,

TARSUS GÜLEK BOĞAZI – (ANADOLUNUN KAPISI) – SEMİHİ VURAL : 7. BÖLÜM

Kuzuluk-Han.jpg

Belemedik ve Alman Mezarlığı

Alman Anıtı. (Foto : M.Tor 2008)

1900’lü yıllarda Bağdat Demiryolu inşaatında çalışan Alman işçi ve mühendislerinin yaşadığı yer olan Belemedik Köyü’nde bulunan yapıların restore edilerek Pozantı turizmine kazandırılması çalışmalarına en kısa zamanda başlanmalıdır.

Tarihçi Ramsay’ın söz ettiği eski kervan yolu, demiryolu inşaatı sırasında servis yolu olarak kullanılmıştı. Bağdat (Hicaz) Demiryolu olarak planlanan bu demiryolu yapımı için yakınındaki doğal bir yarıktan da servis geçidi olarak yararlanılmıştı. Şimdi bu eski servis yolunda motosiklet ve dağ bisikleti safarileri yapılıyor. Alman Anıtı. (Foto: M.Tor 2008)

Demiryolu Geçidi ve Kapıkaya
Kapıkaya olarak bilinen bu kanyon, Karaisalı ilçesine 10 Km mesafededir. “İnsan eliyle açılamayan kapı yoktur” örneği, dağları dele deşe orta Anadolu’yu Kilikya’ya ulaştıran bu demiryolu “Kapıkaya” adına yakışan bir görüntü sergiler.

Kurtuluş Savaşı’nda Gülek Boğazı
Çukurova’nın işgali sırasında Fransız birlikleri önemli geçiş noktalarını denetlemek için karakollar oluşturmuştu. Bunların içinde en önemli görülen, Gülek Boğazı yakınındaki Kadir Han karakol binasıdır. 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’un müttefikler tarafından işgali üzerine Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart’ta Müdafai Hukuk cemiyetlerine, vali ve belediye reislerine, Ulukışla demiryolunun bozulması için emir vermiş ve köprüler havaya uçurulmuştu.

İlk defa 19 Mart 1920 gecesi Koçak Köprüsü, Teğmen Cemal (Efe) tarafından dinamitle patlatılmış, böylece Anadolu’nun güneyle bağlantısı kesilmiştir. (Kasım Ener – Çukurova’nın İşgali ve Kurtuluş Savaşı. s.40. Berksoy Matbaası 1963).

Artık işgalden kurtuluşa gidecek mücadele başlamaktadır. Şimdi sıra, işgalcilere olası bir yardımın gelmesinin engellenmesi için, karayolu bağlantısının da denetim altına alınmasına gelmiştir.

Kadir Hanı Karakolu’nun Yakılması
Gülek Boğazı’nın stratejik bakımdan en önemli yerinde bulunan, Fransızlar tarafından kullanılan bu karakol, 1 Nisan 1920’de, başlarında istihkâm teğmeni Cemal Efe’nin olduğu küçük bir mücahit kafilesi tarafından sarıldı. Karakoldaki askerler, yığılı kum torbalarının koruduğu pencerelerden sürekli ateş açarak mukavemet ediyorlardı. Direnen işgalciler, teslim olmaları için yapılan uyarılara kurşunla cevap veriyorlardı. Çünkü bol cephaneleri vardı.

Bu işi başarmak için bir kahraman gerekiyordu. Gülek’in Şıhlı Köyü’nün delikanlılarından Abdurrahman canı pahasına bu işi başardı. Karakolun arkasındaki sırttan sürünerek binanın alçak kısmına geldi. Elindeki gazyağlı paçavra ile dama sıçrayıp, saçağı tutuşturdu. Bina yanmaya başladı.

Böylece Fransız karakolu ortadan kalkmış oldu. Görev tamamlanmıştı ama ne hazindir ki 18 yaşındaki kahraman Abdurrahman oracıkta şehit düşmüştü. (Kasım Ener – Çukurova’nın İşgali ve Kurtuluş Savaşı. s. 44. Berksoy Matbaası. 1963)

Karboğazı Yakınındaki Gülek Yerleşimi
Gülek’li araştırmacı Recai Onur Çolak
10 Temmuz 1920 tarihinde Karboğazı savaşından sonra halk Toroslara, kendileri için daha güvenli yere çekildi. Bu olay sırasında Adana halkının bir kısmı Pozantı çevresine, bir kısmı da Gülek çevresine geldi. Bu olaya tarihte “kaç-kaç olayı” denilmektedir.

Pozantı’nın düşman işgalinden kurtulmasından sonra (25 Mayıs 1920) bir kongre toplanmasına karar verildi. 5 Ağustos 1920’de Mustafa Kemal’in Pozantı’ya gelmesi ile kongre çalışmalarına başlandı. 1. oturumdaki tanışmanın ardından 2.oturumda Adana işgal altında olduğundan Pozantı’da yeni bir vilayet teşkilatı kurulması kararlaştırıldı. Vilayet valiliğine geçici olarak Mersin Milletvekili İsmail Safa (Özler) Bey tayin edildi. Bu kongrenin sonunda Mustafa Kemal, Adana halkına yazdığı beyannameyi okudu. Böylece Pozantı’da geçici bir vilayet merkezi kurularak Kuvayi Milliye’nin Güney Cephesi’nin merkezi oldu.

