KANLIDİVANE
K A N Y T E LL I S
TARİH VE DOĞANIN GİZEMLİ DÜNYASI
SEMİHİ VURAL
MERSİN
KANLIDİVANE
K A N Y T E LL I S
Bu kitabımı büyük üstad Prof. Dr. Semavi EYİCE’ye adıyorum.
BİR ANTİK KENTTEN İZLENİMLER
En gür zeytinli yollardan kente varış.
Kara zeytin meyvelerine eş gözlerin
parıldar ve gülerdi
öyküsüne bir sevginin.
O zaman Neopolis’te de akşamlar oluyordu.
Akdeniz suları köpük köpük
fildişi bedenini okşarken
delişmen ve o kadar esrik.
Sevgi çığlıkları sözcüksüz
hep birbirine benzer.
Defne kokuları sularla yıkanmış
o ince belleri döven kara üzüm saçlar unutulmuş;
Güzelliğini tel tel öven diller
taş gömütlerde kurumuş…
Şimdi Neopolis’in adı:
“Kanlıdivane.”
Yine serin bir akşam oluyor arasında taş yığınlarının.
Ve dibinde
tarihsel zeytin ağaçlarının,
büyümüş binlerce otlar.
Renk renk çiçeklerde yüzyıllardan
binlerce anılar…
Kanlıdivane’nin bir akşamında,
Neopolis taşlarının rastgele dizildiği iki duvar arasında,
şimdi bir kapı, ağaç dallarından
büyük gıcırtılarla açılır.
Sanki tarihsel zaman geriye dönmüş gibi.
Bir kadın,
sırtında daha çiçekleri açmadan yolunmuş
defne dalları yüklü,
girer bugünkü kapıdan;
Adı defne değil.
Keçiler defne tomurcuklarını yiyecek,
çiçeklerin çığlığı,
keçinin ağzı defne kokar.
Uzun ve dalgalanan kara saçlar değil
su arklarının dibi.
O kadar cilalı, temiz,
bir yılan derisi gibi kaygan, parlak.
Sanki biraz önce
gür sular akmış bu yollardan.
Zeytinler yine yeşil,
Meyveler güz olgunluğunu bekler.
Güzel ötüşlü kuşlar çağların renkleridir yine.
İkinci defne çiçeklerini öpmüş, besler.
Bekir usta:
Uzun savaş günlerinden sonra
silahı bırakmış o eller, ustalığına dönmüş.
Cumhuriyette ilk coşkulu on yıl;
unutulmuş, yıkılmış Roma taşlarından yol yapmış,
adı şose: Yepyeni o zamanlar.
Taşları nakışlamış.
Delikanlılğının ilk yıllarında.
İçinde pırıl pırıl,
aydınlık kentler gibi sevincin vardı;
umutların, sevgin.
Geriye dön bak ne kaldı:
Yitirilmiş yıllar, umutlar, sevgiler…
Rehber Aydın
T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI
KANLIDİVANE – KANYTELIS
ARAŞTIRMA VE METİN : SEMİHİ VURAL
KOORDİNATÖR : EMEL GÖKBEL
EDİTÖR : İHSAN TOKSÖZ
FOTOĞRAFLAR : BÜLENT AKBAŞ
KAPAK FOTOĞRAFI : BÜLNT AKBAŞ
ÇİZİMLER : ERTAN AYKIN – SİREN YILMAZER
ŞİİRLER : BERDAN KARAGÖZ – REHBER AYDIN
DÜZELTMEN : NİHAT TANER
DANIŞMAN : PROF.DR. LEVENT ZOROĞLU
TASARIM : ÖZGÜR UZUNOĞLU
YAPIM : YASEMİN ÖZÇELİK – REKLAM DANIŞMANI
BASIM : LEMİNEKS MATBAACILIK DİJİTAL BASKI İŞL. SAN.VE TİC. LTD.ŞTİ.
YAYIN TARİHİ : MERSİN 2011
KATKIDA BULUNANLAR : TUNCER ÖZMEN – ABDULLA SERT – EYÜP DİNÇ – NİHAT TANER – MERİÇ ALKAN – EREN KAPLANCIK – HÜSEYİN ADIBELLİ – ÜMİT ÇAKMAK – YAŞAR ÜNLÜ – MUSTAFA SAĞLAM – YUSUF EKİZ – ASUMAN BOZKURTOĞLU — SERRA DURUGÖNÜL’E — TEŞEKKÜRLER
İL ÖZEL İDARESİNİN KATKILARIYLA BASILMIŞTIR.
Mersin Valiliği tarafından yayınlanan bu kitaptan, izinsiz ve kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, çoğaltılamaz.
SEMİHİ VURAL Özgeçmişi için bu satırı tıklayınız………..
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
Levent Zoroğlu
TEŞEKKÜR
GİRİŞ
Zaman tünelinde
Tarih ve doğanın gizemli dünyası
KONUM
Prof. Dr. Semavi Eyice
Tanıtım
BİLGİ KAYNAKLARI
Amasyalı Strabon
Diğer kaynaklar
Kanlıdivane için dönüm noktası
KANLIDİVANE ADININ KAYNAKLARI
Muhtemel türetmeler
Kanlıdivane Sikkeleri – Nümizmatik görüş / Sikkelerde zamanı okumak
TARİH VE MİTOLOJİ
Teukros ve Aias – Troya Savaşı’nda iki kahraman kardeş
Soy ağacı
ZAMAN İÇİNDE DİN
Obruk ve bilicilik
İnanç evreleri
OBRUKTAN GÖKYÜZÜNE YÜKSELEN UYGARLIK
Mimarlık
Obruk içi
Evler
Hellenistik Kule
Obruğun batı yönündeki duvar
ARATOS / Phaenomena /
TRİSKELES
ARKEOLOG ve GEZGİNLER
HILL S. GERTRUDE BELL VE KANLIDİVANE
Bazilikalar
Nekropoller
ROMA MEZAR GELENEĞİ / Kaya Mezarları
Çanakçı Kaya Mezarları
Anıt Mezarlar
Lahitler
SİVİL YAPILAR
Sarnıçlar ve Su Donanımı
Antik yollar
YAZITLAR
KANLIDİVANE BİLİNMEZLERİ
KRALİÇE ABA
Kleopatra Sarayı
Aba Rölyefi
Zayiçe
Giyim Kuşam
Pudiciata
KÜLTÜR
Obruktaki giz
Kanlıdivane Mersinli yazarlara kaynak oluyor
İKİ DÜŞ / ÖNERİ
Kanlıdivane Müzikali ya da Operası
Unesco Dünya Mirası Listesi ve Kanlıdivane
EKLER
Kraliçe Aba Balesi
Opera Opera Dedikleri
SÖZLÜK
KAYNAKÇA
ANTİK KENTİ IŞILDATMAK
Akdeniz çanağında, on bin yıla yakın bir zamandır uygarlıkların beşiği olan ve geçmişten günümüze kadar her karış toprağında bu uygarlıkların izlerini taşıyan Mersin, Bu değerlerini tüm insanlarla paylaşmak adına, yoğun bir çabanın içerisindedir.
