Semihi Vural tarafından hazırlanan “Kayıp Zamanların Beşiği; Prehistorik Mersin Yumuktepe” adlı kitabın bir önceki bölümüne geçmek için bu satırı tıklayınız.
ÖZET
KÜLTÜRLERİN BEŞİĞİ YUMUKTEPE
Kültürel ve Ekonomik Bir Köprü
9000 yıllık geçmişiyle, başlangıçtan itibaren Yumuktepe höyüğünde yaşayan insanların tarım ve hayvancılık konusunda uzmanlaştığı, çevre bölgelerle ticari ilişkiler kurup obsidiyen gibi hammadde alıp, bunları işleyip başka merkezlere sattıkları, her türlü ticaretin Yumuktepe’den batıya, Ege Bölgesi’ne, oradan da Avrupa’ya yayıldığı anlaşılıyor. Bu yayılımda önemli rol oynayan Yumuktepe, coğrafi konumundan dolayı kültürel ve ekonomik bir köprü niteliği taşımaktadır.
Ekmeklik Buğday İhracı /
Özel Mülkiyet / Hiyerarşik Toplum
Yapılan botanik incelemeler sonucunda, Kafkasya Bölgesi ile Yunanistan’daki bir iki Neolitik yerleşim yerinde bulunan bir buğday türünün ilk ıslah merkezinin Yumuktepe olduğu ve buradan batıya, Avrupa’ya da gönderilmiş olduğu kanıtlanıyor. Yine Yumuktepe’de ekmeğin kalitesini belgelemek için mühür vurulması – bir nevi sertifikalandırılması da, şu ana kadar elde ettiğimiz bilgilere göre, insanlık tarihinde bir ilktir. Yumuktepe kazılarının neticesinde, sınıflaşmaların ilk kez burada görüldüğü ve hiyerarşik topluma geçişin ilk kez Yumuktepe’de başlamış olduğu anlaşılmaktadır.
Mühür Kullanan İlk Toplum
M.Ö. 7000 – 6500 arasına tarihlenen tabakada bulunan mühür, üretimde özel mülkiyete geçişin, bir nevi “tapu belgesi” niteliği taşımaktadır. Dünyadaki şu ana kadar ele geçen en eski mühürlerin ilk olarak burada bulunması da, Yumuktepe’yi özel kılmaktadır. Bu ise “En eski mühür kullanan toplum” demektir.
Kültürlerin Buluşma Noktası
Yumuktepe doğudan Çukurova üzerinden gelip, Sertavul Geçidi’ne doğru ilerleyen önemli bir yol üzerindedir. Bu yol Mezopotamya, Kuzey Suriye ve Doğu Akdeniz dünyası ile Anadolu arasındaki bağlantıyı sağlayan önemli yollardan biridir. Yumuktepe’nin Batı dünyası ile ilişkilerinde ağırlıklı olarak deniz yolu kullanılmıştır. Çağlar boyunca Yumuktepe’de yaşayan insanlar, kendi yerel üretimleri yanında farklı bölgelerden gelen günlük eşyaları da kullanmışlardı. Buradan geçen yolların genellikle ticari ve kültürel ilişkilere açık tutulduğu anlaşılmaktadır. Bu, Eski Batı Anadolu Bronz Çağı’nda ortaya çıkan yeni “kültürel ve ticaret gereksinimlerinin karşılanması” ile bağlantılıdır. Stratejik konumu Yumuktepe’yi adeta kültürlerin buluşma noktası yapmıştır. Troia malı çift kulplu “depas” seramiğinin III. Binyıl’da tüm Kilikia Bölgesi’nde ele geçmesi bunun kanıtıdır.
Yine Bir “İlk” İlk Metalürji Çalışmaları da Yumuktepe’de
İlk defa Mersin Yumuktepe’de bilimsel kanıtları bulunan “yeni teknolojik gelişme”, insanlara ihtiyaç duydukları oranda bakır elde etme olanağı sağlamıştır. Objelerin önce kalıplara döküldüğü, daha sonra da çekiçlenerek istenilen formun verildiği anlaşılmıştır. İzabe ve döküm tekniklerinin M.Ö. V. binyılın başlarında Kilikia Bölgesi’nde Yumuktepe’de uygulandığı belgelenmiştir. Bu da o dönemde rastladığımız bir başka teknolojik yeniliktir. Böylece Anadolu’da, hatta tüm dünyada ilk defa, bakır izabesi ve maden dökümcülüğü Mersin Yumuktepe’de gerçekleşmiştir.
Mimarlık Tarihinde Bir İlk
Anadolu topraklarında tümüyle kurallı olarak uygulandığı anlaşılan ve bu nedenle önemli bir ilerleme sayılan, en eski savunma döşemi (burç/hisar) Mersin’de Yumuktepe’de bulunmuştur.
Yumuktepe’nin Farkı – İlk Kez “Devlet Malı” Kavramı
Tunç Dönemi ile birlikte teknolojinin gelişmesine tanıklık ediliyor. Sonra ilk büyük devletler ortaya çıkıyor. Burada Hititler Dönemi yapıları var. Hitit İmparatorluğuna ait yerleşmelerde bu tür sur sistemi vardı. Anadolu’da Hitit yerleşmelerinde görülen taş temelli kerpiç duvarlı yapılara, Yumuktepe’de benzerleri yapılmış olan bir sıra başka görüntü de katılmaktadır.
Yumuktepe’nin Hitit katında halkın beraberce yaptığı şehir surlarını görüyoruz. Bu dönemlerde amme hizmetlerinin başladığını anlıyoruz. Bu da bize ilk kez “devlet malı” kavramını çağrıştırıyor.
Ortaçağ’da Yumuktepe – Batı Anadolu ve Suriye-Filistin ile İlişkiler
Ortaçağ yapı katlarında ele geçen buluntular, Yumuktepe’nin Ortaçağ’da Batı Anadolu, Ege ve Suriye-Filistin bölgesiyle yakın ilişkiler içinde olduğunu göstermektedir.
Roma Kenti Zephyrium
Roma İmparatorluk ilk dönemlerinde Yumuktepe artık Zephyrium adlı bir limandır. Ne var ki, deniz kıyı çizgisinin güneye kayması ve 10 kilometre kadar güney batıdaki Soli’nin deniz ticaretini ele geçirmesi Yumuktepe’nin gerilemesi sonucunu doğurdu. Yumuktepe daha sonraki dönemlerde liman olarak önemini kaybetti. Ancak kalenin ortaçağa kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Yumuktepe’nin Anadolu Höyükleri İçinde Benzersiz Durumu
Yumuktepe, yaklaşık 9 bin yıllık kesintisiz tarihi ile Anadolu’nun kitabı gibidir.
“M.Ö. yaklaşık 7000’li yıllarda başlayan ve M.S.1100 yılına kadar, yani Orta Çağ’a kadar kesintisiz devam eden insan yerleşim yeri olması, Yumuktepe’yi dünya kültür tarihi içinde ender merkezlerden biri haline getirmektedir.
YUMUKTEPE’NİN ÖYKÜSÜ
I. CANEVA ÖNCESİ EMEK VERENLER
Victor Langlois (Doğu Bilimci)
Fransız Bilimler Akademisi “Kilikya’yı Tanıma” projesi için Victor Langlois’yı görevlendirmişti. Langlois, Ermenice, Fransızca, Almanca Fansça ve Türkçe biliyordu. Langlois’in Çukurova gezisi 1852-1853 yıllarında sürdü. Kendisine Fransa’nın Tarsus Konsolosu yardımcı oldu. Taşlık Kilikya’nın tarihi yapıları, ören yerlerini yakından gördü. Çizimlerini yaptı. Tarsus ve Adana yöresindeki Hıristiyanlık ve Ermeni dönemine ait yapıları yerinde gördü. Toros dağlarındaki kaleler, eski Roma, Bizans ve Ermenilerden kalan tarihi eserler yerinde göründü. Tesbit (envanter) çalışmaları yapıldı. Langlois, Çukurova’daki çalışmaları süresince çizgili yelek üzerine, göğsüne Hıristiyanların simgesi “Haç” ile Müslümanların kutsal “Hilal” şeklini yerleştirdi. Eseri Fransa’da 1861 yılında yayınlandığında “Kilikya’da Bir Gezi” adı verilmişti. Eser Mersin’de 1947 yılında ‘Eski Kilikya’ adıyla Rahmi Balaban tarafından Türkçeye çevrilerek yayımlandı.
John Garstang
Doğumu: 5 Mayıs 1876, Ölümü:12 Eylül 1956, Beyrut. Anadolu ve Güney Levant (Antik Orta Doğu) İngiliz arkeoloğu. John Garstang, Blackburn’lü Dr. Walter Garstang’ın oğludur. Blackburn’de Queen Elizabeth’de ve Oxford, Jesus (İsa) Koleji’nde eğitim görmüş, Oxford’daki matematik lisans eğitiminden sonra ilgisi arkeolojiye yönelmiş, Liverpool Üniversitesi’nde
eğitim görmüştür. 1897’den 1908’e kadar İngiltere, Mısır-Nubia, Küçük Asya (Anadolu Yarımadası) ve Kuzey Suriye’de, 1909 ve 1914 yılları arasında Sudan ve Meroe’de, sonra (1920–1921) Filistin’de Aşkelon’da ve 1930-1936 arasında Trans-Ürdün / Jericho’da (Tell es-Sultan) da, Roma sit alanlarında kazılar yürüten Garstang, 1919–1926 yılları arasında Kudüs’deki İngiliz Arkeoloji Okulu Müdürlüğü’nün yanı sıra, 1920 – 1926 arasında İngiliz Filistin Mandası’nda Eski Eserler Departman Müdürü olarak hizmet vermiş, Edebiyat Fakültesi’nin Egyptology Bölümü (Eski Mısır Bilimi) 1920’lerde kurulduğunda, öğretmenlik yapmıştır.
Seton Lloyd
Önasya ve Anadolu’da yaptığı kazılarla tanınmış İngiliz mimar ve arkeolog. Mimarlık öğrenimini Uppingham’da tamamladı. 1939-49 yılları arasında Irak hükümetinin arkeolojik danışmanı olarak Bağdat’ta görev yatı. 1949’da Ankara’da kurulmakta olan İngiliz Arkeolog Enstitüsü’nün yöneticiliğine getirildi. On iki yıl sürdürdüğü bu görevinde enstitünün bugünkü etkili konumuna ulaşmasını sağladı. 1974’te Londra Üniversitesi Arkeoloji Bölümü başkanı, 1978’den sonra da Irak İngiliz Arkeoloji Okulu başkanı oldu.
