,

KURTULUŞ SAVAŞINDA İÇEL – BİRİNCİ BÖLÜM

Kurtuluş-Savaşında-Mersin-3.jpg

KAPAK VE “ İÇİNDEKİLER”  BÖLÜMÜ İÇİN BU SATIRI TIKLAYINIZ…………………………………………

Kurtuluş Savaşında İçel Tarihi Yazma Komitesi tarafından yazılan 280 sayfalık kitabın noktasına dokunmadan tamamı. ……………………………………………………………………………………………………………….

ATATÜRK’ün dilinden Kuvayi Milliye

Herşeyin bittiğini ve kurtuluş ümidinin büsbütün söndüğü sananlar Mustafa Kemal’e sordular:       – Osmanlı Hükümeti iki büyük müttefiki ile beraber yenilmiştir. Ordunun silahları elinden alınmış, donanma perişan edilmiş, yurdun dört bir bucağı düşmanlar tarafından işgâl altına alınmıştır. Bu durum karşısında sizin kurmak istediğiniz “KUVAYI MİLLİYE” neye yarar?

Mustafa Kemal şu cevabı verdi:

– KUVAYİ MİLLLİYE, NAMUSLU BİR iNSANIN YASTIĞININ ALTINDAKİ TABANCAYA BENZER. NAMUSUNU KURTARMASI İÇİN HERHANGİ BİR ÜMİDİ KALMADIĞI ZAMANDA HİÇ OLMAZSA İNTİHARA YARAR.”

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” ATATÜRK

“KURTULUŞ SAVAŞINDA İÇEL” TARİHİ’ni YAZMA KOMİTESİ

MİTHAT TOROĞLU
LÜTFİ OĞUZCAN
HASAN AKINCI (Rahmetli)
OSMAN MUZAFFER KOÇAŞOĞLU
S.FİKRİ MUTLU
ÖMER NAZMİ ÇİFTÇİ
ZEKERİYA KARAYAYLALI
ŞEREF GENÇ

BU KİTAP NİÇİN YAZILDI?