Mersin Valiliği olarak; ilimizdeki bu zengin kültür varlıklarının korunması için sürdürülen çalışmaların yanında, bu değerleri özenle kaleme alan, tarihe ışık tutan, değerli yazarlarımızın da alın teri bu yönlü çalışmalarını destekleyerek, hem onların emeklerini amaçlarına yansıtmak hemde ast olan ilimizin tanıtımda topyekûn bir birliktelik sergilemek, önem verdiğimiz konuların başında gelmektedir.
Nitekim Kültür ve Sanat dostu olan ve her fırsatta kalbi Mersin için çarpan Sevgili Semihi Vural tarafından kaleme alınan ‘KANLIDİVANE’ kitabı, ilimizin tarihi değerleri arasında yer alan eşsiz ve müstesna bir tarih hazinesi olan antik bir kenti pek çok yönüyle kaleme almaktadır. Olba Krallığının kutsal yeri olan Kanlıdivane ‘nin tarihi M.Ö 3. Yüzyıla kadar gitmekte olup, M.S 4. Yüzyılda da adı Neopolis (yeni Kent) olarak değişerek, kent en parlak dönemini yaşamıştır. Antik çağda adı Kanytelis olan Kanlıdivane üç ayrı dönemin yani, Hellenistik, Roma ve Bizans izlerini bir arada sergileyen önemli bir antik yerleşim merkezidir.
19.yüzyıl ortalarında keşfedilen kent,1970’li yıllarda yapılan kazılarla ortaya çıkarılarak, antik kentle ilgili ilk arkeolojik araştırmalara başlanmıştır.
2010 yılına kadar değerlendirilemeyen bu önemli tarihi mirasın korunması ve ziyaretçilere sunulması için, Valiliğimizce ildeki diğer kültürel varlıklar gibi burası içinde start verilerek, proje çalışmalarına başlanmıştır.
Bu kapsamda; Kanlıdivane ören yerinin bütüncül anlamda ele alınması için’ Çevre Düzenleme Projesi’ işi, Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması katkı payından, Valiliğimizce sağlanan kaynakla, ihale edilerek tamamlanmıştır.
Hali hazırda bu kültür mirasının çevre düzenleme projesinin uygulama safhasına geçilmiştir. Bir medeniyetin gün ışığı ile bütünleşmesi olan bu çalışmaların yanı sıra, onun yazılı belge ve yayınlarla kaleme alınarak geniş kitlelere taşınmasını önemsiyor, Kanlıdivane kitabının yazarı Semihi VURAL başta olmak üzere kitabın hazırlanmasına katkı sunan herkesi kutluyorum.
ÖNSÖZ
Levent ZOROĞLU*
Eskiçağ’a ait sanat eserlerinin sistemli bir biçimde incelenmesini gerçekleştiren ilk kişi Alman Johann Joachim Winckelmann olarak bilinir. Gerçekten de Winckelmann, 1764 yılında yayınlanan “Eskiçağ Sanatının Tarihi” adlı eserinde, o zamana kadar yapılmayan bir şeyi, yani her sanat eserinin yapıldığı çağın kültürünü, sanatını ve sanatsal üslubunu temsil ettiği görüşünü, ortaya attı. Ve bununla ilgili bir kronoloji oluşturdu. Bu başlangıcın ardından araştırmacılar Winckelmann’ın kurduğu yöntemi geliştirdiler.
Günümüzde Sanat Tarihi ve Arkeoloji birer bilim dalı olarak kabul edildi. Bütün bu olgunun gerçekleşmesinde sanatı, geçmiş uygarlıkları seven ve bunları araştırmayı kendilerine iş edinen, sanatsal düşünceyi benimsemiş “amatörlerin” büyük katkısı vardır. Zaten Winckelmann’ın kendisi de bir sanatsever olarak araştırmalarına başlamıştı.
İşte elinizdeki “Kanlıdivane” kitabı da böylesi bir sanatsever, bir amatör tarafından hazırlandı. Kendisini ilk tanıdığım günlerde dikkatimi çeken ilk şey onun bu kıskanılacak yönü oldu. Hem de öyle ki, onu bir bilim adamının saplanmışlığından uzak, hep araştıran, en küçük ipuçlarını bile değerlendirmeyi göz ardı etmeyen, dahası bunu bir iş veya gösteriş olarak değil de, bir anlamda ruhunun derinliklerinden gelen arzuyu tatmin etmek isteyen bir kişi olarak gördüm. Sayın Semihi Vural’ın Kanlıdivane’sini okuduğunuz zaman sanırım benim bu saptamalarıma hak vereceksiniz. Bu nedenle bu eseri, bir bilim adamının kaleminden çıkan kuru bir anlatım değil de, yazarın duygularının sanatsal yansıması olarak düşünün. Böyle okuduğunuz zaman, belki bir parça da olsa Semihi’nin anlatmak istediği dünyaya adım atabilirsiniz.
*Prof. Dr. Konya Selçuk Üniversitesi, Arkeolog
TEŞEKKÜRLERİM
20 yıla yakın zamandır birkaç kitap dosyamı güncellemeye çalışırım. Bunlardan birisi geçen yıl yayımlanan “Huğdan Gökdelene Mersin”, bir diğeri ise uzun süredir el atamadığım “Tarih ve Doğanın Gizemli Dünyası: Kanlıdivane”dir. Kanlıdivane ören yerini gördükten sonra içime düşen ateşi pek çok dostumla paylaştım. Bilgi ve belge kaynaklarımın başında sevgili Celal Taşkıran’ı saymam gerekir. Arkeolog dostlarım, Levent Zoroğlu ve Serra Durugönül, karmaşık dosyalarımı okuma nezaketi gösterip beni yüreklendirdiler. Genç danışmanım Hüseyin Adıbelli ve Ümit Çakmak gibi arkeoloji ve sanat tarihi dünyasının saygın üyeleri bana hep destek oldular.