Fransızlar 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması ile işgal ettikleri bölgelerden çekilmeye başladılar. Türk kuvvetleri 27 Aralık 1921’de Tarsus’a, 3 Ocak 1922’de Mersin’e, 5 Ocak da Adana’ya girdi. Böylece Gülek ve çevresi düşman işgalinden kurtuldu.

Cumhuriyet ilan edildikten sonra, Gülek nahiye statüsünü korudu. Nahiye merkezi ise Çamalan köyü oldu. Bugünkü Gülek Kasabası’nın bulunduğu yerde ‘Panzın Çukuru’ adlı bir köy bulunuyordu. Cumhuriyetin ilanından sonra Panzın Çukuru köyü muhtarı Cin Osman (Teke) köyünde alt yapı çalışmalarına hız verdi. Gülek ve çevresinde saygı duyulan bir kişi oldu. 1932 yılında halkın girişimleri ile köyde bir ilkokul açıldı

Panzın Çukuru adı 1950 yılında değişerek ‘Yayla Çukuru’ oldu. Yayla Çukuru köyü 1954 yılında kasaba olunca ‘Gülek’ adını aldı. İlginç coğrafyası yanında tarihsel pek çok olayın geçtiği bu yerleşim, bugün “belde” kimliğindedir. Gülek bucağına bağlı 32 köyü vardır.

Gülek Beldesi sınırları içerisindeki Boğazpınarı Köyü’nde bulunan Karasu kaynağından çıkan su Kadıncık Deresi’ne karışır. Gülek Boğazı yanında akan Deliçay, Tarsus Berdan suyuna karışır.

Gülek Beldesi yakınındaki, Araca – Gömmece mevkindeki görülmeye değer bir doğal vadi kırığı var. Dört metre genişliğinde, 20 metre derinliğindeki vadi üzerinde; Alanya Köprüçay köprüsünü anımsatan kemerli ilginç bir köprü var.

Gülek “Aylık” bölgesindeki tabyalar, han yıkığı, Araca ve Gömmece arasındaki tarihi köprü görülmeye değer. Bu yöre her bakımdan araştırılmalıdır. Henüz kayıtlarda görülmeyen yeni keşifler yapılabilir. Bunlardan üzerinde durulması gereken ikisinin fotoğraflarını buraya koyuyorum.

Karboğazı Anıtı. (Mustafa Göçer, 2009)

Efsaneleşen Karboğazı Savaşı
25 Mayıs 1920 gecesi Fransız kuvvetlerinin, Pozantı-Gülek yolunu takip ederek, Tekir mevkiine geldikleri duyuldu. Fransız Binbaşı Menil, yanına yolları iyi bilen kılavuzlar almıştı. Gülek’ten hareket eden köylüler Tekir’e geldiklerinde Fransızlar’ın Elmalı Boğazı yolunu takip ettiklerini anladılar. Müfreze Komutanı Gülekli Kemal (Ekin) ve Aydınlı Aşireti’nden 12 kişi de köylülere katıldı. Elmalı Boğazı’ndaki Milli Kuvvetlerin sayısı 44 kişi olmuştu. 10’u gözcülük yapacak, kalan 34 kişi ise yamaçları aşarak boğazı tutacaklardı. Hava yağmurlu ve boğazı kaplayan bulutlar nedeni ile çok karanlıktı. Kuvayı Milliyeciler 17’şer kişi olarak boğazın iki yanına mevziye girdiler.

27 Mayıs sabahı Fransızların yaklaştıkları görüldü. Gülekliler’in açtıkları ateş sonucu Fransızlar şaşkınlık içinde bozguna uğradılar. Boğazı geçebilmek için ileriye, Yılan Ovası’na doğru koşmaya başladılar. Fakat önlerinin kapalı olduğunu görüp geri dönmek zorunda kaldılar. Akşam olmak üzereydi. Fransızlar teslim olmak zorunda kaldı. Fransız Komutanı ve esirler Jandarma Tabur Komutanı Teğmen Hasan Karaafet’in yanına, Yayla Çukuru’na götürülerek teslim protokolü imza edildi.

Karboğazı’nda 100 yaralı olmak üzere 650 er ve 1 binbaşı 23 subay esir alınmıştır. Fransızlar 400’den fazla ölü, 2 top, 8 makineli tüfek, bin kadar çeşitli silah,13 kadana ve 90 katır bırakmışlardır. Karboğazı Savaşı Çukurova’nın kurtuluşunda dönüm noktasıdır. Ardından yapılacak Pozantı Kongresi ile Kurtuluş Savaşı yönlenecektir.

