,

POSTACININ SON MEKTUBU

kitap2.jpg

İçel Sanat Kulübünden temin edebilirsiniz.   

KİMLER NELER YAZDI, SÖYLEDİ : 

 Postacının Son Mektubu

…RolandBarthes “Romanın Hazırlanması-I- II” adlı, dilimize iki cilt halinde çevrilen eserinde en çok Hayku üzerinde duruyor. “Bir parçacık yazı insanı dünyadan ayırır, yazı çok olursa insanı dünyaya döndürür” diyerek haikuya övgü düzüyor.
Bunların ne ilgisi var Ziya Aykın ile mi diyeceksiniz?
Haksız bir soru: Ben, RolandBarthes’e, hayku ile romanın ne ilgisi vardır, diye sormadım ama cevap vereceğim bu olası soruya: Ziya, bize, hayku tadında, yer yer Alan RobbeGrillid’in bilinç akımı tekniğine de uyan anlatılarla ilginç ve güzel bir eser üretmiş.
Pierre Choderlos de Laclos’un Tehlikeli Alakalar’ını okuduğumda mektuplarla roman beni çok şaşırtmıştı, sonra çok örneğini gördük.
Sayıklamalarla yazılmış ilk romandır, “Postacının Son Mektubu”.
Okuyucuya bir öneride bulunacağım: Postacının Son Mektubu’nu okurken bir noktayı aklınızda tutmalısınız:
Binlerce yıldır insanoğlunun ulaşmaya çalıştığı sanat seviyesi, insanoğlunun İspanya’da bir mağara duvarına çizdiği öküz desenindeki sadeliktir. O primitif desen saftır, temizdir, süsten süslemeden arınmıştır.
Bütün dallarıyla resimden müziğe, heykelden şiire öyküden romana bütün sanat dallarında o safiyete ulaşmak ister, insanoğlu.
Ziya, o safiyete ulaşmış,
…Yanılmadığımı sanıyorum. Okuduğunuzda bir Reşat Nuri akıcılığı ve bir Bilge Karasu derinliği bulacaksınız Ziya Aykın’ın eserinde.
Politikanın nasıl bir incelikle ukalalık edilmeden romana yedirildiğini, cumhuriyet değerlerinin korunmasını, kaybolan kent dokusuna ve cumhuriyet değerlerine özlemin yakıcılığını da hissedeceksiniz… Yeni eserlerini okumak isterim, ölüm kapımı çalmadan…
Ümit Aloğlu, 8 Nisan 2019 Mezitli.
Mersin Kent Haber Gazetesi (mersinkent.com) 15 Nisan 2019

Abidin Yağmur
…Ziya Aykın, eserinde, babası merhum postacı Ziya Aykın’ın birebir anlatılarına yer veriyor ve okuyucuları 1940’lı yılların sonlarından 2000’li yıllara kadar uzanan bir evrede, eski Mersin’in sokaklarında, caddelerinde, kıyı mahallelerinde yolculuğa çıkarıyor. Okuyucu, baba Ziya Aykın’ın anlatımlarıyla eski Mersin’den onlarca insan portresi ve mahalle tasviriyle buluşuyor. Eski esnaflardan eski kabadayılara kadar birçok toplumsal figür, anlatılarda yeniden can buluyor…
Ziya Aykın, ‘Postacının Son Mektubu’ adlı eseriyle ilgili olarak gazetemize yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı: “2015 senesinde kaybettiğimiz babam Ziya Aykın bu şehirde 27 sene postacılık yaptı. Bir postacının çok anısı olduğunu düşünürdüm. Mersin’in gelişmesinin çok hızlı olduğu 1940’lardan 2015 yılına kadar geçen sürenin her aşamasını görmüştü babam. Bu sürenin 27 yılında postacıydı ve Mersin’in sosyal, siyasal, kültürel değişim ve gelişimine postacı olarak tanıklık etmişti. Kitapta bu değişim sürecini de izleyebiliyoruz. Kitaptaki anlatı babamın Silifke anılarından başlıyor, yaşlılık dönemine kadar, 2015 yılına kadar uzanıyor.”
1946’DAN 2015’E KADAR GÜNLÜK TUTAN BİR POSTACI
“Babam böyle bir kitap hazırladığımdan haberdar değildi. Ama ben kendisiyle sürekli sohbet eder, dinler, sorular sorar, daha çok anlatmasını sağlardım. Bu sohbetlerde notlar tuttum, ses kaydı aldım. Ayrıca babam 1946’dan vefat ettiği 2015 senesine kadar günlük tuttu. Kitabı yazarken günlüklerden de faydalandım. Kitapta anlatılanlar babamın anlatım biçimi, babamın kelimeleri, babamın bakış açısı ve babamın mantığıyla yazıldı. Ortaokul terk bir postacının gözünden Mersin’i ve toplumsal hayatı yazdım.”…
ABİDİN YAĞMUR – Güney Gazetesi – 26 Nisan 2019

