,

YUMUKTEPE VE AZİZ MENAS – GÜLGÜN KÖROĞLU

Yumuktepe-genel.jpg

YUMUKTEPE HÖYÜĞÜ KAZILARINDAN AZİZ MENAS TASVİRLİ HACI MATARASI – GÜLGÜN KÖROĞLU *

Mersin kent merkezinde yer alan Yumuktepe höyüğünde 1993 yılından itibaren sürdürülen arkeolojik kazılarda höyüğün zirvesinde 10. yüzyılın sonunda başlayan 1 3. yüzyılın ortalarına değin süren Ortaçağa ait bir yerleşim bulunmuştur.

Buradaki Ortaçağ yerleşimi üç ayrı yapı katından oluşmaktadır. Höyüğün zirvesindeki aynı alan sürekli olarak kullanıldığından ve yapı katları birbiri üzerine kurulduğundanı daha eski döneme ait olan yapıların inşaat malzemeleri devşirme olarak pek çok kez kullanılmıştır. Arkeolojik kazılar höyüğün zirvesindeki Ortaçağ yapı katları arasında en gösterişli ve özenli mimarilerin 10. yüzyıl sonu ya da 1 1 .yüzyıl başlarına ait olduğunu gösterir. Bu dönemde höyüğün zirvesinde çok büyük bir inşa faaliyetine girişilmişi daha eski dönemlere ait yapıların neredeyse tamamı yok edilerek bir kale yerleşimi kurulmuş ya da yenilenmiştir. Bu büyük inşa faaliyeti sırasında höyüğün zirvesi Demirçağ seviyesine değin kesilerek düzleştirilmiştir.

Zirve üzerinde var olduğunu zaman zaman gün yüzüne çıkan buluntular sayesinde söyleyebildiğimiz Helenistik (MÖ 3.yüzyıl), Geç Roma (3 – 4. yüzyıllar) ve Erken Bizans dönemlerine (5 – 6. yüzyıllar) ait yapı katları bu yapı faaliyeti sırasında tamamen yok edilmiş olmalıdır. Bu döneme ait özellikle mimari plastiğe ait işlenmiş mermer parçalarının geç döneme ait yapı katlarının duvar örgülerinde ve döşemelerinde kullanıldığı görülmektedir. Sözü edilen bu erken dönemlere ilişkin seramik ve sikke buluntuları bu dönemlerde höyüğün yerleşim gördüğünü kanıtlaması açından önemlidir. Demirçağ tabakalarının seviyesinde kurulmuş olan surun erken Bizans dönemi ya da 10. yüzyıl sonu ya da 11. yüzyıl başlarına ait olması mümkündür. Kaplama taşları tamamen sökülmüş sadece duvarın iç kesimindeki kireç harcıyla birleştirilmiş dere taşlarından dolgusu görülen surun zirvenin çevresini kuşattığı anlaşılmaktadır. Ancak erken Bizans dönemi yerleşiminin mimarisini ait olabileceğini söyleyebileceğimiz herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır.

Çevresindeki tarım alanı olarak kullanılmış düzlüklere hakim, içme ve sulama için su ve balık avlama imkanı veren Müftü deresi yanında kurulmuş olması, bol ve bereketli avlanma imkanı bulunan Toroslara ve Akdeniz kıyısına çok yakınlığı gibi coğrafi ve ticari avantajların yanı sıra höyük olması sebebiyle savunma kolaylığı da taşıması Yumuktepe’ye neden Neolitik çağdan itibaren yerleşildiğini açıklamaya yeter. Geç Roma ve Erken Bizans dönemleri boyunca Akdeniz kıyısında ve Toroslar üzerinde kurulmuş olanı canlı ve parlak bir yaşam sürdüren irili ufaklı Hıristiyan yerleşimleri vardır. Tarsus,  Zephyrium (Mersin), Soloi (Viranşehir),  Kanytellideis (Kanlıdivane),  Elaiussa (Ayaş), Korykos (Kızkalesi) ve Seleukeia (Silifke) gibi yerleşimlerin ismi 4- 6.yüzyıllar arasında piskoposluk ve konsil listelerinde geçmekte, hem sahil kesiminde, hem de Toroslar üzerine kurulmuş olan Emirzeli, Öküzlü, Çukurkeşlik,  Cambazlı ve daha pek çok yerleşimde bulunan çok sayıdaki kilise, vaftizhane, mezar ve diğer mimari kalıntılar bölgede Hıristiyanlığın 4 -7.yüzyıIIar arasındaki erken döneminde ne denli güçlü bir şekilde yaşandığına işaret etmektedir. Özellikle Silifke’nin Meryemlik olarak adlandırılan mevkisinde bulunan Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı dönemin en önemli isimlerinden biri olan Azize Thekla’nın mağarası ile bu kült merkezinde Isauria kökenli olan İmparator Zeno’nun inşa ettirdiği kilise ve diğer dini yapılar Hıristiyan hacıların ziyaret merkezlerindendir. Arap akınları ve işgali 7 – 10. yüzyıllar arasındaki dönemde buradaki canlılığı yok etmiştir. Yumuktepe’deki erken Bizans dönemine ait yerleşimin de Kilikia bölgesinin Arapların eline geçmesinden sonra terk edilmiş olması mümkündür. Bu karanlık dönemde bölgenin başkenti Tarsus olup, burada gerçekleştirilen arkeolojik kazılar bu dönemle ilgili kalıntı ve buluntular vererek bu dönemi tanımamızı sağlamaktadır.