Fotoğraflama konusunda ilk ciddi çalışma Abdulla Sert ile yaptığımız keşif gezisidir. Bu çalışmada bir de anıt mezar keşfettik. Daha sonra bu keşfin doğruluğunu Levent Zoroğlu ile pekiştirdik. Diğer kitaplarımın fotoğraf editörü Mustafa Eser’in adını elbette burada da anmalıyım. Tek kare katkısıyla Erdal Şenel, Abdulla Sert, Mehmet Toker, Orhan Özgülbaş, Mustafa Sağlam, Dr. Necati Kıralp, Yusuf Ekiz ve Selami Türk’ü de. Ama 20 yılı aşkın süredir sayısız fotoğraf karesini her isteyene karşılıksız veren dostum Bülent Akbaş, Kanlıdivane kitabına foto vermekle kalmadı yol verdi hayat verdi. Kanlıdivan için çektiği binlerce kareden bu kitaba 50 kare seçtik.
Bu kitabın oluşmasında etken olan bence en önemli kişi; gençliğinde öğrencileri ile “Kanlıdivan” araştırmaları yapan büyük üstad, Prof. Dr. Semavi Eyice’dir. Kanlıdivan adına derlemeleri yaparak yayımlayan Semavi Eyice’dir. Kendinden önceki yapılan çalışmaları inceleyerek bu konuda kapsamlı olarak yazan Eyice’nin “Kanlıdivan” eseri bu konuda yazılan tek eserdir. Kaynakçaya aldığım tüm makale ve çalışmaları elbette önemsiyorum. Ama Semavi Eyice olmasaydı ben böyle bir kitabı derlemeyi göze alamazdım.
Ben bu kitabımı Semavi Eyice’ye adıyorum.
Bundan sonra Kanlıdivane için pek çok kitap ve broşür basılacak, yeni birçok yayın yapılacaktır. Çünkü halen ören yerinde Mersin Üniversitesi tarafından Mersin Valiliği desteğinde bilimsel temizlik ve kazılar yapılıyor. Kanlıdivane’de günyüzüne çıkmayı bekleyen daha çok şey var.
Kanlıdivane dosyasını titizlikle okuyan Tuncer Özmen, Nihat Taner, Meriç Alkan’a, yukarıda andığım dostlarıma, şiirleriyle taşlara seslenip duygu yükleyen Berdan Karagöz ve Rehber Aydın’a, çizimleri yapan Ertan Aykın ve Siren Yılmazer’e, bu kitabı artık basalım diyen fotoğraf sanatçısı Bülent Akbaş’a ve kitabı yayıma hazırlayarak emeğime değer katan İhsan Toksöz’e teşekkür ederim.
Bir teşekkür de binlerce yıldan beri bizi seyreden Kraliçe Aba’ya ve onu bir “kuma” gibi sevip sayan eşim Ayşe’ye… Elbette Mersin Valisi Sayın Hasan Basri Güzeloğlu’na sonsuz teşekkürler.
Semihi Vural – Temmuz 2011 / İNSU.
BAŞLARKEN
Kanlıdivane / Kanytelis ön taslağını okuduğumda içeriğinin ne kadar zengin olduğuna hayret etmiştim. Bu kitabın yirmi yılın bir birikimi olduğunu bilmediğmden Semihi Vural’ın neden kitabı yayımlamak için bu kadar beklediğine bir anlam verememiş ve kendisine kızmıştım. İlk gözden geçirmemin sonunda bir araya geldiğimizde öğrendim gecikmenin nedenini. Mükemmeliyetçi kişiliği ve tüm bildiklerini kamuoyuna aktarma sorumluğu altında bir türlü baskıya verememişti kitabını Vural. Anlaşılan geçen zaman kendini haklı çıkarmış ve şu anda elinizde tuttuğunuz kitap süreç içinde zenginleşerek bir başvuru eseri olabilecek niteliğe sahip olmuş bulunuyor.
Semihi Vural, kitapta emeği geçen, katkıda bulunan tüm dostlarını birer birer anıyor teşekkür mesajında. Bu konuda alçak gönüllülükle katkılarını övüyor tüm kişilerin. Bir buluşmamızda kitabı okuyan ve bilimsel düzeltmeler, öneriler yapan dostlarının elyazısı notlarını gösterdi bana. En küçük bir şeyi bile arşivlemişti. Bu not ve belgelerde neler yoktu ki; Özellikle Prof. Dr. Serra Durugönül’ün 1993 yılında kendi el yazısı ile yazılmış Semihi Vural’ın bazı sorularının yanıtlandığı sararmış bazı notları dikkatimi çekti. Bu notların kendisine araştırmalarında bir itici güç olduğunu samimiyetle anlattı. Kendisinin Mersin kentine olan katkılarının hala sürdüğünü belirtti. Ne güzel bir ekip oluşmuş o tarihlerde diye düşündüm. .
Kentlerde yaşayan insanların tüm kent değerlerine sahip çıkmaları gerekiyor. Ancak böyle insanlar da kolay çıkmıyor. Vural sorumlu hemşehrilik bilinciyle Mersin’e bugüne kadar kazandırdıklarına bir yapı taşı daha ekliyor.
Darısı taş üsüne taş koyacak diğer araştırmacıların başına…
İhsan Toksöz
GİRİŞ
Her gezdiğinizde çevrenizde yeni bir şeyler görebilirsiniz. Uzman olmanız gerekli değil, yeterki gözlemci olun ve severek dolaşın. Uzun süredir yaşadığım Mersin’de, defalarca gittiğim bu görkemli antik kentte, her defasında yeni bir heyecan duydum. Bu heyecanla gözlerim her ziyaretimde daha önce gözden kaçırdığım yeni bir taşa takıldı.
