45 Yıl Aradan Sonra
45 yıl aradan sonra, 1992 yılında yapılan hazırlıkların sonunda 1993 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Veli Sevin başkanlığında, Roma Üniversitesi’nden Prof. İsabella Caneva ve çeşitli dallardan oluşan bilim heyeti, ‘Yumuktepe Arkeolojik Kazısı’ çalışmalarına başlamıştır. Her yıl yaz aylarında sürdürülen Yumuktepe kazılarından çıkarılan yüzlerce eser, Mersin Müzesi’nde sergilenmektedir.
1993 Yılından Beri Yumuktepe’yi Araştıran Kibele:
Prof. Dr. Isabella Caneva
Lecce Üniversitesi Kültürel Miras Bölümü
E-posta : isabella.caneva@uniromal.it
Eğitim : Yakın Doğu Prehistorya ve Erken Tarih
Adres : Prof.Dr. Isabella CANEVA – Università Di Lecce
Via D. Birago, 64 73100/LECCE – İTALYA
Yumuktepe’deki kazı çalışmaları, İtalya’nın Lecce Üniversitesi’nden Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsabella Caneva başkanlığında, 40 kişilik ekiple yürütülüyor.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü’nün (AKMED) desteğiyle höyüğün üst kısmındaki Orta Çağ açmalarında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gülgün Köroğlu görev almaktadır.
Höyük Hakkında
Mersin’in atası olan Yumuktepe Höyüğü’nün, 9000 yıl önceki çekirdek tabakası Neolitik Çağ çiftçileri tarafından oluşturulmuştur. Ardından gelen yerleşimler ile tepe zaman içinde 23 metre yükselmiş, teraslı evler önceki kalıntıların üzerine yapılmış, yollar inşa edilmiş, böylece tabakalanma daha karmaşık bir hal almıştır.
Sulak Mersin ovasının bir ucu iç Anadolu’ya, diğer ucu da Suriye ve Doğu Akdeniz’e açılır. Uygun konumunu doğal kaynaklara ve ticaret olanaklarına borçlu olan yerleşme, Ortaçağ Dönemine (13. yüzyıl ortaları) kadar kesintisiz iskân edilmiştir. Anadolu Platosu, Doğu Akdeniz ve diğer Akdeniz ülkeleriyle ilişkisini sürdürmüştür.
İkinci Kazı Sürecinde Yumuktepe
1993’te tekrar başlayan kazılarda, daha önce gözden kaçan ekonomi, çevre, tarihleme ve teknoloji gibi noktaları değerlendirmek ve yakın zamanda yapılan teknolojik buluş ve yöntemlerle oluşan yeni kültürel manzarada Yumuktepe yerleşimini “gereken yere yerleştirmek” amaç edinilmiştir.
Yeni çalışmalar, Garstang’ın ortaya koyduğu tabakalanmayı büyük ölçüde doğrulamıştır. Ancak, tabakaların sıralanması daha iyi ve doğru tespit edilmiş, gruplanmalar rahatlıkla izlenebilmiştir. Zaman açısından çağdaş yöntemlerle tarihlemeler yeniden araştırılmış, höyük katmanlarının tarihi daha eskilere, 500 ila 800 yıl gerilere çekilmiştir.
M.Ö. yaklaşık 7200’li yıllarda başlayan ve M.S.1100 yılına kadar devam eden kesintisiz yerleşmenin bulunduğu Yumuktepe’nin tanıklık ettiği binlerce yıllık sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve teknolojik geçmişini anlamaya çalışan Caneva, görüşünü şöyle özetliyor: “Bugün ne olduğumuzu bilmek istiyorsak, Yumuktepe’ye iyi bakmamız gerekiyor”.
Tarımın başlangıcı M.Ö. 9500 ile 9000’li yıllar arasına tarihlenir; “İlk tarım ve hayvancılık etkinlikleri, Dicle ile Fırat havzası arasındaki ‘verimli hilal’ denilen bölgede başlamıştır. Buralara birincil bölgeler denir. Tarım ve hayvancılığın yayıldığı diğer yerlere ise ikincil bölgeler deniliyor. Tarımın başlaması ile yerleşik düzene geçiş de başlar. İşte Yumuktepe tarım ve hayvancılığı bu yayılım alanına denk düşer. Burada atılan adımlar gelecekteki teknolojik ve kültürel gelişmelerin temelini de oluşturmaktadır.” (Isabella Caneva)
Tarım ve hayvancılığın yayılmasında önemli bir rol oynayan Yumuktepe, coğrafi konumundan dolayı kültürel ve ekonomik bir köprü niteliği taşımaktadır.
Isabella ile Söyleşilerden Alıntılar
‘Yumuktepe’ye gelen ilk yerleşimciler tarımı biliyor ve tanıyordu. Büyük ihtimalle Yumuktepe’ye ilk gelen insanlar neolotik paket denilen bir paketle geldiler. Bu pakete göre seramiği, mimariyi, hayvancılığı ve tarımı biliyorlardı. Bu demek oluyor ki ellerinde daha önceden evcilleştirilmiş (ıslah edilmiş) buğday, arpa tohumları, bezelye ve mercimekle gelerek tarımı buraya yerleştirdiler”.
Yumuktepe’nin erken tabakalarından çıkan Antep fıstığı, meşe ve çam kalıntıları bölgenin zamanında ormanlarla kaplı olduğunu göstermektedir
Kültüre alınmış tahıllar (Triticum dic. Ve Hordeum), baklagiller (mercimek, bezelye ve burçak) ve meyvelerin (zeytin, incir, Antep fıstığı vb.) aralarında bulunduğu botanik kalıntılar karışık bir tarım ekonomisinin uygulandığına işaret eder.
Tarım ve hayvancılık, buradan (Yumuktepe’den) batıya, Ege Bölgesi’ne, oradan da Avrupa’ya yayılır.
Bir tarafında Akdeniz ve Mezopotamya, diğer tarafında İç Anadolu ve Ege Bölgesi; dolayısıyla Avrupa’nın olduğu Yumuktepe, bu özelliğiyle Neolotik kültürün yayılımında önemli bir geçiş noktasını oluşturur.
Burada 9000 yıl önce ilk tarım başlar, ardından hiyerarşik topluma geçiş, bununla birlikte ilk sınıflaşma ortaya çıkar.
Erken Neolitik tabakada ahşap direkler, saz ve kamış ile çamurdan yapılmış bir kulübenin izlerini bulduk. Bu yapı mimari, sosyal ve toplumsal bakımdan önem taşıyor. Erken Neolitik Döneme ait saz ve çamurdan oluşan bu yapının yanı sıra obsidiyen (volkan camı) aletler, Neolitiğin erken dönemine tarihlenen seramik parçaları da gün ışığına çıkarıldı.
Ondan sonraki Kalkolotik Dönemde ilk madencilik faaliyetleri saptanırken, insanların kendini koruma duygusu ile Yumuktepe’yi saran surlar inşa edilmiştir. Kalkolitik Döneme ait bu yerleşmenin etrafında iyi korunmuş, çok yüksek taş temelli ve kerpiç surların ortaya çıkması önemlidir.
