolculuğa çıkalım:
Yumuktepe’nin Konumu
Mersin il merkezinin yaklaşık üç kilometre kuzeybatısında batıya giden anayol üzerindedir. Kentin büyümesi ile günümüzde Demirtaş Mahallesi sınırları içinde kalmış, varoşlar tarafından kuşatılmış durumdadır. Bir höyükten çok (iyimser bir görüşle) bir piknik alanı, koruluk görünümündedir.
Çevresel Özellikleri
Müftü Deresi’nin doğu yakasında, 25 metre yüksekliğinde, 300 metre çapında, yaklaşık 12 hektar alanı kaplayan oldukça büyük bir höyüktür. Ancak höyüğün sadece yaklaşık 5 hektarlık kale alanı ve çevresi, diğer höyük yerleşimleri karşılaştırmalarında kabul görmüştür.
Yumuktepe alanı 4.90 hektar olmasına karşın Alişar kent alanı 11.40 hektar, Alacahöyük 5 hektar, Boğazköy Büyükkale ise 3.1 hektar yer kaplamaktadır.
Höyüğün bozulmaması için SİT alanı olarak ilan edilmesine karşın 1960’lı yıllarda üstüne çam benzeri iğne yapraklı ağaçlar dikilerek bir park haline getirilmiştir.
Bugünkü Yumuktepe deniz kenarından üç kilometre kadar içerdedir. Ama Yumuktepe’nin eteğindeki Efrenk (Müftü) deresi alüvyon taşıdığından, birkaç bin yıl önce muhtemelen Yumuktepe deniz kenarındaydı.
ATSR–2 uydusundan alınan görüntüler, Yumuktepe’nin etrafındaki alanın jeomorfolojik değişimlerini (kıyı şeridinin, lagünlerin, kum tepelerinin, bataklıkların hareketlerini ve tektonik değişimleri gibi…) ortaya çıkarmıştır.
Bu hareketler Yumuktepe’nin etrafındaki alanda çeşitli formasyonların (biçimlenimlerin) oluşumuna neden olmuştur. Höyüğün batısından akan Efrenk Deresi höyüğün kenarını yemiş (kemirmiş) ve aslında karşı tarafta (höyüğün doğusunda) olan yatağı değişmiştir. (Isabella Caneva)
Yıllar içinde höyüğün batı yamacı derenin neden olduğu seller ve yol yapımı ile büyük ölçüde tahrip olmuştur.
Akdeniz’e dökülürken yayıldığı küçük bitek alanlarda yapılan tarım etkinlikleri, geçmişten günümüze hep verimli olmuştur. Yumuktepe Höyüğü’nün de tarımsal etkinlik alanı buraları olmalıdır. Bugün kent yakınındaki Karaisalı/Üseli Köyü, Emirler Köyü, Kocavilayet Köyü hep bu nehrin varlığının sonucu yaşayan köylerdir. Büyük olasılıkla Evliya Çelebi’nin anlattığı “Mersinoğlu Aşireti”nin de konuşlandığı yer olmalıdır.
MERSİN / EFRENK DERESİ
T. Ali Çağlar
Mersin Deresi; ta Bolkar Dağları’ndan doğup stadyumun yanından denize ulaşan akarsuyumuz. İşte onun tam üç adı daha var. “Efrenk Deresi”, “Kızıldere”, “Müftü Deresi”… Üçü de kullanılır kayıtlarda. Ne var ki yöre insanının dışında hiç kimse için bir anlam ifade etmez bu üç isim. “Efrenk”, Aslanköy’ün eski adı. Haçlı seferinde orada yerleşip kalan Franklar için İslam akıncılarının koyduğu ad “El Efrenk”, zamanla halk dilinde “Efrenk”e dönüşmüş. Bir “Efrenk” de Erdemli yaylalarında var.
Bu akarsu Efrenk’in (Aslanköy’ün) Başpınar Mahallesi’nde doğar. Çok geçmeden Yedigöz’ün suyu karışır. Yedigöz; Toros’un karstik yarıklarında biriktirdiği kar sularını yedi gözeden yeryüzüne çıkardığı pınarın adıdır. İkisi birleştiğinde bir küçük dere olur ki, Şekerce’den ve Göldeviren’den inen esikler ile Aslanköy göletini doldururlar. Adı “Efrenk Deresi” olur ve doğu yönünde akmaya başlar. Oysa dönüverse güneyine, tez ulaşır Akçadeniz’e, ama Durnaz, Kuşkayası ve Kalegediği doruklarının yer aldığı dağ silsilesi geçit vermez. Camızpınarı’ndan, Dümbelek Boğazı’ndan inen esikler de birleşip Kurudere’ye kavuşur.