Höyüğün de içinde yer aldığı Kilikia bölgesi 968 yılında Müslüman Arapların işgalinden kurtarılarak yeniden Bizans Devleti’nin hakimiyetine geçmiştir. Bu yıllardan itibaren Bizanslın hakimiyetinde bölgede yeniden bir canlanma başlamış ve tahrip olan eski yerleşimler ve kaleler onarılmıştır. Yumuktepe’de sürdürdüğümüz kazılarda ortaya çıkardığımız en erken yapı katı da bu döneme aittir. Höyük zirvesinin batısında bir bölümünü kazılar sırasında ortaya çıkardığımız sur duvarı ile buna bitişik bir dizi oda ile güney kesimdeki konut olarak kullanılmış mekanların altında keşfedilen düzgün kesme taştan mekanların 11. yüzyıl başlarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu mekanlar özellikle iki yapı katı olarak adlandırdığımız 11. yüzyıl ortalarından ile 12. yüzyıl ortalarına değin geçen dönemde büyük bir çiftlik yapısına dönüşmüştür. 10. yüzyıl sonu ile 11. yüzyıl başları arası döneme ait özenli mimarinin mekanları bu dönemde özensiz işçilikle irili ufaklı taşlar ve kuru duvar tekniğiyle örülmüş ara duvarlarla bölünerek küçültülmüş, daha çok tahıl depolama, ocak ve tandırları olan işliklere dönüşmüştür. Bu yapı katının duvar ve döşemelerinde görülen Roma dönemi (2 – 3. yüzyıllar) lahit parçaları ile Erken Bizans dönemine ait (5 – 6. yüzyıllar) ait mermer sütun kaideleri, sütun, sütunce, korkuluk levhası parçaları ile başlıkları devşirme olarak sıklıkla kullanılmıştır. Bu parçaların buradaki tahrip edilen daha eski yapı katlarından, Mersin kent merkezine lokalize edilen Zephyrium ya da çevredeki başka bir antik bir kentten getirilmiş olması da mümkündür. Özenle kesilmiş opus sectile tekniğindeki renkli taşlarının bu devirde depo küplerinin altına kaide oluşturmak için kullanıldığı görülmektedir. İkinci yapı katının çoğunluğu sıkıştırılmış toprak ya da kireç harçlı mimarilerindeki bu basit ve kaba işçiliğe karşını ele geçen günlük yaşama ait küçük buluntuları oldukça zengin bir çeşitlilik sunmaktadır. Zirvedeki yerleşmenin en önemli yapısı olan kilise bile bu dönemde depolama alanına dönüşmüştür.

Res.2- Yumuktepe Höyüğü kazılarında ortaya çıkan bir mekan

2008 yılı kazılarında zirvenin batı kesimindeki 11. Yüzyıl başlarında ait olan, doğusunda yarım daire biçiminde apsis benzeri bir bölüm bulunan tek nefli küçük bir mekanın kazılması (Res.2) sırasında ortaya çıkarılan pişmiş topraktan küçük ve yassı gövdeli bir mataracağın keşfedilmesi Yumuktepe’de erken Bizans dönemine ait bir yerleşimin var olduğu önsezilerimizi doğrulayan yeni bir kanıttır. Aynı zamanda da Mısır kökenli dinsel bir objenin buraya kadar ulaşmış olması inancın gücünü göstermesi açısından şaşırtıcı olmuştur.