Zaman içinde, İçel Sanat Kulübü kurulduktan sonra yörede yapılan müzikal etkinlikler Kanlıdivane’yi yeni bir yere taşıdı. Ardından burada, konusunu yöre tarih sayfaları içinden alan bir bale eseri ortaya konması bir başka heyecan yarattı. Bu yerel farkındalık ve kültürel değerlendirmelerin bilimsel ve sanatsal çalışmalara da yansıması kaçınılmazdı. Kentimizde, 2005 yılında 8 Mart Kadınlar Günü nedeniyle Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından organize edilen “ABA, Barışı Kadınlar Yapar” heykel sempozyumu’na dünyanın çeşitli ülkelerinden katılan kadın heykeltıraşlar arasında yer alan “Karin Bohrmann”, Mersin Devlet Opera ve Balesi tarafından dünya prömiyeri yapılan “ABA Balesi”ni izleyince çok etkilendi. Bohrmann’ın çekiç ve murç darbeleriyle tekrar canlanan ABA’nın, Güzel Sanatlar Fakültesi binası önüne konan heykeli barışın yeni sembolü oldu.
Kanlıdivane’yi gezdirdiğim arkadaşlar çok etkilenirler. Bende iz bırakan iki kişiden biri Mersin Opera ve Balesi’nde sahnelenen ve şiirleri kendisine ait olan müzikal gösteri ‘Mavi Nokta’nın gala temsili için Mersin’e gelen Tarık Günersel’dir. Çevre gezilerimize katılan Günersel’in Kanlıdivane antik kentine geldiğimizde, obruk kenarında Mavi Nokta’nın şiirlerinden okuduğu bazı bölümler hala belleğimdedir.
İkinci kişi ise, ‘Akbank Koleksiyonundan Bir Kesit’ sergisi için gelen kadim dostum Gürol Sözen’dir. Gürol, Kanlıdivane gezimizde hemen bir proje ödevi verdi bizlere. Antik kentte bir konser fikrini ilk kez Gürol ortaya atmıştır. Ardından burası hakkında bilgi toplamamı istedi. İlk ulaştığım kişi Celal Taşkıran oldu. Kendisinden edindiğim bilgilerle hazırlamaya çalıştığım dosya, fotoğraflar ve çizimlerle gelişti. Gürol Sözen bu çalışmanın 1993 yılında Akbank tarafından çıkartılan, Türkiyemiz dergisinin 68. sayısında; ‘Kanytelleis – Tarih ve doğanın gizemli dünyası’ adıyla yayımlanmasını sağladı. İlk fotoğraflama çalışmaları Abdulla Sert ile başladı. Ertan Aykın ilk çizimlerini yaptı. Pek çok arkadaş bu dosyanın bir kitaba dönüştürülmesinde yardımcı oldu. Başta arkeolog Levent Zoroğlu ve Sayın Serra Durugönül, kitap taslağını okuyup düzeltmelerini yaptılar. Kanlıdivane dosyası bu süre içinde geliştikçe gelişti.
Şimdi Mersin Valiliği ile Mersin Üniversitesi birlikte bu antik kent için bir proje yürütüyorlar. Bu proje ile yöremizdeki bu benzersiz antik kentin hak ettiği değerli konuma ulaştırılmasını diliyorum. Daha yapılacak çok şey var. Elbette bilimsel bir kazı yapılmalıdır. Ama her şeyden önce bizler buraya sahip çıkmalıyız.
Zaman tünelinde
Çok eski dönemlerden beri Taşlık Kilikya (Kilikia Trachia) olarak anılan Mersin’in çevresinin, Anadolu’nun ilk yerleşim yerlerinden ve uygarlık merkezlerinden biri olduğu bilinmektedir. Ne var ki o dönemlerden kalan son izler, yeterli bilimsel kazı yapılmayıp, gereken araştırmalara olanak sağlanamadığından, zaman içinde kaybolmaktadır.
Görkemli Toroslar’a yaslanmış, engin Akdeniz’e ulaşan iki kutsal akarsu; Göksu (Kalykadnos) nehri ile Limonlu (Lamas) çayı arasındaki topraklara serpilmiş olan pek çok antik kent var. Bu bölgede kurulmuş ve bugün tanımlanabilen 70’den fazla antik kentin sayısız tapınağı, kim bilir ne gizler barındırıyorlar ve araştırmalar fazlalaştıkça bizlere geçmiş hakkında daha ne bilgiler sunacaklar?
Evet, yanlış duymadınız; 70’den fazla antik kent… İnanılmaz değil mi?
İlk çağlardan bu yana Zeus ve diğer pagan tanrıları adına çeşitli kentlerde yaptırılan tapınaklar zaman içerisinde değişen dinlerle başkalaşmış, yeni özelikler ve görünümler kazanmıştır. Yörede bunun izlerini bolca görüyoruz. Yüzyıllar boyunca süregelen ve devamlılık arz eden yerleşimler, sonraki dönemlerde Hıristiyanlığın yerleşip yayılmasında da bölgenin önemli bir rol alması sonucunu doğurmuştur.
Kanlıdivane antik kenti tüm bu kentler içinde en ilginci, en ünlüsüdür. İşte bu kitabımızda Anadolu’nun Kilikya Bölgesi’nin, Olba Eyaleti’nin “Triskeles” amblemli, Kanytelis yerleşimini, yakalayabildiğimiz ipuçlarıyla hep birlikte keşfetmeye çalışacağız.
Tarih ve doğanın gizemli dünyası
Anadolu toprağındaki uygarlıklara biraz ilgi gösterdiğimiz zaman şaşırır kalırız. Bunun en önemli nedeni, insanoğlunun günümüze mesajlar ileten ürünleridir. Bu bir tablet, yazıt ya da kaya üstüne yontulmuş bir figür olabilir. Garip gelebilecek, ama üst üste dizilmiş taşlardan oluşan bir duvar bile arkasında ilginç bir dünyayı gizler, yeter ki bakmasını bilelim.
Mersin denince ilk akla gelen Kızkalesi’dir. Bir bakıma simge olmuştur Kızkalesi. Ama Mersin ve çevresi Neolitik, Kalkolitik ve Tunç çağından beri vardır. Kentin yer aldığı Antik Kilikya Bölgesi’nde ilk çağlardan beri yaşamın sürdüğü, iskân edildiği bilinmektedir. Bu bölgedeki Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemi kalıntıları, kaleleri, tapınakları, sarnıçları dünü bize etkin bir şekilde tanıtır.
