1. MÜZİK KONGRESİ BİLDİRİLERİ 14 – 18 Haziran 1988 Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları / İSK Bülteni Sayı 94
Günümüzde Milli Müzik Anlayışımız
Sayın Başkan, Sayın Delegeler, Sayın Konuklar;
Son 25 yıldır yurdumuzda baÅŸ gösteren ve bugün artık iyice deÄŸerler ve kavram kargaÅŸasına neden olan iki sözcük, yerli yersiz, bol bol kullanılmaktadır. Bunlardan biri “Türk”, diÄŸeri de “Milli” sözcükleridir. Başına Türk veya Milli sözlerini getirdiÄŸiniz her ÅŸey, artık Türk olmuÅŸ, ya da ulusal nitelik kazanmış sanılmakta, her fırsatta yineleye yineleye ulusumuzun beyni yıkanmaktadır. Oysa ulusal ve Türk sözcükleri kutsal kavramlardır saptırılmaya gelmezler. YozlaÅŸtırıldığında yurdumuzun deÄŸer ölçüleriyle birlikte ulus varlığımız da tehlikeye girer. Belki de bu, bunu elde etmeye çalışan karanlık güçlerce bilinçli olarak yapılmaktadır. Millet, milli, milliyet sözleri Arapça’dır, aynı dinden, aynı mezhepten olan topluluklar için kullanılır. Belki de bunun için ulus, ulusal, ulusallık gibi Türkçe sözlerden günümüzde baÅŸka art niyetlerle ÅŸiddetle kaçınılmaktadır.
Bu kavram kargaÅŸasını iyice artırmak için bir de “Tarihi” sözcüğü ikide bir ortaya atılarak, ulusal ile tarihseli birbirine karıştırıp, her konuda gericilik milli bir kisveye sokulmaya çalışılmaktadır.
Bir ÅŸeyin ulusal olabilmesi için, ulus içinde halen yaÅŸayan, çaÄŸdaÅŸ, evrensel ve yüksek nitelikte olması ÅŸarttır. Atatürk ulusalcılığının temeli de budur. Çağını tamamlamış, evrensel niteliÄŸi bulunmayan ve ulusla ilgisi artık kalmamış her ÅŸey “Tarihsel”dir. Bizim veya içimizden birçoklarının düştüğü büyük hata, tarihsel ile ulusalı birbirine karıştırmamızdadır.
Bir yazımda belirttiÄŸim ve bir devlet büyüğümüze yinelediÄŸim örneÄŸi burada da vermek isterim. Fatih’in, İstanbul’u fethederken kullandığı “Balyemez” toplarının bizim için tarihsel deÄŸeri çok büyüktür. Bu topları “Ulusal” kabul edip, ordumuzu bugün “Balyemez”lerle teçhiz edebilir miyiz? Edersek sonumuz ne olur? MüziÄŸimiz için de aynı ÅŸey geçerlidir.
Şimdi, yurdumuzda kullanılmakta olan müzik türlerine kısaca bir göz atalım ve elimizden geldiğince terminoloji hatalarına düşmeyelim.
Halk MüziÄŸimiz – Orta Asya’dan birlikte getirdiÄŸimiz müziÄŸimizle, binlerce yıllık Anadolu uygarlıklarından miras kalan müziÄŸin birleÅŸmesinden oluÅŸan, geleneksel ve gerçek anlamda ulusal müziÄŸimiz, halk müziÄŸimizdir. Halkımızın büyük bir kısmının halen yaÅŸayan öz müziÄŸidir. DiÄŸer geleneksel müzik türlerimiz gibi tekdüze deÄŸildir. Konu olarak bünyesinde, doÄŸa sevgisi, aÅŸk, oyun, yas, ağıt, övgü, kahramanlık, halk felsefesi, ahlak deÄŸerleri, dinsel duygular gibi birçok deÄŸiÅŸik öğeleri taşır, yaÅŸam doludur. Atatürk’ün iÅŸaret ettiÄŸi gibi evrensel ve çaÄŸdaÅŸ olabilmeye en elveriÅŸli müziÄŸimizdir, çaÄŸdaÅŸ Türk kompozitörlerimiz bu doÄŸrultuda eserlerini vermiÅŸlerdir.
Yüzyıllar boyunca Osmanlı sarayı ve İstanbul aydınlan tarafından halk, müziÄŸiyle ve kültür varlıklarıyla Anadolulu ise “Hödük”, Rumelili ise “Çilek” diye: horlanmıştır. Buna karşılık tüm Türk halkı, “Türk’ün iti ÅŸehre gelince Farsça ürür” atasözü ile bütün horlanmalara raÄŸmen kendini savunmuÅŸ, varlığını her bakımdan günümüze deÄŸin koruyabilmiÅŸtir. Halk müziÄŸimiz son yıllarda büyük bir erozyona uÄŸramıştır, nedenlerini ileride göreceÄŸiz.
Divan MüziÄŸimiz (Saray MüziÄŸi) – 9. yüzyıl başında halife Harun ReÅŸid in Arabistan’da (805), “Darül Hikme”yi (Kütüphane ve Kültür Merkezi) kurduÄŸunu tarihte ilk kez bir tercüme bürosunu oÄŸulları Emin, Me’mun ve Mu’tasım’ın sürdürdüklerini, burada bütün eski çaÄŸ Yunan bilgin ve bilgelerinin eserlerini Arapça’ya çevirttiklerini biliyoruz ki, bu çeviriler sayesinde ileride Avrupa OrtaçaÄŸ karanlığından kurtularak akılcı akımla Rönesansı gerçekleÅŸtirecektir.
