KİTABIN BAŞ TARAFINA (1. BÖLÜM) DÖNMEK İÇİN için burayı tıklayınız.
SİVİL YAPILAR
Sarnıçlar ve Su Donanımı
Kilikya Uygarlığı içinde su yapıları ve suyolları önemli bir yer tutar. Antik dönemlerden günümüze kadar ulaşan tüneller, kanallar, akuvadükler ve sarnıçlar geçmiş dönemin görkemli izlerini taşırlar. Dağlık Kilikya’nın antik kentlerinde yaşayan toplumlara hayat veren su, ağırlıklı olarak Lamas deresinden sağlanmıştır. Kanlıdivane ören yerinin pek çok yerinde bulunan ve bazılarının bugün de kullanıldığı sarnıçlar ilgi çekicidir.
Özellikle (yukarıda sözedilen) II no.lu basilikanın batısında bazı eski izlerin arasında, tamir edilmiş ve üstü muntazam biçimde kapatılmış ve yörüklerin bugün kullandıkları bir su sarnıcı daha vardır.
Sarnıçları besleyen sular Lamas deresinden şaşırtıcı bir alt yapıyla ulaşır. Lamas deresinin üst başındaki ”Piren” den başlayan suyolu, kanallar, kemerler, akuvadük ve kaya oyma galeriler (tüneller) antik dönemde su mühendisliğinin günümüzde yaşayan birer canlı anıtıdır.
Lamas deresinden değişik kotlarda alınan sulardan son su alma yeri, Korykos kentine aktarılan 100 kotlu yerdir. VI. Su Bendi olarak tanımlanan bu su hattı, Tırtar’ın arka kısmında Kumkuyu yerleşimine kadar uzanır. Kanlıdivane antik kenti Kanytelis’nın alt yarısında antik ve modern yolu aşar. Üç kemerli IV. Su Bendi, Kumkuyu ve Kanytelis’nın batısındaki yan vadide yapılanmış olup Yemişkumu’nun içinden geçer. G. Bell’in daha önce sözünü ettiği kilisenin yakınından kıvrılarak, içinden yazın kuruyan bir derenin aktığı vadiye iner, Elaiussa Sebaste Bölgesi’nin kuzey ucuna kadar ulaşır. Burada iki yapı periyodu gözlenir. Duvar işçiliği “geç antik dönem” yapı tekniği ile benzerlik gösterir.
Antik Yollar
Antik liman Akkale’den Kanlıdivane’ye gelen yol, buradan iç bölgelerle bağlantı kurar. Karaahmetli üzerinden Olba –Limonlu yoluna bağlanır. Bu yola ait Akkale-Kanlıdivane arasındaki taş kaplamalar yer yer görülebilecek durumdadır.
Kanlıdivane antik kentinin içindeki en ilgi çekici taraflarından biri de, III. Numaralı Basilika’nın batısından yukarı doğru çıkan caddedir. Bazı kesimlerde taş döşeli kaldırımı hâlâ belirli olan bu caddenin ucunda, yamacın yüksek kısmında, parçaları yerinde duran büyük bir anıtmezar, daha doğrusu mabet biçiminde bir mezar odası bulunmaktadır.
Anadolu’da Hellenistik dönemle başlayan karayolları yapımı Roma devrinde zirveye ulaşmıştı. Böylece ticaretin ve ekonominin gelişmesi sağlanmıştır. Kanlıdivane antik kenti kıyıdan başlayıp Olba’ya giden, Korykos’tan gelip Çanakçı’ya çıkan antik Roma yollarının kesiştiği noktadadır.
Geniş yüzeyli, sağlam dokulu, doğal kenarlı bölgesel taşlarla oluşturulan yol dokusu, ikibin yıllık geçmişine karşın bugüne ulaşmış görülüyor. Bugün Antik yollar üzerine yapılan şose ve asfalt kaplama, o yıllarda seçilen güzergâhın doğruluğunu vurgulamaktadır.
YAZITLAR
Kanlıdivane antik kentinde, kültür mirasımız taş yapıtlar üzerinde, Helenistik dönemden Bizans dönemlerine kadar, çeşitli zamanlarda kazınmış belgeler uzmanlarınca okunmuştur.
1. Yörenin en eski yazıtı Hellenistik (Kızıl) Kule üzerindedir. Kulenin batı yönünde polygonal teknikle işlenmiş iri taşların üzerine kabartma ve oyma yöntemiyle nakşedilmiştir. Burada sağ köşede aşağıdan 11. taşta bulunan triskeles ambleminin üzerinde kentin kuruluşu hakkında açıklayıcı bilgiler bulunur.
2. İlkçağlardan bu yana kutsal olduğu varsayılan, obruk’un güneyindeki doğal duvarındaki aile kabartmasının üst sağ tarafında beş satırlık Yunanca yazıt, bugün zor okunur durumdadır. Yazıtı ilk kayda alan Thomas Bent olmuştur.
3. Antik kent hakkında en eski belge kuşkusuz antik yazarlardan, Strabon’un ”Geografica” isimli eserinde ayrıntılı bir biçimde söz ettiği bir kadınla ilgilidir. İşte bu özel kadının aile türbesi üzerindeki kitabe, insanı sarsacak dramatik boyutlardadır. O çağlarda bölgeyi kasıp kavuran veba hastalığından kaybettiği sevgili yavruları ve kocası için yaptırılmış olan bu mezar anıtı kuzey yamaçta tüm görkemi ile ikibin yıldır suskun.
4. Çanakçı köyü yoluna doğru ilerlediğimizde, tırmandığımız her adımda mutlaka kaya oyma bir taş lahit karşılar insanı. Bunlardan bazılarının üzerinde Yunan harfleriyle klasik oyma yazıtlar izlenir. Pek çoğunun okunup incelenmediği bu taş mektuplar belki de bizlere binlerce yılın gizemini sunmaktadırlar.
Çanakçı Kaya Nekropolü’ndeki yazıtlar, mezar sahipleri, dinleri ve bu ören yeri hakkında bilgi vermektedir. Çanakçı Köyü yolundaki ilginç kaya mezarları üzerindeki kitabeler heykel karakterine yaklaşan yüksek kabartmalarla bezenmiştir. Bunlardan en görkemlisi Aba’nın kabartması altındaki mezar yazıtıdır. Helios ya da Venüs ile alınlıktaki ay tanrıçasının simgesi Selene bugün bile gün ışığında sessizce parıldar gibidir. Sözkonusu bu kaya mezarlarında bugün zamanla aşınıp-silinmiş gibi görülen tapınak tacı biçimindeki (üçgen alınlıkta) Edikula altında, iki sütun arasındaki panonun da dikkatlice incelendiğinde eski bir yazıt olduğu anlaşılıyor. Yıpranmış durumdaki kitabe, çevresiyle ve altındaki nekropol giriş kapısı ve arkasındaki gizemli mezar odası ile insana heyecan veren anıtsal bir bütün durumundadır. Roma İmparatorluğu tarih yazarı Hekataios, muhtemelen yaptığı gezi sırasında vefat edince, bu ünlüler nekropolünde ölümsüzleştirilmiştir.
Kayalık Nekropoldeki ilginç bir yazıt Serra Durugönül tarafından söyle deşifre edilmiş bulunmaktadır:
“Hekataios Kerageos bu mezara ne gelecek kuşaklardan, ne de varislerden biri yanda/yakında bir başka yere gömmesinler. Onu ne de mezarından uzaklaştırmasınlar. Ne de ortadaki, duvarda bulunan Larnag’a Hekataios ve onun karısı Tatatos dışında, herhangi birşey konulmasın diye yaptırdı. Ama herhangi birisi kuralları bozarsa, O, tanrısızdır. O Zeus’a, Selene’ye, Helios’e, herbirinin tapınağına (600?) kutsal Drahmi ceza ödemelidir. Ve de 1000’ de başrahibe. Burada yatanlar: Leasis, Appas’nın karısı ile annesi Kovon ‘dur. İçeride yatan hiçbir koşulda, kendi dostu olsa bile başka bir yere taşınamaz. Bu kutsal mezarlıktaki mezarlardan hiçbirisi gelecek kuşaklar tarafından olsa bile asla satılamaz, devredilemez ya da yanına başka bir cenaze yatırılamaz. Bu kuralları çiğneyenler tanrısızdır. Zeus, Helios, Selene ve Athena tapınaklarına ve ayrıca başrahibe 1000’er kutsal drahmi kefaret cezası ödeyeceklerdir.”