Başka yerlerde de gözlemlendiği gibi günümüzde Mersin ve çevresinin de kötü yapılaşmadan payına düşeni fazlasıyla almış olduğu görülmektedir. Bir gezgin gibi kente girerken Akdeniz bitki örtüsüyle, muz ve portakal bahçeleriyle, palmiyelerle karşılanmak isterseniz, hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Palmiyeler ve Akdeniz bitki örtüsü sanki son temsilcilerini kente bırakmışlardır. Kıyı kenti olma özelliğini yok eden ve ülkemizde pek çok yerde görülen, insanımızdan bulaşan kötü yapılaşma, bir hastalık gibi etkilemiştir şehirlerimizi. Yaşadığımız kentlerin coğrafyadaki konumunu ve tarihsel kimliğini görememe hastalığıdır bu. Bir kültür eksikliği…
Bir gezgin ya da yabancı için herhangi bir kent gelip geçici bir yerdir. Ancak gördüğü olumsuzlukları daima kaydeder bellek, üzülür ve hayıflanır kişi. Mersin’de, kentin biraz dışına çıkınca, el değmemiş bir doğa ve kendi haline terkedilmiş tarihsel dokuyla karşılaşırsınız. İşte bu yerlerden biri de Kanlıdivane’dir. Benzerine az rastladığımız, çarpıcı bir derinliği ve görünümü olan bu doğa parçası, tarihsel kimliği ile gizemli bir dünya oluşturmaktadır. Mutlu olur görenler, ama benim gibi ayni yöreye defalarca gidip, olumsuzlukları, süreç içinde doğal ya da insan eliyle yitip gidenleri görünce de kahrolur insan.
KONUM
360 31’’ 32’ N (kuzey) / 340 10’’ 46’ E (doğu)
Mersin’den batı yönüne doğru sahil boyunca uzanan karayolu Tırtar Mevkii’ne geldiğinde, sarı renkli yol tabelaları çoğalır. Kumkuyu Petrol Ofisi’ni geçince hız kesip sağa, adeta ters bir dönüşle ayrılırken ‘Kanlıdivane’ yol levhasına dikkat etmelisiniz. Kanlıdivane Antik Kenti’ne, Mersin-Silifke karayolunun 45. Kilometresinden dağ yönüne sapılması gerekiyor. Makiler içindeki bu 3 kilometrelik asfalt kaplama şose, antik bir Roma yolunun kıvrımlarını izler ve Toroslar’ın yamaçlarında yükselir.
Ören yeri, merkezindeki büyük bir çöküntünün çevresinde ve yamaçta yer alır. Antik kent, yaklaşık 90 x 70 metre genişliği olan, 60 metre derinlikteki bu görkemli obruğun çevresinde ve kuzeye doğru uzanan yamaç üzerinde kurulmuştur. Korykos – Olba – Elaiussa Sebaste antik kentleriyle bağlantılı görünen örenler üç – beş km.lik bir alana yayılmış durumdadır. Bölgenin jeolojik yapısını yansıtan Karst özelliği ile oluşan Cennet-Cehennem Obruğu ve Aşağı Dünya Obruğu gibi burası da derin geniş ve görkemli bir obruktur. Obruk tabanının zaman içinde dolduğu, asıl çöküntü tabanının çok daha derinde olduğu görüşü yaygın bir düşüncedir. Çevresindeki yeşil dokusu, eşsiz tarihi mirası, olağanüstü akustik özellikleri, görkemli vahşi doğası, benzersiz taş işçilikli kaya mezarları, heykel karakterindeki yüksek kabartmaları ve çeşitli anıtmezarları ile Kanlıdivane Antik Kenti “Kanytellis”, gezmeye doyulamayan bir açık hava müzesidir.
Mersin Devlet Opera ve Balesi orkestrası konseri 1993. Fotoğraf: Bülent Akbaş Semavi Eyice’nin kentin konumunu şöyle vermektedir:
“Silifke – Mersin yolunun çok yakınında olan ve 3 Kilometrelik mükemmel asfalt bir ara yol ile buna bağlanan ören yeri, şimdiye kadar yabancı araştırmacılar tarafından görülmüş olmakla beraber, buradaki ortaçağ yapılarının iyi bir yayını henüz yapılmamıştır. Silifke ve çevresindeki incelemelerimiz çerçevesi içinde, Kanlıdivan ile de meşgul olduk, buradaki yapıların ölçülerini aldırarak, öncekilere nazaran daha aslına uygun planlarını çizdirdik. …Kanlıdivan ören yeri Silifke’den Mersin’e uzanan ve esası antik çağa kadar inen yolun sol (kuzey )tarafındadır. Eski bir Roma yolunun üzerinde yakın tarihlerde yapılan bu asfalt caddenin yapımı ile antik yolun son izleri de ortadan kalkmıştır. Yolun sol tarafında devrilmiş durumda yuvarlak büyük bir kitabe görülür. (Maalesef bu kitabe şimdi yerinde yok! SV) – (1)
Prof. Dr. Semavi Eyice
1923 yılında İstanbul Kadıköy’de doğan Semavi Eyice 1948’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nü bitirdi, bu okulda Bizans kürsüsü açtı, 1964’de profesör oldu. Dünyaca ünlü Sanat Tarihçimiz yurt içi ve yurt dışında konferanslar verip, kongre ve toplantılarda bildiriler sundu. İlk yazısının yayınlandığı 1946 yılından günümüze dek, Türkçe ve yabancı dillerde olmak üzere 15 kadar kitap, 500 den fazla bilimsel makale ve araştırması basıldı.
Kanlıdivane antik kentinde ilk kez 1964 yılında öğrencileriyle araştırma gezisi yaptı. Daha sonra 1972 yılından itibaren Silifke ve çevresinde arkeolojik incelemelerde bulundu. Bu güne kadar Kanlıdivan Antik Kenti (Kanytellis) ile ilgili yayımlanmış kapsamlı bir kitap yoktur. Semavi Eyice’nin “Silifke Çevresinde İncelemeler: Kanlıdivan Basilikaları” adlı çalışması halen bu konudaki tek kaynaktır.
İçel Sanat Kulübü’nün Arkeoloji Günleri kapsamında geleneksel olarak sunduğu, “Kültürel Mirasa Katkı Ödülü” ilk kez 2003 yılında bölge arkeolojisine yaptığı katkıdan dolayı Prof. Dr. Semavi Eyice’ye verilmiştir.