Bu arada Mısır ve Anadolu kavimlerinde de var olan müziÄŸin teknikleri üzerine Sisamlı Pisagor ile Platon’un (Eflatun) yazmış oldukları eserleri de çevrilmiÅŸtir. Araplar, sonradan İslam ülkelerinden bilim sahibi olmak üzere BaÄŸdat’a gelen Farabi gibi Türkler, Acemler bu eserlerden yararlanarak ÅŸark müziÄŸinin kurallarını geliÅŸtirmiÅŸlerdir ve zamanla hükümdar saraylarının korunmasında bir “Åžark MüziÄŸi” türü ortaya çıkmıştır. Divan müziÄŸinin aslı da budur.
Selçuklulardan sonra Osmanlılar zamanında sarayda oluÅŸturulan Enderun’da bu türün sürmekte olduÄŸunu görüyoruz. Zamanla bu ÅŸark müziÄŸi Osmanlı saraylarında diÄŸer ülkelerde görülmedik bir geliÅŸme göstermiÅŸtir. Büyük ustalarca yeni makamlar icat edilmiÅŸ, ritm çeÅŸitleri artırılmış, diÄŸer YakındoÄŸu ülkelerinin hiçbirine nasip olmayan büyük formlarda deÄŸerli bestelerle “Divan MüziÄŸi”miz meydana gelmiÅŸtir.
Bu müziÄŸin karakteri daima yanı sansüel, yarı mistiktir. Bunun yanında aynı karakterde “Tekke MüziÄŸi’nin de yaratıldığına tanık oluyoruz. Tarih boyunca diÄŸer Arap, Acem ve Türk hükümdarlarının saraylarında olduÄŸu gibi, Osmanlı saraylarında da Divan MüziÄŸi’yle Türk halkının hiçbir zaman iliÅŸkisi olmamış, sadece sarayın duvarları içerisinde kalmıştır, bir zümre müziÄŸidir ve ulusallıkla ilgisi yoktur. Pek az sayıda İstanbul’daki geleneksel müzik bilginlerimiz dışında halkımız, divan müziÄŸini 1941-42 yıllarında Ankara Radyosu’nca hazırlanan “Tarihi Türk MüziÄŸi” programlarıyla ilk kez duymaya baÅŸlamış, yabancı sözleri ve karakterinden ötürü de bir ÅŸey anlamamıştır.
BelirttiÄŸimiz gibi önceleri bu müziÄŸe “Tarihi Türk MüziÄŸi” adı verilmiÅŸ, son zamanlarda “Klasik Türk MüziÄŸi gibi yanlış bir terim icat edilmiÅŸtir. Klasisizmin temel prensipleri vardır, Divan MüziÄŸi bu kurallara uymaz. Aynı ÅŸekilde Batı’yı taklit için uydurulan, pre-klásik, romantik, neo-romantik gibi terimler ve devreler Divan MüziÄŸi için geçerli deÄŸildir, gerçek ve bilimsel yanı yoktur.
Alaturka MüziÄŸin Çıkışı Cumhuriyet Dönemi ve DiÄŸer Türler – 19. yüzyılın ilk çeyreÄŸinde, aslında bir demokratlaÅŸma hareketi olan Tanzimat’la birlikte, Divan MüziÄŸi’nin de yavaÅŸ yavaÅŸ saray çevresinden dışarı çıkmaya, önceleri zengin konaklarına, daha sonra İstanbul surları içinde yayılmaya baÅŸladığını görüyoruz.
Bu dışarı yayılma sırasında Divan MüziÄŸi de yozlaÅŸarak, artık eski kültür ve yetenekteki bestekÃ¥rların yerini daha az bilgili “ezgicilerin alması, makam çeÅŸitliliÄŸinin giderek fakirleÅŸmesi, büyük ustaca formların yerini küçük formların almasıyla; “Åžarkı formu”, kısacası “Alaturka” dediÄŸimiz müzik türü çıkmış, 19. yüzyılın sonlarından itibaren “meyhane’ye düşmüş, bir daha da oradan çıkamamıştır. Yalnız bir olumlu nokta, bu yozlaÅŸma sürecinde, Divan MüziÄŸi’ni oluÅŸturan “Mahbubperest” (erkek sevgili) ÅŸiirlerin yerini artık normal aÅŸk ve aÅŸk ıstırabı ÅŸiirleri almıştır. Bugün de bunun devamı olan ÅŸarkılar hep aynı konuda sürüp gitmekte, halk müziÄŸimizin konu çeÅŸitliliÄŸi ve zenginliÄŸi yanında tekdüze kalmaktadır. Tanzimatla birlikte Enderun da kaldırılmış, sarayda müzik eÄŸitimi Muzikayı Humayun’a devredilmiÅŸ, bu arada Mehterhaneler de kapatılmıştır.
Mehterhane müziÄŸinden fazla bahsedemeyeceÄŸiz, zira üslubunu çoktan yitirmiÅŸiz. Bugün ihya ettiÄŸimizi sandığımız mehter takımları birer karikatürden baÅŸka ÅŸeyler deÄŸildir. Alaturka’nın çıkışı sırasında, neyin Türk, neyin deÄŸil olduÄŸunu halkımız, o eÅŸsiz saÄŸduyusuyla en gerçek terminolojiyi yapmıştır. Kendi sözlü müziÄŸine “Türkü”, yani “Türki”, Türk’e mahsus, diÄŸerine ise “Åžarkı”, yani “Åžarki”; Türk olmayıp Åžark’a mahsus bir tür olduÄŸunu kesin belirlemiÅŸtir.