POSTACININ SON MEKTUBU – Şenay Toplal “
Son günlerde okuduğum en güzel kitaplardan birisi, “Postacının Son Mektubu.” Postacı Ziya AYKIN, yıllarca Mersin’de mektup dağıtır. Emekli olmadan önce, kendi anılarını ve teşekkürlerini içeren bir “Son mektup” yazarak, herkese dağıtmak ister, ancak “Vazifeyi suistimal etmiş.” derler diye çekinip vazgeçer. Şanslı birisidir… Onun yazmak istediği mektubu üç oğlundan birisi ve aynı zamanda kendi ismini taşıyan oğlu Ziya AYKIN yazar.
Oğlu; kitabı yazarken kendi anılarından, abisinin ve kardeşinin desteklerinden, bizzat aldığı ses ve en önemlisi babasının 1948, yılından itibaren yazdığı günlüklerden yararlanır.
Kitabın Kapağı
Kitabın kapağından başlamak istiyorum. Eskimiş görüntüsü ve rengi ile mektup zarfı, onun üzerindeki posta pulu ve adres kitabın içeriğine çok uymuş. Kitabı elinize alınca birisi size mektup yazmış gibi bir duygu veriyor ve hemen açıp okumak istiyorsunuz.
Kurgusu
Kitabın en çok kurgusunu beğendim. Hastaneye yatan Postacı Ziya Aykın konuşamıyor, gelen gideni görüyor, duyuyor, ancak kendini ifade edemiyor. Hemşirenin getirdiği içerisinde dişlerinin olduğu plastik torbayı gözleriyle takip edemiyor, ama her şeyin farkında. Ara ara da geçmişe dönüyor, yaşadıklarını hatırlıyor. Hastane günlerini mi anlatıyor? yoksa geçmiş yaşamını mı? Yazı karakterleri farklı tutularak bu geçişlerde okuyucuya kolaylık sağlanmış. Bölümler arasındaki geçişler çok hoş ve yumuşak, öyle ki kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. Hastanede kendisi için “Allahtan ümit kesilmez” deniyor, o aynı cümleyi alarak başka bir anıya ya da başka bir kişiye gidiyor.
“Hastaneye düşmemek için düşmemek gerekiyormuş.” diyor, ardından kuyuya düşme hikayesine geçiyor. Rüya görüyor… Gördüğü kişi ile devam ediyor. Bu tarz, kitabı hem güzelleştirmiş hem de tam olarak kendisinde olmayan, yarı uyur yarı uyanık birisinin anlatımı olmuş. Günlüklerin kronolojik olarak derlenmemiş olması, bu anlatımı güçlendirmiş. Kitabı okurken biz de gidip geliyoruz bazen doksan iki yıllık geçmişe bazen hastaneye…
Günlükler
1923 yılında doğup, 2015 yılında 92 yaşında vefat eden Postacı Ziya Aykın, 1948 başından itibaren günlük yazmış. Günlük yazmak… Günümüzde göremediğimiz, eskilerde nadiren tutulduğunu günlüklerin bu kadar önemli olabileceğini, “Postacının Son Mektubu”nu okurken anladım. Günlüklerde Postacı Ziya Aykın kendi içine dönmüş, kendisi ile iletişim kurmuş. Güçlü-zayıf, iyi-kötü yanlarını anlatmış, mutlu mutsuz olduğu anları aralara espriler de katarak bize yansıtmış. Kendisinin dışında eşini, çocuklarını, köylülerini, komşularını, iş arkadaşlarını özetle yaşamına dokunan herkesi yazmış. Bu nedenle kitapta sadece kahramanı tanımıyoruz, onun güçlü gözlem yeteneği ile çevresindeki herkesi tanıyor, aralarındaki ilişkileri de öğreniyoruz. 92 yıllık ömrünün son birkaç ayında günlüklerini yazamamış. O da ellerinin titremesi nedeniyle olsa gerek. Yazdığında ise anılarını, yaşamını çok doğallıkla, objektif olarak anlatmış, ders-öğüt verme havasına girmemiş.
Günlükler içten yazılırsa okunası olur, ancak herkesin başkalarına okutmak istemediği sayfaların olması da doğaldır. Postacı Ziya Aykın da, bu nedenle günlüklerini oğluna vermeden önce gözden geçirmeyi düşünmüş. Bunu yazması samimiyettir. Aynı içtenlikle, yanlışlarını da, hayıflanmalarını da yazmış. İş arkadaşlarından Rıfat’ın gıdıklanması nedeniyle istifa etmesinden hep azap çekmiş, onun çocuklarının istifadan ne kadar olumsuz etkilenebileceğini düşünerek yıllarca üzülmüş.