1971’de ülkesinin Arkeolojiye Katkı Madalyası, 1973’te de Türkiye’nin verdiği Üstün Hizmet Sertifikası ile onurlandırıldı. Bir gezginin gözüyle Anadolu Uygarlıkları’nın anlatıldığı “Türkiye’nin Tarihi” kitabı Türkiye’nin kültür çeşitliliğine hayran olan ve sayıları gün geçtikçe artan “gezginler” için yazılmıştır. Profesör Seton Lloyd kitapta kullandığı çok sayıda resmin yardımıyla, birbirini izleyen tarihlerde yaşamış söz konusu kültürlerin birbirlerinden farklı eserler yaratırken zenginleştiğini göstermektedir. “Türkiye’nin Tarihi” ne alışılmış bir rehber kitap, ne de bir ders kitabı niteliğindedir.
Rudolf Naumann
(18 Temmuz 1910, Fichtenau, Berlin-24 Mayıs 1996, Ludwigsburg, Almanya), Alman mimar ve arkeolog. İran’da Taht-ı Süleyman, Türkiye’de Didyma ve Aizanoi kazılarını yönetmiştir.
1929-35 arasında Berlin Teknik Üniversitesi’nde mimarlık öğrenimini ve doktorasını tamamladı. 1937’de Türkiye’ye giderek Boğazköy ve Yazılıkaya kazılarına katıldı ve 1943’e değin İstanbul Arkeoloji Enstitüsü’nde çalıştı. 1953’te Hannover Teknik Üniversitesi’nde doçent oldu. 1954’te Roma Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne atandı; 1960’a değin burada ikinci müdür olarak görev yaptı.
1960’ta İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü müdürlüğüne getirildi. 1961’de Klaus Tuchelt’le birlikte Didyma’daki ünlü Apollon Tapınağı’nda (Didymaion) başladığı kazıları 1970’e değin sürdürdü..1971’den başlayarak Kütahya’da Çavdarhisar yakınındaki Aizanoi antik kentinde kazı çalışmalarını yönetti.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nde uzun yıllar mimari çizim ve Eski Anadolu Mimarlığı dersleri verdi. İstanbul’da Bizans dönemine ait Bodrum Camii ve Atmeydanı kazılarını yönetti. 1975’te İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü müdürlüğünü görevini devrederek ülkesine döndü.
YUMUKTEPE KALESİ İÇİN HAYAL KURMAK
Seton Lloyd’un Türkiye’nin tarihi kitabında sözü edilen Mersin’deki kale kenti görünceye kadar Yumuktepe’de böylesine bir mimarlık yapısının varlığını anlamak kolay olmadı.
7000 yıl önce dünyada ilk kez bizim hemşerimiz, isimsiz bir mimar, Anadolu’da örnek olacak bir tasarım gerçekleştirmişti. 1853 yılında Doğu bilimci V.Langlois tarafından görülerek Yumuktepe Kalesinin varlığı bildirilmişti.
Günümüzden 70 yıl önce arkeolog J.Garstang tarafından fotoğrafı çekilerek rölevesi yapılan bu benzersiz yapı, yayımlandığında bilim insanlarını hayrete düşürmüştü.
Bu buluşuyla kariyer sağlayan Garstang, Türkiye’de ilk kez İngiliz Arkeoloji Enstitüsünü kurarak oraya direktör olmuştu. Mimar meslektaşı bilim adamı Seton Lloyd ise ardından müdürlüğü devraldı. “Türkiye’nin Tarihi” kitabı içinde Yumuktepe Kalesini ayrıntılı bir şekilde anlatır. Mimarlık tarihinde bir ilk olarak tanımlar.
Mimarlık hocası Rudolf Naumann Eski Anadolu Mimarlığı kitabında Yumuktepe kazılarının tüm ayrıntılarını kendi çizdiği betimlemelerle açıklar. 1967–1975 yılları arasında İstanbul Üniversitesi’nde dersler verir.
Soldaki çizim Yumuktepe Kalesini yansıtan yayınlardaki son görüntüdür. Ne yazık ki bu önemli eserin aslı, geçen zaman için (topraktan yapılmış ve koruma önlemleri alınmadığından neredeyse tamamen) yok olmuştur.
Bu kalenin eldeki görüntüler ve bulgulara göre yeniden çizilmesi ve tanımlanması gerekirdi. Kazıları yirmi yıldan bu yana takip eden bir kişi olarak ne yapılabilir diye düşündüm. Yumuktepe’nin serüvenini yazmaya çalıştım.
Bana düşen görev toplumun her kesimin kolay algılayabileceği, üç boyutlu bir çizimini yaptırmak oldu. Önce mobilya tasarımcısı Arzu Okçu birkaç denemeden sonra kalenin anlaşılır bir perspektifini çizdi. J. Garstang’ın plânından ve Seton Lloyd’un izometrik kale perspektifinden yola çıkarak kalenin perspektifini canlandırdı. Böylece herkesin kolayca anlayabileceği ilk çizimi Arzu Okçu Karakaş gerçekleştirdi.
Daha sonra Mimar Zeynep Aykın Keskin’le görüştüğümüzde, yeni bir yoruma doğru adım atılmış oldu. Mimar Zeynep Aykın çağdaş teknolojiyi kullanarak, 3D yöntemiyle kale çizimini yeniden yaptı. Bunun mimarlık tarihi adına olduğu kadar, Mersinimiz için de önemli bir kazanım olacağına inanıyorum.
Üstteki çizimler üzerinde yapılan eleştiriler çok daha iyi sonuçlar doğuracaktır. Yukarıda Zeynep Aykın Keskin’in Yumuktepe Pitura Kalesi için denemelerini izliyoruz.
Onlarca çıktı içinden seçilen bu görüntüler, “acaba içini görebilecek miyiz?” diye meraklanmamıza neden oluyor.
Zeynep, eşi Hasan Keskin ile başka denemeler de yapacak. Ancak editörüm Tuncer Özmen gerçek bir görüntü üzerine Zeynep Keskin animasyonlarından birini oturtuyor. Ve fotoğraf sanatçısı Mustafa Eser görüntüyü photoshop’la bu hale getiriyor.
Böylece Yumuktepe Kalesi çizgi-öykü denemesi ortaya çıkmış oldu. Şimdi amacımız mimar arkadaşlarımızla birlikte kaybolmaya yüz tutmuş bu ünik yapıyı daha ayrıntılı anlamaya çalışmak ve Mersinli dostlarımızla paylaşmak. Hayal etmenin sonu yok… Ama her şey bir hayalle başlar. Şimdi Hayalimiz Yumuktepe Arkeoloji Parkı…
YUMUKTEPE KAZILARINDA
YENİ BİR SAYFA
Prof.Dr. Veli SEVİN
Yıl 1948, mevsim sonbahar… İngiliz bilim adamı John Garstang Yumuktepe’deki arkeolojik çalışmalara son verir. Kazısında Seton Lloyd, Richard D. Barnett, Seton Williams, Oliver Gurney ve son olarak da Gordon Childe gibi 20. yüzyılın en ünlü arkeologlarının çalıştığı höyük ıssızlığa gömülmüştür. Erken Neolitik Çağ ‘dan Ortaçağ’a değin süren, birbiri ardına kurulup batmış 33 yerleşme yeri şimdi artık kendi haline bırakılmıştır. İnsanların olduğu gibi ören yerlerinin de bir yazgıları vardır. Tüm zenginliğini bağrında saklayan, geçmişin suskun bilgesi Yumuktepe Höyüğü’nün yazgısı de 1937 tarihinde Garstang’ın ilk kazısıyla başlamıştır. Beş dönem devam etmiş olan bu ilk kazının sonuçları uluslararası arkeoloji dünyasında bomba etkisi yapar. 8000 yıllık bir geçmişe sahip olan bu görkemli yerleşmeden sağlanan veriler o zamanın bilim dünyasını altüst eder.
Yıl 1992, mevsim yine sonbahar. Bu kez bu suskun bilge bir Türk bilim adamı tarafından ziyaret edilir. Karşılaşılan manzara bir anlamda dehşet vericidir. Aradan geçen uzun süre içinde höyük büyük bir yıkım geçirmiştir. Bir deyimle ifade edilmek istenirse kaş yapılmak istenirken göz çıkarılmıştır. Yamaçları tümüyle teraslanmış; üzerine bir sarnıç, bir çocuk parkı inşa edilmiş; son olarak da çam ağaçlarından bir koruluk oluşturulmuş. Bu son görünümüyle höyük denecek hali pek kalmamış Yumuktepe’nin. Türkiyemiz’de büyük kentlerin ortasında ya da yamacında kalmış olan höyüklerde sıkça karşılaşılan benzer uygulamalar bilinçsiz bir kent anlayışından kaynaklanmaktadır…
Konya’nın ta göbeğinde, Alaattin Tepe bunun en yakın örneğidir… Karaman Höyüğü, Silivri Kalesi, Diyarbakır Höyüğü ve diğerleri, saymakla bitmez. Anadolu’daki çoğu ören yerinde düzenleme adına bu katliamı yapanlar yaptıklarının acaba farkında mıdırlar?
Gerçekte, ha İstanbul’daki Ayasofya’nın yarısını yıkmışsın, Sultanahmet Camii’ni dümdüz etmişsin arada hiçbir fark yoktur…
Oysa Yumuktepe, çoğu kez Asya ile Avrupa ya da daha genel bir deyişle Doğu ve Batı dünyaları arasında bir köprü olarak nitelenen Anadolu yarımadasının en önde gelen ören yerlerinden biriydi. Anadolu, Suriye ve Mezopotamya ilişkilerinde eşsiz konumuyla çok özel bir rol oynamıştı. Mağaradan çıkıp ilk yerleşik köyler kurmuş ve üretim yapmasını öğrenmiş insanın gelişiminin en iyi izlenebildiği köşelerden biriydi Yumuktepe.
