Karanlık Ortamda Işıyan Felsefe Günleri
Ülkemizde yıllardır süren yozlaÅŸmanın doruk noktasına çıktığı yıl oldu 1994. YozlaÅŸma, her alanda toplumsal, siyasal, kültürel, düşünsel alanda inanılmaz boyutlara ulaÅŸtı. Bir yandan da serbest piyasa ve özgür giriÅŸim adı altında yaÄŸmalamaya dönüşen iktisat düzeninde yükselen deÄŸerler yanında her gün yükselen enflasyon insanları bunalım durumuna getirdi. Politikacılar, gazeteler, televizyon yayınları giderek kimi üniversiteler ve öğretim üyeleri, birbirine koÅŸut gidiyor bozulma yönünden. Bir gazetede patronu ve baÅŸyazarı “Halkı aydınlatmak benim görevim deÄŸil, ben ticaret yapıyorum” diyebiliyor. Bir bilim adamı profesörümüz, Çernobil olayı sırasında “Ben devlet adına yalan söyledim, aldığım terbiye icabı” diyor televizyonda; iki yıl sonra da yine televizyonda hepimizin gözünün içine baka baka bu sözünü inkâr ediyor…
…Dil ve müzik de bu olumsuzluklardan payını alıyor. Televizyon kanalları ve özel radyolar, yozlaÅŸmış bir müzikle gençlerimizin zevklerini de bozuyorlar, kafalarını da. Dil ve müziÄŸin kafayı oluÅŸturan en önemli öğe olduÄŸu, Platon’dan beri bilinen bir ÅŸey oysa.
Büyük uğraş vererek elli yılda kültür dili durumuna getirdiğimiz kendi dilimiz beğenilmiyor da, yeni bir Osmanlıca türetilmeye çalışılıyor İngilizceli, Almancalı ya da eski Osmanlıcaya dönülmek isteniyor. Sorun yalnızca Türkçe-Osmanlıca sorunu da değil, Türkçenin yalan yanlış kullanılmasında. Bu da kavramlar ve sözcükler üzerinde yeterince düşünülmemesinden kaynaklanıyor. Kavramların doğru anlamları bilinmeden kullanılıyor sözcükler. En önemli sakıncası da bu kavram karmaşasının demokrasi, laiklik, özgürlük gibi toplumumuzun üstüne titremesi gereken kurumların aldığı yaralar oluyor.
Düşünce dünyamız da çok büyük yaralar aldı son on on beÅŸ yılda…Bu, enine boyuna yazılması gereken bir konu.
Bütün bu olumsuz geliÅŸmelerin temelinde, kiÅŸisel çıkarları uÄŸruna verdikleri ödünler sonucu politikacıların eliyle eÄŸitim sistemimizin bozulmuÅŸ olması yatıyor. 1946’da Hasan Ali Yücel’in Milli EÄŸitim Bakanlığından alınması ile baÅŸladı bu bozulma ve 1980’den sonra da kolay kolay düzeltilemeyecek duruma getirildi. Bugün eÄŸitim sistemi ilkokuldan üniversiteye, A’dan Z’ye bozuk. Yeniden köklü bir deÄŸiÅŸim gerekiyor. Düşünmenin, soru sormanın, sorup sorgulamanın araÅŸtırma yöntemlerinin yer almadığı, ezbere dayalı öğretim, üniversitelere kadar yayılmış durumda Anayasamızda bugün de geçerliÄŸini koruyan EÄŸitim BirliÄŸi Yasası tümden kaldırılmış durumda. Görevliler yasaları iÅŸletemiyorlar. İlkokul ve liselerde din dersleri zorunlu, biyoloji ve felsefe dersleri seçmelik.
Bu saymakla bitmez kültürel, düşünsel, siyasal, toplumsal ve ekonomik bozulma her yanı sarmış.
İşte karanlığın ve karamsarlığın her yanı sardığı bu ortamda felsefeciler, 1994 yılında yaptıkları çeÅŸitli toplantılarda seslerini duyurmaya baÅŸladılar. Bu toplantılardan özellikle ikisi Üzerinde durmak istiyorum. 28-30 Nisan 1994’te İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü, (Prof. Dr. Önay Sözer) ve Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü (Doç. Dr. Ali Vahit Turhan) Türkiye Felsefe Kurumu’nun katkısı ve yabancı kültür enstitülerinin desteÄŸi ile “Fenomenolojik Sorun Olarak Avrupa’nın Dönüşümü” konulu uluslararası kolokyum düzenlediler. Açılışı, İstanbul Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Bülent Berkarda tarafından yapılan kolokyuma Türkiye’nin dışında Almanya, Belçika, Fransa ve İtalya’dan filozoflar katıldı. Gerçekten her bakımdan çok baÅŸarılı geçen üç gün yaÅŸadık. “Varlık” dergisinin Haziran 1994 sayısı özel bölümünde bu kolokyum oldukça ayrıntılı bir biçimde tanıtıldığı için, daha çok 15- 16 ekimde Mersin’de gerçekleÅŸtirilen Mersin Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi (Dekan Prof. Dr. Onur Kula ve Felsefe Bölümü BaÅŸkanı Prof. Dr. UluÄŸ Nutku) ve İçel Sanat Kulübü’nün iÅŸbirliÄŸi ile düzenlenen “Türkiye Cumhuriyeti’nin Felsefi Dayanakları” konulu “Mersin Felsefe Günleri” üzerinde durmak istiyorum.