Kraliçe ABA’ya ait yazıt ise 30 yıl önce Rum vatandaşımız Taki Aleksi tarafından okunmuştu:
“Aba, Kaligon Kapeos’un mirasçısı olup, Ailos Nikanoros Arios’un karısı ve Nikanor ve Arios’un anası olup, Arios’un vasiyeti ile görevlendirilip, Arios’un mezarına benden (Aba) başkasının konulmamasını istiyor ve emrediyorum. Bu emre karşı gelenin ve (onun) cehennemin kötü tanrılarının gazabını ve Sebaste (Ayas) şehri ve Kanigelle (Kanlıdivane) kentinin Sezar’ın veznesine 10.000 (drahmi) ödesin.”
Yine Taki Aleksi’den kendi el yazısıyla bir küçük not:
“Kani ileon, Sebaste veznesine 10 000 Asırlar da geçse kimse bozamaz.Aryus’un mezarına yalnız Ava (Aba) girecek.”
KANLIDİVANE BİLİNMEZLERİ
Kanlıdivane antik kentinde daha önce söz ettiğimiz gibi bilinmeyen başka gizemler ve yapılar bulunabilir. Fotoğraflarda görülenler şimdilik soru işaretleri barındırıyor.
YALNIZ KADIN
KRALİÇE ABA
Zamanın bilinmez derinliğinden
bakar gibidir Aba / Yalnız…
Yapayalnız kayalıklarda.
Gecenin en sancılı zamanlarında bile,
karanlıkta / Ve ay ışığında.
Yağmurla en çok yıkayandır saçlarını,
Güneşle en çok.
Ne üşür / Ne yanar yüreciği.
Bakar, bakar da durur,
kaya bir duvarda.
Ey gizemli sanatçının soylu çekici ve keskiler;
Aba’yı neden böyle tek başına yonttunuz?
Bu denli yalnız mıydı o bilinmez yıllarda?
Asırlardır / Her mevsim,
ve binlerce baharda
Adonis’in doğumunu aynı bakışla izler.
Ne bir gülüş, ne hüzün.
Ağlayamaz / Yalnızlığına bile Aba,
Kilikyalı doyumsuz sabahlarda.
Ey! / Kıvrım kıvrım giysiler altında
mağrur duran,
güzel bedenli / Gün yüzlü kadın.
Ey zamana bakan / Seni güneş /Seni ay/
Ve seni yıldızlarla söyleşirken gördüm.
Rüzgara ezgi söyleyen sarmaşıklarla,
bırak da usumuz ağlasın biraz
böyle yalnızlıklarda.
Kanlıdivan’a gitmeye gönlünüz olursa,
dostlar;
Bulursanız bir kısa zaman,
ve aklınızda kalırsa,
selam iletin benden güzel Aba’ya.
Bir küçük şair yüreği için belki ama,
insanlık için yalnız kalmadı deyin…
Geleceğe uzanan umut dolu yıllarda… / Berdan Karagöz
Anadolulu, hırslı ve güçlü bir kadındır ABA. Adı sanırız eski Anadolu dillerinden “Luvice” olmalı. Anadolu’da yaygın olan “anaerkil” düzende kadın öncelikli ve kutsaldı. Toprak Ana, Ana Tanrıça kültü gelişip yaygınlaştığında çeşitli kavimlerin söylemine göre dillendi, isimlendi: Kibele, Kubaba, Selene, Hebe, Eva, Havva gibi yazılım ve söylemi toplulukların diline göre değişti, Anadolu’yu aştı.
Aba, bölgede söz sahibi olmuş güçlü, entelektüel, (belki de ilk feminist!) , güzelliğini de günümüze taşımış döneminin yöneticilerinden soylu bir kraliçedir. Luvi ya da Hitit kent devletlerinin ardıllarından bir topluluğun son temsilcisidir. Ama ne olursa olsun o, Anadolulu ve bizim topraklarımızdaki kutsal Olba Rahip-Krallığının kahramanlarındandır. Saygın kişi Ksenophanes, çevresindeki birkaç kişiyle romanlara, filmlere konu olabilecek bir hile ile muhafız kılığında imparatorluğu ele geçirir ve Tiran olur. Ksenophanes’in kızı Aba ise evlilik yolu ile hanedana girer. Kişisel davranışları ve politikası karşısında, Antonius ve Kleopatra, onun nazik davranışlarına bir lutuf olarak yetkilerini onaylayıp, bu toprakları Aba’ya bağışlarlar. Böylelikle Roma korumasında otonom bir yönetim sağlanır.
Yirmibir yüzyıl önce, Rahip-krallık egemenliğindeki bir ülkede, bir kadın yönetici olması Anadolu’da anaerkil düzenin o yıllarda da var olduğunu göstermiyor mu?
Amasyalı Strabon’un kitabından öğrendiğimize göre, evlenerek yönetime gelen Anadolulu Kraliçe Aba, döneminin Roma ve Mısır gibi süper güçlerinin temsilcilerini küçük ülkesinde konuk etmiş, onlarla pazarlık edebilmişti.
Roma konsülü Markus Antonius, Pompeius’tan sonra bölgede görev alan bir Roma generalidir. Sezar’ın da gözdesi olan Mısır Kraliçesi Kleopatra’yı Tarsus’a vali atayarak, bölgedeki zenginlikleri paylaşmak amacındadır. Başta Tarsus olmak üzere, Dağlık Kilikya’nın zengin ürünlerini Roma donanmasına aktarabilme düşüncesindedir. Kleopatra Tarsus’u yönetecek, karşılığında Roma donanması için, Kilikya’nın muhteşem “Katran” ağaçlarından (Sedrus Libanus) ve “Pos” çamlarından elde edilecek, keresteyi sağlayacaktır. Kereste, gemi yapımında kullanılan denize dayanıklı, çürümez, kurtlanmaz stratejik bir maldır. Toros Dağları’ndaki bu ağaçlar bin yıllardan beri en önemli kaynaktır. Ama bu kaynak, yalçın kayalık yamaçlar ve derin vadilerle doğal korumadadır. O halde yapılacak iş, bu ülkenin yönetimi ile anlaşıp sorunun çözümlenmesidir. Bu yüzden Roma imparatorluğu egemenliğindeki Kilikya’nın Konsülü Antonius, bölge yönetimiyle dost ilişkiler sağlamak durumundaydı ve bu iş için en iyisi, vekili ve gözdesi Kleopatra olabilirdi! Strabon’un yazdığına göre, Tarsus Metropolünde oturduğunu düşündüğümüz Kraliçe Kleopatra’nın ikametgâhını Ayaş yakınındaki Elaiussa’ya taşıdığını biliyoruz. Belki de şimdiki yazlık deniz evleri gibi, Elaiussa evi, Kleopatra’nın “Yazlık” malikânesidir?
Kleopatra Sarayı
Bölgede araştırma yapan Prof. Dr.Semavi Eyice; Tırtar’daki “Akkale” kompleksi içindeki görkemli yapının, muhtemelen Kleopatra’nın Sarayı olduğunu vurguluyor. Referans? Büyük olasılıkla Aba ile Kleopatra dostluğu bu yakın komşuluk ilişkisiyle pekiştirilmiş olmalı. Kimbilir belki de iki kraliçe, Ayaş ile Kanlıdivane arasındaki yamaçlardaki patikalarda gezintiler yapmakta, birbirlerine yemeğe veya sohbete gidip ülke sorunlarını tartışmaktaydılar. Roma sömürgesi iki ülkenin iki güçlü kadını, iyi anlaşıyor olmalıydılar. İçişlerinde bağımsız bir metropolün insanlarının ülke dışından gelebilecek olası saldırılara karşı güçlü Roma Deniz Kuvvetleri’nin koruması altında özgürce yaşamalarına karşılık, ülkenin verimli topraklarındaki tarım ve orman ürünleri, özellikle gemi yapımında kullanılan kereste, Roma denetimindeki bölge tersanelerine gönderilecektir. Bir süre sonra Aba yönetimden alınmışsa da kurduğu örgüt ve organizasyonu ile yüzyıllarca Olba Metropolü ve Kanytelis onun soyu tarafından yönetilmiştir.