Kurudere, adı gibi kurudur on ay. Koca bir ırmağı alacak denli geniştir yatağı. Güçlü sellerin getirdiği yuvarlak, apak taşlar parıl parıl parlar yaz sıcağında. Ama kar erime günleri coşar da coşar. Ta, Bolkar Dağından, Halil Baba doruğunun ötelerinden toplanan kar suları Deynek Köyü çukuruna indi mi öyle çoğalır, öyle bir ses çıkarır ki, kilometrelerce ötelerden kulağınıza gelir kütültü sesleri. İşte o kütültü, sürüklenen taşların sesidir. Aslanköy’ den gelen dereden daha güçlü akar o günlerde. O coşkun hali taşımacılıkta işe yaramıştır. Yaşlı köylüler; “Bir tarihte bir derenin iki yakasından kesilen dev sedir tomrukları sele bırakılmış, ta denize karıştığı yerde gemiye yükletilip götürülmüş.” diye anlatırlar. Büyük olasılıkla Süveyş Kanalı’nın inşası sırasında olmalı.
Mart ile Nisan’da geçilemeyen Kurudere’nin, Mayıs sonunda keklik bile içecek su bulamaz çukurlarında. Kurudere, Efrenk deresine karıştığı yere yakın bir köye adını da verir. Eski adı “Cebel” iken yeni adı “Kurudere” olur o küçük köyün. Kurudere yolu sürdürülürse “Hangediği”ne gelinir. Platonun ortasında bir sırt “Hangediği”. Sırtın başında onlarca andız ağacı var. Yağmurlu bir günde o ağaçlardan birinin köküne sığındığınızı, yönünüzü de güneye döndüğünüzü varsayalım. Sol paçanızdan sızan sular Deliçay’a, sağ bacağınızdan sızanlar Mersin Deresi’ne ulaşır.
Doğu yönünde akan deremiz bu kez hafif sağ yapıp güneydoğuya yönelir. Dört beş kilometre gittikten sonra “Sunturas” suyunu alır içine. Sunturas adını, Kue kralı Sanduari’nin 2700 yıl önce baştanrıları kutsal “Santa” adına yaptırdığı yazlık başkentleri olmasından alır. O köyün ünlü bir “Geçit” suyu vardır. Geçit, kaya yarıklarından fışkırarak toplanır, küçük bir derecik olur. Toros’un tüm kaynakları gibi kireçlidir o da. Bilmem kaç milyon yıl akarken kendi kendine bir düzlük oluşturmuş önünde. Yerbilimcilerin traverten eşiği dedikleri. Pamukkale benzeri bir kütle. Ne var ki, Pamukkale’ninki gibi beyaz değildir kireci. Bir kısmı su değirmenlerini dönderirken birazı o traverten eşiğinin uçurumundan akıp görkemli bir şelale oluşturur. Yaz sıcaklarında akın akın insan gelir onu görmeye, serinliğinde piknik yapmaya.
Sunturas Suyu birden büyütür dereyi. Köyün sınırlarını çıkmadan, yükseklikleri dört yüz metrelere varan Yalçın ile Asarkale kaya kütlelerini yarıp geçer dere. Yukarıya bakarken şapka düşürecek denli dik ve sarptır bu kapız. Kapızı aşınca eğimli bir düzlüğe ulaşır. Kivi talvarlarının, şeftali bahçelerinin arasından dolana dolana Yeniköy’e, sonra da Aladağ Köyü sınırlarına girer. Kimi yerde mavi, çok yerde kırmızı kayraklı topraklardan geçtiği için adı değişir; “Kızıldere” olur. Yüksekoluk Köyü’nün suları da kızıl kayraklı, kızılçamlı yamaçlardan akıp gelirken köprünün yanından Kızıldere’ye karışır. Diğerleri gibi her bahar coşup her yaz bitecek kadar azalan bu dereciğin adı ise “Keldere”dir. Derenin keli olmaz ama yörede küçük tanımı yerine kel denir çoğu zaman. Yani, “Küçükdere”.
Keldere bir batar bir çıkar yaz günlerinde. Yukarıdan aşağı inerken bol gölgeli karaağaçların arasından serin bir şırıltı duyulur. Yüz elli, iki yüz metre gidince şırıltı da, su da kaybolur. Sonra ta aşağılarda yeniden çıkar ortaya. Yol boyunca hayrat çeşmeleri görürsünüz, yaptıranın adı yazılı. Kaya yarıklarından sızarak gelip çam köklerinin “Yalamık” tadını da alan, içmeye doyulmaz sular akıtır o çeşmeler. Derecik o cüssesizliğine karşın çobana, keklik avcısına yetecek kadar balık da bulundurur göletçiklerinde.