Bugüne kadar ulaştığımız en yüksek duvar 50 santimetre kadardı. Ancak bu yıl (2009) sıvalı, 1 ile 1,5 metre arasında değişen yükseklikte, içinde değişik amaçlarda kullanmak için açıldığını tahmin ettiğimiz oyukların bulunduğu sur ve duvarlara ulaşıldı.
Ayrıca M.Ö. 5800’lü yıllara tarihlenen ve tahıl depolamak için kullanıldığını tahmin ettiğimiz değişik boyutlarda altı adet tahıl ambarı ile karşılaştık. Yoğun bir şekilde üretimin yapıldığını gösteren bu ambarlardan aldığımız topraklar üzerinde analizler yapılmaktadır.
Tunç Dönemi ile birlikte teknolojinin gelişmesine tanıklık ediliyor. Sonra ilk büyük devletler ortaya çıkıyor. Mesela burada ulaştığımız Hititler Dönemi.
Hitit dönemine ait tabakada, en erken Hitit dönemine ait kerpiç duvar ve taş temellerden oluşan şehir suru ortaya çıktı. Hitit İmparatorluğu’na ait yerleşmelerde bu tür sur sistemi vardı. Ancak bulduğumuz surlar bunun daha geçmiş zamanlara kadar gittiğini ortaya koydu.
En son; Tepede Bizans dönemine ait bir de kilise var. Tüm bu veriler, insanlığın dinsel, kültürel, sosyal, sınıfsal, politik gelişmelerin tümünün aynı yerde olduğunu gösteriyor.
“İşte bu verilerle değerlendirildiğinde Yumuktepe, yaklaşık Dokuz bin yıllık kesintisiz tarihi ile Anadolu’nun kitabı gibi. Her kazı sezonunda bu kitabı açıp bir veya birkaç sayfasını okuyup gidiyoruz. Ben de her gelişimde yeni bir sayfayı okumanın heyecanını yaşıyorum.”
Yumuktepe’de ortaya çıkan bilgilerin geleceğe ışık tutacağını söyleyen Caneva, “Yumuktepe’de ortaya çıkarılan tarih, şayet iyi yorumlanırsa, ileride ne gibi bir durumla karşılaşılabileceği de ortaya konulabilir. Buradaki tarihle ilgili bilgileri iyi anlar, kavrar ve yorumlarsak, gelecekteki siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel konularda bize yardımcı olacaktır.”
3 Ağustos 2009 / Bir Yerel Gazete Haberi
…Yumuktepe Höyüğü’ndeki kazı çalışmalarında içinde 8.000 yıllık iskeletin bulunduğu mezar ortaya çıkarıldı. İskeletin baş ve ayak yakınında 3 kâse ile birer zeytin ve buğday tanesi bulundu.
“M.Ö. 6000 – 5800 arası yıllara tarihlenen Geç Neolitik Dönem’e ait içinde insan iskeleti bulunan bir mezar bulundu. Mezarda, boncuk, kolye, süs eşyası ve o döneme ait taş baltaların minyatürleri gün ışığına çıktı. Kadın mı erkek mi olduğunu henüz tespit edemediğimiz insanın kafatasında özenle açılmış bir (delik) yara izi tespit edildi. Bunun bir ameliyat mı, yoksa öldürülme sebebi mi olduğunu bilmiyoruz. Bu konuda araştırmalarımız sürüyor.”
Kazı Başkanı Prof. Dr. İsabella Caneva, çalışmaların höyüğün aşağı kısmında Neolitik, Kalkolitik Dönem’ine, üst kısmında da Hitit, Demir Çağ, Orta Çağ ve Bizans Dönem’lerine ait mekânlarda sürdüğünü kaydetti. Bu yıl Erken Neolitik Dönem’de yaptıkları çalışmalarda Geç Neolitik Dönem’e ait içinde 8.000 yıllık yetişkin insan iskeleti bulunan mezara ulaştıklarını anlatan Caneva, iskeletin kendileri için önemine dikkat çekti.
Caneva, “Yeni bulduğumuz mezarda kemikleri büyük oranda hasar görmüş komple bir iskelet yer alıyor. İskeletin yanında ayrıca 3 kâse elde ettik. Kâseler kırmızı boyalı. Bu kâseler bize mezarın Geç Neolitik Dönem’e ait olduğunu gösteriyor. Geç Neolitik Dönem’de başlayan bu mezarlara içinde yiyecek olan vazo ve kâseler konuyor. Bu da bize o dönemdeki insanların ölümden sonraki hayata inandıklarını gösteriyor. Bu inancın Geç Neolitik Dönem’de başladığını söyleyebiliriz.” diye konuştu.
Anadolu’da Ekmeğin Tarihi
Kazıda görevli Lecce Üniversitesi Arkeobotanik master öğrencisi Burhan Ulaş da Yumuktepe’den çıkan buluntuların Anadolu’nun ekmek tarihi hakkında önemli ipuçları verdiğini söylüyor:
“Ortaya çıkardığımız buğday türü, Suriye bölgesindeki buğday türü ile benzerlik gösteriyor.
Araştırmalarda Kafkasya bölgesi ile Yunanistan’daki bir iki Neolitik Site’de ortaya çıkan buğday türüne de rastladık. Bu buğdayın nereden geldiğini ve Kafkasya ile Yunanistan’da bulunan tür ile bir bağlantısı olup olmadığını araştırıyoruz.
Bu çalışmalarla tohumların ıslah edildikten sonra batıya, Avrupa’ya da gönderilmiş olduğu kanıtlanıyor.
Öte yandan Yumuktepe’nin, arkeobotanik yöntemi ile yapılan incelemede ilk incir ve zeytinin evcilleştirilerek (ıslah edilerek) üretiminin yapıldığı en eski merkezlerden biri olduğu anlaşılmıştır.
Yumuktepe’nin M.Ö. 7000 yıl öncesine kadar sadece botaniksel anlamda değil, mimari, seramik, obsidiyen ve taş aletler anlamında önemli bir rol üstlendiği anlaşılıyor.”
Garstang kazılarında zaman tablosu ve tabakalandırma. Sarı Hat.
(Rudolf Naumann Eski Anadolu Mimarlığı S : 511)
Caneva ise bu çizgiyi 500–800 yıl geri çekti. Kırmızı hat.Yumuktepe, Anadolu höyükleri içinde kesintisiz yerleşimi ile benzersiz görünüyor.
CANEVA KAZILARI 1 ( C )
ERKEN PREHİSTORİK YERLEŞMELER DÖNEMİ M.Ö. 7000 – 5800 (Tarih öncesi dönemler) (EPYD )
C M.Ö. 7000 – 6200 Neolitik (Yenitaş) Çağı)
EPYD 1200 yıla yayılan bu dönem, erken – orta – geç ve son Neolitik olarak dört bölümde incelenir.
C Erken Neolitik Prof. Garstang’ın kazısının yanında, 8 metre kalınlığında yeni bir sondaj açılarak, yeniden incelendi İnsan yerleşimine dair izler var ama taş temel yapı yok.