Kraliçe Aba’nın bilinen yaşamı yanında oldukça dramatik bir sonu olduğu türbe üzerindeki yazıttan anlaşılmaktadır. Yönetimi sırasında baş gösteren bir veba salgınında Aba en yakınlarını kaybeder. Veba hastalığı koruyucusu Selene ve Hermes Tanrılarına verilen adaklara karşın ölüme yenik düşen sevgili oğulları ve kocasının anısına uzun yıllar sonra bir anıt mezar yaptırır. Kanlıdivane antik kentinin kuzeybatısında taş döşemeli antik Roma yolunun çevreye en hâkim yerinde, bölgenin ilgi çekici, en görkemli mezarıdır bu anıtmezar.
Aba Rölyefi
Kayalık Çanakçı Nekropolü’nde ise en solda Aba’nın yüksek kabartma tarzındaki “Rölyefi” göze çarpar. Tanrıça Kibele, ahlakça ve vücutça temiz olmak amacını güden, adaletli, erdemli kadın heykel tipleriyle tanımlanmak suretiyle sembolleştirilmiştir. Bu nekropoldeki yüksek kabartma kadın rölyefi de Kibele heykelleri tanımlamaları ile örtüşür. 1.90 metre Boyundaki rölyef iyi bir işçilikle gerçekleştirilmiştir.
Zayiçe
Yıldızların ne zaman, nerede olduklarını görmeye yarayan çizelgenin adı. Gökyüzünün ahvaline bakarak, yeryüzündekilerin durumunu görmeye, zayiçesine bakmak denir.
Günümüzde yıldız falı (astroloji) ile özdeşleşmiştir. Eski Mısır’dan gelen bir geleneğin; Horoskopi’nin karşılığı denebilir.
Yontunun yakınındaki bir kitabede, başlığında Helios ya da Venüs ve Selene simgelerinin bulunduğu kısa bir öykü yer alır. Burada görülen simgeler büyük olasılıkla, “men ile koniks stern buluşması”, yani Aslan Burcu’na girildiği belirtilmektedir. Burada, bu takımyıldızı kümesi (konsellasyonu) ile işaret edilmek istenen ise bir doğum ya da ölüm günü olmalıdır. Özetle bir tarih düşüldüğü anlaşılıyor.
“…bir başka yere gömmesinler onu ne de mezarından uzaklaştırmasınlar, duvarda bulunan larnaxa (kül kabı) herhangi bir şey koymasınlar…”
GİYİM KUŞAM
Kaya mezarlar üzerinde tek başına yüksek kabartma yontusunu izlediğimiz Kraliçe Aba’nın ince dökümlü elbisesi ile zarif görünüşü usta bir yontu ustasının elinden çıktığını göstermektedir. Giysilerindeki ayrıntılardan anlaşıldığı üzere (Serra Durugönül’e göre) yontu eski dünyanın moda merkezi konumundaki Anadolu’nun “Pudicitia tipi”ni betimlemektedir.
Yontuda ABA sağ elini zarifçe kaldırıp başörtüsünü düzeltirken sol eli böğründe, acılı ve üzgün bir ifade ile ölüme giden kocasına kavuşmayı bekler gibidir. Geç Helenistik devrin modası, göğüs altı fiyonklu ince keten giysisi (Chiton) ve üzerindeki Himation (yünlü palto) dolgun bedenini sarmalar.
Antik dönemlerde erkekler ve kadınlar kiton (chiton) denilen bir tunik giyerlerdi. Kiton, ‘T’ kesimli bir kumaşın vücuda sarıldıktan sonra iğnelerle tutturulup teyellenmesiyle oluşurdu. Yine kadınlar ve erkekler sokakta üzerlerine himation denen bir tür (yün) atkı alırlardı.
Sokakta sandalet ya da ayakkabı giyilir, bunlar evlere girerken çıkarılırdı.
Roma döneminde erkekler (himationa benzer, vücuda sarılıp tek omuza atılan ) toga giymeye başladı.
Kadınlardaki moda ise himation yerine stoa oldu. Stoa ayak bileğine kadar uzanan, belden kemer veya kuşakla giyilen bir elbiseydi. Bunun üzerine de palla adı verilen bir şal örtünülürdü. Palla genellikle omuzlardan vücuda dolanacak kadar büyük olur, gerektiğinde başı da kapatırdı.
Erkeklerin giysileri beyaz, kadınlarınki ise sarı, mavi ve kırmızı kumaştan olurdu. Giysiler yün, keten, ipek, pamuklu türden olurdu. Bazen giysiler işlemeli yapılır, üzerlerine tanrı, süvari, hayvan, çiçek figürleri betimlenirdi.
PUDİCİTİA TİPİ KADIN YONTULARI VE MEZAR TAŞLARI
Helenistik dönem yontu ve stellerinde yaygın olarak kullanılan bir kolu karında, diğerinin dirseği ona dayalı, eli çenenin yanından başa kadar çekilen mantonun kenarından tutan kadın tiplerine Pudiciata ismi verilir. İ.Ö. 4 yy. stellerinde yaygın olarak kullanılmıştır.
Chiton üzerinde manto giysili oturan kadınların sol kolları karın üzerinde olup, bunlar ya manto altında, ya da üstündedir. Karın üzerinde uzanan koldan destek alan diğeri yukarı doğru yükselir. Sağ el ile boyun veya çene seviyesinde başa kadar çekilen mantonun kenarından tutar.
Kaynakça
BOETHIUS, A., Ward, J.B., Perkins, 1970, Etruscan And Roman Architecture, Penguin Books.
HEWSON, David, The Villa of Mysteries, 2005.
JACKSON, James, W., Villa of the Mysteries, Pompeii- İki internet kaynağı var.
http://www.art-and-archaeology.com/timelines/rome/empire/vm/villaofthemysteries.html – 11 Mart 2006.
http://www.roguery.com/cities/naples/visiting/city/villa/villa.html – 11 Mart 2006.
KÜLTÜR
Akustik özellik
Obruktaki giz
Kanlıdivane obruğu, akustik özelliği ile de insanı büyüler. Çevrede herhangi bir antik amfitiyatro veya odeon olmaması, insana geçmişte obruğun burada ve bu amaçla kullanılabileceğini düşündürür.
Obruğun doğal yapısı nedeniyle, yukarıda çalınan bir enstrümanın veya söylenen bir şarkının, obruk içinde doğal ”Eko” yapması ile ses büyüyüp güçlenerek tüm kent çevresine yankılanmaktadır. Güney ucunda çalınan ezgiler, hâkim rüzgârın da taşıyıcı etkisiyle obruk duvarlarında dolanıp, akustik kanunlarına göre kanyon duvarlarında yansıyıp güçlenerek, antik kentin her yanına ulaşır. Belki de antik çağların insanları, kutsal saydıkları bu doğal dev çukur (obruk) çevresinde toplanıyorlar ve ilk dini ayinleri, müzikal ezgileri burada yankılanıyordu.
Obruğun batı tarafındaki perde duvar olasılıkla bir akustik eleman olarak tasarlanmıştır. Bu düşünceden yola çıkılarak, özellikle İçel Sanat Kulübü ile Mersin Devlet Opera ve Balesi sanatçıları obruk çevresinde şan konserleri ve klasik müzik organizasyonları yapmaktadır. Binlerce insanı buluşturan bu gizemli antik kent geçmiş dönemlerin büyüsünü müzik çatısında sürdürüyor.
KANLIDİVANE MERSİNLİ YAZARLARA KAYNAK OLUYOR
Günümüzde Mersinli yazarlar Kanlıdivane’nin Çanakçı Nekropolü’ndeki bu güzel ABAyontusunu, eserlerinde yeniden yorumlamışlardır.
Mersin-Arslanköy’lü Osman Şahin, “Selâm Ateşleri” adındaki kitabında yer alan bir öyküsünde yeniden şöyle canlandırır Aba’yı:
“Kayalara vurmuş suretin… Belirli aralıklarla oyulmuş, düzgünce kesilmiş kaya mezarlarının ağızları, pırıl pırıl güneşe karşın, serin, nemli karanlıklar içinde bakardı dünyaya. Kararmış, çürümüş bakır tellerden yapılmış küpeler, üzeri çizgiler, oymalarla süslenmiş bilezikler, çanak çömlek ve iskelet parçalarından başka bir şey görünmezdi içinde mezarların. Geçmiş çağların kokularıyla dolu mezarların hemen ağzından başlardı karanlık. Ve o karanlıkların gerisinde köpüren tarihin derin kara gözleri gizlenirdi sanki.