Bugün 87 yaşında ve gözlerinden rahatsız olan Semavi Eyice, hala çalışmakta, konferanslara katılmakta, yayınları takip etmekte ve öğrencilere yardım etmektedir.
TANITIM
Kaya duvardaki altı insan,
anlatsalardı ah!
Anlatsalardı,
bir anda gelerek dile… Berdan Karagöz
Küçük Asya’nın Kilikya Bölgesi iki bölgeye ayrılır: Taşlık (Dağlık) Kilikya (=Cilicia Tracheia veya Cilicia Aspera) ve Ovalık Kilikya (= Cilicia Pedias). Özellikle Taşlık Kilikya, Anadolu’nun en kuytusu sayılır. Toros dağlarının gerisindeki ülke, tarih boyunca Anadolu’nun Akdeniz ve dünyaya açılan kapısı olurken kendi mistik özelliklerini ve gizemini de koruya gelmiştir. Toros Dağları’nda, gerek tarih öncesi, gerekse tarih çağlarında yoğun bir yerleşim söz konusudur. Helenistik çağdan itibaren kıyıdan içerilerde, derin vadileri takip ederek uzanan yolları düşmandan ve soygunculardan korumak amacı ile, birbirini gören yüksek noktalarda kaleler veya kuleler yapılmıştı. Orta Toroslar’da bulunan çok sayıdaki kale kalıntısından bazıları da Taşlık Kilikya’da; denizden içerilere, dağ tepelerine kadar birbirlerini gözleyerek uzanır gider. Birkaç yıl öncesine kadar bu bölge ve kent İÇ-EL yakıştırma adıyla yazılıp söyleniyordu. Adı değiştirilmiş olsa da özellikle Silifke, Gülnar, Anamur yöreleri, Taşeli-İçel olarak anılmaya devam edecektir.
Taşlık Kilikya bölgesinde Selefkoslar döneminde yeni yapılaşmaların başladığı kabul edilir. Ancak çok daha öncelerine giden antik yerleşimler, Troya savaşından sonra Anadolu’da Yunan kolonilerinin kurulmasıyla başlamıştı. Bütün bunların öncesi de var. Anadolu eski halklarından Luvi veya Hitit ardılı küçük krallıklar göçlerle gelenlerden önce de oradaydılar. Bunun görülen kanıtı, Kanlıdivane’deki ilk “tarihli” yapı olan Helenistik Kule’dir. M.Ö. 190 yılı tarihsel dönemde bir sınır gibidir.
Taşlık Kilikya denilen bölge antik çağda Kilikya korsanlarının yatağı olarak kötü bir şöhrete sahipti. Ayrıca burada, Anadolu’nun eski medeniyet ve inançları Yunan medeniyeti ile kaynaşıyordu. Seleukia (=Silifke) nın kurucusu Seleukos Nikator (M.Ö. 304-281) Olba’da, Fırtınalar Tanrısı Zeus Olbios için bir tapınak yaptırmıştı. Burada hüküm süren, Anadolu’nun Protohitit tanrılarından Tarku’nun adından türeyen, Grekleşmiş adıyla Teukros hanedanı, derebeyleri ve ayni zamanda “Başrahip” olarak bölgeyi yönetmekteydiler. Bu büyük başrahip ve yerli krallar hanedanı Roma İmparatorluk devrine kadar kalmış, kıyı bölgesi ise Elaiussa – Sebaste’nin kurucusu Kappadokia kralı II. Arkhelaios (M.Ö. 20 – M.S. 17)’un eline geçmişti. Sonra bölge M.S. ilk yüzyıl içinde Kommagene kralı IV. Antiokhos’a verildiyse de, M.S. 72 yılında İmparatorluğa bağlanmıştır. Roma medeniyetinin bu tarihten sonra Taşlık Kilikya’da da eserlerini bırakmaya başladığını görüyoruz.
Kanytelleis ise bu hareketli tarih akımı içinde, deniz kıyısında ve bugün üzerinde Ayaş Köyü olan yerdeki Elaiussa – Sebaste şehrine bağlanarak onun bir kasabası (kome) olmuştur. Bu şehrin son eki Sebaste (=Saygıdeğer- İslam şehirlerindeki ‘Sultaniye’ gibi), şehri yeniden inşa eden ve büyüten ve burada sarayını yaptıran Arkhelaios tarafından imparatora bir cemile olarak verilmiştir. İşte bu şehre bağlanan Kanytelleis’te, yamacın en hakim yerinde yükselen mabet biçimli muhteşem mezar binasının kitabesinden bu mezar anıtını “…Sebaste şehrine bağlı Kanytelleis’de Aba’nın …” yaptırdığını öğreniyoruz. Artık bu devirde burası Roma Eyaleti içinde küçük bir yerleşme yeridir.
BİLGİ KAYNAKLARI
Geographika
Amasyalı Strabon
(M.Ö. 64/63 – M.S. 23’ten sonra)
Mersin ve çevresi hakkında ilk kez geniş bilgi veren kişi Amaseialı coğrafyacı Strabon’dur. Ülkemizin tarihi coğrafyasını ve arkeolojisini incelerken başvurulan antik kaynakların ilk sıralarında Amasyalı Strabon’un “Geographika” (Coğrafya) adlı çalışması gelmektedir. Strabon’un olgunluk döneminde [kimi araştırmacılara göre M.Ö. 7 yılında, kimilerine göre M.S. 18-19 yılları (?) arasında] yazdığı, 17 kitaplık “Geographika”nın yurdumuzun tarihi coğrafyasıyla ilgili XII, XIII ve XIV. kitapları, Grekçe aslından ya da yabancı dillerdeki çevirilerinden yararlanma olanağı bulamayan Türk okuruna yardımcı olma amacıyla, Prof. Dr. Adnan Pekman tarafından “Coğrafya” adıyla dilimize çevrilmiştir. Strabon’un bu anıtsal eseri yalnızca bir coğrafya kitabı değildir. Bu temel eser bir yandan antik dönemin bir ansiklopedisi, öte yandan coğrafyanın da felsefesidir.(2)
Uzun süre Tarsus’taki üniversitede öğretmenlik yapan Strabon’un “Geographika” sından öğrendiğimize göre, M.Ö. I. yüzyılda Taşlık Kilikya sürekli el değiştiriyor, ancak Roma’nın atadığı yetkililer Ayaş’taki sarayda oturuyorlardı:
“Korykos’tan sonra, karaya yakın bir ada olan Elaiussa’ya gelinir…daha önceleri Kleopatra’nın da yaptığı gibi…(Yetki verilen Kapadokya Kralı Arkhelaos da) kralı ikametgah olarak buraya yerleşti.