Sıradan ve basit bir işçilik gösteren turuncu renk hamurlu pişmiş topraktan yapılmıştır. İçi boş olan ampulla olarak isimlendirilen mataracığın dar silindir biçimindeki boynunun küçük bir bölümü mevcut olup, boynun üst kısmı ile kulpları kırılmıştır. Kalıba bastırılarak oluşturulmuş ön ve arka yüzlerindeki kabartmalarda farklı kompozisyonlar yer almaktadır. Farklı kalıplarda yapılmış ön ve arka yüzü oluşturan parçalar yanlarda birleştirilmiştir. (Res.3)

Res.3- Yumuktepe Kazılarında bulunan Menas tasvirli ampullanın yan yüzü

Res.4- Yumuktepe kazılarında bulunan Menas tasvirli ampullanın ön yüzü

Ön yüzde yuvarlak bir çerçeve içinde kollarını orans duruşunda iki yana doğru açmış, Roma askerlerine özgü kısa etekli giysili, ayağında kısa yarım çizmeleri bulunan cepheden gösterilmiş bir saçları düz ve kısa olan genç bir erkek figürü betimlenmiştir. (Res.4)

 

Menas

Ampullanın arka yüzü

Kollarının iki yanında oldukça stilize edilmiş şekilde defne dalı olması muhtemel bitki dalları vardır. Ayaklarının iki yanında karşılıklı olarak gösterilmiş, başları ortadaki figüre doğru gösterilmiş yere diz çökmüş tek hörgüçlü iki deve figürü vardır. Arka yüzdeki yuvarlak alanda V harfi şeklindeki stilize defne yapraklarından oluşan çelengin ortasında bir Malta haçı, çelenk ile haç arasında kalan alanda ise Grekçe yazıt (TON AFION MHNA/ Aziz Mina/Mena/Menas) yer alır. (Res.5) Yapılan araştırmalarda hacı mataracıklarının kutsal toprakları ve buradaki kutsal kalıntıları görebilmek için çok uzak diyarlardan yola çıkmış hacıların Mısır’da en çok ziyaret ettikleri yerdir. Azizin mezarının üzerine asılmış gece-gündüz durmadan yanan kandilin yağı ve buradaki pınarın suyu Yumuktepe’de bir örneğini bulduğumuz üzerinde azizin betimi olan küçük ampulla gibi içinde şifa verici, olduğuna inanılan özelliklerinden dolayı uzak yerlere bile taşınmıştır.

Aziz Menas’ın Yaşam Hikayesi;

Menas’ın anne ve babası Mısırlı dindar Hıristiyanlardı. Çocuğu olmadığı için çok üzülen kadın, Bakire Meryem’in yortu gününde kilisede Meryem’in ikonası önünde ağlar ve Tanrı’dan bir oğul vermesini diler. İkonadan ‘Amin’ diye bir ses duyulur. Kadın bir süre sonra bir oğul doğurur ve ona anlamı inançlı ve kutsanmış olan Mina/Menas adını verir. Ana-babası onu inançlı bir kişi olarak yetiştirirler. Babası Eudokiusı Mısır’ın önemli bir yöneticisi iken, kendi kardeşinin iftirası sonucu Frigya’ya gönderilmiştir. Gittiği yerde de kısa sürede sevilmiştir.

Üzerinde Aziz Menas’ın yaşamından iki sahnenin işlendiği pyksis/kutu

Menas 11 yaşındayken babası, üç yıl sonra da annesi ölmüştür. Diocletianus döneminde (284-305) Frigya’daki Roma ordusunda hizmet etmiş, Hıristiyan olduğunu açıkladıktan sonra da başı kılıçla kesilerek şehit edilmiştir. Vücudu yakılmak istenmiş, ancak ateş bedenine dokunmamıştır. Menas’ın şehit edilişiyle ilgili çeşitli rivayetler vardır. İskenderiyeli Athanasios’a göre 295 yılında Frigya’nın önemli bir şehri olan Cotyaeum (Kütahya)’da, II.BasiIeos Menologyası’na göre Maximianus döneminde İskenderiye’de şehit edilmiştir. Gemiyle Mısır’a getirilen cansız bedeni, deve sırtında doğduğu şehre götürülmek istendiğinde develer Karm Abu Mena’da yere çökmüş ve bir daha da kalkmamışlardı. Bunda bir keramet görenler de azizin tabutunu buraya gömmüşlerdi. Bir efsaneye göre geç dönemde azizin tabutu uçarak Konstantinopolis’e gelmiştir. Rölikleri l. Basileos döneminde yeniden keşfedilmiş, hacıların ve tüccarların koruyucusu olarak Konstantinopolis’te de saygı görmüştür.