Kabartmaların en göze çarpanı, orta yerde yer alan, kayalıkların ötesinden yüzeye, öne doğru fırlamış gibi duran, heykelimsi, dolgun kadın yontusuydu. Defne yaprakları ve yöresel takılarla süslenmiş, düzgünce taranmış uzun gür saçları, ortadan ikiye ayrılmış, belikli örgüler, burmalar halinde başının üstüne toplanmış, geri kalan saçları da yüzünün iki yanından aşağı kıvrımlar, pürçemler halinde sarkıtılmıştı.
Gülümseyişinin sınırları gamzelerine varamadan donmuş, doğumu yakın, her an ana olmaya hazırmış gibi sancılı, ürkek bir utangaçlık sinmişti yüzüne.
Bol pilili eteğinin kıvrımlarının altındaki bedeninin duruşu, ellerinin biçimi, parmaklarının yumuşaksı uyumu, insanın düş gücünü zorlayan gözlerinin gizemli çekiciliği, dolu dolu memeleriyle kendi yaşamından öylesine damıtılmış ince özler içeriyordu ki, heykeltıraş ruhundan gelen sesleri bilincinin imbiğinden geçirerek, görülmemiş bir yürek oyununda çekicinin ucuna akıtarak, onu çok özel bir anında yakalamış, sonra da fotoğraf gibi dondurup bırakmıştı kayalıkların yüzünde sanki.
Öne çıkmış, insanın yüzüne doğru akan canlılığını, çarpan yüreğini duyumsayabilir, yarı açık etli dudaklarının ince kıvrımlarından en son çıkardığı sesin, tınının tadını sezinleyebilirdi insan. Giysileri zaman rüzgarlarının elinde aşınmış, bol pilili eteğinin kıvrımları belirsiz olmuştu. Zamanı dinlendiren, zamanı ürkütmeyen, ancak ölerek ölümsüzlüğü yakalamış gibi bir yalnızlık duygusu sinmişti yüzüne. Kendi yalnızlığıyla yalnız bir yalnızlıktı bu. Biçimli burnu, elleri, yüzü, memeleri ve en kadınsı olanlara özgü çekici iri oval gözleriyle yüzyıllardan beri gürültüsüzce bakardı dünyaya.
Yıllardır susmayan damla, akıntı ve yosun izleriyle gölgelenmiş yüzündeki çizgiler, pütürler, yaşlanmış bir zamanın ince izleriydiler. Geçmiş çağların yaraları gibi duran o çizgilere karşın, bir çiçek çekingenliği, bir kelebek uçuşu sinmişti yüzüne. O görünümüyle günümüzün birçok kadınından daha yalın, daha çekici, olgun anlatımlar taşırdı bakışları kadının. Hangi uzun dönemlerin bakışlarıydı onlar? Böylesine nereye bakardı da, neyi arardı? Kendi geçmişinden bir şeyler mi, yoksa başka dönemlerin kendilerine özgü gizemini, dertlerini mi?”
Mersinli hikâye yazarı ustamız Bedii Demirseren ** bir öykü/piyesinde Kleopatra ile Aba’yı buluşturur:
“…Tapınağın tam ortasında, yılların soldurmadığı ama tarihin yıprattığı ve de bir dönemde ister istemez ölmüş, sevgi simgesi onlar. İşte, birbirlerine yarı sarılmış KLEOPATRA – ANTONİUS ikilisi duruyordu. Antonius kızgınlıktan gözlerini çiğniyordu. Kleopatra’ya gelince o kızgınlıktan, kinden başka bir şeydi. Kendisinden özge hiçbir kadının bir kentte eceliğini duyurup yönetimi eline almasını bağışlamazdı. Hele o kenti de içeren ülke, bir süre önce, sevi geceleri bedeli olarak Antonius tarafından ona verilmemişse. Bir de bu aşıran kadın güzelse… Ondan aşırdığı kent, yönetiminde bulundurduğu Dağlık Kilikya’da değil miydi, yoksa yanılıyor muydu? Yanındaki Antonius’a sorsa onaylardı. Usu salt yatmada olan Antonius’tan yana kuşkusu yoktu, buralar onundu. Sabırsız gözleri çevreyi taradı. …Kleopatra, Antonius’un beline dolanmış kolunu kabaca iterek, az da ciddileşerek, Duyurucu’ya duyulmaz bir şey söyledi: “Gelsin!” demiş olmalıydı. Az geçti, O göründü. Tanrım ne güzellikti, kimdi bu kadın? Bu kadının albenisi yanında dört erkeğin paylaşamadığı kendisinin çirkinliğine ağlamalı mıydı?”
Antonius) ‘Bak güzelim’ dedi. ‘Şimdi M.Ö. I. yüzyılın ortalarındayız. Bu kadına gelince; Dağlık Kilikya’nın baş kaldıran Tiranlarından ZENOPANES’in Kızı ABA’dır. Kral AİAS’ın soyundan geldiklerini savunan rahiplerin, bu yöredeki egemenliğine son verip kentin yönetimini eline aldı. Ne var ki bu alış-verişte Kleopatra’yı hesaba katmamıştı.
ABA şimdi onlara doğru yavaş yavaş yaklaşıyordu. Kişiyi delip geçen menekşe rengi bakışları, geceyi delip geçen döküm döküm kara saçları, mimoza sarısı tülün altından bir düş gibi görünen sedef pembesi teni, bir elinde alay edercesine salladığı zümrüt yüklü tacı… Yürüyordu. Dolgun ve de uzun bacaklarının her kıpırdanışı, ince belinin uyumlu kıvrılışı Tanrıları bile baştan çıkarmaya yeterdi. Onların önlerinden (Tanrıların) geçerken sessizce iç geçirdiklerini biliyordu. Kutsal Yol’u uyumlu, kendine güvenen adımlarla geçti. Dünyaya metelik vermez bir hava içinde Zeus Tapınağına girdi.
Kleopatra-Antonius ikilisiyle aralarında birkaç adım kalana dek onlara yaklaştı ve de başını dikleştirerek durdu.
Antonius bu iç bayıltıcı güzellik karşısında ve de Kleopatra’dan korkmasa uzunca bir ıslık çalacaktı. Niye yadsımalı, daha işin başında o, ABA’nın bağışlanmasından yanaydı. Eeeee! Gün ola harman ola… Bu ara Kleopatra, ABA’ya ‘kendini savun’a benzer bir şeyler söylemiş olmalı ki genç kadın, önce omuz silkmiş ardından da bir süredir elinde salladığı tacı Kleopatra’nın ayakları dibine atmıştı. Karşılıklı durmuşlar da birbirlerine bağıra çağıra bir şeyler söylüyorlardı, öyle görünüyordu, ne var ki hiçbir şey duyulmuyordu. Derken sonra ABA, sedef saplı bir hançerin saplanacağı yeri olan iki memesi arasını, o toz pembesi öpülesi çukuru gözler önüne sermek istercesine göğsünü örten tülü yırttı. Bir şeyler haykırarak öne bir adım attı. Koyu sessizlik içinde ne dediği duyulmadı. İş çığrından çıkmış olmalıydı. Ölüm meleğinin sabrı taşmak üzereydi, öyle görünüyordu.
…Tanrıların verdiği bir ceza bu. İki kadın, sessizlikte salt yürekleriyle tartışıp kozlarını paylaşacaklar. Bir yeraltı nehri gibi, dıştan görünmeden kendi kendine sessiz akışını düşün, onların yüreklerine yüreğini aç. Başka türlü bu sessizlikle savaşamazsın.
…tamam, yüreğimden, derinden duyduğum gibi şimdi onları konuşturacağım:
Kleopatra – Aşırmanı masum göstermek için öne sürdüğün kanıtlar gülünç ABA. İki kez gülünç oldun tacını yere fırlatmakla. Ucuz kadın.
Aba – Ey Kleopatra, sen açık bir kapısın girip çıkanı belirsiz. Sen ece olmasaydın, önce Sezar, ardından Antonius sana sevdalanır ve de sana ülkeler bağışlar mıydı? Bu eylemimde örneğim sensin. Kleopatra – Ben önce kadınım, sanatım bu, Sonra güzelim. İlerde ülkem demek olan erkek için kendimi öldüreceğim, duyarsın. Sen de benden aşırdığın kent Olba Dioskaiseria için kendini öldürebilir misin? O zaman o kenti sana bağışlayayım.