Köprüde birleştiklerini söylemiştik Kızıldere ile Keldere’nin. Kemerli taş köprünün kemer ortasında bir kitabesi var Arap harfleriyle yazılı. Köprüden sonra güneye, Mersin yönüne doğru akarken Kayrakkeşlik Köyü’nün altından geçer. Dev bir doğa çanağıdır burası. Haçgediği dengine geldi mi çanak son bulur. Bir dağ sırtı duvar gibi keser önünü. Anglosaksonların “Canyon”, bizlerin “Kapız” dediği yerlerden biridir burası. Öyle dardır ki, suyun iyice azaldığı günlerde bile insan zor geçer o kapızdan. Sonra çağıldayarak, az da doğuya döndükten sonra, Çukurkeşlik altına varır. Doğa orada oturmamıştır daha. Sık sık toprak kaymalarıyla önü kapanır. Bir yolunu bulup bendini yıktığı gibi Işıktepe Kapızı’na girer. Orada tam güneye dönüp Hamzabeyli bahçelerinden geçer. Kivi, şeftali sulamaz buralarda; limon, portakal sular artık. Çok geçmeden Üseli Köyü’ne (İsalı=Kara İsalı) varır.
Mersin kentleşmeye başladıktan sonra suyunu buradan almış. Bir su bendi yapılıp arıtıldıktan sonra kente dağıtılmış. Üseli-Eseli-İsalı (İsa’ya Ese der köylülerimiz) Adana Karaisalı Türkmenlerinin bir koludur buraya yerleşenler. Artık ovaya inmiştir deremiz. İnsu-Emirlerden gelen, Çamlıdere-Kaşlı’dan inen esikleri alır içine. Işıktepe’nin yakınında bir de şelâle oluşturur. Narenciye bahçelerini sulamadan 7-8 bin yıl önce, bu yöreye ilk yerleşen insanlara hayat vermiş bu dere. Anadolu’nun ilk yerleşim yerlerinden biri olan Yumuktepe kentçiği bu akars sayesinde orada kurulmuş. Yoluna devam eden dere, bir zamanlar bahçelerinin kenarından geçtiği için Müftülerin adıyla söylenir bu kez. “Müftü Deresi” olur adı. Ne var ki bunu fazla kullanamadan denize ulaşır.
Kimi zaman seli sele katarak Mersin’i ayağa kaldırmıştır Mersin Deresi. 1968 selinde kentin kimi semti su altında kalmış, Müftü Köprüsü yakınındaki kıyı evleri yıkıp götürmüştür. Yaşlı köylüler; insan ölüsü, hayvan leşi, çam gövdelerini çevresine serip bırakan nice eski selleri anlatırlar geçmiş yıllarda. Doğduğu yerde Efrenk Deresi, orta yerde Kızıldere, denize karıştığı yerde Müftü Deresi adlarını alan bu güzel akarsu, bilmem kaç milyon yıldır Toros’un bitek toprağını Mersin Ovası’na sermiş, altmış altı kez insan soyuna yurtluk yapan Yumuktepe yerleşkesine su içirmiş, Soğuksu adlı pınarını Mersinlilerin içimine sunmuş, Soğuksu Caddesi’ne ad olmuştur.
Sonunda yaklaşık 100 kilometre yol aşan Efrenk/Müftü Deresi, eski Askeri Kışla ile Mersin Feneri arasından denize kavuşur.
Derenin Var Ettiği Tepe
Ekrem Akurgal, Yumuktepe ve Gözlükule’ye atıf yaptığı “Anadolu Kültür Tarihi” kitabında höyükleri şöyle anlatır:
“İnsanların yerleşme için ilk seçtiği yerler istisnasız bir ırmak ya da dere kenarında oluyor ve çevresi de tarıma elverişli bulunuyordu. Bu nedenle ilk yerleşme, deprem, salgın hastalıklar ya da savaş sonunda yıkılıp oturulamaz duruma geldiğinde, yörenin oturmaya en elverişli yeri burası olduğu için başka bir yana gidilmiyor, kerpiçten olan evlerin yıkıntıları kolaylıkla düzlenip yeni iskân, eskisinin üstüne kuruluyordu. Böylece uygarlık katları su böreği gibi birbirinin üzerinde yer alarak kenttepeler meydana getiriyordu. Anadolu halkı bu kültür katlarından oluşan tepelere ‘Höyük’ adını vermiştir. Höyüklerin bazılarında en alt kat, Mersin’deki Yumuktepe ve Tarsus’taki Gözlükule’de olduğu gibi, Neolitik (Dönem) ile başlar.”