Res.8- Keşiş Menas ve Hz. İsa, Kopt ikonası, Paris Louvre Müzesi, 6.yy.

Erken Bizans döneminin en önemli hac merkezi olan İskenderiye’nin güneybatısındaki Libya çölünün Mareotis kesimindeki Baumma (Karm Abu Mena)’da Aziz Menas’ın (Apa Mena/Abu Mina) kült merkezinde azizin röliklerinin muhafaza edildiği bir türbe, azizin adına inşa edilmiş büyük bir kilise ile manastırın diğer bölümleri vardır. (Res.9)

Res.9- İskenderiye yakınlarındaki Aziz Menas kutsal alanı

 

1905 ile 1908 yılları arasında C. M. Kaufmann’ın başkanlığındaki bir ekip tarafından gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda üzerinde EULOGIA TOU AGIOU MENA (Aziz Menas’ın hatırası) yazılı bin kadar küçük ampullanın üretildiği ve depolandığı bir atölye gün ışığına çıkarılmıştır. Bunların üzerinde genellikle bir birine çok benzeyen kompozisyonlar kalıpla üretilmiştir. Ön yüzlerinde orans duruşunda aziz Menas, iki yanında yere çökmüş iki deve tasvir edilmiştir.

Arka yüzde ise defne yapraklarından bir çelenk ya da boncuk dizisi şeklinde bir madalyon içine alınmış yazıt veya bir Malta haçı yer almaktadır. Aşağı yukarı tüm ampullalarda benzer kompozisyonlar işlenmiştir. Menas ampullaları sadece kült merkezinde değil, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olarak bulunmuştur. Yumuktepe’de İstanbul’daki Yenikapı kazılarında, İspanya, Fransa, İtalya, İngiltere, İskandinavya, Rusya ve daha pek çok yerde ampullalar ele geçmiştir.

Bu küçük mataracıkların içinde sadece azizin türbesinde yanan kandilin yağı değil, kutsal alanda bulunan özellikle sağlıkla ilgili mucizevi iyileştirmeler sağladığına inanılan şifa kaynağı olduğuna dair sayısız hikaye olan pınarın suyu da taşınmıştır. İnanışa göre ayrıca Aziz Menas kutsal alanının toprağı, buradan alınan suyla karıştırılıp hastalıklı bölgeye sürüldüğünde iyileşme sağlamıştır. Bununla ilgili olarak anlatılan bir hikaye ise şöyledir; Henüz Aziz Menas’ın gösterişli türbe ve kilisesi inşa edilmediği, mezarının burada olduğunun unutulduğu bir zamanda, çobanın biri uyuz hastalığından muzdarip sürüsünü otlatmak için buraya gelmiş, hayvanlarından biri buradaki küçük pınardan su içmiş ve yerde yuvarlanmış. Çobanı koyunun iyileşme mucizesini görmüş, kendisi de su ile yerden aldığı toprağı karıştırarak yaptığı çamuru hasta olan tüm hayvanların yaralı yerlerine sürmüş, onlar da anında iyileşmişler. Bu olaydan sonra burasının ününü duyan tüm hastalar buraya gelmişler ve dertlerine derman bulmuşlardı. Bu yerin ünü kısa sürede Konstantinopolis’te duyulmuş, cilt hastalığından muzdarip dönemin imparatorunun kızı buraya gelerek çobanla konuşmuş ve çobanın tavsiye ettiği şekilde çamuru tüm vücuduna sürmüş, geceyi de burada geçirmişti. Rüyasında Aziz Menas’ı görmüş, aziz ona sabah kalktığında bulunduğu yeri kazdırmasını ve bedenini bulmasını söylemiş. Kız, sabah uyandığında hastalığından kurtulduğunu görüp, adamlarına burayı kazmalarını söylemiş ve azizin kemiklerini buldurtmuştur. Daha sonra imparator olan babasına mektup yazarak durumu anlatmıştır. Bunun üzerine İmparator, azizin kemiklerinin bulunduğu yere bir kilise inşa ettirmiştir. Sözü edilen imparatorun I.Theodosius ya da Arcadius (395-408) olması mümkündür. Bu yıllarda kutsal merkezinin çevresine bir yerleşim de kurulmuştur. Kutsal alanın şöhreti yayılmış, hastalar çok uzaklardan buraya gelmişlerdir. Kıskanç şeytan şehirdeki kötü adamları karıştırmış, onlara kiliseyi ve çevresindeki yerleşimi tahrip ettirmiştir.