Alaturka müziÄŸin İstanbul ÅŸehri sınırlarından Anadolu ve Rumeli’ye yayılışı, gramofonun Türkiye’ye girmesiyle, 1910’lu yıllardan sonra yapılan taÅŸ plaklarla önce ÅŸehirlerden baÅŸlar. Yayılış ağırdır. Ayrıca taÅŸradan öğrenim için İstanbul’a giden gençlerimizin orada meyhane ve gazinolarda alaturkaya alışmaları, bu müziÄŸi gerçek Türk müziÄŸi sanarak memleketlerine bu alışkanlıkla dönmelerinin de yayılmada rolü olmuÅŸtur.
Halkı esas alıştırma radyonun ülkemize girmesiyle başlayacaktır.
KurtuluÅŸ Savaşımızdan sonra Cumhuriyet ilän olunmuÅŸ, Atatürk’ün önderliÄŸinde ulusalcılıkla çaÄŸdaÅŸlaÅŸma hareketleri ve devrimler baÅŸlamıştır.
Atatürk’ün ilk açtırdığı okul, Musiki Muallim Mektebi’dir. Yıl 1924. Amaç evrensel müzik bilimi içinde ulusal müziÄŸimizi geliÅŸtirecek, çocuklarımıza doÄŸru müzik eÄŸitimi verecek öğretmenleri yetiÅŸtirmektir, eÄŸitim sisteminde alaturkanın yeri yoktur. Ardından Ankara Devlet Konservatuvarı 1936 yılında açılır. Amaç, ulusal ve evrensel müzik ve temsil sanatçılarımızı, icracılarımızı ve yaratıcılarımızı yetiÅŸtirmek, çaÄŸdaÅŸ ulusal müziÄŸimizi yaratmaktır.
Kompozisyon öğrencileri dışında geleneksel müzik eÄŸitimi yoktur. Atatürk’ün istediÄŸi, yeni sosyetemizin dinamizmine uygun bir müzik yaratılmasıdır. Bu müzik, halk müziÄŸimize dayalı olacaktır. Türkün ulusal müziÄŸi, kırdaki çobanın, köylünün, kısacası Anadolu’nun halk müziÄŸidir. Alaturka ise bir Bizans aksiyonudur ve Bizans’tan kalmadır. Kendinden önce ünlü bilginimiz Ziya Gökalp de aynı gerçeÄŸi dile getirmiÅŸtir.
Gelin bir de bir padiÅŸahımızın, 2. Abdülhamid’in müziÄŸimiz hakkındaki kanaatleri nedir onu görelim. (Abdülhamid’in Hatıra Defteri – TTK Kitaplığı 10. Defter / Sayfa 43.)
“MüziÄŸi pek severim. Hem de piyano vesaire sazlardan çalarım. Nota bilmek ÅŸarttır. Güzel bilirim. DoÄŸrusunu isterseniz, ben Türk’üm ama, Türkçe havalardan ziyade alafranga havalar, operalar hoÅŸuma gider. Çünki Türkçe minördür. İnsana uyku getirir. Hem de bizim Türkçe dediÄŸimiz makamlar Türkçe deÄŸildir. Yunan’dan, Acem’den alınmıştır. Türk çalgısı davul zurnadır. Sözün doÄŸrusu budur. Bizim ailede hemen hepsi saz çalar, istidat vardır. AÄŸabeyim Sultan Murat güzel keman çalar. Küçük kardeÅŸim Burhaneddin flüt çalar…” vs.
Görüyoruz ki ulusal müzikte gerçeÄŸi gören yalnız Atatürk deÄŸildir ve O’nun müzik devrimi ve ilkeleri doÄŸrultusunda bugün Türk kompozitörlerince yaratılan ulusal, evrensel ve çaÄŸdaÅŸ Türk müziÄŸinin her alanda en güzel ve baÅŸarılı örnekleri Türk ve dünya müzik literatürüne girmiÅŸtir. Yurdumuzda operalar, baleler, orkestralar, oda müziÄŸi toplulukları, uluslararası ünlü solistlerimiz, Atatürk’ün idealini gerçekleÅŸtiren ve kanıtlayan birer anıtlardır. Atatürk’ün ölümünden sonra O’nun ilkelerine ve devrimlerine ilk ihanetler baÅŸlamıştır ve günümüzde en ÅŸiddetli devresini yaÅŸamaktadır.
1940’lı yıllarda devreye Devlet Radyoları girmiÅŸ, sistemli bir ÅŸekilde alaturka dediÄŸimiz meyhane-gazino türü müziÄŸi her gün biraz daha artan oranla halkımıza aşılamaya baÅŸlamıştır. En gözde sanatçılar, İstanbul’un Kristal, Maksim vb. içkili gazinoların hanendeleri, sazendeleri ve repertuvarları da oraların gereÄŸi meyhane repertuvarıdır. O günlerde ünlü halk ozanımız Aşık Veysel, tehlikeyi görerek: “Åžarkı, gazeldir hatamız / Türküz, türkü çığırınız” dizeleriyle gerçeÄŸi dile getirmiÅŸ, halkı uyarmaya çalışmıştır ama piyasanın Radyo vb. kurumlarda egemenliÄŸi süregelecektir.
Radyolarımızdaki halk müziÄŸi sanatçıları da içkili gazino-pavyonlara düşmeye baÅŸlamışlar, ortaya yoz bir “kasaba stili” çıkmıştır. Radyoların artması ve 60’lı yıllarda transistorlu, pilli portatif radyoların yurda girmesiyle, köylüsüyle, kentlisiyle artık tüm Türk halkı TRT’nin beyin yıkama alanı içindedir ve alaturka müziÄŸe alıştırılmaktadır, piyasa adamları TRT’ye tamamen hakimdir.