SOĞUKSU
Yoğunlaşmış Bir Tarih ve Yok Olmuş Bir Doğa Harikası
Bugün Yumuktepe dediğimiz, Mersin’in çok yakınındaki ören yeri, eskiden halk arasında Soğuksu Tepesi adıyla anılırdı. Bu adı tepenin kuzeybatısında 50 metre kadar uzağındaki bir soğuksu akarından alıyordu. Tepe ve civarı, zamanın mesire yeriydi. Tüm Mersinliler’in sıcaktan bunalıp koştukları bu alan, salkım söğütler ve zengin bir doğal yeşil dokunun çevrelediği benzersiz bir yerdi. Denizden yüksek olması, tepe nedeniyle nehir üzerinden sürekli hafif bir rüzgâr esintisinin olması buraya ayrıcalık vermişti. Yumuktepe Uygarlıkları’nın nedeni de bu Soğuksu akarı olmalı.Tarım yapılabilecek topraklar yanında, deniz, akarsu ve temiz soğuk bir pınar. Yakınında bölgeyi savunmak için bir tepenin olması da güven sağlamakta. Mersin’e ilk yerleşenler, bu akarsu kenarını, temiz bir su kaynağını (Soğuksu Pınarı) ve yöreye hâkim bir tepeyi tercih etmiş olmalılar.
Çevresinde açılan sondajlar, artezyenlerle çekilen zemin altı suyu, sonunda akarı kuruttu. Aralık 1968 sel baskınında yükselen sular, Soğuksu akarından kalan son izleri de sildi, yoketti. Bugüne sadece bir cadde adı kaldı: Soğuksu Caddesi ve ismini ondan alan Soğuksu Karakolu. Günümüzde Soğuksu Caddesi yer yer cadde görünümünde olsa da artık bu cadde üzerinde bir uçtan denize yürümek mümkün değildir.
Yer Şekilleri
Dünya yüzeyinin şekillenmesi açısından en önemli pay hiç şüphesiz akarsulara aittir. Akarsuların denizle buluşan ağızlarında da ilk insanların yerleştiği höyükler saptanmaktadır. Bu bağlamda, Toroslar’dan doğan birçok akarsuyun Akdeniz’e döküldüğü ağızlarının hemen yanında insanların yerleşmesi için uygun ortamlar oluşmuştur. Örnek vermek gerekirse, Berdan Irmağı ağzında Gözlükule Höyüğü, Mezitli Deresi ucunda Soli Höyük, Limonlu Deresi ağzında Lamiia (!) Höyük, Tömük Höyük ve Mersin Çayı ağzında Yumuktepe Höyüğü sayılabilir.
Sırtımızdaki Dağlar
Orta Toroslar, Taşeli Platosu ile kuzeydoğuda bulunan Uzunyayla arasında dört sıra halinde uzanır. Birincisi; en geniş kütlesi olan Bolkar Dağları, ikincisi; Aladağlar, üçüncüsü; Tahtalı Dağları ve dördüncüsü; Binboğa Dağları’dır.
Orta Toros Dağları, Anadolu Yarımadası’nın güneyinde, Akdeniz kıyılarına paralel olarak, kabaca doğu-batı doğrultusunda geniş yaylar çizerek uzanan dağ sıralarıdır. Rodos Adası’ndan Suriye sınırına kadar yaklaşık 2.000 kilometrelik bir dağ zinciri oluştururlar.
Mersin ilinde, Batı ve Orta Toros Dağları kıyıdaki ovaların gerisinde (kuzeyinde) bir duvar gibi yükselerek batı-doğu istikametinde uzanır. Anadolu’nun kara ikliminden gelen soğuk ve sert rüzgârlarını önler. Akdeniz’e yaklaştıkça yükseklikler azalır.
Mersin’in sırtındaki Toros Dağları’nın güney yönündeki yamaçları Akdeniz’e yaklaştığında, küçük akarsuların ağızlarında yerleşime uygun küçük düzlükler oluşur. Mersin’in doğusunda, Toroslar’ın çizdiği yayın içinde, güneyde Kuzey Suriye kıyılarını yalayan Kilikia Ovası yer alır. Bu ova Toros Dağları zinciri ile Orta Anadolu’dan çözülmüş, Kilikia Kapıları ile uygarlık alanını da etkileyecek bir biçimde Kuzey Suriye’ye açılmıştır. (Rudolf Naumann – Eski Anadolu Mimarlığı S : 5)
Güçlü Toros zincirleriyle sınırlanmış olan Kilikia Düzlüğü, Anadolu’ya sırtını dönerek Kuzey Suriye ve Mezopotamya’ya açılmış olup, bir yandan da kıyı boyunca ilerleyen Kıbrıs, Girit ve Ege adalarına ulaşan yollarla donatılmıştır.