Türkiye’nin saklı cenneti : Karboğazı
Mersin-Tarsus-Gülek-Karboğazı Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi Projesi’nden alıntı:
“Deniz, yayla, kış, inanç ve kültür turizmi açısından son derece önem taşıyan Tarsus’a bağlı Gülek Karboğazı’nın ilgi görmesi bekleniyor. Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen ‘’Mersin – Tarsus – Gülek – Karboğazı Turizm Merkezi’’ projesi kapsamında, ‘’Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi’’ ilan edilen Karboğazı’nın, yazın deniz, yayla, kış aylarında ise kültür turizmi açısından büyük önem taşıyacağı belirtiliyor. Tarsus’ta yaşama geçirilmesi planlanan ‘’Tarsus – Gülek – Karboğazı Turizm Merkezi Projesi’’ ile denize giren turist, isterse 1,5 saat sonra dağa çıkıp kayak yapabilecek. Karboğazı Turizm Merkezi bölgenin ekonomik ve sosyal gelişimine önemli katkı sunmaya aday olarak gösteriliyor.”

Karboğazı’nda Serüven
Beş Nisan Pazar 2009 tarihinde Mersin Karboğazı’nda bir ilk yaşandı. Arif Can Berköz’ün Dağcılık Kulübü girişimleriyle, Mersin Valiliği, Tarsus Kaymakamlığı ve bir grup doğasever Karboğazı’nda buluştular.

2000’li yıllardan beri Turizm Bölgesi ilan edilen yörede ilk kez bu düzeyde bir organizasyon yaşandı. Özel kar araçlarıyla Karboğazı’na ulaştırılan ve Dağcılık Kulübü adına getirilen ekipmanla yeni bir yaşam keyfi sunuldu.

Türkiye’de Uludağ’dan sonra gelişen dağ sporları ve kayak tutkusu, Kartalkaya, Palandöken, Erciyes’i sardıktan sonra şimdi Toroslara ulaştı. Bir gönüllü grubun çalışması ve devlet yöneticilerinin destek vermesiyle bu yaşam kültürü Toroslar’da, Karboğazında yaşandı.

Arif Can Berköz’ün hazırladığı Bolkar Dağı’ndaki “kayak pisti rotaları” ve uydu haritası üzerinde saptadığı yollar üzerinde çeşitli etkinlikler bilinçle yapıldı. En önemlisi, basit bir gazete haberi olmayıp, bunun tüm dağ sporlarını kapsayan donanımlı yoğun bir paket olmasıydı. Yürüyüş yanında, kayak sporu, kar motoru ve yamaç paraşütü gibi donanım, etkinliğin ne düzeyde planlandığının kanıtı olmuş görünüyor.

Sportif çalışmaların ardından kar üzerinde keyifli bir mangal partisi, elbette işin olmazsa olmazıdır.

Akdeniz’in, bölgemizdeki en uzun süre kar gören ve ulaşımı kolay bu bölümünde yapılacak tesis yatırımları, kısa sürede beklentileri karşılayacak görünüyor.

Şimdi anlatılması gereken bu yatırıma gerekli alt yapı için genç ve dinamik bir ekibin sağlanması olacaktır. Birbuçuk saatte ulaşılabilen böylesine muhteşem bir coğrafya ve uzun kayak pistlerinin olduğu Karboğazı’nı bürokratik engellere takılmadan proje ve uygulama aşamasına geçirmek için gereken iradenin gösterilmesi bekleniyor.

Çamalan
Tarsus-Ankara otoyolunun 45. kilometresinde, Kurttepesi ile Kurtboynu sırtı arasına kurulmuş bir Tahtacı köyü olan Çamalan’ın halkı Hacıemirliler’e bağlı Yund Dağı çevresindeki Menemenci oymağından ayrılmış kişilerden oluşmuştur. Çamalan’dan önce Tarsus’un Kaderli Köyü’ne yerleşenler; 1894 yılında Çamalan’da üç-beş ev alarak, orman işçiliği, tahtacılık yanında çiftçilik de yaparak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Gülek yakınındaki Tahtacı köyü olan Çamalan, bir ‘Kültür Köyü’ haline getirilebilir.

Çamalan Şehitliği. (Foto: Mustafa Tor)

1. Dünya Savaşı Şehitliği
Tarsus-Ankara E-5 karayolunun 47. kilometresinde, Çamalan Kasabası’ndaki I. Dünya Savaşı Şehitliği’nin Türk bölümünde şehit düşen bir subay ve 29 er vardır.

Alman bölümünde ise bir blok üzerinde 20 Alman askerin adı bulunmaktadır. 27 Mayıs 1994 tarihinde yeniden düzenlenerek ziyarete açılmıştır. Şehitlik’te, Heykeltıraş Tankut Öktem tarafından yapılmış bir “Mehmetçik Anıtı” da yer almaktadır.

İbrahim Paşa Tabyaları
“Eski Kilikya’da Bir Gezi” kitabının yazarı V.Langlois’ten bir alıntı daha yapalım:

“Burada Mısırlı İbrahim paşaya ait tabyalar da vardı. Fakat bu kapı yanındaki tabyaların, strateji bakımından pek de uygun olmayacağını düşünen İbrahim Paşa, kapının (yürüyerek) yarım saat kuzeyinde bir vadiye (yeni) tabyalar yaptırdı. 1100 metre yüksekliktedir.