…Çoktan beri bölge doğal olarak, kara ve deniz korsanlığına çok uygundu.
…Bu, karada dağların yüksek oluşu ve üzerlerinde geniş yaylalara ve meralara sahip olan kabilelerin oturuşundan, gemi yapımında kullanılan kerestenin varlığından ve aynı zamanda limanların, kalelerin ve gizli yerlerin oluşundandır. Bu nedenle Romalılar, burada adaleti uygulamak için her zaman yerinde bulunmayan ve beraberinde silahlı kuvvetler bulundurmak zorunda olan Romalı valiler yerine, bölgenin kralları tarafından yönetilmesinin daha iyi olacağını düşündüler.”(3)
Amasyalı Strabon, döneminde tanık olduğu Olba kentini ve yönetimini şöyle tanımlıyor:
“Kyinda ve Soli’nin yukarısında dağlık ülkede, içinde Teukros oğlu AİAS’ın kurduğu Zeus Tapınağı bulunan Olbe Kenti vardır. Bu tapınağın başrahibi Kilikya Trakheia’nın hükümdarı oldu. Sonra ülke sayısız tiranlar tarafından ele geçirildi ve korsanlar örgütlendirildi. Bunların yok edilmesinden sonra bu ülkeye Teukros’un ülkesi ve rahiplerin çoğuna da Teukros veya Aias adı verildi. Fakat tiranlardan biri olan Ksenonophanes’in kızı ABA, evlilik yoluyla bu aileye girdi. Babası daha önce muhafız kılığında imparatorluğu ele geçirmişti. Daha sonra hem Antonius hem de Kleopatra, nazik davranışlarından ötürü bir lütuf olarak burayı kendilerine bağışladılar. Sonra ABA ortadan kaldırıldı fakat imparatorluk onun soyu tarafından sürdürüldü.”(4)
Amasyalı Strabon’un verdiği bilgilerden ayrıca, Kraliçe Aba’nın döneminde, dünya ünlüleri; Mısır Kraliçesi Kleopatra ile Roma konsülü Markus Antonius’un bu küçük ülkeyi ziyaret ettiğini öğreniyoruz.
“…bu bölge gemiler için gerekli sedir ağacı konusunda diğerlerinden çok daha verimlidir; ve Antonius bu nedenle, filoların yapımı için uygun olduğundan bu bölgeyi Kleopatra’ya vermiştir.”(5)
Büyüklüğünden ötürü tanrısal olduğu düşünülen Kanlıdivane Obruğu kutsal sayıldığından, kent tarih boyunca dinsel bir merkez olmuştur. Yapı stillerinden ve etimolojik incelemelerden kentin tarihinin Luvi dönemine kadar inebileceği düşüncesi vardır. Önceleri Antik Olba Krallığı’nın kutsal yerleşim birimlerinden olan kentin bilinen tarihi M.Ö. 3. yy.a kadar gitmektedir. Önceleri Olba’ya bağlı küçük bir tapınak kentçiği iken, M.S. 4. yy.da adı Neapolis olarak değişen kent en parlak dönemini yaşamıştır. Bizans İmparatoru II. Theodosius (408-450) bu alanda kutsal bir Hıristiyanlık merkezi kurmuştur.
Diğer Kaynaklar
Bu ören yerinden ilk söz eden, Fransız gezgini ve doğu bilimcisi Viktor Langlois’dır. 1852 yılında burayı gören Langlois’in “Kilikya’da Bir Gezi” isimli kitabında yazdıklarına göre;
“Korikos’tan Lamos’a dağdan giderek Korikos’tan (Kanlı Deliğe)yol eski ‘Neapolis’ harabeleri, kiliseler, lahitler, mezarlar, kabartma işlemeler, muhtelif kule ve abideler.
Kanlıdeliden Lamas’a Romalılar yolu, Romalıların tağsir aletleri, Bizans ve Ermeni şatoları, eski bir kapı.Korikos’un kuzeydoğusunda , bir günlük mesafede bir tepenin güney yamacında bir Bizans şehri harabeleri görülmektedir. Bu harabelere dar bir Roma yolu ile gidilir. Bu harabelerin ortasında birkaç çadır vardır ki, buraya ‘Kanlıdeli’ denilmektedir.
Burası Neapolis şehri harabeleridir. Bu şehir (Bizans İmparatoru) II. Thedosius (408-450) devrinde kurulmuş olup sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda pek mamur idi.
Kiliselerin mimarisi, sekizinci asıra üsluptur. Ermeniler Kilikya’yı onbirinci asırda Bizanslılardan alırken bu şehir harap olmuş ve bundan sonra terk edilmiştir.(6)
Ancak Ermeni yazarlar bile Kanytelis’i Ermeni yerleşim yerlerine almamaktadırlar.(7)
Semavi Eyice duruma açıklık getiriyor.
“XI. yüzyıl sonlarında bölge Ermeni hâkimiyetine girip, Kilikya Ermenistanı (veye küçük Ermenistan) denilen devlet kurulduğunda, Kanytelleis’in de Ermeni topraklarında kaldığı açıkça bellidir. V. Langlois kasabanın boşalmasını bu geçiş devresine bağlar. Bu görüşe katılmak mümkün değildir. Kasaba daha önceleri boşalmış olmalıdır. Ermeniler ise onlara ait hiçbir iz ve kalıntı olmadığına göre burada yerleşmemişlerdir.”(8)
“Esas şehir büyük bir obruğun etrafında ve kuzey kısmında kurulmuştur. Toroslar’ın pek çok yerinde rastlanan “karst” olayının sonucunda meydana gelen tabii çukurlarından en büyüklerinden biri olan bu obruğun ilk çağlardan beri kutsal görüldüğü anlaşılıyor. Bu kutsallık Hıristiyan çağında da sürdürülmüştür. Bu görüşün en büyük dayanağı, obruğun hemen her kenarında dört bazilikanın yapılmış olmasıdır.