Alaturka sözcüğü bu kimselere nedense ağır gelmektedir, onun için bir Türkçe yanlışıyla “Türk Sanat MüziÄŸi” terimi uydurulur. BaÅŸta dediÄŸimiz gibi, önüne “Türk” sözcüğünü getirmekle bu yoz müziÄŸi TürkleÅŸtirmiÅŸ, sanat sözcüğüyle de zenaatlığını sanat düzeyine çıkarmışızdır, yıllarca uÄŸraşılarak bu terim beyinlere iÅŸlenmiÅŸtir. Bugün birçok kimse ve en yetkili kiÅŸilerimiz bu müziÄŸin gerçek Türk müziÄŸi olduÄŸu inancındadır, çünkü genel kültürleri ve verilmiÅŸ olan alışkanlıkları bu düzeydedir. İtiraz edildiÄŸinde karşınıza taktik olarak” Itri” öne sürülecek, fakat uygulama daima piyasa müziÄŸi alanında kalacaktır.
“Türk Sanat” deyimi geniÅŸ halk kitlelerinde etkisini gösterir, halkta kompleksler yaratırken en büyük kaybımız, halk müziÄŸimizin orman ve topraklarımızdan daha hızlı bir erozyona uÄŸramasıdır. Eskiden, bir bölgemizden en az 300-400 özgün ezgi derleyebilen heyetlerimiz, artık 15-20 ezgiyi zor toplayabilmektedir, halkımız soylu müziÄŸini unutmaya baÅŸlamış, yaÅŸlıların da yaÅŸamlarını yitirmeleriyle bu yüksek soylu ulusal müziÄŸimiz, Anadolu bozkırlarımız gibi çıplak kalmaktadır.
Bu yozlaÅŸma sürecinde ta başından beri önceleri Arap filmleri, bunlara yazılan Arap stilindeki “ÅŸarkılar, daha sonraları bizimkilerin çevirdikleri sulu alaturka “Åžarkıcı Kız” melodramlarının da etkisini belirtmemiz gerek.
YozlaÅŸmayı son kertesine getiren, 70’li yıllardan bu yana yurdumuzda hızla yayılan kaset olayı olmuÅŸtur. Bir TRT Danışma Kurulu’nda da belirttiÄŸim üzere artık “Kendin piÅŸir, kendin ye örneÄŸi, halkımızın kasetlerle radyolara, videolarla TV’ye ihtiyacı kalmamıştır. Devrimiz, “Kendi kasetini kendin koy, dinle”, “Kendi videonu kendin koy, dinle”, “Kendi videonu kendin koy, kendin seyret devridir. Böylece TRT ÅŸimdiye kadarki taviz ve yanlış politikası sonucu hem Türk müziÄŸine en büyük kötülüğü etmiÅŸ, hem de fonksiyon dışı kalmıştır.
YozlaÅŸmanın en son halkası ise “Arabesk” müziÄŸin ortaya çıkması ve bütün yurdu sarmasıdır. Köylü-kentli ulusumuzun büyük orandaki bölümü bu alaturkadan da beter müziÄŸe esrar gibi müptelâdır. Büyük çoÄŸunluÄŸumuzun dinlediÄŸi bu müzik için gelin, biz de burada bir terim uyduralım: “Milli Türk Sanat Arabesk MüziÄŸi!”… Nasıl olsa başına “Türk”, “Milli” deyimini koyduÄŸumuz her nesne Türk ve Milli olmuyor mu?
Yurdumuzdaki DiÄŸer Müzik Türlerine Gelince; – 1920’lerden sonra yabancı ülkelerden dans müziÄŸi olarak giren, önceleri tango, fokstrot, rumba, daha sonraları diÄŸerleri ile baÅŸlayan hafif müzik türü, daha sonraları Türk müzisyenler tarafından yaratılmaya baÅŸlanmış, son yıllarda baÅŸarılı bir eÄŸlence müziÄŸi halini almıştır Adı da “Hafif Türk MüziÄŸi idi. Birkaç yıl önce içkili gazino-pavyonlarda çok raÄŸbet görmesi “Türk Sanat” adı altındaki piyasayı eline geçirmeye baÅŸlaması üzerine, parasal bir endiÅŸeyle alaturka müziÄŸin çıkarlarını korumak üzere, TRT’nin piyasa temsilcileri derhal faaliyete geçerek bu tür müziÄŸin adından “Türk” sözcüğünü çıkartarak, “Türkçe Sözlü Hafif Müzik” deyimini uydurmuÅŸlar, yavaÅŸ yavaÅŸ da özellikle en büyük reklam aracı olan TV’de ekranlarını kapamışlardır.
Bugünlerde Hafif Türk MüziÄŸi pek seyrek TRT programlarında yer alabilmektedir. Pop ve Disko müziÄŸi ise iletiÅŸim araçlarının hızla geliÅŸmesi ile Avrupa ve Amerika’dan yurdumuza moda örneÄŸi günü gününe intikal etmekte olan, ilkel ezgisi, fakat güçlü kaba ritmiyle gençliÄŸimizin hayli kabarık kısmının sevdiÄŸi, dans ettiÄŸi bir eÄŸlence müzik türüdür.
Küçük alaturka ÅŸarkıların çok seslendirilmek gayretiyle ortaya son zamanlarda bir de “Çoksesli Hafif Türk Sanat MüziÄŸi” çıkmıştır. Hafif Türk MüziÄŸinin piyasayı eline geçirmesi üzerine karşılık olarak, çok seslilik yapılmış diyebilmek için hafif müzik aranjörlerine yaptırılan, ezgilerinin kuruluÅŸu bir alaturka ÅŸarkıdan daha ilkel, 3-4 makamı geçmeyen, tekdüze, aslında arabesk yapıda, daha çok bir Avrupa ritmi olan usulü vals de uydurulmuÅŸ, içinde yer yer geleneksel çalgıların yanında tampere sistemdeki perdeli çalgılarla elektronik çalgıların karışmasıyla orkestralanan bir eÄŸlence müziÄŸi türüdür.