…Mısır ordusu 1840’da buralardan çekilirken bu tabyalarda yüzden fazla top bırakmıştı. 1853 de Rus – Osmanlı savaşında Osmanlı Hükümeti bu topları almıştır.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış olan Gülek’teki bu tabyalardan birine, “Büyük Tabya” ya da “Fenerli Tabya”, diğerine de “Küçük Tabya” adı verilmektedir. Mısır ordusunun bıraktığı toplar 1853 Kırım Savaşı’nda kullanılmış daha sonra Gülek Kalesi’ne aktarılmıştır.

İbrahim Paşa Tabyaları’nın yapılış amacı İç Anadolu ve Akdeniz Bölgesi’nin geçiş noktası olan Gülek Boğazı’nı kontrol etmektir. Boğazın etrafındaki tabya sayısı dört ise de ayakta kalan ikisi görülebilir. Karşılıklı olarak yapılan iki tabya, Tekir Yaylası’nın iki tepe noktasında bulunmaktadır. Ayrıca ovalık kısımda askerlerin konaklamaları için yeraltında da tabyalar yapılmıştır.

Armutlu Tabya
Tekir – Tarsus eski yolundan Gülek Yazıtı’na ilerlerken Beylik Han, Deve Damı ve Arkası Delik Han arkasındaki, oldukça iyi korunmuş “Armutlu Tabya” yıkığı orman içinde kaldığından kolay izlenemez.

Armutlu Tabya Hacın Dağı eteklerindedir. Aşağıda değineceğimiz Kızıl Tabya ile birbirlerine bakışıp bütünleşirler. Aynı aks üzerindeki güzergâhta olup bu iki tabya arasında yeraltı bağlantısı olduğu söylenmektedir. Aspava Yaylası arkasından orman içi yolla ulaşılır. Gülek Yazıtı yoluyla da bağlantılıdır. Aynı otoyolda bakışır durumda olmalarına karşın, Adana – Mersin il sınırı aralarından geçer.

Ak Tabya / Küçük Tabya / Beyaz Tabya
Güney yönünden tırmanılarak girilir. Dairesel planlı ve üç katlıdır. Meyilli arazide sağlam temeller üzerinde yapılanan tabya etrafında hendekler vardır. Alt katta havalandırma pencerelerine karşın üst katta mazgal pencereleri iyi korunmuş durumdadır.

Kızıl Tabya / Büyük Tabya / Fenerli Tabya / Tekir Tabyası
Toros Dağları üzerinde hâkim bir tepe üzerinde oval planlı ve üç katlı olarak yapıldığı tahmin edilmektedir. Alt katta havalandırma pencerelerine karşın üst katta seyir pencereleri vardır. Tabyanın duvar örgüsünde yöresel taş malzeme kullanılmış olup, duvarların iç ve dış yüzeyleri küçük dörtgen düzgün kesme taş ile örülmüş, duvar araları moloz taşlarla doldurulmuştur.

Doğu ve batıda yarım daire burç şeklinde düzenlenen tabyanın, batı cephesi temel seviyesine kadar yıkılmış, doğu cephesi sağlam vaziyettedir. Kuzeyden ana girişi olan tabyanın iç kısmında tonozlu mekânlar yer almakta olup, tabyanın su sarnıcı ve diğer bölümlerinden bir kısmı günümüze kadar sağlam biçimde gelebilmiştir.

Tekir Tabyası
Toros dağlan üzerinde Tekir Boğazı’na hâkim bir durumda olan tabya oval planlıdır. Duvar örgüsünde yöresel taş kullanılmıştır. Üst kısımdaki taşlar daha küçük kesme ve dörtgen biçimdedir. Duvar aralan moloz taşlarla doldurulmuştur. Tabyanın doğu ve batısı yarım daire burç şeklinde yapılmıştır. Batı tarafı yıkılmış, doğu tarafı sağlam durumdadır. En üst kısımda, iç bölümleri tuğla örgülü mazgal delikleri tüm tabyayı çevrelemektedir. Uzun tarafta 14 kısa kenarlarda 8 adettir.

Tabyanın iç kısmında tonozlu ve iki kapılı odalar vardır. Kuzey kısmında sadece temel duvarları ayakta kalmıştır. Su sarnıcı ve diğer yapılar bu kısımda bulunmaktadır.

Önemli bir proje
İbrahim Paşa Tabyası, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu’nun 13.02.1986 gün ve 1829 sayılı kararı ile korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiştir.

Akçatekir beldesi yakınlarında bir “kaleden kaleye teleferik projesi” düşünülmüştür. İbrahimpaşa Tabyaları üzerinden de geçecek teleferik, bölge turizmi için ilginç olacaktır.

Mısır Valisi Kavalalı/Mısırlı İbrahim Paşa
(1789, Kavala – 10 Kasım 1848, Kahire)
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu ya da manevi oğullarından biriydi. Babasının Mısır valiliğinin onaylanmasından sonra Mısır’a gitti. 1807 sonlarında Mısır defterdarlığına atandı. Osmanlılara yardım gönderen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mora elden çıkınca bu yardım karşılığında Suriye valiliğini istedi. Bu isteğinin kabul edilmemesi üzerine İbrahim Paşa’yı Suriye üzerine gönderdi. 1831’de bütün Suriye’yi ve Kilikya’yı denetimi altında tutmak için Gülek Boğazı’nda bir dizi tabya yaptırdı. Osmanlı ordularını Halep ve Konya’da bozguna uğratarak 1833’te Kütahya’ya girdi. Yapılan Kütahya Antlaşması’yla Suriye, Filistin ve Adana çevresi Mısır’a bırakıldı.