Bir yandan iki anakara arasında köprü durumunda olmak, öte yandan Akdeniz ortasında ulaşım yolu durumunda olmak gibi iki öğeye, bir üçüncüsü de eklenmektedir; bu da, Mezopotamya, Filistin ve Suriye’yi içine alan, Mısır ve Ege-Girit gibi üç büyük uygarlığın eşiğinde olması dolayısıyla, Anadolu’nun siyasal tarihini saptayan öğedir. Dıştan gelen bu etkili güçlere İç Anadolu’nun kendi güçleri karşı çıkmaktadır. Bu iki gücün birbirleriyle alışverişi sonucunda, ülkenin gerçek tarihi oluşmaktadır. (Rudolf Naulman Eski Anadolu Mimarlığı S : 15)
Yumuktepe Adının Kaynağı
Coğrafya kitabı yazarı Besim Darkot, Mersin’in kuzeybatısındaki ırmağı “Yumuk” olarak adlandırır. Yöre halkı da tepeye Yumuktepe demektedir. Birçok yayında Yumuktepe arkeolojik kazıları kısa adı ile Mersin veya Mersin Soğuksutepe olarak adlandırılmaktadır.
Burada arkeolojik kazıları başlatan İngiliz bilim adamı Prof. J. Garstang ise Yumuktepe olarak bilinen höyüğü Yümüktepe olarak isimlendirir ve böyle yazar. 1920 tarihli Fransa Paris kaynaklı bir haritada ise ‘Yumrou Tepesi’ olarak verilmektedir.
Buradan ilk söz eden 1853 yılında bölgede araştırmalar yapmış Doğu Bilimcisi Charles Viktor Langlois’dır. Pompeipolis’ten Mersin’e gelirken, tepeyi görmüş ve ziyaret etmiş olmalıdır. Yayınlamış olduğu “Kilikia’da Bir Gezi” isimli kitapta. ‘Mersin’e giderken, Yumuk Şatosu (=kale) solda kalır, bir Türk köprüsünden geçildikten sonra Mersin şehrine varılır.’ şeklinde bir ifade kullanmıştır. Langlois’ın kitap çevirisini yapan Rahmi Balaban tepeyi ‘Yumruk’ olarak yazmıştır. Ayrıca bu ifadedeki “şato=kale” terimi, insana görsel olarak tepe üzerinde belirli bir yapının var olduğu izlenimini bırakıyor.
John Garstang ve İlk Kazılar
İngiliz arkeolog John Garstang 1937 yılında Yumuktepe’de, ilk kez arkeolojik kazılar gerçekleştirmiştir. Bu kazılarda Prehistorik çağlara ait yerleşim ile karşılaşılmış, böylece Mersin tarihinin Neolitik Çağ’a kadar (M.Ö.8000–5500 yılları) uzandığı anlaşılmıştır. J.Garstang ilk kazılarını 1937–1940 yılları arasında yapmıştı. II. Dünya Savaşı’nın ardından 1947–1948 yıllarında bu kazılara devam etmiştir.
John Garstang Kimdir
5 Mayıs 1876 – 12 Eylül 1956 Beyrut.
John Garstang, Antik Ortadoğu (Anadolu ve Güney Levant) İngiliz arkeologudur.
John Garstang, Blackburn’lü Dr. Walter Garstang’ın oğludur. Blackburn’de Queen Elizabeth’de ve Oksford, Jesus (İsa) Koleji’nde eğitim görmüş, Oksford’daki matematik lisans eğitiminden sonra ilgisi arkeolojiye yönelmiş, Liverpool Üniversitesi’nde eğitim görmüştür. 1897’den 1908’e kadar İngiltere, Mısır-Nubia, Küçük Asya (Anadolu Yarımadası) ve Kuzey Suriye’de, 1909 ve 1914 yılları arasında Sudan ve Meroe’de, sonra (1920–1921) Filistin’de Aşkelon’da ve 1930-1936’da Trans-Ürdün / Jericho’da ‘Tell es-Sultan’da, Roma sit alanlarında kazılar yürüten Garstang, 1919–1926 yılları arasında Kudüs’deki İngiliz Arkeoloji Okulu Müdürlüğü’nün yanı sıra, 1920 – 1926 arasında İngiliz Filistin Mandası’nda Eski Eserler Departman Müdürü olarak hizmet vermiş, Edebiyat Fakültesi’nin Egyptology Bölümü (Eski Mısır Bilimi) 1920’lerde kurulduğunda, öğretmenlik yapmıştır.
Kazılar Nasıl Başladı
Gaziantep’in Sakçagözü mevkiinde arkeolojik kazı yapmakta olan John Garstang, 1936 yılında inceleme gezisine çıktığı Mersin’deki bazı höyükleri de araştırmış ve Yumuktepe’de kazı yapmaya karar vermiştir.