Daha sonra başka iyi bir insan kiliseyi yeniden inşa ettirmiş, Martyroupolis adı verilmiştir. Bu yerleşimde pek çok farklı milletten insan bir arada yaşamıştır. İmparator Zeno, kutsal alanı korumak için bu bölgeye 1 200 askerden oluşan bir garnizon kurmuştur. Bölgeden elde edilen vergileri, kilisenin giderlerini karşılamak üzere manastıra bağışlamış, yapının çevresine ise ziyaret ve tedavi için gelen hacıların kalacağı binalar inşa ettirmiştir. Türbeyi ziyarete gelenlerin getirdikleri zengin hediyeler ve bağışlamışlardı. Bölgenin Arapların eline geçmesinden sonra da buradaki dinsel faaliyetler 9.yüzyıIa kadar daha devam etmiştir. ll .yüzyılda en üst seviyesine ulaştı. 12.yüzyılda sadece Aziz Menas kilisesi vardı. Karm Abu Mena, Alman arkeologların burayı yeniden keşfettikleri 1930’Iu yıllara kadar toprak altında kaldı. Onların çalışmaları ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etmiştir. Aziz Menas’ın tasvirleri pişmiş toprak ampullalar taş ve fildişi eserler üzerinde görülür. (Res.7) Ortak olan, tüm tasvirlerinde Aziz Menas’ın kısa bir tunik giymiş, ellerini orans duruşunda iki yana kaldırmış genç bir adam olarak gösterilmiş olmasıdır. İki yanında yere diz çökmüş iki deve vardır. Bu deve tasvirleri, azizin tabutunu taşıyan ve Karm Abu Mena’da yere çökerek kutsal mezarın yerleştirileceği yeri gösteren develeri temsil etmiş olmalıdır. Kaynaklarda belirtilen bir başka görüşte Menas’ın tabutunu Anadolu’dan İskenderiye’ye getiren gemiye saldıran çok uzun boyunlu deve başlı deniz canavarlarını da simgeliyor olabileceğidir.

Günümüzde Louvre Müzesi’nde bulunan 6.yüzyıla ait bir ikona üzerinde Aziz Menas ile Pantokrator isa yan yana cepheden gösterilmiştir. (Res.8)

İsa kolunu azizin omzuna atmıştır. Menas, görmeye alışık olduğumuzdan çok daha farklı bir şekilde, yaşlı bir keşiş olarak gösterilmiştir. Kopt dilinde olan yazıtında ‘Keşiş Menas Baba’ yazılıdır. Burada tasvir edilenin farklı bir aziz Menas olması mümkündür.

Azizin erken dönem tasvirlerinde genç Romalı asker görünümüne karşılık Menas’ın Karm Abu Mena’daki kültünün gözden kaybolmaya başlamasından sonra Bizans hatırasında kolayca silinmiştir. 11. yüzyılda onun kültü yeniden dirilmiş ikonografyası da değişmiştir. Özellikle Kapadokya’da bu döneme ilişkin birçok kilisede portrelerinin var olduğu görülür. Ihlara’da Sümbüllü Kilise, Soğanlı da Barbara Kilisesi, Avcılar’da Sarnıç ve Karabaş kiliselerindeki tasvirlerinde artık sakalsız genç bir adam olmayıp, üzerinde de askeri giysiler bulunmaz. Artık koyu renk sivri sakallı, sivil giysilerle gösterilip, sağ elinde bir haç tutar. Sinasos (Mustafa Paşa)’daki Aziz Eustatios ve Timisos Stavros kiliselerinde yortuları Kasım ayında olan Aziz Victor ve Vincent ile birlikte gösterilmiştir. Sadece 1 3. yüzyıl gibi geç dönem Sırp kiliselerinde Aziz Menas yine asker giysileri içinde gösterilmiştir.