İstanbul’daki kolokyumun kapalı bir çevre içinde yapılmasına karşılık Mersin’deki seminer halka açık tutulmuÅŸ ve inanılmaz bir katılım olmuÅŸtu. İlk gün Nevit Kodallı Salonu’nda yapılan toplantıyı Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Vural Ülkü ve İçel Sanat Kulübü BaÅŸkanı Sayın Fazıl Tütüner, birer konuÅŸma ile açtılar. Salon öylesine dolmuÅŸtu ki, dışarıda kalanların da katılmasını saÄŸlamak için dışarıya, oldukça geniÅŸ olan bahçeye görüntülü ses düzeni yerleÅŸtirildi. Mersin Üniversitesi öğretim üyeleriyle İstanbul ve Ankara’dan gelen felsefecilerin yaptığı konuÅŸmaların gördüğü büyük ilgi ve sorunların düzeyi, hepimizi mutlu kıldı. Bu mutluluÄŸu akÅŸam kokteylden önce verilen Mersin Devlet Opera ve Balesi solistlerinin dinletisi büsbütün arttırdı. Ertesi gün Mersin’in yaylası olan 1000 metre yükseklikteki Gözne Kalesi’nde sürdü tartışmalı toplantı. Kalede 500’ü aÅŸkın katılımcı ve opera sanatçılarının nefis aryalarıyla karşılandık. Gözlerime ve kulaklarıma inanamıyordum. Otobüslerle gelen kızlı erkekli yüzlerce genç, kalenin önündeki doÄŸal bir amfi biçiminde olan aÄŸaçlı alanda, aÄŸaçlar arasındaki banklara, yerlere oturmuÅŸlar bizi bekliyorlardı o nefis aryaları dinleyerek. Amfinin karşısında konuÅŸmacılar için kurulan masaya, ilkin 2000 yıl önce buralarda yaÅŸamış olan Zenon ve Khrisippos gibi filozoflar çaÄŸrıldı, onların kılığına bürünmüş İçel Sanat Kulübü üyelerince onların felsefi görüşleri özetlendi, sonra da birer birer bizler çaÄŸrıldık. Kendimizi 2500 yıl öncesi Platon’un Akademisi’nde sanacak denli güzel bir atmosfer yaratılmıştı. Mersin’de uzam’ın ve zaman’ın sınırsızlığını yaşıyorduk. Platon’un Akademisi, 2500 yıl öncesi Atina’sından buraya, Mersin’e gelmiÅŸti ve zaman süresizleÅŸmiÅŸti; bunu duyumsuyorduk. Mersinli gençler karşımızda aÄŸaçlanın arasında oturmuÅŸ, bize ilginç sorular soruyorlardı; yüzyıllardır niçin filozof yetiÅŸtiremediÄŸimizden son yılların modası olan postmodernizmin felsefeye ne getirdiÄŸine varıncaya deÄŸin sorular. Filozof olmuÅŸtuk hepimiz; bilim, sanat, felsefe ve dil üzerinde söyleÅŸiyorduk hep birlikte, saatlerin nasıl geçtiÄŸini fark etmeden. AkÅŸam üzeri İçel Sanat Kulübü Orkestrası’nın verdiÄŸi açıkhava konseriyle toplantı sona erdi. Çok yoÄŸun iki gün geçirmemize karşın hiç bir yorgunluk duymuyorduk.
Son günlerin birbiri ardından gelen olaylar zinciri öylesine bunalttı ve öylesine karamsarlığa itti ki, özellikle aydınlanmaya bel baÄŸlamış insanlarımızı, içinde bulunduÄŸumuz bu karanlık ortamda bizi umutlandıracak ÅŸeyler de bulunduÄŸunu, gençlerimizin okulda aldıkları bozuk eÄŸitime karşın kendilerini yetiÅŸtirdikleri ve onlara ışık tutacak felsefecilerimizin artık seslerini duyurabileceklerini göstermek ve bilgi severlerle bir arada olmaktan umutlanarak duyduÄŸum mutluluÄŸu, siz okuyucularla paylaÅŸmak ve Türkiye’de artık felsefe yapıldığını sizlere bildirmek istedim. Cumhuriyet 13.02.1995
İçel Sanat Kulübü Bülteni Mart 1995 / 34. sayısından alınmıştır.