Yumuktepe höyüğündeki ilk arkeolojik kazılarda (1936-1939) John Garstang, Orta Çağ İslam uygarlıklarından Erken Yeni Taş Çağı’na kadar inen, kesintisiz yerleşimlere ait çok sayıda katmanlar tespit etti. II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle çalışmalara ara verildi. Savaş sırasında Yumuktepe arşivinin bulunduğu Liverpool’daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün Alman bombardımanında isabet almasıyla, tüm Yumuktepe kazı raporları ve buluntular imha oldu.
Buna rağmen J. Garstang, Chicago Orient Enstitüsü’nde ve bazı kişilerde bulunan Yumuktepe ile ilgili dokümanları toparlayarak, 1947–1948 yıllarında kazı çalışmalarına tekrar devam etti.
Bu çalışmaları Garstang’a önemli bir kariyer sağladı. 1947’de, Garstang, Ankara’daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nü kurdu ve ilk müdürü oldu. (Ardından Seton Lloyd Arkeoloji Enstitüsü müdürlüğünü sürdürdü.)
Garstang’ın kazılarının yöntemleri ve yayımları çok seçicidir. Buna rağmen çağdaş araştırmacılar onu bazı dikkat ve özen eksikliği için eleştirmişlerdir. Bazı haritaları ve planları çoğunlukla çok küçük ölçeklidir. Önemli detayları eksiktir veya yoktur.Birçok bulguları da yayınlanmamıştır.
Prof. John Garstang’ın Yumuktepe Kazıları Yayını
Prehistoric Mersin, Yümük Tepe in Southern Turkey, the Neilson Expedition in Cilicia – 1953
Prof. John Garstang’ın 1953 yılında yayımlanan “Prehistorik Mersin” adlı yapıtında höyükteki arkeolojik kazıların detayları anlatılmakta, taş ve seramikten ev aletleri ile üretim araç ve aletlerin listesi verilmektedir.
Garstang, toplam 33 tabakanın varlığını saptamıştır. Bunlardan tabaka XXXIII-XXV Neolitik, XXIV-XII Kalkolitik, XI-V M.Ö. 2. binyıl, IV-III Demir Çağı, II Bizans ve I İslam dönemlerine aittir. Ayrıca (tabaka XXV ve XXIV) arasında yer alan ikinci bir Geç Neolitik (Dönem) yapı katı daha tanımlanmıştır. Diğer yeni buluntular arasında ise tabaka XVI surları üzerinde batıda yer alan ikinci bir şehir kapısı ile Orta Çağ’a tarihlenen surların Hitit Dönemi ile çağdaş sur üzerinde yer aldığının belirlenmesi sayılabilir.
GARSTANG KAZILARI 1 (G)
NEOLİTİK / YENİTAŞ ÇAĞI / CİLALI TAŞ DEVRİ M.Ö. 7200 – 5500 (N-Y-ÇAĞ)
G Obsidiyen endüstrisinin gelişmesine paralel olarak teknoloji giderek gelişir.
N-Y-ÇAĞ XXXIII. XXVII – İlk katmanlarda izlenen büyük taş temelli evlerin yerini daha sonraki katmanlarda küçük yapılar almıştır. Katmanlar yükseldikçe özellikle kaliteli materyal gözlenmektedir.
G Her katta rastlanan kaplar, yöresel zanaatkârların (çömlek ustalarının) çağlar boyu işlerini oluşturmuştur.
N-Y-ÇAĞ Neolitik çömlekler basit mono krom tarzdadır. Özellikle kaba çömleklerde iki ya da üç ton bir kapta rastlanmıştır.
Öte yandan bu kalitede materyalin yüzeyindeki renkler mat siyah, yanık kahverengi (çikolat) ve yanık kırmızı kil rengi dikkat çekici örneklerdir.
G Değişik tonlarda siyahtan griye kadar renklenme ile yine çikolatadan daha açık tonlara kadar görülen bu eşitsizlik ve değişim ateşleme tekniğinden olabilir.
N-Y-ÇAĞ El yapımı kırmızı ve siyah açkılı çanak-çömlekler, bu dönem buluntularıdır. Kazıma çizgi, nokta ve boya bezekli siyahımsı koyu gri, al kırmızımsı kahverengi seramikler özgündür.
G Dünyanın diğer ilk çağ örneklerine nazaran farklı detaylı incelikler gözlenir.
N-Y-ÇAĞ Erken Neolitik çağ örneklerinin dekorasyon özelliklerinde ince çizgilerin oluşması ve noktaların simetrisi izlenir. Bezemelerde başparmak tırnağı izli desenlemeler görülür. Daha önemlisi deniz kabuğu benzetmesi izlenimi vermektedir.
G Kazıda saptanan yedi metrelik kültür katmanı, Yumuktepe’nin Neolitik Dönemde büyük bir yerleşim birikimi olduğunu göstermektedir.