EPYD M.Ö. 6200’e tarihlenen bir yapı silo olabilir. Bu yapının yanında büyükçe bir duvar yeralıyor.
Dere taşlarıyla işlenmiş platform ise olasılıkla ocak işlevi görmektedir.
Yanık sıva parçalarından (yapışarak iz bırakmış) dal, saz izleri, olasılıkla huğ tipi kulübelerin varlığını gösterir.
C Buluntulardan hayvan kemiklerinden höyük ekonomisi hakkına bilgileniliyor. Çoğu koyun ve keçi sonra sığır ve domuz. Avcılık artık yapılmamaktadır. Kültüre alınmış tahıllar, baklagiller yanında mercimek, bezelye ve burçak ile zeytin, incir, Antep fıstığı gibi meyvelerin de aralarında bulunduğu botanik kalıntılar tespit edilmiştir. Bu veriler karışık bir tarım ekonomisinin uygulandığına işaret eder.
EPYD Aletler arasında büyük oranda, delgilerin en tipik örnekleri obsidyen aletlerdir. Bu dönem insanları Kapadokya çevre pazarından gelen yarı işlenmiş obsidiyen ve taş aletleri alıp, ince işçiliklerini kendileri yapmış ve kullanmışlardır. Ayrıca kemikten yapılmış delgiler ve spatulalar da ele geçer.
Bu tabakada ilk defa M.Ö. 7000 – 6500 arası yıllara tarihlenen bir mühür bulunur. Bu mühür, üretimin varlığını gösterirken, özel mülkiyete geçiş olarak yorumlanabilir. Dünyadaki şu ana kadar ele geçen en eski mühür olma özelliğini de taşımaktadır. “En eski mühür kullanan toplum” anlamında…
C M.Ö. 6150 – 6000 Orta Neolitik (Yenitaş) Çağı
Caneva yaptığı çalışmalarla bu tarihi yeniden düzenledi- Tabanda ortaya çıkarılan karbonlaşmış tohumlar, tüketilen besinlerin kültüre alındığını göstermektedir. Temel taşlarının çizdiği plan üzerindeki üst yapı ise olasılıkla dal örgüsü tekniği ile oluşturulmuştur.
İki konglomera (kumtaşı) blok yapının güneyindeki anıtsal kapıda kullanılmıştır
EPYD Bu safhadaki en yaygın çanak çömlekler, kavuniçi renkte, perdahsız küçük seramik kâseler ile perdahlı, parlak siyah renkli kaplardır. Mühürler var fakat daha sade, yalın tiptedir. Bu dönemde taş aletlerde bir değişiklik gözlenmez. Çakmaktaşı ve obsidiyen. Bu tabakada dikdörtgen planlı taş temelli (kerpiç yok) huğ tarzı yapıların dizildiği yamaç evler var. Garstang’ın XXVI. Tabaka altına denk gelen yapının, koridorla birbirine bağlanmış dikdörtgen odalardan oluştuğu anlaşılıyor.
C M.Ö. 6000 – 5800 Geç Neolitik (Yenitaş) Çağı
Bir sonraki yapı katından, önce kalın bir kül tabakası temizlenmiştir. Dairesel planlı mezarlar var. küçük, içi ölü adaklı mezarların bazılarında pek iyi korunmamış iskeletler yanında, taş ve deniz kabuklarından yapılmış boncukları olan kolyeler var.
EPYD Yıldırım motifleri ile süslü, küçük çömlekler ve kâseler mezar buluntuları arasındadır. (Caneva yerleşiminde, sokak ve yokuş terimlerini kullanıyor.)
C Bu tabakada kuzey güney yönünde yapılanmış bir sokak ilgi çekicidir. Duvarları sıvalı, dikdörtgen biçimli ocağı olan bu konut bize yeni bir dönemin habercisi gibidir. Bu safhayı asıl tanımlayan mimari özelliklerdir.
EPYD Büyük apsisli evler etrafında tabanı taş döşeli silo yeralır. Yerleşim bir mahalle gibi höyüğün eteklerine doğru genişlemiş ve teraslı evler ile büyük tahkimat duvarları inşa edilmiştir. Köşeleri yuvarlatılmış dikdörtgen planlı evler dikkati çeker. Daha önce rastlanmayan taş süs eşyası ve kemik aletler var.
C Mimarlıkta ilk defa taş kullanıldığına tanık oluyoruz. Kerpiç blok tuğlalar ilk kez görülmektedir. Garstang ve Caneva’nın saptadığı taş temeller genellikle dere taşlarından oluşturulmuş örgülerdir.
EPYD Yerleşimde özenle inşa edilmiş tahıl ambarı ile pişirim ocağı ilgi çekicidir.
Boyalı ve perdahsız çanak çömleklerin ortaya çıkışıyla, bilinen seramiklerden farklılıklar görülür. Bu çanak çömleklerin tipleri sınırlı da olsa, oldukça kaba ve açık renklidir.
C Yerleşimde özenle inşa edilmiş tahıl ambarı ile pişirim ocağı ilgi çekicidir. Boyalı ve perdahsız çanak çömleklerin ortaya çıkışıyla, bilinen seramiklerden farklılıklar görülür. Bu çanak çömleklerin tipleri sınırlı da olsa, oldukça kaba ve açık renklidir.
EPYD Bu döneme ait taş duvarlı, yüksek bir yapının kenarları iyi işçilikle sıvanmıştır. Anıtsal yapının duvar kalınlığının 120 cm olması savunma amaçlı olasılığını akla getirmektedir.
Çömleklerdeki hamurun daha ince olması, çeşit fazlalığı ve dekoratif bezemeleri dikkat çekicidir.
Bu Dönem için Önemli Son Söz
Bu tabakada M.Ö. 7000 – 6200 arası bulunan mühür, üretimin varlığını gösterirken, özel mülkiyete geçişi simgelemektedir. Bir nevi tapu belgesi.
Dünyadaki şu ana kadar ele geçen en eski mühür olma özelliği var. “En eski mühür kullanan toplum”
Yumuktepe, M.Ö. 7000 yıl öncesine kadar sadece botaniksel anlamda değil, mimari, seramik, obsidiyen ve taş aletleri anlamında önemli bir rol üstlendiği anlaşılıyor.
CANEVA KAZILARI 2 ( C )
ERKEN PREHİSTORİK YERLEŞMELER DÖNEMİ M.Ö. 5000 – 4300 (Tarih öncesi dönemler) ( EPYD )
C 2) Erken (Proto) Kalkolitik Çağı’na geçiş (M.Ö. 5000)
XVI. yapı katında, 15 metre derinlikte mimari yenilikler ortaya çıkarılır.
Burada, taş temelli kerpiç bir duvar ile tahkim edilmiş, anıtsal bir girişi olan küçük bir yerleşim tespit edilir.Birbirine bitişik, sırayla inşa edilmiş yaşam alanları, askerlerin kullandığı barakalar şeklinde açıklanmaktadır. Bu yerleşim sitadelin (kale) iç çapını 60 metre ile sınırlar.