Bölgeyi yaklaşık sekiz yıl kadar bağımsız bir eyalet gibi yöneten İbrahim Paşa, bölgenin ekonomik ve toplumsal yapısını düzene sokmuştu. Topluma yaptığı hizmetler 150 yıl sonra da unutulmamış, günümüze “Akşama hürmet, sabaha niyet, kollarına kuvvet, keselerine bereket ve ağalarına servet” dileyen duası kalmıştır.

Anahşa Kalesi
Anahşa (veya Annaşah) Kalesi, Gülek Boğazı’nın girişindedir. Pozantı – Ankara karayolunun batısında, 1800 metre yükseklikte, ulaşılması oldukça zor ve vadiye hâkim bir savunma kalesi olarak yapılmıştır. Geç Bizans Dönemi yapılarındandır. Adana’ya 115 km, Pozantı’ya 5 km uzaklıktadır. Anahşa Kalesi Araplarca “Rus-Nuş-Sekaribu” Anahşa kale kapısı (Hüsnûs- Sekalibe) diye bilinirdi.

1671’de kaleyi gören Evliya Çelebi bu kaleden “mamur bir kale” diye söz eder. Kaleye ana giriş kuzeydendir. Geniş bir tepe üzerinde yayılır. Geç Bizans Dönemi yapılarından olan kalenin güney tarafı sarp ve kayalıktır. Kuzey tarafında iki burun vardır. İç kısmında tonozlu yapılar ve su sarnıçları yer alır. Üst kısmında doğu ve batıda mazgal delikleri kaleyi çevreler. Anahşa Kalesi birkaç kez onarım geçirmiştir. Kale yakınındaki köy aynı isimle anılırdı. Yer değiştirme ve bölünme sonrası “Kocaköy” ve bölünme yaşanan mevkii de, “Manasbat” olarak güncellenmiştir

Anasha (Eski Konacık) Kalesi
“Geç Bizans Dönemi yapılarından Anahsa (Eski Konacık) Kalesi, Pozantı-Belemedik Köyü yolunun batısında Devlet Demir Yolları’nın Kaleboynu Tüneli üzerinde ulaşılması oldukça zor, 1200 metre yükseklikte Çakıt Vadisi’ne hakim bir savunma kalesi olarak yapılmıştır. Güney tarafı tamamen kayalık ve sarp durumdadır. Bu bölümde yer yer istinat duvarları görülmektedir. Kale tepenin tamamına oturmaktadır. Kalenin sur duvarlarının dış kısmı kaba yontu kesme taş kullanılarak yapılmış olup olup,130 santim kalınlığındadır. İç kısmı ise moloz taş, bağlayıcı olarak da harç kullanılmıştır. Kalenin kuzeybatı burçlarında mazgal delikleri bulunmaktadır. Kale duvarlar, yaklaşık yedi metre yüksekliktedir. Kalenin iç kısmında tonozlu yapılar ve sarnıçlar vardır. Kaleye ana giriş kuzeyde olup, kenarları düzgün kesme taş kullanılarak inşa edilmiştir.” (Adana İlçeler Kültür Envanteri II– Adana 2007)

Anahşa Kalesi, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu’nun 26.11.2004 gün ve 244 sayılı kararı ile de korunma alanı sınırları içine alınmıştır.

Çavuşlu Köyü / Kızkalesi Gözetleme Kulesi
Pozantı yolunun Tarsus’a 40 kilometre yakınında “Çavuşlu Köyü Gözetleme Kulesi” vardır. Yanıkkışla Köyü içinden ulaşılır. Ana kaya üzerine yükselen iki katlı yapı, bosajlı taşlarla örülüdür. Ortaçağ’a tarihlenen kule çevresinde birkaç küçük yapı yer alır.

Yöre gerçekten zengin yeşil dokusu içinde tarihi ve kültürel mirası ile görülmeye değer.

Anıt Ağaçlar
Ana Ardıç

Ana Ardıç

Çamlıyayla ilçesinden kuzeye doğru yaklaşık 20 kilometre kadar gidildiğinde, Bolkar Dağları eteğinde ve Kadıncık Vadisi’nin kuzeyinde Ana Ardıç’a ulaşılır. Bir tabiat anıtı olan Ana Ardıç, 1107 yaşında, 22 metre boyunda ve 3.5 metre çapında bir ağaçtır. Ağacın bulunduğu yerden Kadıncık Vadisi’nin harika yeşil ve sarp manzarasını izlemek büyük bir hazdır.