Tahminlere göre 90 metre uzunluğunda, 70 metre genişliği olan (Kitapta 200×170 m. kadar yazıyor. SV) çukurun dibinde bu gün yeşillikler ve bitkiler kaplıdır. Bunların aralarında yukarıdan düşmüş mimari parçaları da görülür. Büyük çukurun güney kenarında, bugün aşağıdan gelen yolun ucunda yarısı yıkık, kare biçiminde polygonal teknikle yapılmış tek bir kule yükselir. Bu kule duvarının örgüsünden ve üzerindeki bir kitabeden anlaşıldığına göre bu yerleşme yerinin en eski eseridir ve Hıristiyanlıktan çok öncelere aittir.
Obruğun dibine inmeye uygun yegâne rampa da, bu gün bu kulenin dibinde bulunmaktadır. Fakat evvelce obruğun dibinden kuzey kenara tırmanan kayadan yontulmuş iki merdivenin varlığı görülmektedir. Bu merdivenlerden batıdaki bir mağaraya kadar çıkmakta ve orada bitmekte ötekisi ise kısmen açıktan, kısmen tünel içinde IV no. lu basilikaya doğru uzanmaktadır. Çukurun kenarları batı tarafı hariç 50-60 m. kadar derinde olan dibe kadar hemen hemen dik bir falez halinde inmektedir. “(9)
Eyice, mezar-anıtların çevresindeki ya da yakınındaki üzüm ve zeytin preslerinden söz ederken, 1890 yılında Kanlıdivan’ı ilk gezen Teodora Bent’e atıf yaparak şöyle demektedir:
“Bent buradaki mezarların yanlarında üzüm veya zeytin ezme yerlerinin bulunduğuna işaret etmiştir. Bu preslerden bir tanesi, üç sütunlu mezar anıtının tam yanında batı tarafındadır. Kayadan yontulmak suretiyle yapılan bu presin ezme çukuru ile yanında suyun biriktiği haznesi durmaktadır. Bir mezarın bir üzüm veya zeytin ezme yeri ile birleşmesi, yan yana oluşu Taşlık Kilikya için çok yaygındır. Gerideki dağlarda, ıssız yerlerde böyle kayadan yontulma bir pres yanında lahitlere rastlanır. Bu lahitlerin kapaklarında da üzüm salkımı kabartmaları oluşu, presin de üzüm ezme yeri olabileceğini akla getirir. Ayrıca burada ev lentolarında da üzüm salkımı bulunduğuna göre, Kanytelleis’in ilk çağlardaki halkının yaşantısında üzümün büyük bir yeri olduğu ve bu taşlık ve kayalık yerlerin o vakitler bağlar ile kaplı bulunduğu düşünülür.”(10)
XI. yüzyıl sonlarındaki Ermeni işgalinde buraya yerleşme olmaması, şehrin daha önce boşaltıldığını göstermektedir. Bölge Türk egemenliğine girdikten sonra da burada şehir yerleşmesi olmamış, yüzyıllar boyunca Türkmen aşiretleri kışlak olarak kullanmışlardır. Kuzeydeki bir sarnıç ve Müslüman Mezarlığı, bu göçebe aşiretlerin hatırasıdır.
Kanlıdivane için dönüm noktası
Japon Prensi ve Prensesinin Ziyareti
Mersin / 9 Eylül 1990
Japon Prensi, Ekselansları Tomohito Mikasa ve eşi Prenses Nobuko, Türkiye ziyaretleri kapsamında, 9 Eylül 1990 Tarihinde Mersin’i de onurlandırmışlardı. Bu ziyaret sırasında Mersin’in tarihi ve kültürel yerleri de gezi programlarına dahil edilmişti. İşte bu program için özel bir çalışma yapılmıştı. Gezi programındaki Kanlıdivane ören yerinde, o güne kadar pek bilinmeyen “Çanakçı Kaya Mezarları” adeta görücüye çıkmıştı. Kentin VIP konuklarının rahat gezebilmeleri için çalıklar temizlenmiş, zor yürünen taşlı patika düzeltilerek üzeri asfaltlanmıştı. Böylece yöremizdeki bir dünya mirası, sevenleri için rahat izlenir bir konuma getirilmişti.
O tarihten sonra burada yapılan çalışmalar yoğunlaştı. 1989’da başlayan İçel Sanat Kulübü gezileri 1992 yılından sonra bu yöreye daha yoğunlaştı. Bu tarihsel alan daha iyi incelendi ve tanıtılmış oldu.
* 1993 yılında İçel Sanat Kulübü, Fazıl Tütüner’in başkanlığı döneminde ilk kez Kanlıdivane’de klasik müzik konserleri düzenlendi. Kanlıdivane Antik Kenti Konserleri ile kentin tanıtımı müzikle yapılmaya başlandı. Bunu takiben pek çok kez burada konserler düzenlendi.
* 2002 yılından beri Mersin Uluslararası Müzik Festivali programları içinde “Kanlıdivane Konserleri” yapıldı. (Son konser 2011 Haziran)
* Mersin Rotary Kulübü tarafından, Erhan Çiftçioğlu’nun başkanlığı döneminde ,“Prensesin Ayak İzleri” adıyla bir yürüyüş rotası saptandı (2004). Bu bağlamda Mersin Valiliği’nin yayınlarında öngörülen “Prensesin Ayak İzinde” adlı rotada halen yürüyüşler gerçekleştiriliyor.
* CNN adlı televizyon kanalı, yukarıda anılan yürüyüşü birkaç kez yayımladı. (2004).
* Mersin Rotary Kulübü dönem başkanı Fazıl Tütüner, Rotary Hizmetlerinizi Kutlayın 100. yıl anısına “Prensesin Ayak İzleri” adlı bir kitap yayımladı.(2004)
* Librettosunu Altay Bayram’ın yazdığı, müziklerini Ferhang Hüseyinof’un bestelediği ve kostümleri Güldem Sayıl tarafından yapılan KRALİÇE ABA isimli bir bale yapımı gerçekleştirildi (2005).
4 BÖLÜM OLARAK YAYINLANMAKTA OLAN KİTABIN 2. BÖLÜMÜ için burayı tıklayınız.