EPYD Yerleşimin geri kalanı ise höyüğün eteklerindeki teraslara yayılmıştır. İlginç olan sitadel (hisar) ile mahalle arasında kale yolu olarak tanımlanabilecek bir sokağın ortaya çıkarılmış olmasıdır.
Sitadelin küçük boyutları, iyi tahkim edilmiş olması, yoğun teraslama faaliyeti ve değişik alanlara uygulanan farklı mimari özellikleri sergiler. Nüfusunun küçük bir bölümüne hizmet veren bir yukarı şehir ile pek özenli olmayan ve daha az standart yapılar arasındaki ayrımı da belirtmek gerekir. Bu durum aynı zamanda daha önceden belirlenmiş sosyal bir ayrımın göstergesidir.
C Yumuktepe Kalesi (sitadel/hisar)
Tepenin zirvesinde bulunan kalenin ve tepenin eteğindeki yerleşimin bir yol ile bağlanmış olması önemli görülmelidir. Her iki alan M.Ö.5000 yıllarına tarihlenir. Mimarlık tarzı ve mimaride kullanılan malzemeler önceki dönemlere göre belirgin farklılıklar arzeder. Kalenin sur duvarlarında ve teras yüzeyinde büyük döşeme taşları kullanılmıştır. Tepe eteğinden başlayan ve genişliği 2 m.lik kale yolu sokak zirveye doğru yükselir. Ancak sokağın her iki tarafında yer alan evlerin planları ve yönleri farklılıklar gösterir. Tepenin eğimine göre yolun üst tarafındaki evlerin tabanı 80 cm. üstünde, alt taraftakiler ise 80 cm.altında yapılanmıştır. Olasılıkla bu evlere merdivenle girilip çıkılmaktadır.
EPYD Kalıpla üretilen kerpiçle inşa edilmiş yapılar dikkat çekicidir. Arkeolojik anlamda Yumuktepe Kalesi karakteri arzeden bu anıtsal girişli yapı, kazamatlı bir duvara sahiptir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi kale içi alanı (35 m x 40 m) daha küçük boyutlara sahiptir. Bu yerleşke benzeri yapının dışında, tepenin teraslarındaki yapılaşmada kullanılan yapı malzemeleri aynıdır.
Seramikte kalite biraz düşük olup, kalın hamurlu çanak çömlek testi gibi ürünler siyaha çalan renge sahiptir. Ancak bu ürünlerin üzerinde kırmızı siyah dekoratif bezemeler vardır. İri boyutlu küp ve kaplar ise yine kalınca siyah seramik hamurundan üretilmiş olup süsleme yoktur. Diğer tür kaplarda ise ince beyaz bir hamur dikkati çeker. Üzerleri koyu renk boyanmıştır. Bu evre, Mezopotamya kökenli Obeyd kültürü etkisinin zirvesini temsil etmektedir. Tipik Obeyd üslubunda, kavisli kabartma süslerle bezenmiş çanak çömlekler Yumuktepe’de sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Metal buluntu yoktur.
C Geç (Top) Kalkolitik (M.Ö. 4300) Bakır Taş Çağı
Takip eden tabakalarda tahkimat, en azından yamaçlar üzerindeki duvarları desteklemek için yapılan istihkâmlar ile devam etmiştir.
EPYD Buluntular içinde, iki yanı konik formlu (bikonik) ağırşaklar, üzerinde baskı tekniği uygulanmış çizgi ve noktalı bezemelere sahiptirler.
Taş aletlerdeki değişimi özetlersek: Yoğun obsidiyen sadece yonga ve “pezzi” tarzındadır. Çakmak taşı kullanımı yoğunlaşmıştır. “Lama” olarak kullanılanlara ağaç ve kemik saplar, taş aletlere ise boynuz saplar takılmıştır. Silah ve mızrak ucuna rastlanamadı.
C Bu tabakalar, Yumuktepe’deki son Yakın Doğu etkili mallar olarak açıklanabilir. Daha sonra yerlerini Troia ve Beycesultan gibi batıAnadolu merkezlerinin (belki de Yumuktepe’de gelişen yeni metalürji endüstrisi sayesinde) kültürel özelliklerine bırakırlar.
EPYD Kale içindeki mekânda yığılı olarak bulunan çakıl formundaki kil malzemenin sapan taşı olduğu düşünülmüştü. Yeni görüş ise hesap için (Calculator) kullanılmış olmasıdır.
C Geçmiş yıllarda üstün körü incelenen tabakalar daha titiz bir taramadan geçirilmiştir.
Takip eden evre olan ve şimdiye kadar çok fazla incelenmeyen Bronz Çağında, yerleşim yamaçlara, özellikle de güney kesime doğru genişlemiştir.
EPYD Özellikle seramikler dikkatlice incelendiğinde, hem boyalı (kavisli siyah çizgilere sahip), hem de çakmaktaşı ile işlenmiş çorba kâseleri tipik geç Obeyd çanak çömleği ile tanımlanmaktadır.
Bu Dönem için Önemli Son Söz
Mimarlık tarihinde ilk kez donamlı bir kale kentin varlığı saptanır. Bu tartışmasız yapı tekniğinde ilk kez görülüyor.
CANEVA KAZILARI 3 ( C )
ERKEN PREHİSTORİK YERLEŞMELER DÖNEMİ M.Ö. 3000 – 1200 (Tarih öncesi dönemler) ( EPYD )
C 3) Bronza Doğru – Bakır kullanıma giriyor.
Ele geçenler arasında mineral halinde bakır da yoktur. Bu da bize Yumuktepe kalesinde bakırın (izabe yoluyla) üretildiğini düşündürür. Kale içindeki mekânlardan bazılarının alet edavat odası, bazılarını da usta kalfa için ayrıldığını anlayabiliriz. Çünkü iki adet iş ocağı-fırın olabilecek ateşhane de tespit edilmiştir. Belki de kale içi bu işler için yeniden yapılandırılmıştır.
EPYD XVI. tabakadan itibaren bakır aletler ele geçmeye başlamıştır. Buluntular içinde iğneler ve balta gibi sivil kullanımlı iş ve ev aletleri vardır. Ama süs eşyası ve silah yoktur.
C Bu tabakada (M.Ö. 4900) yangınlardan sonraki yüzyıllık süre içinde çeşitli yenilenmeler yapılmış olmalıdır. Eldeki bulgulara göre; Yumuktepe’de sosyal, siyasal ve ekonomik olarak radikal değişimler gerçekleşmiştir.
Bu anlamda sosyal olarak hiyerarşik bir düzeni vardır. Bu ise artık bize Yumuktepe’de bir “devlet” kavramı yapılanmasını yansıtmaktadır
EPYD Yine bu süre içinde içkalenin iç alanı küçülürken, eteklerdeki “kale yerleşimi” genişlemiş, adeta kaleye doğru yükselen bir mahalle haline gelmiştir. Günümüze ulaşan üst kalenin duvarları anıtsaldır. 130 cm. yüksekliğinde duvarları daha kalın olup, üzeri beyaz bir sıva ile kaplanmıştır. Kale mekânlarının zeminleri de kerpiçle döşenmiştir. Mekânlar içinde seri üretim (aynı ölçüde) olduğu anlaşılan toprak kâseler dikkati çeker. Seramik üretimi adeta endüstrileşmiştir.