Koca Katran
Cocakdere vadisinde bulunan Ana Ardıç (Koca Katran) anıt ağacına ulaşmak için, Aslanköy’deki Kuyucak orman deposunun içinden geçip Tırtar Köyü’nden batıya dönülür. Yaklaşık 7 kilometre kadar sedir ormanlarından tırmanılarak çıkılan 2000 metre rakımın üzerindeki Dümbelek Düzü düzlüğüne çıkılır. Burada ağaç yoktur ama çok çeşitli otsu bitkilerle çiçekleri izleyerek 14 kilometre kadar bu düzlükten doğuya doğru ilerleyerek Cocakdere Vadisi’nin göründüğü Demir kapılı geçit noktasına doğru gelinir. Vadiyi korumak amacıyla kapıdan geçiş izne tabidir. Sarp, yalçın kayalıklarla dolu yemyeşil sedir ormanlarıyla kaplı Cocakdere Vadisi’nin seyrine doyulmaz.
Yaklaşık 20 kilometre kadar Cocakdere Vadisi’nde ilerlenir. Sonunda Tekedağ Yangın Gözetleme Kulesi’ni geçerek Koca Katran anıt ağacına ulaşılır. Dik bir yamaç üzerinde heybetli, muhteşem bir sedir ağacı görülür. Ağacı incelediğinizde ve yanındaki levhayı okuduğunuzda Koca Katran’ın 625 yaşında olduğunu göreceksiniz. Çevresi 7.5 metre, çapı ise 2.45 metre olan ağaç 40 metre boyundadır. Seyredip, böyle dev bir ağacı ve yaşadığı tarihleri, yaşanan olayları hayal edebilirsiniz. Koca Katran daha genç ama 40 metre boyunda, oysa Ana Ardıç 1107 yaşında ama 22 metre boyundadır.

Elmalı Çam
Tarsus-Çamlıyayla yolu üzerinde, Atdağı Yaylası’na yakın yerde, yolun batı kenarında çam ormanları içinde Atdağı Lokantası görülür. Lokantanın bahçesinde ilginç bir çam ağacı vardır. Ağacın etrafındaki tenekelere çiçekler ekilmiştir. Ağacın ilginç yanı, çam ağacının gövdesinde yetişip, ikinci bir ağaç olarak büyüyen elma ağacıdır. Gerçekten çam ağacı, gövdesindeki elma ağacını büyütmüş ve beslemektedir.

İkiz Ardıç
Aslanköy Cocakdere Vadisi’nde bir orman bekçi binası vardır. Binanın önünde suyu buz gibi, şırıl şırıl akan bir çeşme bulunur. Bu suda elinizi birkaç saniyeden fazla tutamazsınız. Etraf, yeşilin tonlarının oynaştığı güzelim asırlık ağaçları barındıran ormanlarla kaplıdır. Binanın hemen yanında yaklaşık 900 yaşında ve 3.5 metre çapında, birleşmiş ikiz gövdeden oluşan dev bir ardıç ağacı bulunur. Yanına birkaç metre yaklaşınca ağacın haşmeti belli olmaktadır. Bu ağacın altına oturup, Cocakdere’yi zevkle seyredebilirsiniz. İnsan bu dev gövdeli ağacın yanında çok farklı ve heyecanlı duygulara kapılır.

Diğer Anıt Ağaçlar
Pozantı ilçesi sınırı içinde de üç adet anıt ağaç mevcuttur. Bunlar Çetinlik Dağı orman arazisi içinde bulunan Sedir Ağacı, Belemedik Köyü’nde bulunan Çınar Ağacı ve Bürücek Yaylası’nda bulunan Ceviz Ağacı’dır. Sedir Ağacı’nın 635 yaşında, Çınar Ağacı’nın 200 yaşında ve Ceviz Ağacı’nın 380 yaşında olduğu tahmin edilmektedir. Bu ağaçlar da Koruma Kurulu tarafından tescil edilmiştir. (Kaynak: Mersin Orman Müdürlüğü Resmi İnternet Sitesi’nden)

Gülek Boğazı ve İskender Kitabesi
Yine V.Langlois’e dönüyoruz:
“Gülek Kalesi büklümünden geçince boğazın iki tarafı sarp kayalıktır. Bu kayaların birinin üstünde harap olmuş bir yazıt vardır. Çağlayanın üstünde olan sağ taraftaki yazıttan Hadrianus’un ismi okunabiliyor ki bu, imparatorun yolu yaptırdığı veya tamir ettirdiğini ifade eder. Eskilerin “Pies Cilicem”, Haçlıların savaşlarını yazan yazarların da “Porte de Judas” dedikleri bir bölge vardır. Ksenefon bu kapıyı o kadar iyi tasvir etmiştir ki, bugün hâlâ öyledir. İskender’in tarih yazarı Quinte Curtius “İskender’in Tarihi” adlı eserinde bu kapıyı, Kayseri tarafından gelmiş olan İskender’in, Daryus’dan savaşarak almış olduğunu kaydeder.

Büyük İskender biyografilerinden birinin yazarı olan Romalı Curtius Rufus, Boğaz’ın her iki tarafındaki sarp ve yüksek dağların geçide kadar dimdik inmesi yüzünden yolun çok daraldığını ve bundan dolayı buradan tam teçhizatlı dört askerin aynı anda çok zor geçebildiklerini yazmaktadır. Geçit bu kadar dar olmakla kalmıyor, ayrıca yüksek dağ yamaçlarındaki kar kitlelerinin erimesiyle kabaran akarsular da geçişi büyük çapta zorlaştırıyordu.