Aba – Kimin malını kime? Lanet olsun bir hasır içinde yoz bir orta malı kadın gibi Sezar’a sunulduğun güne.
Kleopatra — !!!!!
Aba — !!!!!
(Bedii Demirseren’in bana verdiği oyun/öykü dosyasından alıntılanmıştır. SV)
**Bedii Demirseren (1925-2007)
Mersinli (Mitolojik kaynaklara dayalı) öykü yazarı.
1925 yılında Beyrut ‘ta doğdu. Çocukluğu Mersin ve Adana’da geçti. Daha sonra Mersin’e yerleşti.
1976 yılında bankacılıktan emekli oldu.
Akdeniz’i mesken tutan yazarın öykülerinde “Akdenizlilik” yoğun bir şekilde hissedilir.
Öykü yazmaya 1940’lı yıllarda başladı.
İlk öykülerini Mersin’de yayımlanan Toros ve Yeni Mersin gazetelerinde Mehmet Seren takma adıyla yayımladı.
1950 yılından itibaren çeşitli dergilerde öyküleri yayımlandı..
1957 yılında Varlık Dergisindeki “Önceden Ölenler” öyküsünden sonra çeşitli dergilerde çok sayıda öyküsü yayımlanmıştır.
Öykü kitapları:
Büyük Balıklar – Şark Matbaası, Ankara 1965, 96 s.. Çağrı Yayınları. Konya.
Kutsal Çile – Ulus Matbaası, Ankara 1971, 110 s. Dost Yayınları
Marpessa – Varol Matbaası, Ankara 1987, 130 s, Yaba Yayınları
İKİ DÜŞ / ÖNERİ
1) Kanlıdivane (Kilikya) Müzikali ya da Operası
Bu tarihsel yöre aslında birçoğumuzun ayrıntısını bilemediği bir kültür anıtıdır. Bu dimdik karşımızda duran, çeşitli zamanlarda yontularak üst üste konan taşlarla oluşan uygarlıklar zincirinin halkaları olan ve birçoğu dinsel amaçla oluşturulmuş bu yapılar topluluğu, zamanın acımasızlığına direniyorlar bugün.
Örneğin, insanoğlunun çevresi ile birlikte yaşamı nasıl zengin kıldığının bir göstergesidir, bu taşa oyulmuş üzüm salkımı. Ve bu yontu ayni zamanda günümüzde doğayı nasıl tahrip ettiğimizin de göstergesidir. İşte yalnızca bu bilgi bile düş kurmaya, geçmişi tekrar kurgulamaya ve günümüz için dersler çıkarmaya yetiyor… Kanlıdivane adı nereden türeyip gelirse gelsin, günümüz için anlam yüklü bir kelimedir. Kaya mezarları, rölyefleri, anıtsal yapıları ile bir bilimsel gezintiye belki gerek görmeyebilirsiniz. Göz ardı edilen birçok yapıyı siz de şimdilik gündeme getirmeyebilirsiniz. Ama “Obruk”un çevresindeki ve derinliğindeki her şey için bir düş kurabilirsiniz.
1993 yılında Kanlıdivane antik kentinde, günbatımında şan konseri gerçekleştirilmişti. 2002 yılında ise Uluslararası Mersin Müzik Festivali’nde konser mekânlarından biri de Kanlıdivane antik kenti oldu. Mersin Opera ve Balesi Kraliçe Aba Balesi’ni sergiledi. Şimdi hayal gücümüzü daha da zorlayalım. Kanlıdivane ‘de o muhteşem akustiği değerlendirerek bir de Müzikal ya da Opera Temsili yapılsa…
Bu biraz gerçekleşmesi düşük bir ihtimali gösteren silik bir cümle oldu gibime geliyor. Bence bu cümle dilek kipinden çıkarılmalı. Haydi şöyle söyleyelim:
Kanlıdivane’de, konusunu yöremizi ilgilendiren antik olaylardan esinlenerek bestelenecek bir müzikal eser veya bir opera temsil yapılmalıdır.
Bu ütopik bir düş gibi görünse de, Mersin’de yaşadığım süre içinde ne kadar büyük işler başarıldığına bizzat şahit olduğum için, Mersinlilik ruhu ile kentin kurum, kuruluş, sanatçı ve sanat hamilerinin bu işi de başarmamaları için bir neden yoktur. Hele yöremizin tarihi ve turistik değerlerinin ortaya konması için yeni yeni projelerin sürdüğü şu aşamada…
Tüm ilgililere sesleniyorum:
Kanlıdivane’yi müzikle ve insan sesiyle dolduralım.
Benden dillendirmek…
Gerisi Mersinlilere kalıyor…
2) UNESCO Dünya Mirası Listesi ve Kanlıdivane
Mersin Valiliği girişimiyle Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 2011 yılında Kanlıdivane Antik kenti çevre düzenlemesini gerçekleştiriyor. Dileğimiz bundan sonra Kanlıdivane antik kentinde arkeolojik kazıların başlatılması ve süreç içinde kentin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girebilmesi için ciddi bir çalışmanın sürdürülmesidir.
Kanlıdivane Antik Kenti UNESCO ölçütlerine girer mi?
Dünya Miras Listesi’nde yer alma ölçütleri düzenli olarak güncellenmektedir, ancak listede yer alan her varlığın aşağıdaki ölçütlerden en az birine uyması ve özgün olması beklenir:
A ) Kültürel miraslar için:
1 – Yaratıcı insan dehasının ürünü olması.
Kanlıdivane/Kanytelis antik kenti doğal, karstik bir obruk/çöküntü içinde ve çevresinde insan eliyle yaratılmış benzersiz bir ören yeridir.
2 – Belli bir zaman diliminde veya kültürel mekânda, mimarinin veya teknolojinin, anıtsal sanatların gelişiminde, şehirlerin planlanmasında veya peyzajların yaratılmasında, insani değerler arasındaki önemli etkileşimi göstermesi.
Kanlıdivane/Kanytelis antik kenti ilkçağlardan başlayıp, Bizans dönemi boyunca (adı değiştirilerek) varlığını sürdürmüş, Türkmen yerleşimlerine de kışlak olmuştur. Geçirdiği evrelerin kültürel zenginliğini yansıtması açısından önemlidir. Bilinen tarihiyle (M.Ö.300 – M.S. 600) en az 800 yıllık zaman diliminde; kültürel mekânda, özgün Anadolu (geç Hitit) Helenistik, Roma ve Bizans dönemi mimarlık sanatının ve taş ustalığını ve el sanatı taş işçiliği yapı teknolojisinin, anıtsal sanatların gelişiminde, şehirlerin planlanmasında ve peyzajların yaratılmasında, insani değerler arasındaki önemli etkileşimi sergilemektedir.
3 – Kültürel bir gelenek veya yaşayan ya da kayıp bir uygarlığın tek veya en azından istisnai tanıklığını yapması.
Kanlıdivane/Kanytelis antik kenti çeşitli dönemlerden günümüze taşınan Kültürel ve doğal geleneğin istisnai tanıklığını yapmaktadır.
4 – İnsanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı tipinin ya da mimari veya teknolojik peyzaj topluluğunun değerli bir örneğini sunması.
İnsanlık tarihinin birden fazla anlamlı dönemini temsil eden Kanlıdivane/Kanytelis antik kenti çeşitli dönemleri yansıtan yapı tipleri ile mimari (özellikle ilk Hıristiyanlık basilikaları) ve teknolojik peyzaj topluluğunun değerli ve benzersiz biricik örneğini sunmaktadır.
5 – Bir veya daha fazla kültürü temsil eden geleneksel insan yerleşimine veya toprağın kullanımına ilişkin önemli bir örnek sunması ve özellikle bu örneğin, geri dönüşü olmayan değişimlerin etkisiyle dayanıklılığını yitirmesi.
Kanlıdivane/Kanytelis antik kenti birden fazla (Anadolu, geç Hitit, Grek, Roma, erken Bizans, Türkmen) kültürünü temsil eden geleneksel insan yerleşimine veya toprağın kullanımına ilişkin önemli bir örnek sunmaktadır. Bilinen 2300 yıllık tarihi geçmişi yanında, zaman ve insan tahribatlarına karşı yeterince korunamamaktadır. Özellikle sanatsal yapılar ve rölyefler için geri dönüşü olmayan değişimlerin etkisiyle dayanıklılığını yitirmektedir.