C Anadolu’da Tunç/ Bronz Devri üç evreye ayrılır.
Erken Tunç Çağı M.Ö. 3000 – 2000
Orta Tunç Çağı M.Ö. 2000 – 1750
Geç Tunç Çağı
M.Ö. 1750 – 1200
EPYD Depas – Bronz çağını tarihleyen çift kulplu içki kabı Çanak çömlekler teknolojik, morfolojik ve dekoratif karakterleriyle Eski Bronz Çağ Döneminin, Batı Anadolu ve Kapadokya ile ilişkilerinin bir kanıtı gibidir. İşlevsel anlamda ise şarap gibi, yeni tüketim ihtiyaçlarını yansıtmaktadır.
Aynı zamanda Eski Batı Anadolu Bronz Çağında ortaya çıkan yeni “kültürel ve ticaret gereksinimlerini” karşılaması ile bağlantılıdır. Troya malı çift kulplu “depas” seramiğinin III. Binyılda tüm Kilikya bölgesinde ele geçmesi bunun kanıtıdır.
C III. Binyıl Yumuktepe’nin (Kilikya bölgesi kapsamında) Batı Anadolu ile aynı zamanda deniz yoluyla yapılan yeni bir “kültürel değiş tokuşun başlangıcı” olarak yorumlanabilir.
Kilikya, Yumuktepe bağlamında; deniz bağlantısıyla Ege’den Kıbrıs’a, Suriye ve aşağı ile yukarı Fırat vadisine bir köprü görevi üstlenmiş görünmektedir
EPYD IV. Binyılda Yakın doğuda etnik devletler ve şehirlerin ortaya çıkması bu değişimin başlıca nedeni olarak değerlendirilmelidir. Mezopotamya’daki şehirleşme olgusu ve gelişen ticaret ağı, bölgeler arası ilişkiyi geliştirmiştir. IV. Bin yılda Anadolu dağlarındaki obsidiyen yanında, zengin maden yatakları ile ağaç ve mermer ticareti bunun önemli bir göstergesidir.
Sonuç olarak, III. Binyılın ikinci yarısında Kilikya’nın Ege, Kıbrıs, Anadolu kıyıları arasında stratejik bir rol aldığı söylenebilir.
C Erken Bronz Çağı: Giulio Palumbi
Bu dönemde Yumuktepe ve Kilikya bölgesi Hitit krallığına bağlanır. Son dönem Yumuktepe kazılarında ortaya çıkarılan yapılar, Hititlere ait başka yerleşmelerdeki yapılarla eşleşmektedir. Bu döneme ait bir sur duvarı ortaya çıkarılmıştır. Bu duvar taş temeller üzerinde, kerpiç bloklarla yükselir. Geç Bronz Çağı : Federico Manuelli
EPYD Mekânların düzenleniş biçimi ile yine ele geçen bir “ok ucu” yapının askeri bir garnizon olasılığı düşüncesini pekiştirir.
Bu Dönem için Önemli Son Söz Metalurjinin başlangıç yeri olarak Yumuktepe şimdilik ilk sırada görülüyor. Yumuktepe’de Gözlükule ile birlikte; izabe yoluyla bakır üretimi ilk kez saptanıyor.
CANEVA KAZILARI 4 ( C )
DEMİR ÇAĞI TABAKALARI M.Ö. 1150 – 500 ( DÇT )
C DEMİR ÇAĞI
III. tabakanın M.Ö. 6. ve 7. yüzyıllara,
IV. Tabakanın ise 8. yüzyıla tarihlenir.
DÇT Demir Çağ tabakalarına ait küçük buluntular var. Ayrıca mimari buluntulara rastlanır.
Orta Çağ yapılarının hemen altındadır.
C Höyüğün III. Tabakasında M.Ö. 550- 530 yıllarına tarihlenen kyliks bantlı seramik örneği önemlidir.
C Kıbrıs tipi seramik fırın bulundu.
Bu nedenle bolca Kıbrıs tipi çanak-çömlek buluntuları elde edildi.
Bu Dönem için Önemli Son Söz
Demir Çağı, henüz tam aydınlatılamayan bir dönem!
CANEVA KAZILARI 5 ( C )
ORTA ÇAĞ YERLEŞMELER DÖNEMİ XI. ve XIII. yüzyıllar ( OÇYD )
C 5) ORTA ÇAĞ
Höyüğünün zirvesinde Ortaçağa tarihlenen XI. ve XIII. yüzyıllara ait buluntular var. Başlıcaları apsisli bir kilise binasına ait yapı temel kalıntıları ile buna bitişik bir şapel yapısıdır. Yine XI. yy. başlarına tarihlenen yapı atındaki mimarlık örneği, birbirine bitişik küçük mekânlardan oluşur. Temel seviyesinde, kaba ve özensiz işçilikli duvarlar, birleştikleri köşelerde sütunçelerle güçlendirilmiştir.
Aynı döneme ait 90 santimetre uzunluğunda demir kılıç bulundu.
OÇYD Ayrıca pek çok metal, seramik, taş obje de günyüzüne çıkarılmıştır. Bunların arasında büyük bir çukurda tümlenebilir parçalar halinde XII. veya XIII. yy.’ın ilk yarısına tarihlenen pişmiş toprak ürünler bulunmuştur.
Yine önemli bir buluntu olan, bir ocak içinde ele geçen altın ve elektron sikkeler keşfedilmiştir. Bizans Dönemi’ne ait X. Konstantin (1059–1067), elektron sikke ile diğeri Mikhail Dukas (1071–1078) dönemine ait sikkeler olduğu anlaşılmaktadır. Bu grupta ele geçen altın sikkelerden birisi Fatimilere, diğeri Büyük Selçuklulara ait iki altın sikkedir. Aynı alanda XI. yy.’a tarihlendirilen yapı katında, büyük olasılıkla Roma Dönemi’ne ait iyi kalite pişmiş topraktan yapılmış Tanrıça Athena’nın iyi korunmuş bir büstü ele geçmiştir.
C Devşirme mimari elemanlar, moloz taşlar ve kapı açıklıklarına dikine yerleştirilmiş büyük kalker bloklar bu dönemin mimari karakteristiğini betimler. XI. yy. başlarına tarihlenen yapı katı mekânlarının, aynı yüzyılın ortalarında işlik ve depolama mekânlarına dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır.
OÇYD Höyüğün zirvesinde yer alan, XI. yy.’a tarihlendirilen ve 2005 yılında apsis bölümü belirlenen kilisenin mezar şapelinin iç kısmının genişliği 2.10 metredir. Bu şapelin güney duvarı da tıpkı kilisedeki gibi, duvar taşlarının büyük bir kısmı tamamen sökülüp alınmıştır. Bu nedenle kilise planı, sadece duvarların temel izlerinden çizilebilir.
