,

SİLİFKE KÖPRÜSÜ EFSANESİ – Abdullah TOROSLU

Silifke.jpeg

Akdeniz Bölgesi Efsaneleri’nden – SİLİFKE KÖPRÜSÜ EFSANESİ
Kanlı köprüdür Silifke Köprüsü. Ama köprüdeki kan, öyle keçi, koyun kanı değildir; insan kanıdır. Yeryüzünde insanın kurban edildiği başka bir köprü yoktur bu köprüden başka! Köprüden geçenler, eğer köprü yapılırken bir kadının kurban edildiğini bilseler irkilir, ürpererek geçerler Silifke Köprüsü’nden!.

Köprüler insan yaşamında önemli yer tutan yapıtlardır. Bu nedenle deyimlere, deyişlere, atasözlerine girmiştir: Köprü kurmak, köprü atmak, köprüyü geçene dek ayıya dayı demek, köprünün altından sular geçmek…

Köprüler içinde taş köprülerin önemi büyüktür. En övgüye değenini de Türkler yapmıştır. Anadolu’da, Avrupa’da sayısız örnekleri vardır.

Silifke köprüsünü anlatacakken, unuttuk, daldan dala atladık. Aslında unuttuğumuzdan değil, köprünün yürek yakan öyküsünü anlatmaya dilimizin varmayışındandır. Köprü ayağına kurban edilen kadının yakarışlarını duyar gibi olmak, yinelemek üzüyor insanı.

Yaz gelince durgun bir su gibidir Göksu. Kıvrıla kıvrıla akar ovada. Bu nedenle Göksu adını almıştır. Yağmurlar çoğalıp karlar eriyince Göksu kabarır, rengi kızıla çalar. Öfkeli, üstünden geçilemeyen azgın bir nehir olur. Ulaşım durur, haberleşme kesilir. Karşıdan karşıya işaretlerle anlaşır halk.

Miladın birinci yüzyılında, bu durum zamanın Roma İmparatoru Vespasianus’a anlatılır. İmparatorun oğulları Titus ve Demitianus ilgilenir durumla. Silifke valisi Oktavianus’a buyruk verilir: Göksu üstüne altı ay içinde köprü kurulsun. Buyruk geldiğinde mevsim kış. Göksu kabardıkça kabarıyor. Bu mevsimde Göksu üstüne köprü kurulmaz, önünde durulmaz. İmparator ne bilsin bunu. Valiyi bir korku sarar. Buyruk İmparatorun!. Yanıt verilmez, karşı gelinmez. Bir yol bulmak için ulaklar salar dört yana. Esen yeller, uçan kuşlar, akan sularla duyurulur buyruk. Adı bilinen, ünü duyulan köprü ustaları çağrılır Silifke’ye. Durum açıklanır.

Gelenlerin hiçbiri evet demez. Aklı olan, köprü yapmayı bilen kimse evet demez buna. Dere üstüne yapılmayacak ki bu köprü! Göksu üstüne yapılacak. Hem de bu mevsimde, altı ayda!.. Valiye açıklanır durum. O da bilmektedir bu işin imkânsız olduğunu. Fakat bir yol bulmak gerek. “Hele bir başlayalım, gerisini düşünürüz.” der. Ustalar arasından bir ustabaşı seçilip işe başlanır.

Göstermelik bir temel atılır önce. Sonra planlar yapılır, köprü ayağının yeri belirlenir. Taşlar kesilir bir yandan. Göksu durulup yatağına çekilince de gerçek çalışma başlar. İlk gözün temel ayağı akşama yükselir. Ustalar, işçiler, çevreden toplananlar sevinçle dağılır akşam olunca.

İşçiler, ustalar sabah çalışmaya gelince gördüklerine inanamazlar. Köprü ayağındaki taşlardan taş kalmamış, bir gizli el söküp yok etmiş taşları.

Ertesi gün çalışma daha hızlı başlar. Nerede yanlış yapıldığı tartışılır. Temel daha sağlam atılır. Köprü ayağı daha yükselir. Üçüncü gün çalışmaya gelenler donar kalır. Köprü ayağı yine yıkılmış temel kaybolmuştur. Bir hafta, bir ay çalışılır. Sonuç yine aynı.

Çalışanlar toplanır görüş bildirirler. Bir usta: “Bir uğursuzluk var bu işte. Yıllardır bir kurban alır Göksu. Yine kurban istiyor. Bir insan kurban edilsin.” deyince bir sessizlik çöker ortaya. İyi de kurbanı nereden bulmalı. Koyun, keçi değil ki sürüyü getirip seçesiniz. Kim tatlı canını bağışlar.