Bu satırların yazarı ve Yumuktepe katliamının son tanığı, araştırmalarının sonunda üzgün bir biçimde İstanbul’a döner. Yumuktepe için artık bir şeyler yapılması zamanı gelmiştir. Konuyu yakın mesai arkadaşlarına açar. “Ne yapmalıyız, neler yapılmalıdır?”. Adı geçen ören yeri doruğundan eteklerine değin birinci derecede sit alanıdır ve ilgili yasa ve yönetmelikler uyarınca da üzerine bir çivi bile çakılamaz. Oysa, yukarıda değinildiği gibi, üzerine neler neler yapılmış ve geçen zamanda bir çam ormanı yükselmiştir. Çirkin beton binaları, terk edilmiş anlamsız beton tesisleri kaldırmak bir anlamda kolaydır. Ya bu orman ne olacaktır? Onlar tarihi katIetmişlerdir. Yerine ise gele gele bir yeşillik gelmiştir. Burada karşımıza bu garip ikilem çıkar. Arkeologlar geçmişin tutkunudurlar. Ancak bir o denli de doğanın tutkunu. Bu yeşile fazla zarar vermeden nasıl bir örnek uygulama yapılmalıdır? İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin 406 no’lu odasında hummalı bir faaliyet başlar. Bir yandan dersler, seminerler, bir yandan Yumuktepe . Artık karar verilmiştir. Buraya el atmak boynumuzun borcudur. Kurtarma projesinin adı koyulmuştur: YUMUKTEPE ARKEOLOJİ PARKI PROJESİ.
Yıl 1993, mevsim sıcak yaz… Ve içimizi kaynatan sımsıcak heyecan… Kazı ekibimiz ören yerindedir; Yumuktepe kazısı başlayacaktır artık.
Yeni kazı Mersin Müze Müdürlüğü’nün başkanlığında, İstanbul ve Roma Üniversitelerinin katkılarıyla gerçekleşecektir. Şimdiki bilim kurulunda Prof. Dr. Veli Sevin ve Dr.İsabella Caneva’nın yanında 20 kadar genç araştırmacı ve öğrenci de yer almaktadır. Prof. Dr.Sevin’in yakın arkadaşları Prof. Dr. M. Taner Tarhan, Prof. Dr. Önder Bilgi, Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu proje uygulamasının danışmanlarıdır. Amaç, Yumuktepe’yi yeniden ve daha geniş bir biçimde kazmak; kronolojisini daha sağlam temeller üzerine oturtmak; son olarak da burayı tarihsel-arkeolojik bir park alanı getirmektir.
Yumuktepe 300 m. kadar çapında ve 25 m. kadar yüksekliğinde. Çukurova’nın batı ucunda büyük çaplı bir höyük. Garstang ise ancak çok küçük bir dilimini inceleyebilmiş gününün teknikleriyle. En derindeki Neolitik tabakalar yalnızca dar ve derin sondajlarla incelenebilmiş olabildiğince. Ama sağlanan veriler çok ilginç. En azından 10 yapı katıyla temsil edilen Kalkolitik tabakalar tam olarak değerlendirilmemiş. Ancak bu dönemde Çukurova Mezopotamya ile sıkı ilişkiler kurmuş görünüyor. Kalkolitik Çağ’ın sonlarında (XVI. yapı katı) yerleşme yeri, etrafı kalın bir surla çevrilmiş kent görünümünü kazanmıştı. Kalkolitik Çağı izleyen ve aşağı yukarı 1000 yıl sürmüş olan İlk Tunç çağı hakkında bilinenlerse daha da yetersiz. Ancak, bu çağda bölge artık daha çok Batı Anadolu ile ilişkiler geliştirmiş gibi görünüyor.
Troia’nın İlk Tunç Çağ kültürüne benzeyen özellikleri dikkati çekiyor. Anadolu’da yazılı tarih dönemlerinin başladığı İÖ. 2. binyılın başlarından itibaren bölge kendine özgü karakteriyle belirmeye başlar. Bu dönemde bir yandan Doğu Akdeniz, Suriye, öte yandan de Orta Anadolu ile sıkı ilişkiler kurulmuştur. İÖ.2. Bin yılın ortalarında Orta Anadolu’da kurulan Hitit Devleti yarımadanın büyük bir bölümüne egemen olmuştu.
Bu çağda Çukurova Kizzuwatna adını taşıyordu ve yöresel bir krallığa sahipti. Zaman zaman Hitit Devletine boyun eğen bu krallığın sınırları Batıda, o zaman ki adıyla Lamia yani Lamas ırmağına değin uzanıyordu. Kizzuwatna krallığının güçlü kaleleri vardı. Bunlardan biri de Pitura yani Yumuktepe idi. Bu kale höyüğün VII. Yapı katında yer alır ve Garstang ancak küçük bir bölümünü kazmıştır. Kalınlığı 5 m.yi bulan sandık duvar tekniğindeki sur Hitit başkenti Hattuşa’nınkilerle (Boğazköy) aynı özelliklere sahiptir. Höyüğün yukarı doğru daha geç dönemlere ait katları İÖ. 1. binyıl ile Ortaçağ’ lara aittir.1. binyılda bölgeye, büyük bir olasılıkla Que denmekteydi ve Asur imparatorluğunun denetimi altına girmişti. İÖ. 7-6. yüzyıllarda ise yine bağımsızdı ve Kilikia Krallığı’nın toprakları içindeydi. Yumuktepe’nin bu dönemlere ilişkin tabakaları konusunda Garstang’ın kazılarında sağlanmıs fazla bilgi yoktur. Höyüğün doruk kısmını kaplayan en üstteki üç yapı katları ise Ortaçağ’a ilişkindir. Yeni başlayan kazıların göstermeye başladığı üzere, höyük bu dönemde, çevresi sağlam surlarla kuşatılmış bir kale görünümündeydi.
anlaşılacağı üzere Yumuktepe höyüğü, binlerce yıllık bir kullanım sonucu; Garstang’ ın belirlemelerine göre 33 kadar yerleşme yerinin yıkılıp yeniden yapılmasıyla oluşmuştur. Yeni kazılar bu sayıyı daha da çoğaltabilir. Bu türde, dışarıdan albenisi fazla olmayan ve fakat dikkatli bir biçimde açılabilirse son derece eşsiz bir tarihi mirası barındıran Yumuktepe Höyüğünü nasıl kazmalıyız da izleyenler onu adeta zevkli bir tarih kitabı gibi okuyabilsin? Şimdi esas sorun, bizi uğraştıracak olan mesele bu. Yoksa alışılmış klasik bir kazıyı gerçekleştirebilmek çok fazla zor değil bizler için. Prof. Dr. Taner Tarhan’ın denetimi altında gerçekleştirmeye çalıştığımız, yukarıda sözünü ettiğim YUMUKTEPE ARKEOLOJİ PARKI PROJESİ, uygulanabildiği takdirde eskiden halk için pek fazla anlam taşımayan bu yükselti birden bire önem kazanacak ve toplumun tarih bilincini oluşturmada önemli bir oynayacaktır.
Seyirciyi adeta bir zaman tüneli içinde 8000 yıl gerilere gitmeye zorlayacak olan bu projenin gerçekleşmesi için başta Mersinli sanat severler olmak üzere tüm halkın desteğine gereksinim duymaktayız.
Mersin gibi güzel bir kente yakışmayan ve hatta kentin kenar mahalleleri içinde bir kültürsüzlük anıtı gibi yükselen Yumuktepe’nin kurtarılması zamanı çoktan gelip geçmiştir bile. EI birliğiyle, gönül birliğiyle kentimizin bu köşesinde yeniden güller açtırabiliriz. Yumuktepe kazıları en azından 15-20 yıl belki de çok fazla süreceğe benzer. Her yıl yaz aylarında biz arkeologlar iğneyle kuyu kazacağız bu tepede. Sizden tek istediğimiz şey bu eşsiz ören yerine sahip çıkmanız; burada yapılacak olan bilimsel çalışmaları desteklemenizdir. Nitekim daha şimdiden, başta İçel Sanat Kulübü olmak üzere birçok kurum ve kişinin desteğini almış durumdayız. Gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya bırakabilmek için hep beraber el ele olmalıyız.
“İçel Sanat Külübü”
Aylık Bülteni ‘Eylül 1993 -17. Sayı’
MERSİN’İN ATASI YUMUKTEPE
Veli Sevin
Türkiye’nin güneyinde, Akdeniz kıyısında birer inci gibi sıralanmış Adana, Tarsus, Silifke, Anamur, Alanya ve Antalya gibi pek çok kentten biridir Mersin. Toros Dağları’nın gölgesinde, bereketli Çukurova’nın batı ucunda, giderek gelişip büyüyen zengin ve alımlı bir liman şehri. Portakal kokan bahçeleri, palmiyeleri ve sımsıcak insanlarıyla bir Doğu Akdeniz beldesi.
Sanılanın aksine onun öyküsü çok ama çok eskilere, tarihin diplerine doğru uzanır. Günümüzden tam 9 bin yıl önce kurulmuştur Mersin. Kulübeden gökdelene doğru sürdürüp gider yaşantısını. Bu yüzden dünyanın hâlâ yaşayan ve gelişen en eski kentidir o.
Mersin’de Neolitik Çağ’da ilk kent, şimdi denizden 1,5 kilometre içeride kalmış olan Yumuktepe mevkiinde kurulmuştu. O zamanlar Akdeniz’in kıyısında, derin bir körfezin kenarındaki bu küçük tepede 9 bin yıl öncesinin kulübeleri saz-kamış ve çamurdan yapılmıştı. Bugün hâlâ bu türde evler görülebilir şehrin ara sokaklarında ya da bahçe kenarlarında tek tük ve yapayalnız. İlk köylüler hayvanları evcilleştirmeyi öğrenmişti.
Koyun, keçi, inek ve domuz ilk evcil hayvanlar arasındaydı. Buğday ve arpa tarımı yapılıyor, mercimek ve bezelye yetiştiriyorlardı. Bugünün o mis kokulu portakal bahçelerinin yerine, çevre yabani zeytin, incir ve badem ağaçlarıyla kaplıydı. Böylelikle kuruldu Mersin binlerce yıl önce; böylelikle atıldı kent uygarlığının temelleri Çukurova’da. Daha sonra tarih içinde hep giderek gelişip büyüdü aynı yerde.