Kilisenin ve şapelin temelleri, Demir Çağı tabakasının içine açılmış olduğundan kazılar sırasında bol miktarda Demir Çağı seramiği de ele geçmiştir.
C Şapel, kuzeyden kiliseye bitişik olduğundan kilisenin in situ olarak günümüze ulaşabilen güney duvarı, şapelin kuzey duvarını oluşturmaktadır. Kilisenin şapele göre daha yüksek bir kotta, şapelin ise daha derinde olduğu görülmektedir.
OÇYD Duvarların temellerine blokaj olarak çakıl taşı serilmiştir.
Duvarlarda kireç harcı kullanıldığından, oluşan renk farklılığından dolayı duvarların yaklaşık bir metre kalınlığındaki temel çukurları kolayca ayırt edilebilmektedir.
C Mezar şapelinin olduğu alana XIV. yy.’a değin kilise ve şapelin duvarlarının yıkılmasından sonra bile çok sayıda gömü yapılmıştır. Belli ki daha geç bir tarihte şapelin kuzey duvarı sökülmüştü. Şapelin içinde badem biçimli kabartma yüzeyli, arkada iki ince tel bölümü bulunan bronz ve demirden yapılmış toka ele geçmiştir.
OÇYD Kilisenin doğusundaki, kuzeye doğru hafifçe yükselen çakıl ve harç dolguyla düzleştirilmiş yolun yaklaşık 20 cm. altında, bu yoldan daha erken bir döneme ait bir yol kalıntısı daha ortaya çıkarılmıştır. Şapelin apsisi bu yolun üzerine daha sonraki bir tarihte inşa edilmiş olmalıdır.
Şapel ile kilise apsisini birlikte görmek için, kazı kuzey yönde genişletildiğinde, iki apsis arasında etrafı daire oluşturacak şekilde bir sıra taşla ve üzeri yassı delikli bir taş plakayla örtülmüş büyük boyutlu bir depo küpü bulunmuştur.
C Kilisenin içinde yeralan kuzeybatıdaki paye kaçak kazı yapanlar tarafından tahrip edilmiş, sökülen taşları çevreye dağıtılmıştı.
Bunlar temizlendikten sonra, birkaç evre gösterdiği önceki yıllarda belirlenmiş olan payenin en alt seviyesinde, kilisenin ilk inşa edildiği döneme ait dikdörtgen prizması şeklindeki yassı taş kaidesi ortaya çıkarılmıştır.
OÇYD Höyük zirvesinin kuzeyinde, önceki yıllarda yapılan kazılardaki sikke ve diğer buluntular sayesinde XII. yy.’ın ikinci yarısına tarihlendirilmesini sağlayan, depo mekânları ortaya çıkarılmıştır. Bu tabakalarda ele geçen buluntulardan en önemlileri ise ekmek damgalamak için kullanılan mühür buluntularıdır.
C Kilisenin içinde yeralan kuzeybatıdaki paye kaçak kazı yapanlar tarafından tahrip edilmiş, sökülen taşları çevreye dağıtılmıştı.
Bunlar temizlendikten sonra, birkaç evre gösterdiği önceki yıllarda belirlenmiş olan payenin en alt seviyesinde, kilisenin ilk inşa edildiği döneme ait dikdörtgen prizması şeklindeki yassı taş kaidesi ortaya çıkarılmıştır. Orta Çağ : Gülgün Köroğlu
OÇYD Bu alanda diplerine dere çakıl taşları serili ya da kum ve kireç harcıyla etrafları sıvanmış depo küplerine ait çukurlar sıralanmaktadır.
Bu Dönem için Önemli Son Söz :Yumuktepe, Roma İmparatorluğu’nun ilk zamanlarında artık “Zephyrium” adlı bir limandı. Ne var ki, deniz kıyı çizgisinin güneye kayması ve 10 kilometre kadar güney batıdaki Soli/Pompeipolis kentinin deniz ticaretini ele geçirmesi Yumuktepe’nin gerilemesi sonucunu doğurdu. Yumuktepe daha sonraki dönemlerde liman olarak önemini kaybetti. Ancak kalenin Orta Çağ’a kadar kullanıldığı anlaşılıyor.
Son ‘Evre’nin Değerlendirmesi
Yeni kazılar Yumuktepe’nin Geç Orta Çağ’da halâ bir kale olduğunu göstermiştir. Bunun sebebi, çevresindeki geniş düzlüğe tepeden bakan tek yükselti olmasıdır.
Yumuktepe’de buluntular yardımıyla XI. – XIII. yüzyıllar arasına tarihlendirilen üç yapı katı vardır. Bunlar arasında en iyi korunmuş olan XI. yüzyıla tarihlendirilen I B yapı katıdır. Bu, Yumuktepe’nin son kez tahkim edildiği tarihtir. Sur içinde, yapılar bir sokak boyunca sıralanmıştır. Bu yapı katıyla ilişkili, doğu kısmı kazılmayı bekleyen, büyük bina, batı-doğu yönündedir. Bu binanın tabanının altında bulunan, yanlarına haç, cam koku şişesi, cam bardak, seramik maşrapa ve kâse gibi ölü hediyeleri bırakılmış gömüler, yapının dini bir işlevi olduğunu düşündürmektedir.
Orta Çağ yapı katlarında ele geçen buluntular, Yumuktepe’nin Ortaçağ’da Batı Anadolu, Ege ve Suriye-Filistin bölgesiyle yakın ilişkiler içinde olduğunu göstermektedir. (Isabella Caneva)
Anadolu’da Tunç/Bronz Devri üç evreye ayrılır.
Erken Tunç Çağı……M.Ö.3000 – 2000
Orta Tunç Çağı……..M.Ö. 2000 – 1750
Geç Tunç Çağı……….M.Ö. 1750 – 1200
Depas / Kalbin Kadehi
Bronz Çağı’nı tarihleyen çift kulplu içki kabı. Çanak çömlekler teknolojik, morfolojik ve dekoratif karakterleriyle Eski Bronz Çağ Dönemi’nin, Batı Anadolu ve Kapadokya ile (olan) ilişkilerinin bir kanıtı gibidir. İşlevsel anlamda ise şarap gibi, yeni tüketim ihtiyaçlarını yansıtmaktadır. Aynı zamanda Eski Batı Anadolu Bronz Çağı’nda ortaya çıkan yeni “kültürel ve ticaret gereksinimlerini” karşılaması ile bağlantılıdır. Troia malı çift kulplu “depas” seramiğinin III. Binyılda tüm Kilikia Bölgesi’nde ele geçmesi bunun kanıtıdır. “Birçok simgenin yanı sıra, kalp simgesi de çağımızı içine alan büyük serüvenine (Troia’dan) yola koyuldu”. Troia’dan Yumuktepe’ye, Suriye ve Kıbrıs’a… (Gürol Sözen, Güzeli Arayış S: 65)
Karakol Yumuktepe – Kültürlerin Buluşma Noktası
Yumuktepe doğudan Çukurova üzerinden gelip, Sertavul Geçidi’ne doğru ilerleyen önemli bir yol üzerindedir. Bu yol Mezopotamya, Kuzey Suriye ve Doğu Akdeniz dünyası ile Anadolu arasındaki bağlantıyı sağlayan önemli yollardan biridir.