Ustabaşı iyiler iyisidir. Herkesi sever, herkesçe sevilir, Kalp kırmaz, can yakmaz, ocak yıkmaz. İş, onurudur onun. Yıllardır yanım bıraktığı, başaramadığı bir işi olmamıştır. Ama bu köprü üzmektedir onu.
Günden güne neşesi kaçmakta, rengi uçmaktadır. Nerdeyse, köprüye bir insan kurban edilmesi gerektiği görüşüne o da inanacaktır. Toplananlara: “Çalışalım. Kendimize güveni yitirmeyelim.” der. Çalışmalar bitip akşam olunca doğru evine gider. Yeni planlar yapar. Uzun uzun düşünür gece yarısına dek. Yorgunluktan uyuyakalır.

Ustabaşının karısı, kocasını yıllardır böyle düşünceli, böyle yorgun görmemiştir. Ama bir şey sormaz ona. Onun işine nasıl düşkün olduğunu bilir. Köprü ile ilgili başkalarından duyduklarını merak eder. Kocası uykuya daldığı sırada köprü ayağını görmeye gider son gün.

Çalışmanın son günü ustabaşı evine gider; ama diğerleri gitmez. Eğer bu köprü yapılmazsa vali hepimizi astırır, derler. Tartışma uzun sürer. Sonunda sabahleyin ırmağa suya gelen ilk kişiyi kurban etmeye karar verirler. Bir de yer hazırlarlar. Bir kenara gizlenip beklemeye başlarlar. Alacakaranlıkta bir ayak sesi duyulur. Az sonra elinde su kabı, bir kadının geldiği görülür. Kadın köprü ayağına bakar hayranlıkla! Elindeki kabı doldurur doğrulur. Geri dönmek isterken birkaç güçlü kol yakalar onu. Karar uygulanacaktır. Kimsin? diye soran olmaz. Kader ağını örmüştür. Kadını köprü ayağına doğru sürüklerler. Yalvarır kadın. İşçiler:
-Ne yapalım, derler, bu köprü yapılacak, herkes sıkıntıdan kurtulacak. Köprü yapılmazsa imparator teker teker öldürür bizi, yok eder ailemizi. Bin can yerine bir can, edilecek kurban. Kararımız budur.
Kadın, kurtuluşunun olmadığını anlar, yalvarmayı sürdürür:
– Ne yapayım, alın yazım böyleymiş. Beni kurban edeceksiniz etmesine. Ama bahçemde çiçeklerim, ağılda kuzularım var. Onlara su verip döneyim, öyle öleyim.
Biz senin yerine su veririz deyip sürüklerler kadını. Başka bir kurtuluş yolu arar Kadın:
– Bu kadar acımasız olmayın. Ocakta aşım, gergefte işim kaldı. Aşım yansın, işim kalsın önemi yok. Biri eşikte, biri beşikte iki çocuğum var. Bekleşirler, ağlaşırlar. Onları son kez göreyim, yüzümü yüzlerine süreyim, der.

İşçiler biraz daha sürükleyip köprü ayağına getirirler kadını. Hava aydınlanmak üzeredir. Gözyaşları yanaklarından ırmağa düşer. Kısık sesle:
– Kurtuluşum yok anladım. Ben dünyaya doymadım. Ortalık aydınlansın, dünya güneşe kansın, ben de doya doya seyredeyim, dünyayı, öyle terk edeyim. Sizlerden son dileğim budur, diye ağlar.
Bir işçinin sesi yükselir o an:
-Beklemeyelim. Güneş doğmadan, bu kadın edilecek kurban. Eğer güneş görürse yüzü, bozulur büyü.

Kadın diri diri gömülmek istemez. Kendini ırmağa atmak, boğulmak ister. Ellerinden çırpınıp kurtulur. Koşarken ayağı, kazınmış köprü taşlarına takılır, düşer. Yüzü kanlar içinde kalır. İşçiler yakalayıp ağzını kapatırlar, gözlerini bağlayıp köprü ayağında hazırladıkları yere gömerler, taşları hızla örerler, ustabaşı işe gelmeden çalışmayı sürdürür işçiler.

Düşüne düşüne uyuyakalan ustabaşı korkulu bir düşle uyanır. Karısını arar evin içinde. Bulamaz. Köprünün yapıldığı yere koşar. İşçiler çalışmakta, köprü ayağı yükselmektedir. Bir korku düşer içine. Cayır cayır yanar içi. Kimseye bir şey diyemez. İşçilerin davranışlarından, isteksiz çalışmalarından gerçeği anlar yarı yarıya.

İşte o zamandan beri, Göksu taştığı kanalları aştığı zaman, köprü ayağından bir kadının ağıdı duyulur. Bu yürek yakan ağıdı, yalnız öksüz kalan çocuklar, evlat acısı ile gözlerinden yaş eksilmeyen analar duyar.
İçel Sanat Kulübü Bülteni 1999/82. sayısından alınmıştır.

Biyografik Bilgi

scroll to top