Bugün modern şehrin kuzeyinde, mahalleler içindeki yemyeşil bir koruluk görünümündedir Yumuktepe Höyüğü. 23 metre yüksekliğindeki bu höyük 9 bin yıllık köklü bir geçmişin gurur veren anıtı gibi yükselir Müftü Deresi’nin (Efrenk Çayı) kıyısında. Binlerce yıldır biri yıkılıp öteki kurulan üst üste 60’dan fazla kentin kalıntılarını korur sanki kanatlarının altında. Önce, 1930’lu ve 40’lı yıllarda Liverpool Üniversitesi’nden İngiliz arkeologları, John Garstang’ın başkanlığı altında, bilimsel kazılar yapıldı tepede. Ardından 1990’lı yıllarda, Türk ve İtalyan bilim insanları aralamaya çalıştı onu saran esrar perdesini.
Sonuçta anlaşıldı ki, MÖ 7000 yıllarında kurulan kent hiç ıssızlaşmadan günümüze değin yaşantısını sürdürmüştür. Mersin, sanıldığı gibi geçmişi ancak 19. yüzyıla uzanan yeni ve çağdaş bir belde değildir. İlk köyün yıkılışından sonra, üzerine daha gelişkinlerini kurdular Mersin’in erken Neolitik Çağ sakinleri. Giderek daha sağlam, taş temelli evler dikmeye başladılar. MÖ 4900 yıllarında etrafı surlarla çevrili bir kaleye dönüşmüştü tepe. Belli ki o dönemde Mersin’in güçlü bir beyi vardı. Bu kalede yaşayanlar üzümle tanışmış, belki de şarap üretmeye başlamışlardı. Bundan 3500 yıl kadar sonra bir kez daha surlarla kuşatılmış, bir kez daha güçlendirilmişti Çukurova’nın yerli krallarınca, Orta Anadolulu Hititlerden gelen tehditlere karşın. MÖ 5. yüzyılın sonlarına, yani günümüzden 2400 yıl öncesine değin sürdü Yumuktepe’deki yaşantı kesilmeksizin. Bu tarihlerde kıyı şeridinin Müftü Deresi’nin getirdiği alüvyonlarla iyice güneye kaymış olması nedeniyle denizden uzaklaşmış ve onun sunduğu olanaklardan yararlanamaz duruma girmişti.
Bu yüzden giderek ıssızlaşarak şimdiki yerine taşındı. Deniz kıyısında, küçük ve sakin bir liman kasabası olarak Zephyrion adıyla Bizans döneminin ortalarına değin yaşadı, Tarsus ve Soli-Pompeipolis (Mezitli) gibi iki dev kentin arasında sesini duyuramadan. Yumuktepe, MS 7. yüzyıldan sonra bir kez daha güçlü bir şato durumuna sokuldu, içinde kiliseler ve evler inşa olundu Bizans krallarınca.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin, nüfusu milyona doğru sarkan ve hızla büyüyen modern bir kenti Mersin. 52 katlı gökdeleni, modern otelleri ve Akdeniz’in en büyük limanı ile önemli bir ticaret ve kültür merkezi. Bu yaşlı ve fakat yaşama sevincini hiç yitirmeyen dinamik kente ait geçmişin kalıntıları, bir zaman tünelindeymiş gibi, Yumuktepe Höyüğü ile Mersin Müzesi salonlarında izlenebilir günümüzde.
Prof. Dr. Veli Sevin, Arkeolog SKY Life Dergisi 2002 Şubat Sayısı
PROF. DR. VELİ SEVİN
1944 İzmir Ödemiş doğumlu. İst.Üni.Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Kürsüsü (1968) doçent , (1979) profesör (1988) oldu. 1966-1980 yılları arasında Prof. Dr. Afif Erzen tarafından yapılan Van-Çavuştepe, Toprakkale, Van Kalesi, Giyimli ve Edirne-Enez kazıları, Karakaya Baraj Gölü kurtarma kazıları- İmikuşağı Höyüğü kazıları. Diyarbakır-Üçtepe Höyüğü kazıları, Van-Karagündüz ve son olarak da, 1993 yılında Mersin-Yumuktepe kazılarını başlattı.
1993 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi Müdürlüğü, Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü’nün genel sekreterliği, Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda öğretim üyeliği yaptı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi Müdürü..
ESERLERİ:
*Yeni Assur Sanatı I: Mimarlık.
Ankara:Türk Tarih Kurumu,1991.
*Anadolu Arkeolojisinin ABC’si.
İstanbul: Simavi Yayınları,1991.
*İmikuşağı I: 6.-1. Yapı Katları.
Ankara: Türk Tarih Kurumu
*Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I.
Ankara:Türk Tarih Kurumu,2001.
AVRUPA YUMUKTEPE’DEN İHRAÇ EDİLDİ
Özdemir İNCE
27 Şubat günü Galatasaray Üniversitesi’nin Aydın Doğan Salonu’nunda “Kilikia Avrupa Kültürel Mirasına Katkıda Bulunuyor mu?” konulu ilginç bir toplantı vardı.
AB’nin desteklediği “Mersin Mozaik Projesi” çerçevesinde düzenlenen toplantıya Mersin Ticaret ve Sanayi Odası, Mersin Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (TAÇDAM), Lecce Üniversitesi (İtalya) ve Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü katkıda bulunuyorlardı.
Bilinen soru: Avrupa’nın sınırları nereye kadar, nerede biter ve nereleri kapsar, bu harita üzerinde ve Avrupa ekolojisinde Türkiye’nin herhangi bir yeri var mı?
Dikkat ederseniz Avrupa’nın önüne “Hıristiyan”, Türkiye’nin önüne de “Müslüman” sıfatlarını koymadım. Özentiden ya da temenniden dolayı değil böyle olması gerektiği için, bence, zorunlu olduğu için.
Bu projenin AB tarafından desteklenmesinin büyük anlamı şudur: Avrupa Birliği Mersin’i kendisini oluşturan “Mozaik”in bir parçası olarak kabul etmektedir.
Siz sormadan ben söyleyeyim: Mersin, Kilikia’dadır. Kilikia, Anamur’dan başlayarak Adana sınırlarının sonuna kadar gider. Kuzeyde Toroslar, güneyde Akdeniz ve Hatay ilimiz vardır. Kilikia iki parçadır: Taşlık Kilikia ile Ovalık Kilikia arasındaki sınır Lamos (Limon) Çayı’dır. Birincisine Taşeli denirdi eskiden, ikincisine hâlâ Çukurova deniliyor.
Mitolojiye göre: Kilikia adı, Fenike kralı Agenor’un oğlu Kiliks’in adından geliyor. Kiliks aynı zamanda Europe (Avrupa), Kadmos, Thasos ve Phoiniks’in kardeşleri oluyor. Zeus, mitolojiye göre, Europe’u yani Avrupa hanımı kaçırır. Kiliks kardeşleriyle birlikte kızkardeşi Europe’u aramaya çıkar, bulamayınca Kilikia (Kilikya) bölgesine yerleşir. Bu öyküyü Heredot Tarihi’nde de bulabilirsiniz. Bu akrabalık ilişkisine göre Avrupa denen yer günümüz Kilikya horantasının anlı-şanlı halası olmaktadır. Ve Yunanî horantayla aralarının şekerrenk olması da bu kaçırma olayına dayanmaktadır.
Kilikia’nın Avrupa’ya katkısı bu birinci dereceden ailevî ilişkiyle sınırlı değil. Bir de kültürel katkısı var. M.Ö.4 yüzyılın ikinci yarısında başlayan Hellenistik dönem ile M.Ö. 1 yüzyılın ortalarında başlayan ve M.S.3.yüzyılın ikinci yarısında sona eren Roma dönemine bakan gözler, Kilikia’da yaşanan büyük kentleşme sürecini görür.
Türkiye’nin en eski yerleşim yerlerinden biri olan Yumuktepe Mersin kentinin sınırları içinde bir höyük, 33 katmanlı bir yerleşim yeri. Neolotik Çağ’dan başlayarak Orta Çağ’a kadar uzanan bir uygarlıklar katmanı ve toplamı. Burası doğuda eski Ovalık Kilikia bölgesini oluşturan Çukurova üzerinden Metopotamya’ya, güneyde Kıbrıs ve Akdeniz dünyasına, kuzeyde Torosları aşan geçitler dolayısıyla Anadolu’ya bağlanan çok önemli bir bölgenin yerleşim yeridir. Bu konumundan dolayı höyükte MÖ 7000 yılında başlayıp kesintisiz denilebilecek bir biçimde Orta Çağ’a kadar süren yaklaşık 8000 yıllık iskan süreci boyunca insanlar yaşamışlar; tarım ve sanayi çalışmaları yapmışlar.
Bir ara, unutulduğu dönemde yazı bu bölgede kefeni yırtıp yaşamış. Bu nedenle, belki de benzeri yok!
8000 yıllık tarih süreci içinde Yumuktepe, Kalkolitik (XVI.yapı katı), Hitit (VII.yapı katı) ve Bizans (I-II yapı katı) dönemlerinin oluşturduğu süreklilik bir başka yerleşim yerinde görülmez. Yumuktepe ve Kilikia, sanki dört yönün birleşim, buluşma yeri olarak; Anadolu ve Mezopotamya’dan aldıklarını Akdeniz ve Avrupa’ya, buradan getirdiklerini de Anadolu, Mezopotamya ve doğuya dağıtmış… Grek-Roma, Yahudi-Hıristiyan uygarlıkları bağlamında da Avrupa’nın büyük anası Anadolu.
AB’nin bilim çevreleri, dayı tarafından kuzenlerinin kendilerine yaptığı katkının iyice farkında… Yumuktepe kazıları ilerledikçe bunu daha iyi fark edecekler.
Avrupa’nın zihniyet dünyasını millî ve dinî akidelerimize ters bulanlar bile bu akrabalık ilişkilerinden kendilerine pay çıkartıyorlar. Ama kendi ülkelerindeki Avrupa’yı konu alan bu toplantıda, Avrupa Birliği meftunlarından bir tek âdem göremedim. Anlaşılan, “Avrupa, Avrupa duy sesimizi!” diye hünkürürken iyice yorgun düşmüş olmalılar.
Özdemir İNCE
22 Mart 2004 Hürriyet Gazetesi
CUMHURBAŞKANINA ŞİKAYET
Özdemir İNCE
Sayın Cumhurbaşkanım,
Yumuktepe konusunda, Kültür Bakanlığı’nı, Mersin Valiliği’ni, Mersin Büyükşehir Belediyesi’ni, Toroslar ve Yenişehir Belediyelerini, Mersin Emniyet Müdürlüğü’nü, Kültür Müdürlüğü’nü, Yumuktepe kazısında çalışan yerli ve yabancı arkeologları, Mersin’deki Sivil Toplum Örgütlerini ve Mersin halkını size şikayet etmek istiyorum.