Yumuktepe’nin Batı dünyası ile ilişkilerinde ağırlıklı olarak deniz yolu kullanılmıştır. Çağlar boyunca Yumuktepe’de yaşayan insanlar, kendi yerel üretimleri yanında farklı bölgelerden gelen günlük eşyaları da kullanmışlardı. Buradan geçen yolların genellikle ticari ve kültürel ilişkilere açık tutulduğu ve bunun Yumuktepe’yi adeta kültürlerin buluşma noktası yaptığı anlaşılmaktadır. Bu aynı zamanda Anadolu’nun zengin maden yataklarının keşfedilmesi çağlarıdır.
Mersin’deki yaşam başlangıçta ağırlıklı olarak Doğu Akdeniz ve Mezopotamya’dan gelen etkilerle şekillenmişti. Bronz Çağı’ndan itibaren Doğu etkilerine, batıda Troia’ya kadar uzanan ilişkiler zinciri eklenmişti. Arkasından II. Binyılın ikinci yarısında da Orta Anadolu Hitit kültürü etkisi öne çıkmıştı. Demir Çağı’nda da kültürel etkileşim alanı Kıbrıs, Fenike ve Yunan yarımadasına kadar uzanmaktaydı.
Yumuktepe Kalkolitik Çağ (XVI. Yapı katı) ve Hitit (VII. Yapı katı) Dönemi’nde etrafı surlarla çevrelenmiş kale olarak farklı işlev kazanmıştı. Bu kale çevrenin güvenliği ve tepe eteklerinden geçen yolun denetimi gibi işlevleri yerine getiriyordu. Taş temelli kerpiç sur duvarlı bu yapı, askeri bir garnizonun kalesi olmuştu. M.Ö. XV. Yüzyılda Hitit ülkesi artık buradan Akdeniz’e açılmaktadır. Hititlerin Akdeniz’e açılmasına Mersin Yumuktepe’deki garnizonu ve kalesi etkindir. Yumuktepe bu dönemde Akdeniz kıyısında bir Hitit Karakolu’dur. Bu merkez, Doğu Akdeniz’den Suriye ve Mezopotamya’dan gelip, Anadolu üzerinden Ege’ye ve Yunanistan’a giden yolu da denetlemektedir. Kültürel ve ticari yolların kesiştiği bu yol, Yumuktepe’yi kültürlerin buluşma noktas ıhaline getirmiştir. (Prof. Dr. Kemalettin Köroğlu – Türk Tarih Kurumu – Türklük Araşt. Dergisi 19 (2006)-Özel Sayı- 33–40)
Yumuktepe kalesinin inşa edilmesinde Hititler’in Akdeniz’e inme çabalarının etken olduğunu belirtmek gerekir.
Yumuktepe’deki Hitit buluntuları, Soli, Tarsus Gözlükule ve daha doğudaki Kinethöyük örnekleriyle değerlendirildiğinde Orta Anadolu’da gelişen Hitit kültürünün Toroslar’ın güneyindeki etkisinin ve Hitit siyasal egemenliğinin bölgedeki izlerinin güçlü olduğu anlaşılmaktadır.
Bu verilerle değerlendirildiğinde Mersin Yumuktepe yerleşkesi 9000 yılı aşkın kesintisiz bir yerleşime ev sahipliği yapmıştır. Bu süreç içinde hayvanların evcilleştirilmesi, ekmeklik buğday gibi tohumların ıslah edilmesi ve bunun ihraç edilmesi, ekmeğin (sertifika, kalite belgesi gibi) mühürlenmesi, metalürjiye dair izlerin ilk kez saptanması, ilk kez yerleşik düzene geçilmesini belgeleyecek bir tür ‘tapu’ tescili yapılması, dünyada ilk kale kent örgütlenmesi, organize işlerin ‘devlet kavramını’ çağrıştırması vardır. İşte bu yüzden Mersin Yumuktepe bu özellikleriyle çok önemli bir höyük ve arkeolojik kazı alanıdır.
Toros Dağları Maden Zengini
Anadolu, arkeologların Erken Tunç Çağı II olarak adlandırdıkları, M.Ö. 2600 – 2300 dolaylarında lider konumundaydı. Metal fakiri Mezopotamya kralları için Anadolu özel bir önem taşıyor olmalıydı. (Hititler – J.G. Macqueen S: 19)
M.Ö. III. Bin sonlarında Anadolu; beyleri kalelerde yaşayan, ekonomileri ağırlıkla tarıma dayanan, ama gerçek zenginlik ve önemleri maden ve maden ürünlerinde yatan, küçük beylikler ülkesi olarak karşımıza çıkar. (Hititler – J.G. Macqueen S: 18)
M.Ö. 1780’lerde henüz tam bilinmeyen nedenlerle İç Anadolu ile Asur arasında ticaret bağı aniden kopar. Artık İç Anadolu için tek seçenek, aşağı doğru inip, Kilikia’dan (Kilikia Kapıları=Gülek Boğazı) geçerek, Mezopotamya’ya giden rotayı kullanmalarıdır. (Hititler – J.G. Macqueen S: 21)
Kilikia Kapıları
Kral Hattuşili, Hitit Krallığını genişletirken politik birlik sağlamaya koyuldu. Genişlemenin yönü ekonomik kaygılara dayalı olabilir, çünkü Asur bağlantısının kaybı, gerekli kalay bağlantılarının da yitirilmesi anlamına geliyordu. Ve alternatif bir kaynak bulunmalıydı. Belli ki bu seçenek Babil’den Fırat Vadisi boyunca Akdeniz kıyılarına doğru giden rotaydı. Hattuşili ve ardıllarının politikalarını belirleyen hep bu rotanın denetimi olacaktı. O döneme ait belgelerden olup bitenler kabaca anlaşılabiliyor. Bu kaynaklara göre Hattuşili’nin ilk eylemi, başkent ve Kilikia Kapıları’nın arasındaki kentlerin fethedilmesi olmuştur. Artık Kilikia Kapıları denetlenebiliyordu. (M.Ö. 1650). Bu kentler sağlama alındıktan sonra, artık Kilikia’ya inip (Mersin’den) Akdeniz’e ulaşabilirdi.
Böylece Suriye – Mezopotamya dünyasının eşiğindeki bu yörede, (Tarsus ve) Mersin’deki gibi kaleler yaptırabilecek ve ticaret yoluna yapacağı saldırı için hazırlıklarını tamamlayabileceklerdi. Hedef bu yolun sonundaki Halep’ti.