Sonuç;

Üzerinde Aziz Menas’ın ismi ve tasviri olan İskenderiye yakınlarındaki kült merkezinden alınarak Mersin’e getirilmiş, içinde şifa verdiğine inanılan su ya da yağ olduğuna inanılan yuvarlak yassı küçük hacı matarasının (ampulla) Yumuktepe’de ortaya çıkması Ortaçağ sürdürülen hac faaliyetini ve inancın manevi gücünü göstermesi açısından oldukça değerlidir. Bu konuyla ilgili yaptığımız tüm kaynak araştırmaları bize İskenderiye yakınlarındaki kült merkezinden alınıp çok uzak yerlere taşınmış olan ampullaların içinde bulunan su ya da yağa verilen önemi ve kültün ne denli yaygın olduğuna işaret eder. Üzerindeki tasvirlerin ikonografik özellikleri de bu nesneleri tarihlendirme de yararlıdır. Bu ve benzeri tüm ampullalar kaynaklarda 5-7. Yüzyıllar arasına ait yapı katının varlığı ‘diğer küçük buluntuların da gösterdiği üzere’ mümkün görülmekte ancak 11. Yüzyıl başlarındaki büyük inşa faaliyeti sırasında yok edildiği anlaşılmaktadır. Aziz Menas ampullasının kazıda bulunduğu yer göze alındığında daha erkene ait yapı katından geldiği ve geç dönem tabakasına karıştığı fikri akla en yatkın olandır. Acaba eserin kazıda ele geçtiği yer ile çağdaş olduğu Aziz Menas ampullalarının üretiminin ve kullanımının, kültün yeniden parladığı 11. yüzyılda da devam etmiş olması mümkün olamaz mı?

KAYNAKÇA

Byzanz, Das Licht aus dem Osten, Kunst und Alltag im Byzantinischen Reich vom 4. bis 15. Jahrunder, Paderborn 2001.

Byzanz, Pracht and Alltag Kunst und Aysstellungshalle der Bundesrepublik Deutschland, 26. Februar bis 13. Juni 2010, Bonn 2010.

Caneva, l. – G. Köroğlu, Yumuktepe, Dokuzbin Yıllık Yolculuk, İstanbul 2010.

Fleischer, J. – Q. Hjort – M. Rasmussen (ed.), Byzantium. The Late Antique and Byzantine Art in Scandinavian Collection (June 1-August31), 1996.

Gün Işığında İstanbul’un 8000 Yılı, Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, Yay. Haz. A. Karamani Pekin, İstanbul 2007.

Gabra, G.-M. Eaton-Krauss, The Treasures of Coptic Art in the Coptic Museum and Churches ofOld Cairo, Cairo-NewYork.

Herrin, J., Byzantium. The Surprising Life of a Medieval Empire, Suffolk 2007.

Kazhdan, A.- N. Patterson-Sevcenko, ‘Menas’, The Oxford Dictionary of Byzantium 2 (1991 1339.

Köroğlu, G.,’Yumuktepe in the Middle Ages’, MersinYumuktepe: A Reappraisal, l.Caneva, V. Sevin (eds.), Lecce 2004, 103-132.

Köroğlu, G.,’Yumuktepe Höyüğü Kazılarında Gün Işığına Çıkarılan Aziz Menas Tasvirli Hacı Şişesi’, Selevcia ad Calycadnvm, Olba Kazısı Yayınları, editörler E. Erten, D. Favrq M. Özyıldırım, Ankara 201 1, 77-89.

Köroğlu, G., ‘Anadolu’dan Erken Bizans Dönemi Hacı Ampullaları ve Smyrna buluntuları’, Smyrna / İzmir Kazı ve Araştırmaları, l. Çalıştay Bildirileri, eds. Akın Ersoy-Gözde şakar, İstanbul 201 5, 155-170.

Meinardus, O. F.A., Coptic Saints and Pilgrimages, Cairo 2002. Papanikola-Bakitzi, D., Everyday Life in Byzantium, Athens 2002.

Pitarakis, B., ‘Lead Flasks and Pilgrimages after Crusades’, Prof. Dr. Işın Demirkent Anısına, Yay. Haz. A. Özaydın -F. Başar vd., İstanbul 2008, 395-413.

Varinlioğlu, G., ‘Living in a Marginal Environment: Rural Habitat and Landscape in Southeastern Isauria’, Dumbarton  Oaks Papers 61 (2007), 293-295.

Vikan,  G., ‘Menas flasks’, The Oxford Dictionary of Byzantium 2 (1991), 1340.

Walter, Ch., The Byzantine Warrior Saints in Byzantine Art and Tradition, Aldershot 2003.

* Prof. Gülgün KÖROĞLU , Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, Şövalyeler Caddesi Cumhuriyet Mah. No 81 Bomonti Yerleşkesi Şişli-İstanbul

İçel Sanat Kulübü Aylık Bülteni  215. Sayısından alınmıştır.

Biyografik Bilgi

scroll to top