Bu sabah yine klakson sesleri ile uyandım. Buraya ilk taşındığımız günleri anımsadım, kırk yıl öncesini. Evin önündeki yol topraktı. Ne kamyon geçerdi, ne de otobüs. En önemli sorunumuz, bahçemize giren inek ve koyunlardı! Åžimdi evimizin önü Ankara’da trafiÄŸin en yoÄŸun olduÄŸu kavÅŸaklardan biri oldu. Araba gürültüsünden, vahÅŸi klakson ve fren seslerinden pencereyi bile açamıyoruz artık.
Saate baktım, kalkmak için henüz çok erken. Gözümü kapayıp, yorganı başıma çektim. Uyumaya çalışacağım. Birden tatlı bir ses geldi kulağıma.
Mersin’de, Hastane Caddesindeki evimizin önünden bir fayton geçiyor. Nalların parke taÅŸlarından çıkardığı sesler, bir ninni gibi geliyor kulağıma. Ne güzeldi o faytonlar. İki yanlarındaki şık fenerlerde gaz lambaları yanardı.
ÇocukluÄŸumda taksi yoktu Mersin’de. Acaba kaç fayton vardı o küçük kentte?
Sürücülere, “arabacı” denirdi, hepsini tanırdık. BelleÄŸimde Cürmü, İlyas ve Ahmet’in adları kalmış. Cürmü atlarını çok severdi ama en ufak hata yaptıklarında bol bol küfrederdi onlara. İstanbul’dan bir arkadaşım gelmiÅŸti.
Yoldan bir fayton çevirip, “Eve” dediÄŸimde çok ÅŸaşırmış, “Adres vermeyecek misin?” diye sormuÅŸtu. Gülerek “O bilir”, demiÅŸtim. Hatırladığım kadarıyla faytonların durağı, YoÄŸurt Pazarı’ ydı.
Burnuma mis gibi kokular geliyor, portakal, limon ve turunç çiçeklerinin kokusu, mevsim, bahar olmalı. Halkevinin önünde arkadaşlarla tur atıyoruz. Kızlar da yürüyüş yapıyor. Kaçamak bakışmalar ve gülüşmeler. Deniz masmavi. Dert yok, keder yok, kafamızda kavak yelleri.
Bazı aileler, “Millet Bahçesi’nde oturmuÅŸlar çay içiyorlar. Çocuklar, Millet Bahçesinin önünde, deniz kenarındaki kumlarla oynuyorlar. Halkevinin hemen bitiÅŸiÄŸindeki Ortodoks Kilisesi’ni geçince, Mersin’in en güzel evleri sıralanırdı yol boyunca.
Sıcacık bir salon. AÄŸabeyim Ahmet yüksek sesle bir kitap okuyor. Tüm aile oturmuÅŸ onu dinliyoruz. Arada bir babam aÄŸabeyimin okumasını kesiyor ve açıklamalar yapıyor. Okunan kitapta, iÅŸgal altındaki Istanbul’da geçen bir aÅŸk macerası anlatılıyor.
Babam o yıllarda genç bir Mülkiye mezunu olarak İstanbul’da Divan-ı Muhasebatta (Sayıştay) birinci mümeyyiz. Kitapta anlatılanlara eklemeler yapıyor babam. Ne de tatlı konuÅŸurdu. Tek parti döneminde Mersin’deki tüm olumlu geliÅŸmelerde onun payı vardı. GösteriÅŸ sevmediÄŸinden hep arka planda kalmayı tercih etti, tıpkı CHP İl Örgütü’nün, İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisinin sararmış fotoÄŸraflarında olduÄŸu gibi. Unutulup gitti Mersin aşığı Yakup Ersoy.
Annem ağabeyimi dinlerken genelde örgü örerdi. Son derece akıllı, kişilikli, otoriter bir kadındı annem. Büyükbabam ve büyükannem Hacca giderken, kasanın anahtarını 14 yaşındaki anneme emanet etmişlerdi! Derdi olan akraba ve
komşuların ilk akıllarına gelen annem Nediye Hanım olurdu. Ona danışmadan karar vermezlerdi. Babama büyük saygısı vardı annemin. Evde tüm kararları babam verir görünürdü ama gerçekte hep annemin dediği olurdu.
Ağabeyim benden altı yaş büyüktü ama en iyi arkadaşımdı. Beni canı gibi severdi. Éline beş kuruş geçse hemen koşar sevdiğim bir şey alıp getirirdi bana.
Alman yapısı, içi tuğlalı koca bir soba vardı salonda. Maden kömürü ve odun doldurulurdu sobaya. Üstüne portakal kabuğu konurdu. Ne de güzel bir koku salardı o portakal kabukları.