Danışmanlarınız, isterseniz, Yumuktepe konusunda size ayrıntılı bir dosya hazırlayabilirler kuşkusuz. Ama ben bu şikayet dilekçemde, Türkiye’de pek ünlü olmayan Yumuktepe’yi size kısaca tanıtmak istiyorum:
Yumuktepe Mersin yerleşim alanı içinde, Mersin çayı kıyısında, üzeri çam ağaçlarıyla kaplı bir tepedir. 1937–1940 yılları arasında ilk Yumuktepe kazıları yapılmış ve Yumuktepe ile Mersin bölgesinin Neolitik Çağ’dan bu yana yerleşim yeri olduğu ortaya çıkmıştır. Yumuktepe’nin Neolitik Çağ’dan Bizans Ortaçağı’na uzanan bir zaman gövdesi içinde yaklaşık 40 katmanlı bir yerleşim yeri olduğu da ortaya çıkmıştır.
9.000 yaşındaki Yumuktepe sadece Anadolu’nun değil dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri. Anadolu Türklerin atalarının sadece Orta Asya’dan gelmedikleri, başta Hititler olmak üzere Anadolu’nun eski halklarının da atalarımız olduğu göz önüne alınacak olursa, [Örneğin, bir Toros köyünde yaşamış olan bir yakın akrabamın adı Hapa bir Hitit tanrıçasının (Hepa, Hepat, Hepatu) adıdır] Yumuktepe bizim tarihsel geçmişimize ev sahipliği yapmış olduğu kolayca anlaşılır.
Yumuktepe, bilindiği gibi, Alanya’dan başlayarak Adana ilinin sınırlarında sona eren Kilikia bölgesinde bulunmaktadır. Kilikia adı, Avrupa’ya adını veren Europe hanımın ağabeyi Kiliks’den gelmektedir.
Galatasaray Üniversitesi ile Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nde görevli Eric Jean, Kilikia’nın dolayısıyla da Yumuktepe’nin doğu-batı-kuzeygüney arasında bir çok kültürlülük kavşağı olduğunu ve Finike Alfabesi’nin batıya (Grek dünyasına) buradan aktarıldığını söylemektedir. Bir ara unutulan yazı ve alfabe burada canlanmıştır.
27 Şubat günü Galatasaray Üniversitesi’de yapılan ve Mersin-Mozaik Programı bağlamında Avrupa Birliği tarafından da desteklenen “Kilikia Avrupa Kültürel Mirasına Katkıda Bulunuyor mu?” adlı toplantıya dinleyici olarak katıldıktan sonra, gazetem adına seçim araştırması yapmak üzere Mersin’e gidince hemen Yumuktepe’ye gittim ve şöyle bir manzara ile karşılaştım:
Yumuktepe’yi (sözde) koruma altına alan tel çitin birçok bölümü paramparça; kapısının yarısını alıp götürmüşler; arkeolojik kazı alanını koruyacak bir bekçi yok. Halk bu tepeyi bir piknik alanı sanmaktadır, çünkü 9.000 yaşında bir arkeolojik yerleşim yeri olduğunu bildiren herhangi bir levha yok. Arkeolojik alanda, yüzlerce kırık rakı şişesi, tinercilerin kullandıktan sonra çevreye attıkları bali tüplerleri gördüm. Tepenin katman düzlükleri üzerinde bir zamanlar yapılmış olan piknik bankları var. Çevre tam anlamıyla bir çöplük.
İtalya’nın Lecce Üniversitesi yazları Yumuktepe’de kazı yapmakta. Öğrendiğime göre, Kültür Bakanlığı, Mersin Valiliği Kültür Müdürlüğü, belediyeler, öteki yerel yetkililer ve halk, Yumuktepe’yi korumak için hiçbir şey yapmamakta, kazı alanının koruma altına alınması İtalyan araştırmacılardan beklenmektedir.
Yumuktepe, asayiş sorunlu bir mahallenin göbeğinde olduğu için kazı yapan arkeologların çalışmalarını güvenlik altında yapamadıkları da söylenmektedir. Ayrıca kazı alanı elektronik dedektörlü hazine ve eski eser avcılarının tehditi altındadır.
Ve şikayet dilekçemin başına adlarını yazdığım makamlar, bu 9.000 yıllık kültürel mirası korumak için parmaklarını oynatmamaktadır.
Mersin’de bulunduğum süre içinde, başta Büyükşehir Belediye Başkanı adayları olmak üzere Yumuktepe konusunda herkesi uyardığım için Valilik’te bu konuda toplantı düzenlendiğini duydum. Ancak, bu toplantıların bir sonuç vermeyeceğini tahmin ettiğimden, bir şikayet dilekçesi ile yüce makamınıza başvurmayı gerekli gördüm.
Kültür ve sanat mirasımıza duyarlı kişiliğinizin gerekli uyarıları yapacağına inanıyorum.
Saygılarımla.
Özdemir İNCE
24 Mart 2004 Hürriyet Gazetesi
ÖZDEMİR İNCE
Mersinli şair, yazar, gazeteci
Mersin’de doğdu. 1969’da TRT’ye girdi. Can Yayınları’nda editörlük yaptı. 1996’dan sonra Telos Yayınları’nda editör ve genel yayın yönetmeni. Hürriyet Gazetesi’nde çalıştı. Şimdi Aydınlık’ta yazıyor.
Merkezi Lüksemburg’da olan Avrupa Şiir Akademisinin Ekim 2005 kararıyla Özdemir İnce, Akademinin sürekli üyeliğine seçilen ilk Türk oldu. AB’nin edebiyat alanındaki temsilcisi olarak kabul edilen Akademinin 30 sürekli ve 30 ortak muhabir üyesi var.
ÖDÜLLERİ
May Edebiyat Ödülü (1968)
Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü (1978)
Fransa Hükümeti Officier Nişanı 1990 (Officier de l’Ordre des Arts et des Lettres)
Dünya Kitap Yılın Kitabı Ödülü (Uykusuzluk ile) (1996)
Abdi İpekçi Dostluk Özel Ödülü (1999)
Truva Kültür-Sanat Ödülleri Şiir Ödülü (2002)
MAX JACOB Şiir Ödülü (Fransa, 2006)
Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü (2007)
Dıanısos Şiir Ödülü (2009)
Uluslararası PEN Türkiye Onur Ödülü (2010)
PENYO PENEV Uluslararası Şiir Ödülü (Bulgaristan, 2010)
Çeviri Derneği Onur Ödülü Ülker İnce ile birlikte (2010)
MERSİN’İN YARINI…
Cengiz Bektaş
Önce… Yumuktepe…
Çatalhöyük Bakır Çağ yaşanıyor. Mersin’in Yumuk
Tepesi onunla yaşıt…
Yumuk Tepe’deki izler İÖ 6300’lere iniyor.
Yumuk Tepe, Orta Anadolu’yla, Batı Anadolu’yla,
Mezopotamya’yla ilişkide arkeologlara göre…
Hitit, Asur, İran, İyon, Roma, Doğu Roma, Arap izleri
ayrımsanıyormuş yörede, Elbette hepsi üst üste:
Bastığım yeri kazdılar
Roma yolu buldular
Doğusu batısı
Osmanlısı
Ayak sesleri üst üste
Sordum
Nereden böyle
Dediler
Azdan
Sordum
Nereye böyle
Dediler
Çoğa
Egeden gelenler ne var ne yoksa yıkarlar.
Selçuklunun hoşgörü çağında, Osmanlının birçok millete dayanan imparatorluk döneminde başat olan kozmopolitliktir.
Son Çağ
Çukurova’nın bir uzantısı, parçası olan yörede kurulmuş son çağın Mersin yerleşmesinden kent olarak söz edilemez. Yazgısı az çok İzmir’inkine benziyor…
ABD’nin bağımsızlığını kazanmasıyla, dokuma işleyimi için oradan pamuk sağlamakta olan İngilizler yeni yerler aradılar. Batı Anadolu’yu, Çukurova’yı buldular. Batı Anadolu’ya Afrika’dan pamuk toplama işçisi, daha doğru deyimle, köle getirdiler. Toplanan pamukları götürmek için tren yolu yaptılar Denizli-İzmir arasında. Kimileri İzmir için dışsatım iskelesi diyorlar. Aslında Roma döneminin granariumlarına benzemektedirler İzmir iskelesindeki depolar. Çünkü dışsatımdan elde edilen paralar aracı payları dışında Anadolu’da kalmamaktadır. Bu düpedüz sömürüdür.
Eş durum Mersin’de gözlemlenir. Çukurova’nın, onun bir parçası olan Mersin’in pamukları 1886 da yapılan Adana–Mersin treni ile Mersin iskelesine taşınır… Oradan da örneğin, sanırım Manchester’e…
İşte bu nedenle, 19. yy sonlarına dek bir köy olan Mersin, yüzyılın ancak sonunda beş yüzü aşkın dükkânı, işyeriyle, birbirini dik kesen yollarıyla usul usul düzenli bir yerleşme olmağa başlar. Tıpkı İzmir’deki gibi, kendilerini yerlilerden üstün gören Levantenlere, batı yaşamının kopyacılarına bağlanır bu durum…
Mersin’in Hızlı Büyümesi
Tüm İçel’de oturanların sayısı şunun şurasında, 84 yıl önce, 1927’de 91.000’dir.
Mersin’in işyeri lekesi, olsun olsun 100.000 kişiye yetmektedir.
1980’lere gelindiğinde bu leke değişmeden, oturanların sayısı 844.000 olmuştur. Kısacası bu dönemde Türkiye’nin oturanları üç kat artarken Mersin’inki 9 kat artmıştır.
CENGİZ BEKTAŞ
1934 Denizli’de doğdu. Yüksek mimar,
mühendis, ozan ve yazar.
İstanbul D.G.S.A. İç Mimarlık, Mimarlık okudu ve 1959’da Münih Teknik Üni. Mimarlık.1959-62 Münih’te büro açtı. 1962 de O.D.T.Ü.’de Öğr. Gör. olarak çalıştı. 1963’den beri özel işliğinde çalışıyor. 1999’dan beri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehircilik Bölümü hocası.25’in üzerinde ödül aldı. Cumhuriyet Dönemi örnekleri arasında sayılan yapılar gerçekleştirdi.
1990 yılında Mersin’deki Avrupa’nın en yüksek binası 52 katlı Metropol binasını yaptı.