Birinci Cihan Harbi” diye anılan ve 1914’den 1918′e kadar süren büyük savata Türk orduları kendi sınırlarımızda ve sınıraşırı ülkelerde olmak üzere yedi cephede,(Çanakkale, Kafkas, Irak, Filistin, Arabistan, Galiçya, Romanya) birden savaşmış ve tarihi şerefinden hiçbirşey kaybetmeden aslanlar gibi çarpışmıştı. Ancak, Osmanlı hükümeti, anlaşma ile bağlı bulunduğu Almanya, Avusturya, Macaristan üçlüsünün yenilmesi ve Filistin bozgunu üzerine, biraz da Amerika cumhurbaşkanı Vilson’un Dünya milletlerine özgürlük vadeden prensiplerine aldanarak yenenlerden barış istemek zorunda  kalmış, Mondros’da sözü kesilen “Ateşkes andlaşması”nı imzalamıştı.
Yenenler, Türk’ün büsbütün zebun düştüğünü sanarak bu andlaşmayı kendi çıkarlarına göre uygulama yolunu tutmuşlar, Türk ordu ve donanmasını silahtan yoksun bırakmak, yurdun en verimli ve stratejik bölge ve noktalarını ele geçirmek, demiryolları ve limanları kontrolleri altına almak gibi çare ve tedbirlere baş vurmak suretile memleketimizde bir sömürge politikası izlemeye  yeltenmişlerdi. Bu arada Türk yurdunun en verimli bir parçası olan “Çukurova bölgesi” de, yenenler tarafından güdülen bu yanlış politikadan payını almakta gecikmemiş, önce İngilizler daha sonra Fransızlar tarafından işgâl edilmişti.
Yenilgi ile her şeyin bittiğini ve yenenlerin insaf ve merhametine sığınmaktan başka çare kalmadığını sanan Osmanlı hükümeti ve yabancı himayesinde de olsa taç ve tahtını korumayı düşünen zamanın Padişahı bütün bu olaylara adeta seyirci kalıyor, bütün bu zilletlere boyun eğiyordu. Ama, yüzyıllar boyu özgür ve egemen yaşamış, özgür ve egemen yaşamayı benimsemiş olan Türk milleti, için için kaynayan bir volkan gibi geleceğin gelişmesini ve ne getireceğini bekliyordu. 15 Mayıs 1919 da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgâli bu volkanın taşmasına ve etrafına lavlar saçmasına sebep oldu. Ne var ki, Türk milleti yer yer fışkıran bu milli uyanışa yön verecek bir lider bekliyordu. Bu lider 1919 yılı 19 Mayısında, Samsun’dan bütün yurdu ışıtan bir güneş gibi parladı.
Artık, Türk milleti liderini, Türk ordusu başını, başbuğunu bulmuştu.  Olaylar ardı ardına gelişmekte gecikmedi. Pek sevdiği askerlik meslekinden de ayrılıp “SİNE’İ MİLLETTE BİR FERD’İ MÜCAHİT” olarak kendisini kurtuluş davasına adayan Mustafa Kemal, Türk milletini özgürlük ve egemenlik bayrağı altında topladı. Düşmanların ve yardakçılarının binbir çeşit zulüm ve hakareti altında inleyen Çukurovalılar da bu bayrağın altına kavuşmakta gecikmediler.
İşgâl Çukurova’da binbir facia ile devam ediyor, esasen için için direnme hazırlığı yapmakta olan yiğit Çukurava’lılar liderin vereceği işareti bekliyorlardı. Nihayet o mutlu gün de  geldi. Toroslardan aşan ufak çaptaki milli kuvvetler, şehirlere ve ovaya doğru indikçe bir çığ  gibi büyüyor, heybetleşiyordu. Bütün Çukurovalılar mallarını, canlarını bu uğura adamış durumda idiler. Kurtuluşa ve kurtarıcıya inanıyor, Tanrının inayetine güveniyorlardı. İşte “Çukurova Kurtuluş Savaşı” diye adlandırdığımız bu azametli olay Türkün bu iyman ve güveninden doğdu.
Bu şanlı tarihin bir parçası olan “Kurtuluş savaşında İçel” bölümü hakkında bugüne kadar bazı eserler meydana getirilmişse de bunların bu bölgede cereyan eden olay ve savaşları tam manasile yansıtmamakta olduğu görülmekte idi.
Kuvayi Milliye ruh ve ülküsünü yaymak, yaşatmak ve genç kuşaklara aşılamak gayesile kurulan “Türkiye Kuvayi Milliye Mücaahit ve Gazileri Cemiyeti Mersin Şubesi” duyulan bu eksikliği gidermek amacile o günlerde Müfreze Komutan ve Subaylığı yapmış olan sekiz kişilik bir komite seçerek bu şerefli görevin başarılmasına memur etti. Komite, arasız devam  eden bir çalışma sonunda bu eseri meydana getirdi. Eserde tarihi vesikalara dayanıldığı gibi, şükrana değer bir olay olarak halen hayatta bulunan ve tarihi yapan ve yaratan müfreze Komutan ve Subaylarını  hatıra ve görgülerini de kıymetlendirdi. Gaye: tarihe hizmet ve genç kuşaklara örnek vermekten ibarettir.

Eser, ana hatları ile şu bölümleri kapsamaktadır:

1 – Tarihte İçel, Mersin ve Tarsus;

2 – Bölgede işgâl öncesi durum;

3 – İşgal ve işgâl sırasında olup bitenler;

4 – Mersin’de tertiplenen ilk Kuvayi Milliye nasıl kuruldu?

5 – Kurtuluş davasında Mut, Silifke, Gülnar, Anamur ve Ermenek;

6 – Kuvayi Milliye’nin işgâl bölgesine girişi ve ilk olaylar;

7 – Müdafaai Hukuk teşkilatı, gördüğü hizmetler, Hükümet teşkili, iaşe ve sağlık işleri;

8 – Grup ve Müfrezelerin kuruluş ve konuşları;

9 – Mersin ve Tarsus cephelerindeki baskın ve savaşlar;

10- Ankara andlaşn1ası ve kurtuluş.