Komalı sistemin dışında bir müziğin Türk olamayacağını şiddetle ileri süren alaturka müzik savunucularının bu tampere sistemle komalı sistem uygunsuzluğundan hiç rahatsız olmamaları şaşılacak şeydir. Aslında bu tutumları doğaldır, çünkü işin gerçek yüzü Türklük, ulusallık değil, piyasa meselesidir.
MüziÄŸimizdeki yozlaÅŸmaya yardımcı olan bir unsur da son yıllarda renkli basınımız olmuÅŸtur. Her gün, piyasanın ünlü gazino assolistlerinin yan “üryan resimleriyle, cinsel yaÅŸam öykülerine, erkekse gönül serüvenlerine boy boy yer veren “Türk Sanat “Türk Sanat” diye reklamlarıyla halkımızın beynini yıkamada, deÄŸer ölçülerini saptırmada, kavram kargaÅŸası yaratmada basınımızın da rolü büyük olmuÅŸtur ve olmaktadır.
Atatürk’ün daha 1924’ten baÅŸlattığı müzik devrimine ihanet, daha önce de deÄŸindiÄŸimiz gibi 1940’lı yıllarda baÅŸlamıştır. Önceleri saman altından sessiz sedasız yürütülen bu eylem, 60’lı yılların sonunda artık su yüzüne çıkmıştır. Sinsice ve Makyavelist bir sistemle Atatürk’ün söylev ve demeçleri kasten çarpıtılarak müzik devrimini yok etme, belirli tutucu zihniyetteki kimseler tarafından programlı bir biçimde yürütülmeye baÅŸlanmış ve halen de yürütülmektedir.
ÖrneÄŸin Atatürk, “MüziÄŸimizin muhafaza edilmesi gerekir” demiÅŸtir. Tabii Atatürk’ün söz konusu ettiÄŸi müzik, halk müziÄŸimizdir. “Muhafaza’dan kasti ise halk müziÄŸimizin zamanla kaybolmaması ve Türk kompozitörlerine bu müzikler üzerine yaratacakları ulusal ve çaÄŸdaÅŸ eserlere malzeme saÄŸlanması idi. Nitekim bu buyruÄŸu doÄŸrultusunda 1935 yılında Bela Bartok Türkiye’ye çaÄŸrılarak derleme usulleri hakkında bilgi alınmış, 50’li yılların ortasına kadar her yaz ekipler halinde Anadolu’nun çeÅŸitli bölgelerine gidilmiÅŸ, binlerce halk ezgisi derlenerek arÅŸivlendirilmiÅŸtir.
Bugün on bin kadar derlenmiÅŸ halk müziÄŸimiz örnekleri vardır, yoksa günümüzdeki erozyonla elimizde hiçbir belge kalmayacaktı. Gelin görün ki “muhafaza” sözcüğü Atatürk’ün gösterdiÄŸi hedeften kasıtlı saptırılarak alaturka piyasa müziÄŸini yaÅŸatma anlamına getirilmiÅŸ ve önüne gelen yerde fasıl heyetleri kurulmaktadır. BektaÅŸi’nin Kur’andaki bazı ayetlerin yarısını okuyup, yarısını meskút geçerek (sessizce geçerek / ‘es’ geçerek) anlamını büsbütün tersine çevirmesi gibi, demeçlerin yarısını alıp, anlamından saptırmak, Atatürk’ün ilkelerine hıyanet, günümüzün gericileri ve tutucularınca yürütülen yalancı ve çirkin, fakat geçerli bir politikadır. Oysa Atatürk’ün ilkelerini belgeleyen, hayatta iken kurduÄŸu kurumlar bugün hâlâ ayaktadır. Müzikte Musiki Muallim Mektebi, Gazi Terbiye Enstitüsü Müzik Bölümü, Tevhidi Tedrisat Yasası, Ankara Devlet Konservatuvarı, CumhurbaÅŸkanlığı Senfoni Orkestrası, daha sonra Devlet Opera ve Baleleri, diÄŸer Devlet Senfoni Orkestraları, Devlet Konservatuvarları vb. müzik devrimimizin birer canlı anıtlarıdır.
Atatürk adını kullana kullana, müzik devrimini çürütmek, yurdumuzdan kökünü kazıyıp, ortaçağa hatta daha geriye, ilk çağlara dönmek için uydurulan, bilimselliği olmayan bazı bazı hakaretlere varan tutuculuk ve gericilik örneklerinden birkaçına birlikte göz atalım:
“Türk kompozitörlerinin yarattıkları eserler, yabancı, çarpık ve küstah düşüncelerin dejenere ürünüdür.
Bu, dünyanın hâlâ öküzün boynuzunda durduÄŸuna inanan, uzaydan habersiz zavallı beyinlerin düşünüdür ve günümüzde ancak “klinik vak’a” diye adlandırılabilir.
“Atatürk’ün “Türk müziÄŸi çoksesli ve çaÄŸdaÅŸ hale getirilmelidir’ ilkesi yanlış anlaşılmış ve ÅŸimdiye kadar yanlış deÄŸerlendirilmiÅŸti.”
Az önce de sözünü ettiğimiz, daha hayatta iken kendi eliyle kurdurttuğu kurumlar o halde neyl ispatlamak için kurulmuşlardır?
“Makam yönünden batı müziÄŸi fakirdir, majör ve minör olmak üzere ancak iki makamı vardır, Türk müziÄŸinde ise 375, 450, 475, (tutturabildiÄŸine) makam vardır ve çok daha zengindir.”