Mimarlık ve kültür konularını işleyen 40’ın üzerinde inceleme yapıtı yayınladı.
ÖDÜLLERİ
1968 Türk Dil Kurumu Araştırma (İnceleme Dalı Ödülü),
1970 TRT Tek Şiir Ödülü,
1970 TRT Kısa Film Ödülü,
1996 Abdi İpekçi Barış Özel Ödülü,
1998 Serbest Mimarlar Derneği Eğitim Ödülü,
2003 Truva Şiir Ödülü,
2004 Didim Barış Şenliği Onur Ödülü,
2005 Uluslar arası Ovidius (Romanya) Şiir Ödülü,
2005 Azerbaycan Yazarlar Birliği Onur Üyeliği verildi.
2007 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü,
Uluslar arası PEN Türkiye Bölümü bir dönem 2. Başkanlığı,
6 yıl Türkiye Yunanistan Dostluk Derneği Başkanlığı,
6 yıl Yazarlar Sendikası Başkanlığı yaptı.
Şimdi Onur Üyesi – TMMOB Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Şiirleri onaltı dile çevrilmiştir.
2010 da ilde oturanlar 1.618.000’dir. Mersin kentinin oturanları 843.429’dur. Kısacası çekirdekte, özekte bir kapanma, tıkanma söz konusudur.
Özekteki kimi hizmetler çevreye götürülememiştir. Çağdaş (modern) bir görüşle modernite, demokrasi, eş paylaşım demekse Mersin’de bunun sağlandığı söylenemez. Atina demokrasisinde Atina vatandaşı sayılmayanlar neredeyse kentin dörtte üçüyse, söz konusu olan demokrasi nasıl yalnız Atina vatandaşları (dörtte biri) içinse, Mersin’ de de, dile getirilmese de, böyle bir durum vardır denilebilir.
Bir Başka Küçük Ara Özet
Eskil (antik) çağda bir yerleşmeye kent denilebilmesi için, kültür, eğitim, sağlık donanımlarının, belli bir oturan sayısına göre tamam olması gerekiyordu. Örneğin odeon (senato, dinleti yeri) okul, spor alanları, hamam, çarşı, stadyum, tapınak, tiyatro, kanalizasyon vb gibi…
İnsanın ancak böyle bir ortamda yeteneklerini açımlayabileceğine, daha da insanlaşabileceğine inanmak doğal… Gene bu nedenle, insanı kentin yarattığına inanılırdı o çağda…
Bu gün bunlar da yetmez elbette… Hemen usumuza gelebilecek 20-30 tür müzeye, kültür özeklerine, üniversiteden başlayıp çeşitli meslek okullarına, çağdaş eğitim kurumlarına gereksinim var. Azınlığın çoğunluk içinde var olabilmesi, doğrudan gerçek demokrasi, düşünceyi dile getirme özgürlüğü sağlanamamış bir yerleşme kent sayılabilir mi bu çağda?
Buna Göre Mersin
Buna göre “Mersin’i bu çağın kenti sayabilir miyiz?” sorusunun yanıtını Mersinliler kendileri verebilirler. Vermelidirler… Bu yanıtın ortaya koyacakları kurumları, ondan bundan önce, giderek devletten önce kendileri gerçekleştirme yoluna girmelidirler ayrıca…
Mersin Nasıl Bir Yer?
Mersin bir Akdeniz kenti…
Toroslardan gelen suların ağızlarındaki ovacıklardan birinin üzerinde…
Bütün Akdeniz kıyılarında, örneğin İtalya’da olduğu gibi, kışın kıyıda yazın yaylada olmağa çalışılır Mersin’de…
Yaylada kışlık kotarılır…
Sıcak, kimi kez çok sıcak bir kent…
İnsanın yılın en az on ayında dışarıda olabileceği bir yerleşme. Bu yüzden insanları en çok karşılaştıran, merhabalaştıran, birlikte olmalarını sağlayan bir yer. Usunuzdan geçen meyveyi, sebzeyi size veren bir yer… Kimi ürünleri tüm Akdeniz’e yetebilir. Deniz yoluyla bütün Akdeniz kıyılarıyla bağlantı kurulabilecek bir iskele…
Akdeniz, coşkuyla aklın dengesinin kültürü…
Halikarnas Balıkçısı’nın deyimiyle 6. Kıta…
Bütün geçmiş uygarlıkların yeşerdiği ortam…
Hava kapalı derken, yağmur derken, birden gök yüzünde mavinin patlayıverdiği bir iklim…
Bedri Rahmi Eyüboğlu’na göre denizi bir tarla…
Hiç umutsuz olunmayacak bir yer…
Dünyaya açılma olanağını veren bir yer…
Türkiye’nin en büyük limanı…
Böyle bir coğrafyada ne yapılmak istenirde yapılamaz?
Akdenizli Nasıl Bir İnsan?
Sıcakkanlı,
barış sever,
dost,
arkadaş canlısı…
Keyfine düşkün…
Bir eli portakalgiller, bir eli balıkgiller…
Bir eli yağda bir eli balda olabilecek insanlar bu
kıyının insanları…
Bu Günkü Kentlerimizin Özellikleri
Bu günkü kentlerimizin genel özellikleri, daha önce de birçok konuşmamda yinelediğim gibi, ne yazık ki şunlar:
-Eşitsizlik,
-Çoğunluk için besin kıtlığı,
-Yoksulluk,
-Erke (enerji) yetersizliği,
-Kirlenmiş su kaynakları,
-Toprak kirliliği
-Hava kirliliği…
Bütün bunlar insanlarımızın tutumları nedeniyle böyle…
-Ayrıca son evrede, gene insanlarımızın tutumlarıyla, kentlerimiz mimarlıkların pazarı durumuna geldiler.
-Kamudan hırsızlıklara karşı savunmasız duruma getirildiler.
-Yaşayanlarından varlık edinebilmiş olanları yanlış yaşama biçimlerine özendiriyorlar kentlerimiz.
-İnsanları kendilerini başkalarının yerine koyamaz oldular.
-Gelecek kuşakları yetiştirecek eğitim kuruluşları bölündü, dengesizleşti, çocuklarımız yarış atlarından beter oldular. Sosyal olmaktan çıktılar… Toplumu değil köşeyi dönmeyi düşünüyorlar. Çünkü önlerindeki örnekler böyle…
-Hizmet dağılımının dengesi hemen hemen yok oldu.
-Yayalar, engelliler, çocuklar, tümüyle göz ardı edilmişlerdir kentlerimizde…
Bu genel özelliklere karşın, Mersin, öteki kentlerimize göre daha “kent”tir.
-Mersin’in okuma yazma yüzdesi %99…
-Üniversitesi var.
-Operası, balesi, tiyatrosu var.
-Sanat dernekleri var.
-Sivil toplum örgütleri var.
-Yetiştirdiği sanatçılar var.
Bütün bunlar oturanlarıyla dengeli mi? Öyle değilse Mersinlilere iş düşüyor…
Son Söz
Gelecek dünü yardıma çağırarak kurulmaz. Ahmet Haşim diyor ki:
Geriye bakarak yürünmez… Yürünmeğe çalışılırsa düşülür…
Dünden medet umanlar bu günü beceremeyenlerdir. Gelecek gelecekte kurulmaz, bu günden kurulur. Onu bize başkaları kuruvermez. Onu ancak biz kurabiliriz
Bunu başarabilmek için, anlattıklarıma bakarsanız hem Mersin’in, hem Mersinlilerin hiçbir eksikleri yok…
ZAMANDİZİN
M.Ö. 7000 – 6200 Erken Neolitik (Erken Yeni Taş Çağı) Bu yıllara tarihlenen dünyanın en eski mühürü Yumuktepe’de bulundu. Bu, en eski mühür kullanan toplumun Yumuktepe’de yaşadığı anlamına gelir.
M.Ö. 6150 – 6000 Orta Neolitik – (Orta Yeni Taş Çağı M.Ö. 6293–6060) Tabanda ortaya çıkarılan karbonlaşmış tohumlar, (Radyo Karbon testlerine göre) tüketilen besinlerin kültüre alındığını göstermektedir. Bu tabakada dikdörtgen planlı taş temelli (yine kerpiç yok) huğ tarzı yapıların dizildiği yamaç evleri olduğunu söyleyebiliriz.
M.Ö. 6000 – 5800 Geç Neolitik (Geç Yeni Taş Çağı – M.Ö. 5800) Bu safhayı tanımlayan mimari özelliklerden kerpiç ilk kez görülür. Bu tabakada bir sokak ilgi çekicidir. Köşeleri yuvarlatılmış dikdörtgen planlı evler dikkati çeker. Yeni bulunan duvarları sıvalı, ocağı olan bu konut yeni bir dönemin habercisi gibidir.
M.Ö. 5800 Neolitik sonu / Yeni Taş Çağı sonu Bu yıllara ait insan iskeleti ortaya çıkarıldı. Bu döneme ait taş duvarlı, anıtsal yapının savunma amaçlı olma olasılığı var.
M.Ö. 5000 Erken (Proto) Kalkolitik / Erken Bakır Çağına geçiş XVI. yapı katında, mimari yenilikler ortaya çıkar. Taş temelli kerpiç duvarlı, anıtsal girişli küçük bir yerleşim tespit edilir.
M.Ö. 4930 Bu tarihe tarihlenen ve XVI. kültür tabakasında yedi adet iğne ve iki adet balta bulundu.
M.Ö. 4900 Bu tabakada çeşitli yenilenmeler yapılmış olmalıdır. Yine bu süre içinde iç kalenin iç alanı küçülürken, etekledeki “kale yerleşimi” genişlemiş, kaleye doğru yükselen bir mahalle oluşmuştur.
M.Ö. 4300 Geç (Top) Kalkolitik / Bakır Taş Çağı Bu tabakalarda yamaçlarda istihkâmlar devam etmiştir. Bu tabakalardaki buluntular, Yumuktepe’deki son Yakın Doğu etkili mallar olarak açıklanabilir. Daha sonra yerlerini Troia ve Beycesultan gibi batı Anadolu merkezlerinin kültürel özelliklerine bırakırlar.
XVI. tabakadan itibaren bakır kullanıma girer. Dünyada ilk defa, izabe bakır ve maden dökümcülüğü Mersin Yumuktepe’de gerçekleşir.