Büyük İskender

Makedonya İmparatoru Büyük İskender

Büyük İskender (MÖ 356- MÖ 323), MÖ 336 – MÖ 323 yılları arasında Makedonya kralı ve tarihteki en büyük komutanlardan biri. Makedonya kralı II. Filip’in oğlu.

Pers İmparatorluğu’nu yıkarak Yunanistan’dan Hindistan’a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuş, Eski Yunan uygarlığının Doğu’ya yayılmasında etkili olmuş ve efsanevi bir kahramana dönüşmüştür. MÖ 334-333 kışında Batı Anadolu’nun fethini tamamladıktan sonra, MÖ 333 ilkbaharında Akdeniz kıyı yolunu izleyerek Perge’ye ulaştı. Frigya’dan geçerek Gordion düğümünü kesti. Gordion’dan Ankira’ya (Ankara) yöneldi, oradan da Kapadokya ve Kilikya Kapıları üzerinden güneye indi. Ordularıyla Gülek Boğazı’ndan geçerek önce Tarsus’a gelen Büyük İskender’in, yaşamı boyunca sürecek hastalığını Tarsus’ta Kydnos/Berdan Nehri’nde yıkanmasına bağlarlar.

Büyük İskender’in MÖ 333’teki Asya seferi kayıtlarında “Büyük İskender, bu dar boğazı gördükten sonra, güzel talihinden dolayı sevindi” ibaresi vardır. Belki de bu nedenle Gülek Boğazı’ndaki yazıta halk “İskender Kitabesi” adını vermiştir. Anılan noktada 1966 yılına kadar görülen bir bilgilendirme (!) tabelasında iki dilli (Türkçe – İngilizce) olarak şu sözler yazılıydı:

“Ulu Tanrım Sana Hamdü Sena Olsun.
Bu Boğazdan Geçmemi Nasip Ettiğin İçin.”

Gülek Yazıtı veya İskender Kitabesi olarak bilinen kaya anıt yazıtı günümüzde, Tekir Yaylası içinden geçerek ayrılan bir karayolu ile TEM’e paralel güneye doğru 10 kilometre kadar gidildiğinde asfaltın sonunda görülebilir. Gülek Yazıtı ve çevresi, otoyol çalışmaları sırasında oldukça zarar görmüştür. Aşağıdaki alıntı, tartışmalı olmakla birlikte kendi efsanesini yaratması bakımından önemlidir.

“Şimdi Gülek Boğazı’ndaki görkemini yitirmiş olsa da kaya duvarın üzerindeki kitabede Aryannos İskender Toroslar’a doğru ilerlerken, Persler’in Gülek Boğazı’na pusu kurduğunu, ancak Makedonyalılar’ın hocası Aristo’dan öğrendiği taktiklerle düşmanlarını mağlup ettiğini yazmış.” (Saygı Esin,- Milliyet Güney Eki., 20 Şubat 1998)

Aşağıdaki satırlar da Arkeolog Filiz Kerem’den:
“Yazıt yaklaşık 5 km. uzunluğundaki yolun sonunda, ana kaya kütlesinin batı eteğindedir. Söz konusu kaya kütlesinin tepesinde de etrafı düzeltilmiş bir çıkıntı yer almaktadır. Latince olan bu yazıtta ‘İmparator Caesar Marcus Aurelius Antoninus sadık, mutlu, yenilmez Augustus (Caracalla) bu yolu dağları delerek yaptırdı’ yazmaktadır. Altta yer alan iki satır Yunanca yazıtta ise Kapadokya Bölgesi ile Kilikya Bölgesi’nin sınırını belirten ‘Kilikya’nın Sınırı’ yazısı bulunmaktadır. (Filiz Kerem, Mersin Ören Yerleri, Kaleleri, Müzeleri. s. 79 Mersin Valiliği yayını)

Gülek Boğazı’nda bulunan ve İskender Kitabesi olarak bilinen yazıt V. Langlois’e göre, Hadrianus’un buradaki istihkâm birliklerini düzenlemesi nedeniyle yazdırılmıştır. Halk arasında “İskender Yazıtı” denilen bu yazıt aslında İmparator Caracalla’ya aittir. Yine imparator Caracalla’ya ait birçok mil taşı Adana Müzesi’nde görülebilir.

Konuya açıklık getirmesi için “Sırtı Dağ, Yüzü Deniz Mersin” kitabındaki, Prof. Dr. Mustafa H. Sayar’ın yazdığı “Mersin’de Kayıp Kentler” bölümünden bir alıntı:

“Gülek Boğazı’ndaki antik yolun güzergâhı burada yapılan otoban ile tamamen çakışmaktadır. Otoban inşaatına rağmen neredeyse iki yüzyıldır varlığı bilinen kaya yazıtı sağlam kalabilmiştir. Bu yazıt, İmparator Caracalla döneminde, yani MS 211 ile 217 yılları arasında, Kapadokya ile Kilikia arasındaki sınırı göstermekteydi.