Evini yaptırırken, durumu çok iyi olan bir yakınından borç para istediğinde o kişinin, “Üç kuruş maaşın var, böyle işlere kalkışıyorsun. Neyle ödeyeceksin?” demesi ise onun yüreğini altmış yedi yıl boyunca yakmış.
Yaşam tarzı
O yaşa kadar fiziksel ve zihinsel olarak sağlıklı kalması, hepimizin imrendiği bir yaşam değil midir? Yavaş bir insan olmasına imrendim postacının. Hepimizin yavaşlamaya, sakinleşmeye ihtiyacımız var. Bütün dünyada hızla yayılan, “Uluslararası Yavaş Hareketi”, “Yavaş Yemek”, hatta “Yavaş Şehir Akımı” da postacının doğru yaşadığını teyit ediyor ve bizlere örnek oluyor.
Yaşamımıza son yıllarda giren ve kaliteli bir yaşlılık dönemi geçirilmesini hedefleyen “Aktif Yaş Alma” anlayışının Postacı Ziya Aykın tarafından, yıllar önce doğal olarak uygulandığını öğrendik. Sağlıklı yaş almanın farkında, yıllarca bisiklet kullanıyor. “Hayat bisiklet gibidir. Dengeyi kaybetmemek için hareket halinde olmak gerekir. Hareketsiz kalırsam devrilivereceğimi biliyorum.” diye yazmış. Her işini kendisi yapıyor. Fiziksel olarak yaşlanıyor, kulakları büyüyor, ayakları merdivenlerde geri geri gidiyor ama onun hayalleri 18 yaşında.
Mersin’i öğrenmek
Kitap sadece kahramanımızın yaşantısı ve diğer kişilerle sınırlı kalmıyor. Mersin’in adeta geçmiş yıllardaki haritasını çiziyor. Sayfaları çevirdikçe Mersin’e kuşbakışı bakıyor gibi oldum. Ticaret Lisesi, Tren İstasyonu, istasyondaki çay bahçesi, gazino, çocuk parkı… Sadece bakmak da değil bilgiler de edindim: 1950′ li yıllarda Mersinde 45-50 bin kişi yaşarken, 6 postacı varmış. 1972 de nüfus 120 bin olmuş, postacı sayısı ise 8. Henüz ortada yapılacak iş yokken, bir gecede bir Genel Müdürlük ya da Müdürlüğün kurulduğu günümüz ile karşılaştırınca bu rakamlar çok çarpıcı geldi. Eski mahalle yaşantısı hakkında bilgi ediniyoruz kitaptan, komşuluğu öğreniyoruz. Komşudan rahatlıkla soğuk su, ekmek, tuz, çay istenmesi… Telefonu olanların evine gidilerek telefon konuşmaları yapılması. Bu kısımlar benim için tanıdık. Şehir içi konuşmalar komşudan yapılır, şehirler arası konuşmalar postaneye yazdırılırdı. Saatler sonra yazdırılan telefon çıktığında komşuya haber verilir, o gelip telefon konuşması yaptığında da özel, çok genel bütün konularına istemeseniz de vakıf olurdunuz. Evlere giren ilk TV’ler de komşularla birlikte izlendi, açılışından kapanışına kadar. Radyolar, pilli radyolar, radyo tiyatrosu, arkası yarın, hep beraber yapılan yılbaşı kutlamaları. Yazlık sinema – iki film birden-, sinemada hep beraber çekirdek yiyip gazoz içmek… Bütün bunların yanı sıra hayatımıza yavaş yavaş giren ev eşyalarını ve yaşamlardaki değişiklikleri anlatıyor bizlere günlükler. Gaz ocağı, masa, sandalye. . . Ayrı tabaklarda yemek yeme, ayrı bardaklarda su içme… Faytondan otomobile geçilmesi. . .
Men-i israfat kanunu. Düğünlerde yapılan tüketimi engellemek için 1920 yılında çıkarılmış. Polis lüzumsuz harcamalara engel olurmuş o yıllarda. Örneğin düğünü iki üç gün yapabilirsin, ama davul zurna bir gün gelebilir gibi. Tasarruf edilmesi toplumda içselleştirilmeye çalışılmış. Bütün bunları Postacının Son Mektubu’ndan öğrendim. Bir örnek daha vermiş: Çekilecek bir film var, senaryo gereği camdan bir vazo atılacak, hem cam hem vazo kırılacak. Senaryoyu okuyan Vali Bey o kısmın değiştirilmesini istiyor. “Pencere açık olsun, atılan vazoyu da aşağıdan tutsunlar, ikisi de kırılmasın.” Diyor. Tasarrufa bakınız. O yıllarda sobada yanabilecek hiçbir şeyi atmamışlar, sebze meyve artıklarını gübre olarak kullanmışlar. Sobayı yatmadan yarım saat önce söndürmüşler, son çamaşır ütünün fişi çekildikten sonra ütülenmiş. Günümüzde benzer şekilde tasarruf edebilsek ne iç borç kalır, ne dış borç ne de bütçe açığı. O yıllarda -kendilerini için çok zor da olsa- çocuklar da çalışmış. Ziya terziden mezun olup hızarda çalışmaya başlıyor. Hikmet simit, İsmet gazoz satıyor. Anılarda onlara yer verilmiş. O dönemde her evdeki çocuğun aynı şekilde gazoz, simit, gazete satmış olduğunu bilenler bilir.