Bu sav düpedüz bilgisizliktir. Önce, majör ve minor makam deÄŸil “gam’dır ve batı âleminin ÅŸimdiye deÄŸin kullanmakta olduÄŸu gam ve “mod” (makam) ların sayısı 132’nin üzerindedir. Geleneksel müziÄŸimizin günümüzde bilinen makam sayısı 40-50’yi bile geçmez. Bunun dışında saÄŸda solda rastlanan makam adlarının ne olduÄŸu bilinmemektedir ve repertuarda yeri yoktur. Bunlar herhalde Enderun’da padiÅŸahtan bir kese altın koparmak için uydurulan, fakat yaÅŸamamış ÅŸeyler olsa gerek. Belki de aynı makama verilen deÄŸiÅŸik adlardır. Kaldı ki Türk makamları dediÄŸimiz makamların çoÄŸu doÄŸu ülkelerinde de vardır ve bu ülkelerin birçokları tarihte Türklerle hiçbir zaman temas bile etmemiÅŸlerdir.
Günümüzde “Türk Sanat” adı altında yapılan basit ÅŸarkılardaki makamlar ise beÅŸi – altıyı geçmez. Bu bakımdan da iflas halindeyiz. Çağımızda insanoÄŸlu yarattığı atonalite ve diÄŸer sistemlerle artık makamlardan, gamlardan, kısacası yer çekiminden çoktan kurtulmuÅŸtur. özgürdür, bütün evren önünde açıktır. Sonsuz gamlar, makamlar, formlar ve ritimler yaratabilmektedir.
“Komalı sistemde yazılmayan müzik Türk müziÄŸi deÄŸildir.”
Komalı sistemin ilk saptanması bildiÄŸimiz kadarıyla tarihte 2500 yıl önce Platon’la baÅŸlar. Demek ki eski Anadolu kavimleri, Atinalılar hepsi de Türk’tüler! Ondan daha çok eski tarihlerde Hintlilerin “Sutra” sistemi diye bir çeÅŸit komalı sistemi icât edip kullandıklarını biliyoruz. Bin yıl öncesine kadar Avrupa uluslarının müzikleri de komalı sistemde idi. Herhalde onlar da Türk’tü. Afrika’nın göbeÄŸinden tutun da Asya, Hindistan ve daha birçok Türk’ün ne olduÄŸunu bilmeyen ülke insanlarının da hepsi Türk’tür. Ve o halde neden piyano, gitar, elektronik çalgılar gibi tampere çalgılar “Türk Sanat” adı altındaki müziklere girebiliyor? Burada ÅŸunu da belirtelim ki sabit perdeli çalgılar dışındaki evrensel müzik çalgıları tampere sistemde deÄŸil, doÄŸal esas sistemi içinde çalınırlar ve doÄŸal seslerin içindeki armoniklerde büyük mücennep (Büyük mücennep: Önüne geldiÄŸi notayı 8 koma pes (bemol) veya tizleÅŸtiren aralıktır.), küçük mücennep (Küçük mücennep: Onüne geldiÄŸi notayı 5 koma pes (bemol) veya tizleÅŸtiren (diyez) aralıktır.) gibi sesler bulunmazlar. Belki de bundan dolayıdır ki koma sistemli müzikler hep tek sesli kalmışlar, çok sesliliÄŸe geçememiÅŸlerdir.
“Türk ritmleri batıyla kıyaslanamayacak kadar zengindir.”
DoÄŸrudur. Yalnız kökümüz olan Orta Asya’da, günümüzde Azerbaycan da dahil, bizim ritimlerimize rastlanamamaktadır. Yoksa bu ritmleri biz eski Anadolu kavimlerinden mi tevarÅ«s (miras alma) ettik? Büyük devirli bizim “Devr-i Kebir”, “Devr-i Hind?” gibi usullerimizi Avrupalı müzikologlar “Eski Hint ritmleri” olarak kabul ederler. Bu araÅŸtırılmaya deÄŸer bir konudur.
60-70 yıldan beri alaturka müzikte kullanılan ritmler basit aksak veya düz ritimlerdir. Hele günümüz alaturkasında daha da fakirdir. Yazılan ezgilerin büyük bir kısmını usul-ü vals teşkil eder. Büyük devirli ritimlerimiz ise ancak çağdaş Türk kompozitörlerinin eserlerinde yaşıyor. Hiç olmazsa bu konuda onlara teşekkür etmemiz gerek.
“Türk müziÄŸinde çok seslilik yoksa da bunun yerine manâ vardır.”
Abdülhamid Han bu konuda konuşmuştu. Fazlasına gerek yok. Biz artık uzay çağındayız. Kağnının manası çoktan geçti.
“Milli Türk MüziÄŸi ancak milli çalgılarımızla yapılabilir.”
Bizim geleneksel çalgılarımız, ilk ve orta çağdan kalmadır ve alanları dardır. Gelişmiş bir müzik ancak gelişmiş çalgılarla yapılabilir. Geleneksel çalgılarımızda ilk iş diyapazon sorununu halletmektir. Yoksa şimdiki gibi hep birinci pozisyonda çalınan bir çalgı, teknik olarak ilerleyemez. İlkel çalgıların gelişebilmeleri yüzyıllara bağlıdır.
“Türk müziÄŸine yüzyıllardır devlet elini uzatmadığı için geri kalmıştır.”