Kilikia yöresi 1550’lerden itibaren Hititlerin egemenliğinde idi ve Kizzuwatna olarak anılıyordu. Artık bu bölge Hititliler için Kuzey Suriye, Doğu Akdeniz ve Mısır’a açılan kapılardan biriydi. (Seton Lloyd – Türkiyenin Tarihi S: 121)
Hititlerin Mezopotamya’ya, özellikle Babil’e gösterdikleri ilgi, açgözlülük değil, oldukça akılcı ekonomik ilkelere dayanıyordu. (Hititler – J.G. Macqueen S: 57)
Maden İşleme Teknolojisi
Maden işleme konusunda şüphe yok ki çağının en ileri teknolojisi Hititler’in elindeydi. Özellikle Bronz Çağı’nın bilinen dünyasındaki bilgiler Hititler’den sağlanmıştır.
Mısır ve Hitit arasında büyük çekişmeye neden önemli konu, zengin mineral kaynakları ve madencilik teknolojisiydi. Toros ve Amanos Bölgeleri’nde yakın zamanda yapılan arkeometalurjik çalışmalar, bu servetin varlığını ortaya koymuştur. Toros çevresi oldukça verimlidir. Bu yüzden, Hitit endüstrisi demir yataklarına ve ormanlara kolaylıkla ulaşabilmesi açısından düzlükteki devletlere göre stratejik avantaja sahipti. Güneyde bulunan Kizzuwatna, Tarhuntassa, “Gümüş Dağı” Toroslar ve Amanos bölgeleri çok kısa sürede devlete katılmıştı. (Hitit Madenciliğine İlişkin Bazı Görüşler – Bilim ve Teknik, 335. sayı, S: 12…)
Troia’da Schliemann tarafından çıkarılan gümüş buluntunun da Toros kaynakları ile uyum gösterdiği gözlenmiştir. Bu sonuç M.Ö. III. binyılda başlayan Tarsus (Kilikia)-Batı Anadolu ilişkisinin bilimsel bir kanıtıdır. (Kültür Bakanlığı 1996 – 18. Kazı Sonuçları Toplantısı)
Yumuktepe’nin XVI. kültür tabakasında bulunan yedi adet iğne ve iki adet balta en eski metal buluntulardır. Kimyasal ve metalürjik incelemeleri gerçekleştirilen söz konusu buluntular sonuçlara göre, M.Ö. 4930’a tarihlenir. Söz konusu metal eserler aynı zamanda Anadolu’nun bilinen en eski izabe ve döküm uygulamalarıdır. Yapılan analitik ve metalografik araştırmalar sonucu bunların bakırdan olduğu anlaşılmış, bununla da kalmayıp kullanılan bakırın “izabe” yoluyla cevherden kazanıldığı sonucuna varılmıştır. Bu ikinci sonuç Anadolu madenciliği açısından başka bir önem taşır. Zira Mersin’e kadar Anadolu’da saf bakır olarak bulunan “nabit” bakır kullanılmakta idi. İlk defa Mersin’de bilimsel olarak kanıtlanan bu “yeni teknolojik gelişme”, insanlara ihtiyaç duydukları oranda bakır elde etme olanağı sağlamış ve bu teknolojiye sahip olan toplumların gelişmesinde önemli etken olmuştur. Objelerin önce kalıplara döküldüğü, daha sonra da çekiçlenerek istenilen formun verildiği anlaşılmıştır. Böylece izabe ve döküm tekniklerinin M.Ö. V. binyılın başlarında Kilikia Bölgesi’nde Yumuktepe’de uygulandığı belgelenmiştir. Bu da o dönemde rastladığımız bir başka teknolojik yeniliktir. Böylece Anadolu’da, hatta sadece Anadolu’da değil, tüm dünyada ilk defa, bakır izabesinin ve maden dökümcülüğünün Mersin Yumuktepe’de gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Mersin’in bu konuda ilktenliği tartışılmaz. İlk defa Mersin’de görülen bu teknolojik yeniliğin toplumlar üzerindeki etkisi büyük önem taşımaktadır. (T. Cumhuriyeti’nin 75. Yılında İçel – Mersin Valiliği Yayını 1998 – S: 28 , Ünsal Yalçın’dan)
Ayrıca demir işleme teknolojisine geçişte de yine Kilikia’da yayılan Hitit Federe Devleti Kizzuwatna söz sahibidir.
Demir imalatının ilk yüzyıllarında Hititler bu madenin işletme tekelini ellerinde tutmuşlardır. İşte o dönemden günümüze ulaşan bir mektup; Hitit krallarından biri şöyle yazmış:
“Mektubumda bahsettiğim iyi demire gelince, Kizzuwatna’daki hazine dairemde iyi demir yok. Daha önce de yazdığım gibi, demir üretimi için kötü bir dönemdeyiz. İyi demir imal edecekler ama daha bitiremediler. Bitirdikleri zaman sana yollarım. Şimdilik sana demir bıçaklı bir hançer yolluyorum”… (Babil, Joan Oates – S: 110)
Araç ve silahların son halini alması yerel olarak yapılıyordu. Mersin Yumuktepe ve Tarsus Gözlükule’de kazı yerlerinde, bu işlemler için ayrılan bölümlerde çok miktarda cüruf bulunmuştur. Tarsus’ta üzerinde hâlâ tunç parçaları yapışık olan topraktan yapılma eritme kabının parçaları bulunmuştur. (Hititler – J.G. Macqueen S: 105)
Yöremizde bulunan metal aletlerle iyi bir koleksiyon oluşturulabilir. Tarsus’tan hançer ve keski, yuvalı mızrak ucu, Mersin’den rulo başlı iğneler, keskiler, çapa ve ok ucu. (Hititler – J.G. Macqueen S: 66)
Kap Kacak Zengini Tepeler
Pişmiş toprak koleksiyonunda Hitit politik egemenliğini yansıtan bölgelerden birisi Kilikia’dır. Torna işi (çömlekçi çarkı) yayvan tabaklar, ince kenarlı yuvarlak mataralar, dar boyunlu testiler ve diğer Anadolu işi kaplar görülebilir. (Hititler – J.G. Macqueen S: 117)
Caneva başkanlığındaki kazılarda bulunan seri üretim ürünü standart kaplar da bu savı destekler niteliktedir.
Berber Var mıydı Bilinmez Ama…
Hititli erkekler uzun saçlarını, arkadan bağlarlar veya saçlar omuzlardan sarkardı. Bazı yerleşmelerde bulunan küçük traş bıçaklarından da öğrenildiği gibi Hititli erkekler uzun saçlı ama her zaman “sinekkaydı” traşlı gezerlerdi. (Hititler – J.G. Macqueen S: 111)
Zephyrium:
Roma imparatorluğunun ilk zamanlarında Yumuktepe artık Zephyrium adlı bir limandı.
Ne var ki, deniz kıyı çizgisinin güneye kayması ve 10 km kadar güney batıdaki Soli’nin deniz ticaretini ele geçirmesi Yumuktepe’nin gerilemesi sonucunu doğurdu. Yumuktepe daha sonraki dönemlerde liman olarak önemini kaybetti. Ancak kalenin ortaçağa kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. http://tr.wikipedia.org/wiki/yumuktepe