,

AKKAHVE VE AKKAHVELİLER – Nuri ABAÇ

…………Akkahve nasıl bir yerdi, nasıl yönetiliyordu?
Akkahve ne idi? Eski bir pamuk deposundan kalan bu tonozlu yapı gazino muydu?
Kahvehane miydi? Yoksa lokanta mıydı?
Sanırım ki, bu saydıklarımın hepsinden azıcık vardı. Akkahve galiba, Avrupa’dan örneklenen bir
statüye sahipti.( 1)
Hasan Baba iÅŸletiyordu Akkahve’yi. Hasan Baba Rusya’da eziyet görmüş, bir takım iÅŸkencelerden sonra Türkiye’ye kaçmış bir Kazan Türk’üydü. Kendisi asla aÄŸzını açmazdı. Onun hakkındaki bilgilerimiz söylentilerden ibaretti. Herkesten kuÅŸkulanan iyi yürekli olmasına karşın aksiliklerle dolu bir yapıda, dost edinmesi, edinilmesi zor, içine dönük bir adamdı.
GeniÅŸ ve nadir bir pul kolleksiyonu olan, orta yaşın üzerindeki oÄŸlu, çok zeki ama arada sırada kendini kaybeden, düzensiz bir kiÅŸiydi. Garsonluk yapardı orada. Bir de her ikisini dengeleyen karısı vardı. Bu üçlü Akkahve’yi bildikleri gibi yönetirler ya da yönetir görünürlerdi.
Açıldığı günden itibaren Akkahve’ye yerli müşteri hemen hemen gitmezdi. Yakın kentlerden gelen az sayıdaki kiÅŸilere de özel servis, bedeli biraz yüksek hizmet verilirdi.
Hasan Baba müşteri kaçırtmanın ustasıydı. Nasıl olduÄŸunu bugüne kadar anlayamadığım bir taktik kullanarak huylandığı ya da tipini beÄŸenmediÄŸi müşteriyi, genellikle gençleri kaçırırdı. Fakat, hatırlı bir kaç müşterisine basit ama lezzetli yemekler ikram ederdi. Ä°lk günlerde bizler de Hasan Baba’nın hışmından nasibimizi aldık.
Peki sonradan orada nasıl tutunabildik? Bu, uzun bir sürede geliÅŸen bir olaydır. Belki Hasan Baba’ya diller dökerek yaptırdığımız yemekler, belki yargıç Celal Çumralı gibi devlet otoritesini simgeleyen kiÅŸinin bulunması, eli bizlere karşı çok açık Murat Sevim’in, hesabı çoÄŸu zaman bolca bahÅŸiÅŸ vererek ödemesi, belki de dönemin Valisi Tevfik Okyayuz’un bir kaç kez yanımıza gelip bir süre söyleÅŸilerimize katılması. (2)
Bunlardan baÅŸka Akkahve Polis’inde kontrolu altındaydı ve bu durum Hasan Baba’yı huzursuz bir kiÅŸi yapıyordu. Hasan Baba, Mersin’li kızların salına salına akÅŸam gezilerini yaptıkları Atatürk Caddesi’ne açılan masalara gençlerin oturmasını hiç sevmezdi. Keza deniz tarafındaki masalara da.. Geriye pek bir ÅŸey kalmıyordu zaten. O zaman denilebilir ki, Hasan Baba ve garson oÄŸlu gençleri sevmezlerdi. Onları uzun oturtmazlardı. Derme çatma bir servis sunup, biraz da rahatsız ederek kaçırırlardı. Fakat, geniÅŸ rakı sofrası kuranlara dostça davranır, masalarını alışılmadık Rus usulü mezelerle donatırlardı. Gecede   rakı sofrası olsa keyiflerinden yanlarına varılmazdı. Bu da doÄŸal olarak masanın parasal getirimine baÄŸlı bir olaydı. Yine bu nedenle, kentin gözü pek kabadayıları gözlerden uzakça bir köşede zengin masa kurarlardı.