Eserin yazılışında, bugünkü yaşayan dil esas tutulmuş, metinlerde geçen bazı sözlerin Öztürkçe karşılıkları sona konmuştur.
Bu eser, ayni zamanda Türk’ün’ en zebun zamanında bile neler yapmağa ve başarmağa muktedir olduğunu gösteren bir belgedir. Bu eserle, Türk’ün yaradılışında varolan özgürlük ve egemenlik aşk ve iymanını Yansıtabilmişsek ne mutlu bize!

Kurtuluş Savaşında İçel Tarihini

Yazma Komitesi

BU KİTAP NASIL YAZILDI?

Bundan önceki ‘Bu kitap niçin Yazıldı?” ‘bölümünde: Kurtuluş Savaşında İçel’i yazmak üzere bir komitenin kurulduğuna değinmiştik. Bu bölümde de bu kitabın nasıl yazıldığına kısaca değinmek istiyoruz.

Önce, sekiz kişilik komiteyi tanıtalım:

Başkan: Mithat Toroğlu, Kuvayi Milliye Tarsus Grubu Bozkurt Müfrezesi Komutanı, Yedek Üsteğmen Mersin eski Belediye Başkanı.

Raportör: Lütfi Oğuzcan, Kuvayi Milliye Tarsus Grubu Gençler Müfrezesi Komutanı, Yedek Üsteğmen, Mersin Belediye Başkan Muavinliğinden emekli.

Üyeler:
Hasan Akıncı, Kuvayi Milliye’de Karabomba Müfrezesi Komutanı,Jandarma  Müfettişliğinden emekli Albay.

Fikri Mutlu, Kuvayi, Milliye’de Mersin Grubu Harp Müşaviri, Harp Malulü Yedek Üsteğmen, Eski Mersin Milletvekili.

Osman Muzaffer Koçaşoğlu, Kuvayi Milliye’de Tarsus Grubu Alsancak Müfrezesi Komutanı, Yedek Üsteğmen, Emekli Öğretmen.

Ömer Nazmi Çiftçi, Kuvayi Milliye’de Tarsus Grubu Demirbaş Müfrezesi Komutanı, Yedek Üsteğmen, Emekli Öğretmen.

Şeref Genç, Kuvayi Milliye’de Mersin Grubu Yılmaz Müfrezesi Komutanı, Yedek Üsteğmen Nakliyeci.

Zekeriya Karayaylalı, Kuvayi Milliye’de Kavak1ıhan Grubu Müfreze Komutanlarından, Astsubay, Tüccar.

Bu eseri yazma görevini üzerine alan komite ilk toplantısında:
a) İçel, Mersin ve Tarsus’un kısa tarihçesi ile, “Kurtuluş savaşında Mut, Gülnar ve Silifke” bölümünü yazma görevini Fikri Mutlu’ya;
b) İşgal öncesi durum ile işgâl sırasında Mersin’de geçen olayları yazma görevini Şeref Genç’e;
c) Kavaklıhan Grubunda ve Tarsus’un ova kısmında geçen savaşları yazma görevini Ömer Nazmi Çiftçi ve Zekeriya Karayaylalı’ya vermiştir.
d) Tarsus’un Kar boğazında esir edilen Fransız Taburunun nasıl esir alındığını belirlen kısmın Hasan Akıncı’nın hatıralariyle diğer eser ve hatıralardan faydalanılarak yazılmasına ve Kavaklıhan savaşları hakkında da yine bu hatıralardan istifade edilmesine;
e) Mersin ve Tarsus cephelerinde vukubulan diğer baskın ve savaşların doğrudan doğruya komitece bu savaşları yapan kişilerin huzurunda yazılmasına karar verilmiştir.

Komitece alınan bu karara göre dökümanlar ilgililer tarafından büyük bir dikkat ve titizlikle hazırlanarak komiteye verilmiş, komite önünde okunarak son şekli almıştır.
Eserde, bu konuda şimdiye kadar çıkan eserlerin aksine işgâl öncesi ve işgâl esnasındaki olaylara çok önem verilmiştir.
Hazırlanıp komite tarafından onaylanan yazıların tamamı raportör olarak Lütfi Oğuzcan’a veriln1iş, bu arkadaş tarafından asıllarına sadık kalınarak kaleme alınmış ve bir kere daha komite huzurunda lüzumlu tashih ve ekler yapıldıktan sonra baskıya hazır bir duruma getirilmiştir.Onun için eser, herhangi bir şahsa değil komiteye maledilmiş ve geliri Türkiye Kuvayi Milliye Mücait ve Gazileri Cemiyeti Mersin Şubesine bırakılmıştır.