Gülek Boğazı’nın hemen kuzeyinde bulunan iki mil taşından birinin üzerindeki yazıtta, Gülek Boğazı’ndan uzaklığı 15 mil olarak verilmiştir. MS 217’ye tarihlenen bu yazıt sayesinde Gülek Boğazı’ndan geçen yolun o devirde adının Via Tauri (Toros Yolu) olduğu ve İmparator Caracalla’nın burada geçidi genişlettiğini öğrenmekteyiz. Bu yazıtlar sayesinde Pozantı’dan Gülek Boğazı’na ulaşan yolun MS üçüncü yüzyıl başlarındaki Part seferleri nedeniyle artan Doğu seferleri sırasında Tuna boylarındaki lejyonları Fırat boylarına sevk edebilmek amacıyla genişletilmiş olduğu anlaşılmaktadır.” (Sırtı Dağ, Yüzü Deniz Mersin. YKY, s.23)Şimdi burada sizlere küçük bir sürprizimiz var:
Yukarıdaki fotoğraf 2007 yılında İçel Sanat Kulübü gezilerinde Yusuf Ekiz tarafından çekilmişti. Aşağıdaki fotoğrafla – hayal bu ya, Sinan Vural’ın yorumuyla kurgulanarak 1700 yıl geriye gönderildi.

Quadriga (Foto: Ysusuf Ekiz./Zafer Takı ile Kurgulama: Sinan Vural)

Zafer Takı ve Quadriga
“Tarsus’tan Kilikya Kapıları’na giden bir Roma Yolu, Tarsuslular’a özgü bir övüngenlikle biçimlendirilmiş ve Latince “Quadriga” olarak nitelenen, ancak olasılıkla üzerine hiçbir zaman konmamış dört atlı arabanın altında bulunan bir zafer takıyla kesilmiştir. Bu anıt, çevresindeki bütün bölgeye adını vermiştir ve bu ad Tarsus’un MS 200 dolaylarında basılan sikkeleri üzerinde Grekçe “Kodrugai” biçiminde yazılmış olarak görülmektedir. Bu sikkelerden, “Kilikyalılar’ın Sınırı” olarak adlandırılan ve bu yüzden de Tarsus’un Kilikya Kapıları’na bakan kuzey tarafındaki alanda yer alan Quadriga’da İmparator Severus’un onuruna olimpiyat tarzında oyunlar düzenlendiğini öğreniyoruz. Severus, Kilikya Kapıları’nı geçerek, güneye, Kilikya’nın içlerine doğru gitmişti ve olası zafer takının da yolun kente yaklaştığı bir noktada yapılmış olabileceğini söyleyebiliriz. Oyunlar da bu zafer takının yakınındaki düzlükte, özellikle yazın sıcak günlerinde yapılmış olmalıydı.” (W.M. Ramsay – Tarsus – Aziz Pavlus’un Kenti, s.11)

Son Quadriga Atları / Büyük Soygun
2 Haziran 1205 tarihinde İstanbul Limanı’ndan Venedik’e yelken açan gemiler, Latin dünyasının en büyük soygunun kargosunu taşıyordu. IV. Haçlı Seferi olarak bilinen bu son vurgun-kıyım hareketinde, o güne kadar emsali görülmedik biçimde gerçekleştirilen, İstanbul’un en önemli kültürel mirasının soygununa şahit oluyoruz.

San Marco Bazilikası’ndaki Quadriga atları.

9 Mart 1204 günü başlatılan kuşatma üç gün içinde tamamlanmış, bu anlaşmalı soygunda gözü dönmüş saldırganlar, büyük bir katliam ve kıyım manisine kapılmışlardı. Binlerce yıllık miras yakılıp yıkıldı. Saray ve kiliselerdeki tüm değerli eşyalar yağmalanırken, altın ve gümüş heykeller daha az yer tutması için eritildi. 400 ton altın ve 400 ton gümüş külçe gemilere yüklenmek için hazırdı.

Domonici Morosino’nun kadırgasında ise benzersiz bir kargo vardı. Ayasofya’nın önündeki At Meydanı’nın en önemli anıtı üzerindeki dört atlı savaş arabasının (Quadriga) sanat şaheseri atları yerlerinden kopartılmış kaçırılıyordu. Bir Anadolu klasiği olan ve kazanılan zaferler adına büyük yapıları ya da ana yol ve geçitleri süsleyen quadrigaların sonuncusu son yolculuğuna çıkıyordu.

Aynı yıl Venedik’teki San Marco Bazilikası’nı yenileme çalışmaları başlatıldı. İstanbul’dan getirilen antik kolonlar, porfir heykeller ve değerli eşyalar bazilikanın eklektik parçalarını oluşturdu. İstanbul’da Ayasofya’nın önündeki, At Meydanı’ndan getirilen Quadriga atları, Venedik’e getirilmiş, San Marko Bazilikası’nın beş kemerli ana girişinin üzerine konularak, “göz kamaştırıcı güzelliklerinin çok ötesinde taşıdığı anlam nedeniyle” yapıyı taçlandırmıştı. MÖ IV. yüzyılda yapıldığı sanılan bu muhteşem altın kaplamalı bronz heykel grubu, günümüze ulaşan türünün en eski sanat eseri San Marco Bazilikası’ndaki Quadriga atları. örneği sayılır.

Biyografik Bilgi

scroll to top