N-Y-ÇAĞ Aynı dönemde koyu yüzlü açkılı çanak-çömleklerin yanı sıra, yerel yapım ilk boyalı çanak-çömleklere rastlanmaktadır.
G Çanak-çömlekteki bir başka özellik, kap ağızlarına boya akıtarak yapılan bir tür bezemedir. Bu, daha sonraları yıldırım motifi denen bezeğin öncüsüdür. Yumuktepe Son Neolitik Dönem kültürü, yerel bir kültür olarak kabul edilebilir.
N-Y-ÇAĞ XXVI. ve XXV. Katmanlarda saptanan Son Neolitik Dönemde, Taş duvarlı evlerin yanı sıra, üstlerinin kapanması olanaksız büyük ölçekli yapılar da bulunmuştur. Bu üstü açık yapıların ağıl olarakkullanıldığı sanılmaktadır.
Yontma taş araçlarından orak dilgiler, ilkel dokuma tekniklerine işaret eden taş ağırşaklar, Son Neolitik Dönem insanının tarım ve hayvancılıkla uğraştığını göstermektedir.
GARSTANG KAZILARI 2 (G)
İLK TUNÇ ÇAĞ ERKEN TUNÇ ÇAĞI M.Ö. 2750–2400/2100 (İ-E-T-ÇAĞ)
G Garstang’ın Kalkolitik Çağ tabakaları ve yaklaşık tarihlenmeleri alttan üste doğru şu şekilde sıralanmıştır.
İ-E-T-ÇAĞ XXIV: Proto-Kalkolitik Dönem (M.Ö. 4300)
XXIII-XX: İlk Kalkolitik Çağ (M.Ö. 4200 – 3800)
XIX-XVI : Orta Kalkolitik Çağ (M.Ö. 3800 – 3600)
XV-XII B: Son Kalkolitik Çağ (M.Ö. 3500 – 2800)
G İlk Kalkolitik Dönem’de yerel kültürün ağır basmasına karşın, Konya Ovası ve Mezopotamya Hassuna ve Ninova yerleşmeleri ve kültürleriyle de ilişkidedir. Bu dönem katmanlarındaki çok sayıda tahıl, üretim biçiminde gelişme olduğunu gösterir.
İ-E-T-ÇAĞ XXIV. Katmanında, Erken Kalkolitik Dönem yapıları:
Taş temelli evler, yine yuvarlak planlı taş temelli tahıl ambarları var. Yanı sıra, hayvan barınakları ile ağıllar hayvancılığın, kil ağırşaklar ise dokumacılığın göstergesidir.İnsanlar, gereksinimlerini sağladıktan sonra, artan ürünlerini yuvarlak taş temelli tahıl ambarlarında saklamışlardır.
Boyalı, yıldırım motifli çanak çömlekler görülür. Ekonomiyi oluşturan en önemli öğe yine tarımdır.
G Yumuktepe insanları Kalkolitik Dönemde ilk kez bakırın eritilmesini başaranlardır. Bakırdan üretilen, uzun toplu iğneler, kıvrımbaşlı çiviler ilk örneklerdir.
İ-E-T-ÇAĞ XXII.-XX. Katmanları ilk maden buluntularına rastlanan katmanlardır. Taş temelli, kerpiç duvarlı evler süregelmiştir. Boyalı çanak-çömleklerde belirli bir gelişme izlenmektedir. Çanak-çömleklerde boyanarak ya da kazınarak yapılmış “sevron” (şeritli, ince zig-zag çizgili) bezemeler görülmektedir.
G Garstang, bu dönemde belirli bir yapı katmanı olmamasını istilalarla açıklamaktadır. O na göre tüm yapılar bu istilalar sırasında yıkılmıştır.
Maden işlenerek günlük yaşama girmiş, araçların yanı sıra silah ve mühür yapımında da kullanılır olmuştur.
İ-E-T-ÇAĞ XIX. – XVII. Katmanlar, Orta Kalkolitik katmanlarıdır. XVII. Katmanda yerel çanak-çömleğin yanı sıra, Mezopotamya Orta Kalkolitik’ini temsil eden boyalı Tell Halaf çanak-çömlekleri de bulunmuştur. Koyu yüzlü açkılı çanak-çömlekler bu katmanda da sürmüştür.
G Yumuktepe buluntuları, o dönem insanlarının yaşam biçimine ilişkin bilgiler de sağlamaktadır. Bu bulgulara bakılırsa, nüfusun büyük bölümünü askerler oluşturmakta, geri kalanlar ise, üretimle uğraşmaktaydı. Ortaklaşa kullanıldığı anlaşılan fırın toplu yaşamın simgesidir.