IV. Binyıl Yakın doğuda etnik devletlerin ve şehirlerin ortaya çıktığı görülür. Mezopotamya’daki şehirleşme olgusu ve gelişen ticaret ağı, bölgeler arası ilişkiyi geliştirir. IV. Binyılda Anadolu dağlarındaki obsidiyen ile birlikte zengin maden yataklarından elde edilen ürünler ile ağaç ve mermer ticareti bunun önemli bir göstergesidir.
III. Binyıl Bu Binyıl’ın ikinci yarısından itibaren Kilikia’nın, Ege, Kıbrıs, Anadolu kıyıları arasında stratejik bir rol aldığı söylenebilir. Bronz çağını tarihleyen çift kulplu içki kabı Depas’tır. Karakteristik özellikleriyle Eski Bronz Çağı döneminin, Batı Anadolu ve Kapadokya ilişkilerinin kanıtı olan bu buluntu Yumuktepe için “kültürel değiş tokuşun başlangıcı” olarak yorumlanabilir. Tunç Dönemi ile teknolojinin gelişmesine tanık oluruz. İlk büyük devletler ortaya çıkar.
M.Ö. III. Binyıl’da başlayan Tarsus-Batı Anadolu ilişkisinin bilimsel kanıtı, Troia’da Schliemann’ın çıkardığı gümüş buluntunun Toros kaynaklı olduğunun saptanmasıdır.
M.Ö. II. Binyıl Yumuktepe’de Bronz çağında başlayan yoğun kültürel ve ticari ilişkiler ağı II.Binyıl’da Geç Bronz Çağı dönemi boyunca doruk noktasına ulaşır. Bu dönemde Yumuktepe ve Kilikia bölgesi Hitit krallığına bağlanır
M.Ö. 1780 İç Anadolu ile Asur arasında ticaret bağı aniden kopar. Artık Hititler için tek seçenek olan, Kilikia Kapıları’ndan geçen, Mezopotamya’ya giden rota kullanılmaktadır.
M.Ö. 1650-1600 Kilikia kapıları kontrol altındadır. Hititler Akdeniz’de Alalah limanına ulaşmışlardır.
M.Ö. 1550’ler Kilikia yöresi Hititlerin egemenliğindedir ve Kizzuwatna olarak anılmaktadır.
M.Ö. 1150 – 500 Yumuktepe’deki III. ve IV. Tabakalar Demir Çağı’na tarihlendirilip Erken Grek yerleşmeleri olarak tanımlanmıştır. Ayrıca tepede ortaya çıkarılan kilisenin ve şapelin temelleri arasında, (Demir Çağı tabakasının içine açılmış olduğundan) bol miktarda Demir Çağı seramiği de ele geçmiştir.
XI. ve XIII. Yüzyıl – Orta Çağ’da Yumuktepe Yukarıda sözü geçen ve Yumuktepe’nin üst katmanlarında ortaya çıkan kilise ve şapel Ortaçağa tarihlenmektedir. (Yapı katında ayrıca, büyük olasılıkla Roma Dönemi’ne ait, Tanrıça Athena’nın büstü bulunmuştur.) Ortaçağ buluntuları, Yumuktepe’nin Batı Anadolu, Ege ve SuriyeFilistin bölgesiyle yakın ilişkiler içinde olduğunu göstermektedir.
Bu zamandizindeki veriler değerlendirildiğinde Mersin Yumuktepe yerleşkesinin 9000 yılı aşkın kesintisiz bir yerleşime ev sahipliği yaptığı açıkça görülmektedir. Şimdi buluntuların işiğında, çağlar boyunca sürekli yerleşim görmüş Yumuktepe kültürlerinin kısa bir özetini verelim.
SÖZLÜK
Arkeobotanik: Yanmış bitki kalıntılarını suda yüzdürme yöntemiyle toplama ve değerlendirme işidir.
Arkeometri: İnsanlığın kültür tarihini anlamada arkeologlara yardımcı olabilmek için, antik eserlerin ve materyallerin pozitif bilim yöntemleriyle incelenmesidir.
Apsis: İçbükey, yay şeklinde örülmüş duvar. Antik mimaride yapının bir bölümünü vurgulamak için duvar nişleri kullanılırdı. Nişler süs amaçlı ya da heykel dikmek amacıyla kullanılırdı. Kilisede mihrap.
C 14 (Radyo Karbon) testi: Arkeolojik kazılarda ele geçen buluntuların bir kısmı, içinde karbon elementi bulunan çeşitli organik buluntulardır. Karbon içeren organik buluntularda eser olarak bulunan radyoaktif 14C (radyokarbon) izotopunun yoğunluğu ya da radyoaktivitesi ölçülerek söz konusu buluntular ve bu buluntuların ele geçtiği tabakalar ve kontekstler tarihlenebilir.
Depas (“depas amphikypellon”): Bronz çağına tarihlenen, görünümüyle kalbi çağrıştıran çift kulplu bir içki kabı.
Döşem: Belli bir işin sağlanmasına yardım eden araçların uygun yerlere döşenmesi ya da döşenen bu araçların tümü, tesisat, donanım. Enstelasyon! Yumuktepe kalesi için yazılan eski metinlerde ‘müstahkem mevki’ sözü kullanılıyordu. (Beral Madra’nın çevirisinde) “sağlamlaştırılarak donatılmış, tahkimatlı” anlamında kullanılmış olduğu anlaşılıyor.
Höyük: Çok eski yerleşme yerinin zamanla toprakla örtülüp tepe biçimine gelmiş halidir. Höyükler genelde üst üste gelmiş çok evreli yerleşim yeri birikimleridir.
Huğ: İlk insanlar yerleşik düzene geçerken ovalık yörelerde barınak yapmak için, bataklık sazı, kamış, mersin dalları ve zanzalak denilen ağaç ve saman karıştırılmış killi çamurdan faydalanmışlardır. İşte Mersin’in ilk evleri “Huğ” denilen bu sazdan, kargıdan yapılan evlerdir. Huğlar’ın iskeletini oluşturan ağaç ise zanzalaktır. Bu ağac önemli bir özelliğinden dolayı Huğ yapımında tercih edilmiştir. Ağacın özü acı olduğu için kurt içine işlemez. Kuruyunca çok sert ve dirençli olur. Bu özelliklerinden dolayı uzun yıllar dayanır. Huğ’un iskeleti çatıldıktan sonra, duvar ve ara bölmeler, kargı ve kıvrak mersin bitkisi dallarından ustalıkla örülür. Örgü işlemi bittikten sonra saman veya pamuk karıştırılan killi toprak ıslatılarak, ayakla çiğnenip iyice yoğrulur. Mayalanıp kıvamını bulan bu çamur, Huğ’un kargı duvarlarına sıvanır. Daha sonra içi ve dışı, tabanı ve duvarları kireçle badana edilir.
Kalkolitik Çağ: Bakır Taş Çağı veya Kalkolitik Çağ M.Ö. 5000–3000 yılları arasını kapsayan tarih öncesi dönemdir. Bakır Çağı’nın bir diğer adı Maden Taş Çağı’dır.
Kerpiç: Duvar örmekte kullanılmak için kalıplara dökülüp güneşte kurutulmuş, saman ve balçık karışımı ilkel tuğla. Kerpiç yapılacak toprak, su ile karıştırılarak içine saman serpilir ve karışım ayakla çiğnenip ezilmek suretiyle çamur haline getirilir. Bu işe çamurun özlendirilmesi denir. Özlendirilmiş çamur, kerpiç biçimine sokulmuş, tahta bölmelerden yapılı kalıplara dökülür. Çamur, kalıplara döküldükten sonra iyice sıkıştırılır. Sıkıştırılan çamurun üstü düzgünce bir tahta ile düzeltilir ve fazla çamur da atılmış olur. Sonra kalıp çekilerek, çamur düz bir yerde kalır. Önce gölgede kurutulduktan sonra güneşte bırakılır.
Konglomera: Kum taşı olarak anılan, kum ve çakılların basınçla birleşmesi ve zamanla sertleşmesi sonucu oluşan kütlelerdir. Molozların çimento durumuna dönüşmesiyle oluşan tortul kayaç kütle. Çakıl, kum veya kaya bloklarının doğal bir madde ile çimentolanmasından oluşurlar. Bu doğal çimento silisli, kireçtaşlı, demir oksitli olabilir. Konglomeraları oluşturan büyük çakıllar, nehir ve derin derelerin ağzında, kıyılara yakın yerlerde, alüvyon yataklarında ve deltalarda yığılır.
Luviler: Hitit-öncesi tarihi henüz tam olarak aydınlatılamamış olmakla birlikte, Anadolu’nun yerlileri sayılabilecek ilk halkı. 20. Yüzyıldaki arkeolojik bulgular, Anadolu’ya yapılan Yunan göçünden çok daha önce, bu topraklarda Luvi Ulusu’nun yaşadığını ortaya koymuştur.
Megaron: İnsan yerleşmelerinin ilk mekânlarındandır. Mezopotamya’yla birlikte ilk yerleşme bölgelerini barındıran Anadolu’da bir anlamda mimarlığın doğuşunun simgesidir. Bir kapı ve dört duvarın oluşturduğu en basit mekânın simgesi olan “Megaron”, amblem olarak kullanılan oranlarıyla, farklı imgelemeler yapmayı da amaçlıyor. “Megaron”un iki yan duvarının ön ve arka duvarlara göre, altın oranlar uyarınca daha kalın olması, yine en basit konstrüktif öğeler olan iki kolon ve bir lentoyu simgeliyor. Kolon çizgilerinin kalınlığı nedeniyle, dışarıdaki karenin içinde yaratılan dikdörtgen mekân ise mimaride karmaşık çelişkiyi simgeliyor. Mühür: Pişmiş toprak ve taştan yapılmış olan geometrik bezekli “damga – mühürler”
Neolitik Çağ’da mülkiyet düşüncesinin ürünleridir. İhracat veya ithalat eşyasını taşıyan araca gümrük tarafından vurulan bir nevi kilittir.
Neolitik Çağ: Cilâlı Taş Devri veya bilimsel adıyla Neolitik Çağ (Yeni Taş Çağı), tarihöncesi çağlardan biridir. Bu dönemde (M.Ö. 8000-5500) önceki devirlere göre daha sert ve daha düzgün taş aletler yapılmıştır.