Biraz insaflı olalım. BildiÄŸimiz kadarıyla Fatih zamanında (1455-60) sarayda, Enderun’da bir “musiki mektebi kurulmuÅŸtur. Bu kuruluÅŸ, her türlü yardım ve teÅŸvik devletten gelerek Tanzimat’a kadar sürdü. Tanzimat’tan sonra ise gene sarayda Mızıkayı Hümayun adı altında eÄŸitim sürdürüldü. Cumhuriyetin ilânından sonra Dar-ül Elhan, İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda aralıksız devam etti. Bunun yanı sıra önce Ankara sonra İstanbul radyoları alaturka eÄŸitimi sürdürdü ve sürdürmekte. Åžimdi ayrıca birkaç geleneksel müzik Devlet Konservatuvarımız var. Hünkar ve Devlet daha nasıl elini uzatsın? Demek ki iÅŸin aslı o deÄŸil.
“Devlet Konservatuvarları gayrı milli müzik eÄŸitimi yapmaktadırlar. Bu yüzden çok sesli çaÄŸdaÅŸ müziÄŸi ancak açılacak Türk MüziÄŸi Devlet Konservatuvarları gerçekleÅŸtirebilir.
İstanbul Belediye Konservatuvarı bir yana, ilk geleneksel Türk Müziği Devlet Konservatuvarı açılalı neredeyse 15 yıl oldu (yazı 2000 yılında yazılmıştır. SV.) ve henüz dişe dokunur bir şey çıkmadı.
Bir kemençe, bir kanun, bir viyolonsel, bazen tampere bir çalgı olan arp ile yapılmış küçük çok seslilik denemeleri dinledim. Benim birinci sınıftaki bir armoni öğrencim bile bunlardan daha baÅŸarıl ve niteliklisini yapar, Sunulan baÅŸarılı bir örnek ise Ferid Alnar Hoca’nın 1950 yılında yazmış olduÄŸu kanun koncertosudur ki geleneksel müzik konservatuvarının çalışmaları dışındadır.
Biz gene de umutla bekleriz ama Atatürk “Biz 400 yıl bekleyemeyiz” demiÅŸti.
Ankara Devlet Konservatuvarı 1936 yılında kuruldu ve eÄŸitime baÅŸladı, 4 yıl geçmeden 1940 yılında operalar, tiyatrolar oynamaya, öğrencileri koro, orkestra konserleri vermeye baÅŸlamışlardır. Musiki Muallim Mektebi 1924’de kuruldu ve ilk yıllarından itibaren baÅŸarılı müzik faaliyetlerini halka sunmuÅŸtu. Ben Ankara Devlet Konservatuvarı’na 1939’da çocuk yaÅŸta girdim, 1942 yılında KöroÄŸlu üzerine piyano için yazdığım bir “Balad” aynı yıl öğrenci konserlerinde halka sunulmuÅŸtu. Bunun nedenleri üzerinde düşünmek gerek.
“Atatürk de Alaturka müziÄŸi sever ve dinlerdi.”
Atatürk’ün ara sıra Köşkte içkili meclislerine alaturka ÅŸarkıcıları çağırıp dinlediÄŸi doÄŸrudur. Tabii kuru kuruya deÄŸil. Meyhane âdâbıyla… Ama özel olarak asla kalkıp bir gazinoya alaturka dinlemeye gitmezdi. Kazım Nami Duru’nun, bir gün Atatürk’e, “Hem radyoda alaturkayı yasaklıyorsunuz, hem de oturup kendiniz dinliyorsunuz” kritiÄŸine verdiÄŸi yanıt ÅŸu olmuÅŸtur: “Ben alışmışım, rakı içerim. Ama rakı saÄŸlığa zararlıdır. Ben içiyorum diye halkıma bu zararlı ÅŸeyi içmesini mi önereyim? Bu müzik meyhane müziÄŸidir. Ve halka zararlıdır.”
Atatürk’ün büyük devlet adamlığı kendi zevklerini ve alışkanlıklarını halka empoze etmemesindendir. İşte buna benzer savlar, Atatürk’ün müzik devrimi, bütün müzik kültürü ve alışkanlıkları gazino-pavyon ÅŸarkıları düzeyini aÅŸmayan birçok yetkililerce yozlaÅŸtırılmaktadır ve buna alet olan kiÅŸiler, ulusal bir görevi yerine getirdiklerini sanmaktadırlar. Sonuç olarak da, lahmacun yiyen, pepsi kola içen, arabesk müzik dinleyen, fotoroman okuyan, dindar görünen. çingeneler gibi göbek atan, düşünmeyen, yaratıcı ve üretici olmayan, köşeyi dönme hırsında bireyler ve bir toplum yaratmış olduk. Belki de karanlık güçlerin bizi getirmek istedikleri nokta da buydu. Böylesine ÅŸartlanmış bir toplumu yönetmek kolay gibi gelebilir, ama bakarsınız arabesk olayı gibi bir ters tepki çıkabilir ve o zaman sonumuz “Humeynidir.
Benim bütün bu sözlerimden sakın alaturka düşmanı, divan müziği düşmanı, arabesk düşmanı olduğum gibi bir düşünceye kapılınmasın, benim için yaşamda en güzel şey çeşitliliktir. Tabii ki rakı içmeye bir gazinoya gittiğimde, orada, havası gereği güzel bir fasıl heyetinden şarkılar, parçalar dinler eğlenirim. Büyük müzik değil. Ama sabah akşam da değil.
Yurdumun güzelliklerinin, insanlarımın, sevginin, kendi öz benliğimin hazzına varmak için türküler dinlerim. Ama sabah akşam değil.
Dans etmek için diskolara, danslı yerlere gider hafif müzik, dans müziği, pop müziği, disko müziği dinlerim, dans ederim. Ama sabah akşam değil. Bunlar sadece eğlence müzikleridir.
Bir müzeye gider gibi ara sıra Osmanlı Saray tarihini, müzikte yaratılan eserleri daha iyi anlamak için eski müzik ustalarının divan müziği bestelerini dinlerim. Ama sabah akşam değil.