Yakınlaştırma (zoom)
Mersin’e kuş bakışı bakarken bir de bakıyorsunuz, bir komşunun evine ya da Sıtma Savaş’a girmişsiniz. Oradaki ortamla birlikte, içinde yaşayanların hem fiziksel, hem ruhsal kişiliklerini de öğreniyorsunuz.
Postacılık mesleği
Kitaptan postacılık mesleğinin komple bir meslek olduğunu anlıyoruz. Postacılık sadece mektup getirerek hizmet vermeyi değil, belediye hizmetlerini, halkla ilişkileri de kapsıyormuş. Postacı Ziya Aykın Mersin’in her mahallesini, mahalledeki her evi, evlerde yaşayanların sosyal ve özel durumlarını tek tek biliyor, hatta o evlerdeki köpekleri ve onların alışkanlıklarını biliyor. Bununla da kalmıyor yıllar sonra gördüğünde, “Sen şunun oğlu musun?”, “Sen bunun kızı mısın?” diyerek benzetme yoluyla mahalle sakinlerinin çocuklarını dahi tanıyor. Mektup götürdüğü kişinin bahşiş vermek istese de, mali durumunun uygun olmadığını anlayarak o kişiyi rahatlatıyor. “Tamim geldi, bahşiş alınmayacak.” diyor. Mesleğini çok severek yapan Ziya Aykın’ın mesleğinden ziyade bisikletini sevmiş olduğunu anlıyoruz. Çünkü iş yerini bisiklet uğruna değiştiriyor, postacı oluyor.
Espriler
Anılar arasına serpiştirilen espriler, kitaba güzellik katmış. Bazıları: “Kadının adı Sakine, ama kendini hiç sakin görmedim.” “Beş dakika geçti geçmedi kalça kemiği kırık demeye başladı doktorlar. Açık artırma var. İncinme, çatlak, kırık…”
“Açık artırma devam ediyor. İyileşince soracağım: “Kalça kırığı konuşma bozukluğu mu yapıyor, Yoksa konuşma bozulunca mı kalça kırılıyor? ”
“İnsanların ceplerindeki paralarla beraber akrepler de çoğalıyor.”
Eşi ve çocukları
Postacı eşini çok seviyor ve sayıyor. “Mimar… bizim başmühendis.” diyor onun için. Karısının bütün becerisini biliyor; evin inşaatında çalışmasını, ek iş yapmasını, evi idare etmesini takdir ediyor, ama bir gün bile eline sağlık diyememiş, ona mahsus bir hediye almamış. Ona sevdiğini söyleyemese de ona hayran her bakımdan. Sevgisini göstermiyor, ama hakkını kabul ediyor. Ev kiraya verildiğinde, “Yarısı senin, yarısı benim” kuralının konması; eşinin kazandığını ayırıp tasarruf edebilmesi, tapunun ortak çıkartılması bunun göstergeleri.
Anasına babasına hiç sarılmamış, çocuklarını da hiç kucaklamamış. Eskiden erkeklerin çocuklarını annelerinin babalarının yanında sevmeleri ayıpmış. Belki bundan belki karakterinden, ancak şu cümleler sevgisini göstermeyişinin içinde ukde kaldığını gösteriyor. “Aslında ben de biraz yanaşsaydım iyi olurdu.” İşte alınacak bir ders daha. . .
Ben kendi adıma bu kitabı çok keyifle okudum ve ders aldım. Günlükleri yazarak bu kitabın temelini oluşturan Postacı Ziya Aykın’a Allah’tan rahmet diliyorum. Günlükleri oya gibi işleyerek, edebiyatımıza çok değerli bir kitap kazandıran Sevgili Arkadaşım Yazar Ziya Aykın’ı da kutluyorum.

Ellerine, yüreğine sağlık. . . ŞENAY TOPAL – Türkiye Alzheimer Derneği Mersin Şubesi Eylül 2019 Bülteni shf.50

 

Ziya Aykın ve Ümit Aloğlu İÇEL TV’de İbrahim Öngü’nün konuğu oldular:

Biyografik Bilgi

scroll to top