GüneÅŸ Sinemasındayız. Nal biçimindeki Birinci Balkonda, Mersin’in kalbur üstü aileleri her zamanki yerlerinde oturuyorlar. “Åžeyhin AÅŸkı” adlı bir Amerikan filmi izleyeceÄŸiz. Herkes son derece şık. Sanki bir operanin galasına gelmiÅŸler. Hanımların zarif giysilerinden çoÄŸu, belli ki ince zevkli Madam Olga’nın elinden çıkmış. Yeni gelenler kibarca selamlıyor oturanları.
Film baÅŸlıyor. KonuÅŸmalar Türkçe Bu doÄŸal da, ÅŸarkılar da Türkçe olmuÅŸ. Adını yanlış anımsamıyorum, ünlü Amerikalı yıldız Roman Novaro, filmin bir yerinde elinde gitar, baÅŸlıyor “Ay DoÄŸdu Batmadı mı” adlı ÅŸarkıyı söylemeye. Amerikan filminde alaturka ÅŸarkıyı da kimse yadırgamıyor sanki! Abdülvahab ve Ümmü Gülsüm’ün rol aldığı bazı Mısır filmleri de Türkçe sözlü Arapça ÅŸarkılı olurdu.
Hava yeni kararıyor. Babam, annem, aÄŸabeyim ve ben Akkahve’deyiz. TaÅŸ kemerli salondaki platformda bir Macar Orkestrası çalıyor. Kızıl saçlı güzel ÅŸantöz Kato, günün popüler ÅŸarkılarını seslendiriyor. Aynı orkestra geceleri de Tüccar Kulübünde olurdu. Tüm erkeklerin gözü Matmazel Kato’da!
Akkahve daha sonraki yıllarda genç sanatçıların buluştuğu bir mekan oldu. Özdemir İnce, Doğan Akça gibi ünlü Şair ve ressamlar orada filizlendi. Akkahve bir pamuk deposuydu.
Pamuk deposunda saklanan mimari güzellik, Vali Tevfik Sırrı Gür’ün hayal gücü ve ince zevki ile açığa çıkarıldı ve halka sunuldu.
Evimizin terasındayım. Güzel bir yaz gecesi. Bizimkiler, doktor amcalar ve komÅŸumuz Madam ÅžeÅŸati, güzel kızı Madlen, Fransız gelini Madam Simone ve eÅŸi, birlikte yemek yiyoruz. Amcam, kolay yemek beÄŸenmez. Az yer ama çok yemek seçer. Tatlılar yendikten sonra sofraya bir tabak içli köfte getiriliyor Amcam isyan ediyor. “Yakup, yeter artık, öldürecek misiniz bizi?” Babam, amcama doÄŸru eÄŸilerek, “Bunları Madam Åžarfun yolladı”, diyor. O zaman iÅŸ deÄŸiÅŸiyor. Madam Åžarfun’un yaptığı yemeklerle kimse aşık atamazdı Mersin’de.
Bembeyaz saçlı, nur yüzlü, siyah giysiler içindeki bir kadının kucağındayım. Bitişik komşumuz Madam Şeşati, o bozuk Türkçesi ile masal anlatıyor bana. O melek gibi kadının kucağında o kadar mutlu olurdum ki. Madam Şeşati beni öz oğlu gibi severdi. Annemler gece bir davete giderken ona bırakırlardı beni. Bitişik komşu ile yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi.
Mehtaplı bir gecede, babam, annem, ağabeyim, ben ve Münevver portakal bahçemizden evimize dönüyoruz. Aylardan Mayıs olsa gerek.
Hava çok güzel olduÄŸu için bizi almaya gelen arabacı İlyas’a, sepetleri alıp evin önüne bırakmasını söylüyor babam, “Biz yürüyeceÄŸiz”, diyor. KuruçeÅŸme civarındaki Giritli Kahvesinde mola veriyoruz. Çay içeceÄŸiz.
Dikkatimi çekiyor, yaÅŸlıların tümü bilmediÄŸim bir dil konuÅŸuyor. Babam, “Rumca” diyor. YaÅŸlılar Türkçe öğrenememiÅŸler henüz. O güzel bahar gününde hüzün vardı bu kahvede. O yaÅŸta ne bileyim ben bunların köklerinden sökülüp buraya getirildiklerini. Yıllar yıllar sonra, gerek burada gerek Yunanistan’da duyduÄŸum öykülerde, okuduÄŸum kitaplarda ve dinlediÄŸim Rebetika’larda duydum mübadelenin acısını.