6 – İstisnai düzeyde evrensel bir anlam taşıyan olaylar veya yaşayan gelenekler, fikirler, inançlar veya sanatsal ve edebi eserlerle doğrudan veya maddeten bağlantılı olması.
Kanlıdivane/Kanytelis antik kenti istisnai düzeyde evrensel bir anlam taşıyan (Troya Savaşı sonrası göçler sonucu Ayas/Elaiussa-Sebaste ve Kanlıdivane yerleşimi) olaylar ve değişen inançlar sonucu iz bırakan kültürel, sanatsal ve edebi (Strabon, Geographica, Kraliçe ABA Balesi gibi) eserlerle de bağlantılıdır.
B ) Doğal miraslar için:
1 – Doğanın bir harikasına veya eşsiz bir güzelliğe ve estetik öneme sahip doğal alanlar olması.
Kanlıdivane/Kanytelis antik kenti doğanın bir harikası olan bir obruk ve eşsiz bir mimari çevre güzelliğine ve estetik öneme sahip doğal (küçük akarsu, kayalıklar, yamaçlar gibi) bir coğrafyada yayılır.
2 – Yaşamış canlıların kalıntıları, devam eden jeolojik olaylar ve yer şekillerinin gelişimi gibi dünyanın doğal tarihine ilişkin eşsiz önemde bilgilere sahip olması.
Kanlıdivane/Kanytelis antik kenti 2300 yıllık bir kültürün kalıntıları, dünyanın doğal tarihine ilişkin eşsiz önemde (kayalar üzerine işlenmiş yazılı) bilgilere sahiptir.
3 – Ekolojik ve biyolojik olarak hâlâ bozulmamış bir karasal, denizel veya tatlı su ekosistemine veya önemli hayvan ve bitki topluluklarına ev sahipliği yapması.
Kanlıdivane/Kanytelis antik kenti çevresindeki maki toplulukları ile iç içedir.
4 – Özellikle tehlikedeki veya bilim açısından önemli bir biyolojik çeşitlilik için en önemli ve en belirgin doğal habitatlara ev sahipliği yapması.
Kanlıdivane/Kanytelis antik kentinde bilimsel ve arkeolojik incelemeler yapılmalıdır. Prof. Dr. Sanat Tarihçisi Semavi Eyice en son araştırmacıdır (1973).
Görüldüğü üzere tüm ölçütlere uyarlığı olan Kanlıdivane antik kenti, Unesco Dünya Mirası listesine girmelidir.
Evet, ne demiştik?
Benden dillendirmek.
EKLER
Kraliçe Aba Balesi
Bedii Demirseren’in bazı bölümlerini sayfalarımıza aldığımız piyesi hiçbir zaman oynanmadı. Ama bir başka senaryoda Altay Bayram’ın yazdığı Kraliçe Aba Balesi, Mersin Devlet Opera ve Balesi tarafından seyircisiyle buluştu. Mersin’de Dünya Promiyeri gerçekleştirildi.
NTV Tarih Dergisi’nde Kraliçe ABA ile ilgili bir yazı yayınlandı.
NTV Tarih Dergisi 2011 Nisan
ANADOLU USTALARI
Lirik Kurgu: Ahmet Yeşiltepe
Bir zamanlar Torosların en kudretli kadınıydım
Bu monografide Ahmet Yeşiltepe aşağıdaki noktalara dikkat çekiyor:
“Büyük Rahip” olarak anılan Aias soyu rahipleri, Aba ve onun “Teukrid” kocasından ortaya çıkmıştır.
Korsan denizcilerin annesi, Kibele’nin savaşçı varisi, kutsal kentin baş ‘kam’ı, Rahibe Kraliçe ABA’dır.
* ABA M.Ö. 60 yılında dünyaya gelir.
*Baba Zanophanes Olba’ya kent muhafızlarının kıyafeti, (askeri üniforma) ile girerek krallığı ele geçirip M.Ö. 70 yılında Tiran olur.
*Korsan savaşçılardan oluşan dev bir ordu oluşturulur.
*Roma ve Mısır gemileri Akdeniz’de Kilikyalı korsanlar tarafından yağmalanır.
*Dönemin hac merkezi konumunda olan Zeus Olbios tapınağı, hacıların bağışlarıyla gönenir ve Tiran’ın servetine servet katılır.
*Pompeius’un korsanlarla savaşına kadar iktidarda kalan Tiran Zanophanes, yenilgi sonrasında ortadan kaldırılır.
*Yöreyi asırlardır yöneten Aias soylu rahip-krallık ailesi kutsallığından ötürü kendini korumasını bilir.
*Bu sırada 10 yaşlarında olan prenses Aba sığınacak yer ararken onu Teukros ailesi kanatları altına alır ve Aba rahibe okulunda eğitim görür.
*Genç kız olduğunda ise ailenin delikanlısı olan Ailes Nikonoros Arios ile evlenerek M.Ö.43’de kutsal hanedana gelin olarak girer.
*Olba’nın Rahibe prensesi Aba, artık ailevi sürtüşmelere karışmadan bekleme dönemindedir.
*Bu arada annelik gururunu da yaşar. İki erkek çocuk dünyaya getirir.
*Ne yazık ki yönetime geçen eşi Ailes Nikonoros Arios’un rahip-krallık görevi veba hastalığına yakalanarak yaşamını yitirmesiyle son bulur.
*Durumdan yararlanan ve artık eşinden dolayı Kraliçeliği kutsanan Aba, halkın desteğiyle Olba’nın dini liderliğine hak kazanıp ülkesinin kutsal ‘kam’ı olur.
*Bu arada Roma’daki kargaşalıklar izleyen Kraliçe Aba ülkesi için endişelenmektedir.
Jül Sezar’ın ölümünün ardından kurulan Triumvirlik sonucu Roma’nın doğu eyaletlerinin yöneticisi Antonius’un Mısırlı iktidar ortağı Kraliçe Kleopatra ile yöreye ağır vergiler koymuştur. Hele Dağlık Kilikia’yı (Olba yöresini) Kleopatra’ya bağışlanması ülkesi için kabul edilemez bir durum yaratmıştır.
*Kraliçe Aba bu sorunu diplomatik bir tarzda çözümlemeyi düşünür.Bugün Akkale dediğimiz yerdeki sarayda diplomatik bir zirve toplantısı yapar. Kralların düğün törenlerinin yapıldığı bu görkemli malikânede Mısır Kraliçesi Kleopatra, Roma Triumviri Markus Antonyus ve Olba Kraliçesi Aba buluşurlar.
*Aslında gündem Roma gemileri için stratejik öneme sahip ulu katran (sedir) ve sarı çam (Pos) ormanlarının ürünlerinin paylaşılmasıdır.
*Yapılan görüşmelerde iki kraliçe olarak; Akdeniz’in iki kıyısında, dünyanın en büyük gücü Roma’ya karşı askeri bir ittifak kararı alınır.
*Bu karar sonucunda ittifak ortaklarına gemi yapımı için gereken kereste Olba ülkesi ormanlarından sağlanacaktır.
*Ancak müttefikleri yapılan anlaşmaya sadık kalmazlar ve zaman Kraliçe Aba’nın aleyhine işler. Muhalifleri tarafından kısa sürede yönetimden alınır.
*Fakat Olba yönetiminde yine kutsal Teukrid sülalenin üyeleri rahip-krallık’ta görev alır.
Yüzyıllarca Teukros ve Aias’lar ülkeyi yönetir.
MDOB – MERSİN DEVLET OPERA VE BALESİ
KANLIDİVANE ANTİK KENTİNDE
“Opera Opera Dedikleri”
8 Mayıs 1993 Pazar
İçel Sanat Kulübü – Mersin Devlet Opera ve Balesi
Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin opera solistleri, korosu ve orkestrası, Şef Nezih Seçkin yönetiminde, Murat Göksu’nun çeşitli operalardan sahneye uyarladığı bölümlerden oluşan “Opera Opera Dedikleri” adlı korolu fanteziyi 8 Mayıs Pazar günü saat 16 00’da Antik Kanlıdivane Kentinde sanatseverlere sunacaklar.