Bunların hepsinin yeri ayrıdır. İnsana ince, soylu duygular, yüksek düşünceler aşılayan ister, Türk ister evrensel büyük müzik eserlerini, senfonileri, konçertoları, opera ve benzerlerini ruhumu yüceltmek, insanlığın erdemine erişmek, müziğin o büyülü fenomeninden yararlanmak için sık sık dinlerim. Ama sabah akşam değil.
Son günlerde Milli EÄŸitim Bakanlığı’nca Talim Terbiye Heyeti tarafından Ortaokul ve Liselerde artık Türk MüziÄŸi (!) okutulacağı ve müfredatını içeren, amatör alaturkacıların yeni bir müzik kitabı hazırladığını, böylece hem Tevhidi Tedrisat yasasının, hem de Atatürk’ün müzik devriminin bir kez yaralandığını duydum ve üzüldüm. Demek piyasa müziÄŸi mafyası son aÅŸama olarak okullarımızı da kontrolüne alıyor…
Gösterilen neden gene aynı gerçek dışı terâne: “Okullarımızda yabancı, gayri milli müzikler okutuluyor ve öğretiliyor, Türk müziÄŸi okutulmuyor. Uyanın ey ahali.” Oysa, 1924’de Musiki Muallim Mektebi’nin kuruluÅŸundan bu yana müzik dersleri müfredatı öğretmenlerimizin, müzisyenlerimizin çocuklar için yarattıkları Türk karakterinde özgün parçalar, çocuk ruhuna uygun halk Türkülerimiz ile, birkaç dünya çocuk ÅŸarkıları litreratüründen pedagoglarca alınan Tevhidi Tedrisat yasasına uygun parçalardan ibarettir.
Åžimdi asıl amaç, gene “Itri’yi ileri sürüp, usul-ü vals’ten çocuk ruhuna aykırı, pedagoji biliminden uzak, bol bol ilkel alaturka piyasa parçalarıyla Türk MüziÄŸi” diye gençlerin beyinlerini ÅŸartlandırmaktır. Herhalde, içine çocuklar için repertuvarı bulunmayan divan müziÄŸinden bir iki nota da serpiÅŸtirilecektir. Åžimdi: “Hataya tövbe o rakkas-ı iÅŸvebâzın haram ÅŸiveleri hâtira neler getürür” diye veya buna benzer bir besteyi o yüksek heyetçe hazırlanan kitapların içinde görür gibi oluyor ve dehÅŸete düşüyorum.
Çocuklarımızı biz nereye götürmek istiyoruz acaba? Neyi aşılamak istiyoruz?
Milli eÄŸitimcilerimizin bu milli müzik anlayışı kargaÅŸasında böyle bir hatadan bir an önce döneceklerini ummak isterim. Yoksa, zamanında okullarda alaturka müzik okutulması yaygaraları baÅŸladığı sıralarda Kültür Bakanlığımıza, sonra da zamanın Milli EÄŸitim Bakanına sunduÄŸum raporda belirttiÄŸim üzere “Dünyada ilk kez piyasa müziÄŸini milli müzik kabul ederek okul müfredatına resmen sokmuÅŸ devlet olma ÅŸerefine nail oluruz!”
Günümüzde bütün uluslar için büyük bir tehlike gökyüzünde dolaÅŸmaya baÅŸlamıştır: Uydularla radyo televizyon yayınları…
Artık hangi devletin tekniÄŸi daha güçlüyse kendi kültürünü, bu arada müziÄŸini de diÄŸer ülkelere aşılayacak, güçsüz ve bizim gibi daha kavram kargaÅŸasında bocalayan ulusların dillerine varıncaya kadar tüm kültürleri ortadan silinebilecektir. Bunu göğüslemeye ÅŸimdiden hazırlıklı olmak zorundayız. Her konuda önlemler alınırken Atatürk’ün müzik devrimini TRT, basın, üniversiteler, Milli EÄŸitim, Kültür vb. kurum ve bakanlıklarımız saptırmadan uygulamak, eÄŸlence müzik türlerini bir yana bırakıp, ulusal ve çaÄŸdaÅŸ Türk müziÄŸinin kökleÅŸmesine, geliÅŸmesine çalışmalıyız.
Okullarımızda müzik eÄŸitimi için sadece ortaokul müfredatımız ve öğretmen yetiÅŸtiren kurumlarımız vardır. Halen bir okul öncesi ve ilkokul müzik eÄŸitimi ve eÄŸiticileri olmaması boÅŸluÄŸunu doldurmak üzere gene tavizsiz, alaturka olmayan, Atatürk ilkeleri doÄŸrultusunda eÄŸitim veren “Müzik Meslek Liselerinin açılması ÅŸarttır. (Türkiye’de ilk Güzel Sanatlar Lisesi 1989-1990 eÄŸitim yılında açılmış olup ÅŸu anda sayıları 86’ya ulaÅŸmıştır. Müzik yanında resim ve spor dalları da bulunan okullara öğrenciler yetenek sınavı ile alınmaktadır.) Buradan yetiÅŸecek gençlerimiz Üniversitelere devam edebilecekleri gibi yeteneklerine göre konservatuvarlara, eÄŸitim fakültelerinin müzik bölümlerine girebilmeli veya ona ve ilkokullara da müzik öğretmenliÄŸi yaparak bu boÅŸluÄŸu doldurabilmelidirler.
Yok, eÄŸer “Milli”, “Türk”, “Tarihi” diye diye saptırmalarla Atatürk’e ihanete devam edecek, “Milli Türk Sanat Arabesk MüziÄŸi’nden de beter bir düzeye düşeceksek hiç olmazsa O’nun yüce adını kirletmeden bu iÅŸi yapalım.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
Ben NEVİT KODALLI – 6. Bölüm