Prehistorik: Tarihöncesi veya Prehistorya insanlığın yazının bulunmasından önceki dönemini ifade eder. Restitüsyon: Bir yapıtı ilk şekline getirmek, eski halini bulmak anlamındadır. Sonradan değişikliğe uğramış, kısmen yıkılmış ya da yok olmuş öğelerin, yapıların veya yerleşmelerin ilk tasarımlarındaki ya da belirli bir tarihteki durumlarının, arşiv kayıtlarından, yapı üzerindeki izlerden, yapıya, yerleşmeye ait çizim fotoğraf gibi belgelerden yararlanılarak plan, kesit, görünüş ve çizimlerle ya da maketle anlatımına “restitüsyon” denir.
Şapel: Büyük kiliselerin içinde veya yanında bir azizin adına ayrılmış küçük ibadet yerleri olup, özellikle kırsal alanlarda ve küçük yerlerde veya yol kenarlarında, dinsel ihtiyaçları karşılamak için yapılmış dua etme ve mum yakma yerleridir Tahkimat: Savaşlarda kullanılmak üzere, savunma amaçlı inşa edilmiş askeri yapılar ve binaları tanımlar.
KAYNAKÇA
(AKMED) Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü Yumuktepe Konferansı notları
Britannica Ansiklopedisi – Ana Yayıncılık ( 01 / 2004 )
ISBN 9789757760511
ANATOLİA Antiqua 15 (2007), 289-314
AYATA Uçman – 1:1000 ölçekli, 8.05.1987 tarihli İller Bankası Onaylı Mersin Planı
AKURGAL, Ekrem – Anadolu Kültür Tarihi – Bilgi Yayınevi, Ankara 1998;
BAŞGELEN, Nezih – Bir zamanlar Mersin Arkeoloji ve Sanat Yayınları – İstanbul 1988
BİLGİ, Önder – Klasik Çağ Öncesi Anadolu’da İnsan Görüntüleri, AYGAZ Yayını – İstanbul 2013
BRUNOECİ, Emanuela, Mimar – Yumuktepe Parkı Çizimleri
BOZKURT, İbrahim – Mersin Tarihi, Mersin B.Belediyesi Kültür Yayınları, Haziran 2012
CANEVA, Isabella/Gülgün Köroğlu – Yumuktepe/Dokuzbin Yıllık Yolculuk. Ege Yayınları, İstanbul 2009
CANEVA, İsabella – Yumuktepe (Ayrıbasım)
ÇAĞLAR, Turan Ali – Efrenk Deresi. İçel Sanat Kulübü Dergisi. Ağustos 2013
DEVELİ, Şinasi – Dünden Bugüne Mersin, Gazi Yurt Barba Yayınevi 1987- 2001
DARGA, Muhibbe – Hitit Sanatı – Akbank yayını İstanbul 1992
DOĞAN, Öney, Mühendislik Dergisi – 1958
DORLİNG, Kindersley – Arkeoloji – Tubitak Bilim Kitapları 1999
ERUZUN, Cengiz/Metin Sözen – Anadolu’da Ev ve İnsan. Emlakbank yayını, İstanbul 1996
FREELY, John – Türkiye Uygarlıklar Rehberi Akdeniz Kıyıları. YKY 1. Baskı: Aralık 2002
GÜRTÜRK, Sami – Silifke Tarihi – Can Matbaası, Silifke 1980
GARSTANG, John – (Yumuktepe Kazıları yayını) Prehistoric Mersin,/Yümük Tepe in Southern Turkey, the Neilson Expedition in Cilicia – 1953
HERODOTES – Historia / Herodot Tarihi (Çev.Müntekim Ökmen) Remzi Kitabevi.İstanbul 1991
HALİKARNAS Balıkçısı – Hey Koca Yurt, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1987
İçel Sanat Kulübü Dergisi arşivi
İNCE, Özdemir – Avrupa Yumuktepe’den…Hürriyet Gazetesi, 22 Mart 2004
KEREM, Filiz – Mersin Ören Yerleri, Kaleleri, Müzeleri – Mersin Valiliği yayını, 2006
KÖROĞLU, Kemalettin – Türk Tarih Kurumu Türklük Araştırmaları Dergisi, 19 (2006)-Özel Sayı33-40
KÜÇÜKERMAN, Önder – Anadolu Mirasında Türk
Evleri – Kültür Bakanlığı .1995 .
KUBAN, Doğan – Mimarlık Kavramları – Yapı Endüstrisi Yayınları, İstanbul 1998
LLOYD Seton – Türkiye ‘nin Tarihi, Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları. (Çev. Prof. Dr. Ender Varinlioğlu. Tübitak Yayınları. Ankara 1997
LANGLOIS, Charles Victor – “Voyage Dans La Clicie”, 1861. Kilikia’da Bir Gezi”, (Çev: Rahmi Balaban )
MACQUEEN J.G. – Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, (Çev: Esra Davutoğlu) Arkadaş Yayınları 2006
Mersin İçel İl Yıllıkları – Valilik Yayınları. Cumhuriyetin 15. – 75. Yılları Arası.
Mersin Haritası – Bureau Topografia, Paris. 1920
Modern Türkiye Mecmuası, İçel Özel Sayısı. Ekim 1984. Sh. 63)
Mozaik Dergisi Arşivi
NAUMANN, Rudolf – Eski Anadolu Mimarlığı (Çev: Beral Madra), T.T.Kurumu. Ankara 2007
NICHOLLS, R.V. “Old Smyrna; The Iron Age Fortifications and Associated Remains on the City Perimeter”, BSA 53-54, 1958-1959,
ÖZDEM, Filiz – Sırtı Dağ Yüzü Deniz Mersin. YKY 2004
RAMSAY, W.M. – Tarsus: Aziz Pavlus’un Kenti (Çev.: Levent Zoroğlu)
Tarih Kurumu Yayınları- 2004
SÖZEN, Gürol – Anadolu Topraklarında Güzeli Arayış. HSBC yayını – İstanbul 2008
STRABON – Antik Anadolu Coğrafyası (Çev.: Adnan Pekman) IV. Baskı, İstanbul /2000,
SEVİN, Veli – Mersin’in Atası – Sky Life 2002 / Mayıs
SOYSAL, Mine – Konut ve Yerleşmenin Öyküsü – Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2006 Tarih İçinde Mersin – 14 – 2005- Kolokyum II – Mersin Üniversitesi yayını
TARHAN, Taner – Türkiye Arkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi – No. 4242 – ?
TAY – Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri Portalı Yerleşme Dönem Ayrıntıları
UĞUR Ersoy, – Bir Zamanlar Mersin’de – Evrim Yayınevi, İstanbul 1997
UMAR Bilge – Kilikia – İnkılap Kitabevi, İstanbul 2000
UMAR Bilge -Türkiye’deki Tarihsel Adlar. İnkilap Kitabevi – İstanbul 1993
WALLACE R., W. Williams – Paulus’un Üç Dünyası. Çeviren: Z.Z. İlkgelen, Homer Kitabevi İstanbul 1998
Yurt Ansiklopedisi – Anadolu Yayıncılık AŞ. İstanbul 1982
Yumuktepe Arkeoloji Parkı illüstrasyonları – İsabella Caneva’nın izniyle Kazı sonuçları toplantıları bildirileri.
İSK – Arkeoloji Günleri raporları.
SEMİHİ VURAL
1942 İstanbul doğumlu.
1967 Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, Yüksek
İç Mimarlık mezunu.
1963 – 1976 TRT İstanbul, Trabzon, Çukurova
Radyolarında çalıştı.
1976 Mersin’e yerleşti. İç Mimarlık Bürosu, Mobilya
Dekorasyon Atelyesi.
1988 Eski Mersin Yapıları projesi, Sokak Sergisi.
1989 İçel Sanat Kulübü kurucu üyesi. Kurucu başkanı.
1990 Mersin Kültür Merkezi Derneği kurucu üyesi.
1992 İçel Sanat Kulübü Bülten/dergisi başlatıcısı, yayın yönetmeni.
1992 ÇEKÜL VAKFI Mersin Temsilcisi.
1994 Mersin Üniversitesi Öğretim Görevlisi.
1997 İçel Vali Danışmanı. Cumhuriyetin 75. Yıl projeleri; Kitap ve NK. Güzel San. Lisesi proje yönetmeni.
2002 ME.Üniversitesinden emekli.2002 Mersin, Uluslararası Müzik Festivali kurucu üyesi.
2003 Mersin Urartu Günleri proje sorumlusu.
2004 Yapı Kredi Sırtı Dağ Yüzü Deniz Mersin kitabı, bölüm yazarı.
2005 Aydın Doğan Vakfı Kentsel Dönüşüm Projesi Yarışması, Mersin Sanat Sokağı Projesi
2007 Mersin Halkevi – Mersin Kültür Merkezi Kitabı yayınlandı.
2008 Masalını Boyayan Ressam – Doğan Akça Kitabı (Meriç Alkanla birlikte) yayınlandı.
2009 Asırlık Sağlık Çınarı, Mersin Devlet Hastanesi Kitabı yayınlandı. .
2010 İçel Sanat Kulübü 20 Yaşında, 177. Özel sayısı yayın danışmanı
2011 Huğdan Gökdelene Mersin kitabı yayınlandı.
2012 Tarihin ve Doğanın Gizemli Dünyası Kanlıdivane kitabı yayınlandı
Dr. Ayşe Vural ile evli. Bir erkek çocuk (Sinan 1971), bir kız torun (Mavi 2005) sahibi.
Bu kitap Semihi Vural’ın olağanüstü gözlemciliği ve analitik düşünce tarzı ile yıllardır arşivlediği İçel Sanat Kulübü Arkeoloji Günleri’nde sunulan bildiriler, kazı notları ve Isabella Caneva ile görüşmelerinde aldığı bilgi notlarını birleştirmedeki ustalığının bir ürünü.
Vural yine el atılmamış bir konuyu işleyerek, bu kez sadece genel okuyucu için değil, Prehistorya ve Arkeoloji meraklıları için de bir başucu kitabı sunuyor bizlere.
Mersin kent belleğinin reseptörleri bu bilgileri nasıl değerlendirecek, içindeki mesajı ne denli algılayacak bilemiyorum ama bu kitap ile kentlilik bilincinin ağır basarak Mersinlilerin Yumuktepe’yi dünya kültür tarihi içindeki hak ettiği yere taşımasını diliyorum. ‘Mesaj ne’ diye mi soruyorsunuz?
Okuyunuz, bilgileniniz. Nasıl katkım olur diye düşününüz.
Aklın yolu bir… (Arka kapak yazısı)
İhsan Toksöz