Mersin’e 45 km. mesafedeki Kanlıdivane öreninde ilk konser, 30 Mayıs 1992’de hiçbir elektronik aygıt kullanılmadan Ankara Opera solistleriyle piyano eşliğinde verilmişti. Doğal bir çöküntünün sağladığı akustik olanak, konsere katılan bin kişiyi adeta büyülemişti. Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin mesleğe ilk adımlarını atan solistleri ve orkestrası da aynı yerde iki konser verdi. Ekim 1992’deki konseri iki bin, Mayıs 1993 konserini ise beş bin kişi dinledi. Doğanın kucağında binlerce kişi, insan sesinin dağa taşa işleyişine; insanı sımsıkı kavrayışına ve soluksuz bırakışına tanık oldu. Bu kez, artık deneyimli sanatçıları ve geniş repertuvarıyla Mersin Devlet Opera ve Balesi Kanlıdivane’de yüzlerce yılın sessizliğini seslendirecek…
“Kanlıdivane” bir masaldır halk arasında; Suçlular kentin ortasındaki çukura atılarak vahşi hayvanlara parçalatılırmış! Obruğun duvarlarında, ölümle dirim arasında çırpınan insanların haykırışları yankılanmaktadır. Belki bu sanı ile Kanitelis adı Kanlıdivan’a dönüşerek gelmektedir. Hangi ad ile anılırsa anılsın, şimdi bilinen ve belirlenen o ki, Kanlıdivane’de ses 60 metre derinliğindeki doğal çöküntünün üzerinden, 80 metrelik bir mesafeyi aşarak karşı yamaca kırılmadan, ufalanmadan, yorulmadan ulaşmakta. Minicik bir bebeğin çıplak ayaklarında toprağın sesi bir yamaçtan ötekine aynı tazelikte taşınmakta. Hiçbir çağdaş (teknolojik) düzenek kullanılmadığı halde Kanytelis kentinde bir obruk üzerinde müzik alabildiğinde yükselip çoğalmakta ve 2200 yıllık yapı taşlarında her ses kendi diline kavuşmaktadır. Şimdi Mayıs… “Mayıs’ın orta yerinde Kanytelis kıpır kıpır… Helenistik çağdan günümüze değin pek çok kültürün izlerini taşıyan kalıntıların sere serpe uzandığı antik kentin ayakucunda Akdeniz mışıl mışıl uyurken bu mevsimde toprakta bir telaş bir telaş. Önde zeytin ağaçları, binbir çiçeğin kokusu ile, arısı kelebeği, bin bir böceğiyle cıvıl cıvıl doğa… Güneş güler yüzüyle ufukta sarhoş, salınmakta; tatlı bir esinti denizden sanki dağlara doğru esin perisini kovalamaktadır.
Önde zeytin ağaçları, arkasında siz… Akdeniz’e bir karış kadar yakın Kanytelis’te, P.Mascagni, C. Bizet, G. Puccini, G. Verdi, A. Borodin’in operalarından tanıdık melodiler mi duymak istiyorsunuz? Müziğe, tarihe dokunulmamış doğaya mı susadınız? O halde bu antik kentte, Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin muhteşem konserinde mutlak görüşeceğiz… Ve binlerce kişiyle birlikte 2200 yıllık duvarların canlanıp sanatçılarımıza tuttuğu alkışı dinleyeceğiz.
Semihi Vural
Bu bir ileti, bir fax metni, duvar afişi, mesaj ve dostlar arasında dolaştırılan mektuptur..S.V.
Mersin Valiliği girişimiyle Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 2011 yılında Kanlıdivane Antik kenti çevre düzenlemesini gerçekleştiriyor.
Bu arada başlatılan araştırma kazıları da umut verici. Arkeolog Doç.Dr. Ümit Aydınoğlu başkanlığındaki kazıda ortaya çıkan zeytinyağı işliği yer seçimiyle ilginç bir konum sergiliyor.
KANLIDİVANE ÇEVRE DÜZENLEME PROJESİ ÇALIŞMALARI
Sözlük
Aba Kanlıdivane’de Kleopatra ve Antonius’la barış yapan kadın yönetici.
Antonyus Roma konsülü, Kilikya yöneticisi.
Bazilika Kilise yapısı
Çanakçı Kanlıdivane’nin kuzeybatısındaki köy.
Dor Tarzı Antik Yunan mimarlık yapı stillerinden biri.
Hekataios Roma dönemi tarih yazarı.
Karst Kireç taşı yapısındaki kayalıkların yağmur suyu ile eriyip çökmesi.
Kanytelleis Kanlıdivane’nin eski isimlerinden biri.
Kenatis Yeri kesin tanımlanamayan, belki de Kanlıdivane yerleşimi.
Kilikya Bugünkü Mersin ve Adana kentlerini içine alan antik bölge.
Korent Tarzı Antik Yunan mimarlık yapı stillerinden biri.
Kleopatra Tarsus’ta Mısırlı bir Roma valisi.
Lalasis Yeri kesin bilinmeyen Kilikya kenti
Maki Akdeniz bitki örtüsü
Neapolis Kesin olmasa da Kanlıdivane’nin Bizans ismi
Nekropol Mezarlık alanı
Nümizmat Eski para bilimi uzmanı.
Obruk Doğal çöküntü çukuru, mağara.
Olba Uzuncaburç yanındaki antik yerleşim merkezi.
Otonom İç işlerinde bağımsız, dışa vergi bağımlısı ülke.
Polygonal İskender sonrası, Helenistik devrin yapı tekniği.
Roma Devri Bölgemizin Roma konsülü Pompeius’le (M.Ö. 67) girdiği dönem.
Sarnıç Kaya oyma su depoları.
Sedir ağacı Lübnan asıllı dayanıklı bir ağaç türü, yöremizde ‘Katranağacı’ olarak bilinir.
Sikke Metal para.
Strabon Amasyalı antik yazar.
Triskeles Olba ve Kanytelleis’in ortak simgesi; üç kollu çarkıfelek.
Teodisius Kanytelleis’i onaran Bizans yöneticisi.
Tarku Anadolu Hitit tanrısı.
Tarkuaris Tarku’nun Yunanlaşmış adı.
Doriforos Mızrak taşıyan asker tipi.
Tykhe Şans Tanrıçası – tapımı.
Pagan Putlara tapım dönemi.
Kaynakça
BENT J. Theodore – Journal of Hellenic Studies Vol. XII 1891 – London.
BURCU Ceylan – Kanytelleis Ören Yeri Yüzey Araştırması. EU BAP Proje No: NAP FBA 05-15. 2005.
CIBIROĞLU Yıldız – Bilim ve Ütopya – Mart 1998. s. 41 ve 45.
DEMİRSEREN Bedii – Kimin olacaktı Apameia – İçel İl Halk Kütüphanesi. (Detay)
DURUGÖNÜL Serra – Die Felsreliefs İm Rauhen Kilikien, Bar International Series 511 1989 Printed in Great Britain
DURUGÖNÜL Serra – Özel Kanlıdivane Eleştiri Notları. Semihi Vural’a yazdığı Kanlıdıdivaneye dair soru cevap mektupları.
EDWARDS Robert W.- The Foortifications of Armenian Cilicia. Dumbarton Oaks Research Library and Collection. Washington. D.C.-1987
ERHAT Azra – Mitoloji Sözlüğü. Remzi Kitabevi-1989
EYİCE Semavi – Kanlıdivan. Türk Ansiklopedisi. Cilt 21, s. 207-208.
EYİCE Semavi – Kanlıdivan (Kanytelis-Kanytelideis) Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları 1975. s. 411-442.
EYİCE Semavi – Ricerche e scoperte nella regione di Silifke nella Turchia meridionale, Milion 1 (1988) 15-58.
EYİCE, Semavi, Silifke ve Çevresinde İncelemeler: Elaiussa Sebaste(Ayaş) Yakınında Akkale” VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 11 – 15 Ekim 1976. Kogreye sunulan bildiriler, C.2, Ankara 1981, s. 865-886
FELD O. – Bericht über eine Reise durch Kilikien. Ist Mitt 13/14 (1963/64) 88-107.
FORSYTH G. H. – An early Byzantine Church at Kanlı Divane in Cilicia, in: M. Meiss (Hg.), De Artibus Opuscula 40, Essays in Honor of E. Panofsky (1961) 127-137.
GRIMAL Pierre – Mitoloji Sözlüğü. Çev. Sevgi Tamgüç. Sosyal Yayınlar 1997.
HEBERDAY Rudolf / WILHELM Adolf – Reisen in Kilikien (1896).