Tüm zorluklara raÄŸmen bizim gurup zamanla kabul görmüş, bir tür dokunulmazlık kazanmıştır. Yıllar boyunca Akkahve yöneticileri ile aramızda mesafeli ama dostluk içeren bir birliktelik sürüp gitti. Arada sırada masamıza gençler de katılırdı. Bunlar o dönemin sanatla ilgilenen ortaokul ve liseli gençleriydi. Belki de Öğretmenler Lokali’nde, hocalarının karşısında oturmaktan sıkılan, bizleri merakla izleyen, tartışmalarımıza katkı saÄŸlamak isteyen gençlerdi bunlar. AnımsayabildiÄŸim kadarıyla Nurer UÄŸurlu ve DoÄŸan Akça başı çekenlerdendi. Bunların aramızda bulunmaktan ne kadar mutlu oldukları gözlerinden okunurdu. Hasan Baba, koruyucu ÅŸemsiyemiz altına giren bu gençleri uzaktan izlemekle yetinirdi. Zamanla çevremiz geniÅŸledi, bilinçlendi, tartışmalar daha ilerici, söyleÅŸiler daha özgürce düzenlenmeye baÅŸladı. Zamanı gelince biz eskiler tek tek çekildik. YaÅŸam yollarımızda yürüyüp kaybolduk. Akkahve’yi gençlere terk ettik, onlar da daha gençlere bıraktılar. Tek tek isim sıralama ve kuÅŸak sınırlandırması kurma gereÄŸini duymuyorum. Giderek önceki sanatçıları aÅŸabilen gençleri içeren, her halkası ayrı özellikler taşıyan, altın bir zincir gibi günümüze dek uzayan ve sonunda geniÅŸ bir yelpazeyi oluÅŸturan İçel Sanat Kulübü olgusunda noktalanan bir oluÅŸumun çizgisidir bu… 1. kuÅŸak, 2. ve 3. kuÅŸaklar gibi temelden gereksiz, yanlış bir sınıflandırma ya da sıralama, daha önce de Mersin’de var olan kuÅŸakları yok saymak olmuyor mu? (3) Sizlere Akkahve ve Akkahveli’ler olayının kısa fakat göz ardı edilemeyecek bir bölümü tanıtılmıştır. Aslında Akkahve’nin ve Akkahveci’lerin öyküleri kitaplara zor sığar. Bunlar yalnızca sanatçı anlatımlarından ibaret deÄŸildir. Birçok gönül iliÅŸkileri orada noktalanmıştır. 1950’lere kadar pamuk balyalarına depo olarak hizmet veren kara duvarların, kavisli tonozların dili olsa da anlatabilse olanları.
Ama en gerçekçi öykü herhalde, Hasan Baba’dan baÅŸlayıp HaÅŸmet Akal’larla, Çumralı’larla, Ergun Evren’lerle, Ziya Arman’larla, OÄŸuz Turan’larla uzayıp giden uzun ve tükenmez öyküdür.
(1) Bizler, yani Sayın Gündüz Artan’ın sıralamasında 3. kuÅŸak olarak nitelendirdiÄŸi kiÅŸiler, Akkahve’nin halka açıldığı ilk günlerden itibaren oraya devam etmeye baÅŸladık. Daha önceki mekanlarımız, gündüzleri benim çalıştığım büro, geceleri ise Adana Lokantası, Belediye Gazinosu’nun kuytu bir köşesi ya da meÅŸhur kebapçı Ahmet Usta’nın yeriydi. .
(2) Bu ilginç ve o dönemde asla görülmeyen olayı MOZAiK dergisinde genişçe anlatmıştım.
(3) Mersin’in veya İçel’in söz konusu sanatçılardan çok önceye dayanan ve öncelikle Edebiyat, Tiyatro gibi dallarda yaÅŸanan bir geliÅŸimi vardır ki sayın Artan’dan bu güzel dönemi de belgelemesini bekliyoruz.
*Bu yazı  “İçel Sanat Külübü” Aylık Bülteni “Haziran 1996 – 48. Sayı” sından alınmıştır.

Biyografik Bilgi

scroll to top