İ-E-T-ÇAĞ Son Kalkolitike geçiş, XVI. Katmanında izlenir. Garstang bu geçişi, “Kalkolitik Doruk” olarak ifade eder. Önceki katmanlardaki köy tipi yerleşimlerin yerini, bu katmanda savunma duvarıyla çevrili bir kale almıştır. Yerleşmeyi çevreleyen ve yüksekliği 1,5 metreyi aşan sur duvarı, görkemli savunma sisteminin bir parçasıdır.
Başlıca üretim alanları, tarım, hayvancılık, madencilik ve dokumacılıktı. Öğütme ve vurgu taşları, ağırşaklar, madeni gereçler ve başkaca üretim araçlarıyla silahlar bu dönemi belgeleyen buluntulardır.
G Bu dönem Yumuktepe yerleşiminin Mezopotamya’yla ilişkili olduğunu, Mezopotamya’dan Kilikya’ya yeni bir topluluğun geldiğini ortaya koymaktadır. Bezemeler, açık krem üzerine kırmızı-kahverengi boyalıdır.
İ-E-T-ÇAĞ XVI. Katmanda, Mezopotamya Orta Kalkolitik’ini temsil eden Tel Halaf çömleği yerini, bir sonraki dönem Mezopotamya’sını temsil eden Ubeyd çanak-çömleğine bırakmıştır.
Çok büyük ölçekli depolama kapları, boyunlu kaplar, karından kulplu, yukarı kalkık kulplu kaplar, Kalkolitik Dönem çanak-çömleğinin tipik örnekleridir. Boyalı çanak-çömlek üzerindeki bezemelerde şeritler, düz ya da ince zig-zaglı çizgiler, güneş ve çiçek motifleri görülür.
G Yumuktepe’nin bu katlarında maden çok kullanılmıştır. Yapıların çoğu, Hititler döneminde açılmış olan çukurlar nedeniyle bozulmuştur. Kaynak: Yurt Ansiklopedisi sh, 3633
İ-E-T-ÇAĞ XV.-XII. B Son Kalkolitik Dönem katmanlarında kareye yakın dörtgen planlı kerpiç yapılar, üç odalı, yer yer tek birimli evler bu döneme ait mimari kalıntılardır.
Mezopotamya’nın “Ubeyd” örnekleri varlığını sürdürürken; yapım tekniği farklı “Uruk” kültürü kurşuni/gri çanak çömlekleri başlar. Saman katkılı kaplar ve devrik ağızlı-saksı biçimli kâseler, Son Kalkolitik Dönem’in tipik çanak-çömlek buluntularıdır.
G Mersin Yumuktepe Höyüğünün XII. Katmanındaki buluntuların farklı oluşuna bakarak, Garstang, bu katmanı A ve B diye ikiye ayırmıştı.
İ-E-T-ÇAĞ (M.Ö. 2750–2400/2100)
G Garstang bu değişikliği yeni bir göç dalgasıyla açıklamaktadır.
İ-E-T-ÇAĞ Garstang’a göre, XII-B katmanı Son Kalkolitik, XII-A katmanı ise İlk Bakır Çağ olarak adlandırılan İlk Tunç Çağı katmanıdır.
G Yumuktepe, İlk Tunç Çağ yapı kalıntıları ve buluntular bakımından zengin değildir.
İ-E-T-ÇAĞ (M.Ö. 2750–2400/2100) arasında tarihlenen İlk Tunç Çağı II’de, Mersin Yumuktepe’de bir farklılık yoktur.
Tarsus Gözlükule yerleşmesinde MÖ.2400/2100–1900 arasına tarihlenen İlk Tunç Çağı III. Mersin Yumuktepe’de Son Bakır Çağ adı altında M.Ö. 2500–1950 arasını kapsamaktadır
G Mersin’de bu katman buluntularına rastlanamamıştır. Bu durum, Akadlı Sargon’un yöreyi istila etmesiyle açıklanmaktadır.
İ-E-T-ÇAĞ Yazılı tarih öncesi dönemlerinde olduğu gibi, yazılı tarih dönemlerinde de, Mersin tarihinin ve kültürünün kesintisiz stratigrafisi, yine Mersin Yumuktepe ve Tarsus Gözlükule yerleşmeleriyle belirlenmektedir.
Yumuktepe’de Hitit dönemlerine tarihlenen IX. Katmandaki tipik Hitit silahı, I. Murşil’in Kizzuwatna seferinden kalmadır.
Kaynak: Yurt Ansiklopedisi sh, 3633.
VIII. Ve VI. Katmanlardaki Hitit Tarzı Kale’nin varlığı bu siyasal ve kültürel değişimin bir göstergesidir.
Yumuktepe yirminci yüzyıla kadar Yakın Doğuda bilinen tek Neolitik site olarak yerini korumuştur.