Evimizin penceresinden dışarı bakıyorum. Karşı binada Dişçi Bahir Taylan oturuyor. Annemin halasının kızı Zakire Teyze ile evli. Çocukken o eve bakmaya bile korkardim. Bahir Bey diÅŸimi çekecek diye. Bahir Bey’in evinin altında, köşe başında bir bakkal dükkanı vardı. Bakkal Kaya. Onun yanında bisikletçinin dükkanı. Bisiklet onarır, bisiklet kiralardı. Kıpkırmızı yüzlü, kıvırcık saçlı, göğsü kıllı, bıyıklı bir adamdı sahibi. Adını anımsamıyorum. Bak yine çırağını dövüyor, tekme tokat gaddarca dövüyor. Mutlaka sarhoÅŸtur yine.
Bisikletçinin yanında bir nalıncı vardı. Tel dolap ve nalın yapar satardı. Mersin ÅŸivesiyle “Nalinci” derdik ona. Onun yanındaki dükkan Raif Usta’nındı. Marangozluk yapardı Raif Usta. OÄŸlu ÅŸimdi ünlü bir ressam, DoÄŸan Akça.
Biraz ilerde bir mücellit (cilt yapan) vardı. CiltçiliÄŸin yanı sıra kitap kiralardı, günlüğü beÅŸ kuruÅŸa. Fantomları, Pardanyaları, Halide Edip ve ReÅŸat Nuri’nin kitaplarını hep ondan alıp okudum. En sevdiÄŸim kitaplardan biri de, “Çırak Uçman” olmuÅŸtu. Üç Türk, uçakla dünya turu yarışmasına katılmıştı. Yeni Türkçeye özenen yazar, o dönemde “tayyereci” diye adlandırılan havacılara, “uçman” diyordu.
Onların soluk kesen serüvenlerini okurken, dünya coÄŸrafyasını öğrenmiÅŸtim farkına varmadan. Mücellitin karşısında Åžekerci Akif’in dükkanı vardı. Akif’in cezeryesi üzerine cezerye yoktu Mersin’de.
YoÄŸurt Pazarı’ndan Kebapçı Ahmet’in yerine doÄŸru yürüyorum. Bugün Adana Kebabı dediÄŸimiz kebabın ÅŸahını yapardı Kebapçı Ahmet. Verilen sipariÅŸleri yuvarlık bir bakır tepsi içinde evlere götürürdü çırakları.
Köşede gazete bayii Mehmet Ali vardı. Mehmet Ali Giritliydi. İki oÄŸlu, Muzaffer ve Mustafa arkadaşımdı. İstanbul gazeteleri iki gün sonra gelirdi Mersin’e. Haftalık dergilerimizi, Binbir Roman ve Yavrutürk’ü heyecanla beklerdik dükkanın önünde.
Bazen kötü haber gelirdi, “Toros ekspresi kar yüzünden rötarlıymış.” derdi Mehmet Ali Bey. Hayal kırıklığı içinde kös kös dönerdik evimize.
En büyük bakkal ve ÅŸarküteri, Kayseri Pazarıydı. İçeri giriyorum ve Burhan Bey’e “Babamın selamı var, yarım kilo pastırma vereceksiniz”, diyorum ve ekliyorum, “yaÄŸsız olacak”. Burhan Bey, kafasını iki yana sallıyor, “Yakup Bey’in nasıl pastırma istediÄŸini biliyoruz herhalde.” diyor.
Gümrük Meydanına doÄŸru yürüyorum. Mehmet Nane’den iplik alacağım anneme. Onda yoksa, biraz ileride oÄŸlu Vahap Nane’nin dükkanına gideceÄŸim. Mehmet Nane’nin küçük oÄŸlu Muhittin sınıf arkadaşım.
Çarşıdaki alışveriÅŸi bitirip et almak üzere Hal’e yürüyorum. Nasıl olduysa bu hal binası bugün de yerli yerinde.
Giritli Kasap Hüseyin’in dükkanına giriyorum. “Babam yaÄŸsız bir but, bir kilo da kıyma istiyor.” diyorum. Giritli Hüseyin, uzun boylu, saçı dökülmüş, orta yaÅŸlı bir adam. Rum ÅŸivesi ile Türkçe konuÅŸuyor.
Halden çıkıp Silifke Caddesinde yürürken, babamın arkadaşı Rıza Bey’e rastlıyorum. KurtuluÅŸ Savaşı kahramanlarından olan Rıza Bey’in soyadı da KurtuluÅŸ. Her zaman yaptığı gibi neÅŸe içinde, “How are you gentleman?” diyor ve yanıtını kendi veriyor, “I am very well thank you!” Ne ÅŸeker, ne neÅŸeli bir adamdı Rıza KurtuluÅŸ.