HEBERDAY Rudolf / WILHELM Adolf – Antik Su Yolları. Çev. Ayşe Ütsükarcı. 9 Haziran 1892
HERZFELD E. / GUYER. S. – Meriamlik und Korykos, MAMA II (1930).
HILD F. / HELLENKEMPER H. – Kilikien und Isaurien, Tabula Imperii Byzantini 5 (1990).
HILL S. Getrude Bell – A selection from the Photogrophic Archive of an Archaeologist and Traveler. 1976 New Castle upon tyne NEDİR BU?
LANGLOIS Victor – Voyage dans la Cilicie et dans les montgnes du Taurus. Paris 1881. Eski Kilikya – Çev. Mustafa Rahmi Balaban, Mersin Halkevi yayını. 1947.
MANSEL Arif Müfit – Ege ve Yunan Tarihi. Dil Tarih Kurumu 1995. s. 514-529.
MIETKE Gabriele – Untersuchungen Zur Baugeschicht von Basilika 3 in Kanlıdivane. 1998.
RESCHENHOFER Grundiage Heinrich – Tabula İmperii Byzantini 5. Wien 1991.
SCARBOROUGH Yasemin Er – Dağlık Kilikya’da Lamotis Mezarları. Olba 1998 s. 77.
STRABON – Coğrafya. Çev. Adnan Pakman. Anadolu Kitap XII – XIII – XIV 1975. Arkeoloji ve Sanat yayınları, İstanbul 1987 – s. 333.
ŞAHİN Osman – Selam Ateşleri – Cem Yayınevi 2. basım 1994 İstanbul 1993 117 sayfa
TEKİN Oğuz – Grek ve Roma Sikkeleri. YKY Yayınları. Ekim 2009
TAŞKIRAN Celâl – Kanytelis (Kanlıdivane) Resimli Turistik İngilizce Bilgi Kartonu Detay
THOMSON George – Tarih Öncesi Ege I . Çeviren: Celal Üster. Payel 1991. Detay: s.130
TIRPAN Ahmet / SÖĞÜT Bilal – …Kilikya’da Çokgen Taşlı Duvar Örgü Tekniği – Olba 1998. s.170.
UMAR Bilge – Türkiye’deki Tarihsel Adlar. İstanbul 1993.
UMAR Bilge – Kilikia Gezi Rehberi. İnkilap Kitabevi. İstanbul 2000.
VURAL Semihi – Kanytelleis-Akbank, Türkiyemiz Dergisi, 1993 /Sayı 68. s. 54-61.
YILDIZTURAN Melek – Gordion, Polatlı Müzesi tanıtım kitapçığı. Polatlı Belediyesi Kültür Müdürlüğü yayını, 2000
ŞAHİN Osman – Selam Ateşleri – Cem Yayınevi 2. basım 1994 İstanbul 1993 117 sayfa
Kilikya’da Ermeni kaleleri The Fortifications of Armenian Cilicia Robert W. Edwards Dumbarton Oaks Research Library and Collection
Washington, D.C. – 1987
Referanslar
1) EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 412-41? Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
2) Arkeoloji ve Sanat Yayınları tanıtım sitesi’nden alıntı…
3) Strabon – Coğrafya – Çev. Prof. Dr. Adnan Pekman. (1)Anadolu Kitap XII – X111 – XIV. 1975. (2) Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul / 1987. Sayfa.201 – 6
4) Strabon – Coğrafya – Çev. Prof. Dr. Adnan Pekman.. (1)Anadolu Kitap XII – X111 – XIV. 1975. (2) Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul / 1987. Sayfa 203 – 10. Bl., 5.satır
5) Strabon – Coğrafya – Çev. Prof. Dr. Adnan Pekman. 1)Anadolu Kitap XII – X111 – XIV. 1975. (2) Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul / 1987. Sayfa: 199 – 3.Bl., 4.satır
6) LANGLOIS V. – Eski Kilikya -. Çev. M.Rahmi Balaban – Yeni Mersin Basımevi / 1947.
7) Kilikya’da Ermeni Kaleleri .- Mersin Müzesi Kütüphanesi. Tam referans verilmeli – Basımevi / yılı /sayfa vs.
8) EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 422. Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
9) EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 413. Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
10)EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 441. Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
11) UMAR Bilge – Türkiye’deki Tarihsel Adlar – 1993. Sayfa:.337 Tam referans verilmeli – Basımevi ?
12) CIBIROĞLU Yıldız – Bilim ve Ütopya – Mart 1998. Sayfa: 41 ve 45.
13) EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 411-412. Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
14) EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 413. Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
15) İNCİL – Resullerin İşlerii. Sayfa: 17-28.
16) EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 419. Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
17) EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 414-415. Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
18) EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 441. Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
19) EYİCE Semavi – Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Bazilikaları. Anadolu Araştırmaları, IV – V / 1976-1977 – Sayfa: 414. Edebiyat Fakültesi Basımevi – 1977.
20) ŞAHİN Osman – Selam Ateşleri – Cem Yayıonevi 2. Basım 1994 İstanbul 1993 Sayfa 117
21) EYİCE Semavi – Silifke ve Çevresinde İncelemeler – Elaıse Sebaste (Ayaş) yakınında Akkale VIII.Türk Tarih Kongresi, Ankara 11-15 Ekim1976. Kongreye Sunulan Bildiriler, C.2. Ankara 1981, sayfa 865-886 VAR MI?
Bülent Akbaş
4 Şubat 1946 yılında İstanbul’da doğdu. 1960 yılından itibaren Mersin’de yaşadı. Fotoğrafa lise yıllarında başladı. Mersin’de İçel Fotoğraf Amatörleri Derneği ve İçel Sanat Kulübü kurucu üyeliği yaptı. 1997 yılından 2011 yılına kadar yaşamını Hopa’da sürdürdü.
Özellikle gezdiği ülkelerin fotoğraflarını çekerken; o ülkelerde de saydam gösterileriyle Mersin’i tanıtır Bülent Akbaş. Ankara Üniversitesi, Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi gibi kurumsal yerlerde de sergiler açar, saydam gösterileri yapar. Türkiye’yi sanatsal etkinlikler kapsamında yurt dışında da hep en iyi şekilde temsil etmeye çalışır.
Fotoğraf Sanatçısı Bülent Akbaş yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da açtığı bir çok sergi ile hep ilgi odağı oldu. İş yaşamı yanında fotoğrafı bir hobi olarak değil, yaşamının günlük parçası olarak yürüten Bülent Akbaş’ın, bu uğurda feda edeceği pek çok şey olabilir.
Emeklilik yaşamını Mersin’de fotoğraf çalışmaları yaparak sürdürmektedir.
Kanlıdivane / Kanytelis kenti hakkında, yabancı dildeki bazı kitap ve makalelerin dışında, Türkçe basılan pek fazla yazı bulunmuyor. Kent hakkında Türkçe tek kaynak Semavi Eyice’nin 1970’li yıllarda Edebiyat Fakültesi’nin “Anadolu Araştırmaları” süreli yayımında basılan yazıları. Kent yıllardan beri araştırılmayı bekliyor.
Arkeoloji aşığı Semihi Vural, konuyu güncellemek ve kamuoyu ve yetkililerin dikkatini bu eşsiz tarihi kente çekebilmek için yıllardır bölgeye yaptığı ziyaretlerde topladığı belge ve derlediği bilgilerle çok önemli bir eksikliği gidermek için dağarcığındaki tüm verileri bu kitapta toplayarak sizlere sunuyor.
Çeşitli yayımlarda dağınık bir halde bulunan kent ile ilgili tüm verilerin bir araya derlenmesinin yanında, kitabın önemi sunduğu görsel malzeme zenginliğinde yatıyor. Vural’ın yakın dostu Bülent Akbaş’ın ayrıntılı fotoğraf kareleri ile bu kitap ileriye yönelik tüm çalışmalarda bir referans kitabı olacak nitelikte. İki eski dost, Semihi Vural ve Bülent Akbaş’ın 20 yıldır süregelen uzun soluklu çalışmalarının ürünü olan bu kitabın ön taslağını İhsan Toksöz özenle gözden geçirerek yayıma hazırladı.
Bu kitabın Kanlıdivane antik kentinin gün ışığına çıkarılarak Mersin yöre tarihinin derinliğine saptanmasında bir öncü olmasını diliyoruz .Prof.Dr.Levent Zoroğlu
KİTABIN BAŞ TARAFINA (1. BÖLÜM) DÖNMEK İÇİN için burayı tıklayınız.