On altı, on yedi yaÅŸlarındaydım. Bir kız arkadaşım var, Viktorya. Viktorya kumral, güzel bir Musevi kızı. Sahilde oturmuÅŸ, sohbet ediyoruz. Ben, taÅŸ atip suyun üzerinde sektirerek gösteriÅŸ yapıyorum kıza! Viktorya’yı seviyordum, yahut öyle sanıyordum. İyi de Viktorya’nin bundan haberi yoktu, hiç de olmadı.
Kızkalesi’nde oturmuÅŸ denizi seyrediyorum. GüneÅŸ batıyor, masmavi sular kızıla dönüşüyor. Kızkalesi, elli yıl öncesinin Kızkalesi, ne otel var ne de gazino. Biz bizeyiz, tarihi kalıntılar, ben ve deniz. Bekliyorum, sabırla bekliyorum.
Elli yıl öncesi gibi Denizkızları’nın ÅŸarkı söylemesini bekliyorum. Tarsus Amerikan Kolejinde okurken, T.S.Eliot’un ÅŸiirleri büyülemiÅŸti beni. En etkilendiÄŸim ÅŸiir de, Alfred Prufrock’in “AÅŸk Åžarkısıydı. Åžiirin sonunda aÅŸağı yukarı şöyle diyordu Eliot:
“Dalgalara binmiÅŸ Denizkızları, doludizgin geçiyor önümden. Beyaz saçlarını tararken dalgaların, Åžarkılar söylüyorlar birbirlerine. Saatlerce izliyorum onları İnsan sesleri bizi uyandırana dek, Sularda boÄŸulup kaybolana dek.”
Elli yıl önce Kızkalesi’nde sabırla beklemiÅŸtim Denizkızları’nı. Onları görmemiÅŸtim ama seslerini, ÅŸarkılarını duymuÅŸtum. Ne kadar sevinmiÅŸ, mutlu olmuÅŸtum o gece. Bunu en yakın arkadaÅŸlarımdan bile gizlemiÅŸ, bir tek edebiyat hocamız Mr. Savage’e söylemiÅŸtim. O da beni kutlamıştı! “Herkese nasip olmaz bu!” demiÅŸti ve eklemiÅŸti, “Ancak gönül insanları duyar onları.”
Akşamın sessizliğinde yine duydum onları. Evet elli yıl sonra yine duydum onları. Onları hala duyabildiğime öyle sevindim ki. Demek ki hala içimde bir şeyler yaşıyor diye düşündüm.
Mersin Åžehir Mezarlığındayım. Bir cennet bahçesi burası. Sanırım Mersin’de deÄŸiÅŸmeyen tek yer, bu mezarlık.
Dua sesleri geliyor kulağıma, bir hoca Kur-an okuyor, papaz da İncil. Yanlarında Mersin’deki dinsel kaynaÅŸmayı ” sürdürmek için gece gündüz uÄŸraÅŸan Lina Nasif var.
Hayatları boyunca birlikte yaÅŸamış, kaynaÅŸmış Mersin insanını ölüm bile ayırmamış. Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Musevi’si yan yana, iç içe yatıyor bu mezarlıkta.
GeçmiÅŸi soluyorum burada. Eski Mersin’in yeÅŸilliÄŸi, burada yaşıyor. Çok sesli kültür, mezar taÅŸlarına yansımış. Mersin’de sokakta yürürken tanıdık bir yüze ender rastlarken, hemen hepsini tanıyorum bu mezarlıkta yatanların.
Burası, Mersin’den daha Mersin. Ölümün, korku veren, karanlık, soÄŸuk havası yok burada. YemyeÅŸil bir aydınlık ve kuÅŸ civiltıları arasında ölüm aklınıza bile gelmiyor.
Bu mezarlığı Mersin’e kazandıran Belediye BaÅŸkanı Mithat ToroÄŸlu’nu yine minnetle anıyorum. Mithat Bey’in iÅŸini kolaylaÅŸtıran fetvayı veren Müftü Dedemi de.
Sonunda T.S.Eliot’un dediÄŸi oluyor. Dışardan gelen vahÅŸi klakson ve motor sesleri ile doÄŸruluyorum yattığım yerden. Bu tatlı rüya sona erdiÄŸi için üzgünüm ama eski Mersin’i bir kez daha yaÅŸadığım için mutluyum. İçel Sanat Kulübü Aylık Bülteni 2004/128. Sayısından Alınmıştır.
Bu sitenin ana sayfasında “Mersin” baÅŸlığı altında “Kaybolan Mersinin Ardından” kısmında benzer yazılar bulabilirsiniz. Örnek olarak MERSİNDE SİNEMALAR için bu satırı tıklayınız.Â