Kurtuluş’ Savaşında İçel

Tarihini Yazma Komitesi

BİRİNCİ BÖLÜM

KISA TARİHÇE

TARİHTE İÇEL

İçel, bugün merkezi Mersin olan bir, ilimizin adıdır.
Silifke’den geçip Akdeniz’e dökülen Göksu ırmağının batısında Ermenek, Gülnar, Anamur ilçelerinin bulunduğu çevrelerle doğusunda Mut ilçesi de dahil Alata’ya kadar olan bölgeyi içine alan ve kuzeyi Toroslar, güneyi Akdeniz’le çevrili eski (Taşlık Kilikya) bölgesinde Fatih Sultan Mehmet’in oğlu İkinci Beyazıt zamanında yapılan idari teşkilatta merkezi Ermenek olmak üzere kurulan Sancağa “İçel” adı verilerek Karaman eyaletine bağlanmıştır.
1868 de Sultan Abdülaziz zamanında yapılan teşkilatta İçel Sancağı aynen bırakılmış ise de bir süre sonra, Sancak merkezi’ Ermenek’ten Silifke’ye naklolunmuştur. Daha sonra 1919 da ‘Ermenek ilçesi Silifke’den ayrılarak Konya iline bağlanmıştır.
1918 de, Çukurova’nın düşmanlar tarafından işgâli üzerine Silifke müstakil Sancak haline getirilerek doğrudan doğruya İçişleri Bakanlığına bağlanmıştı.
1924 de Sancak teşkilatı kaldırılmış olduğundan merkezi yine Silifke olmak üzere “İçel ili” kurulmuştur.
1931 de, ekonomik nedenlerin de etkisi ile merkezi Mersin olmak üzere yeni bir “İçel İli” kurulmuş, Silifke, Mut, Gülnar, Anamur ve Tarsus İlçeleri bu İl’e bağlanmıştır. Halen, daha sonra İlçe haline getirilen Erdemli de bu İl’e bağlı bulunmaktadır.

TARİHTE MERSİN

Akdeniz kıyısında, Tarsus’un 26 kilometre batısında, Silifke’nin 85 kilometre doğusunda bulunan Mersin’in, tarihi (Zefiriyüm) şehri harabeleri üzerinde bundan 400 yıl kadar Önce “Mersinli oğlu” adlı bir Türkmen oymağı tarafından kurulduğu türlü belgelerle bilinmektedir.
Gerçi, yerli ve yabancı bazı yazarlar” Mersin”, adının bu çevrede ötedenberi pek bol olarak yetişen Türklerin (Murt veya Mersin), Arapların (Hambeles) dedikleri yaprağı nar yaprağına benzeyen ağırca kokulu bir bitkiden alındığını yazmışlarsa da bunun yanlış olduğu incelemelerle açığa çıkmıştır. Çünkü, Mersin Akdeniz kıyılarına, özgü bir bitkidir. Oysa, bugün bu bitkinin hiç bulunmadığı ve hatta bilinmediği Ordu, Trabzon, Manisa, Sivas, Aydın, İzmir gibi illerimizde (Mersin veya Mersinli) adlı Köylere ve Qymaklara rastlanmaktadır. Ayni zamanda büyük Türk bilgini ve gezgini Evliya  Çelebi de bundan 300 yıl önce buralardan geçerken, bugünkü Mersin şehrinin olduğu yerde içinde “Mersinlioğlu” adlı bir Türkmen oymağının yaşadığı bir köyün bulunduğunu ve burada bir gece konakladığını seyahatname’sinin 9. cildinin 327. sahifesinde yazmaktadır.
Mersin çayı’nın doğusundaki (Yümük tepe veya Mersin Hüyüğü)nde 1946- 1949 yılları arasında Jon Garsang tarafından yapılan kazı hakkında Türk Tarih Kurumu tarafından özel olarak yayınlanan eserde burasının 4000 yıl önce Etiler’e ait su seviyesinden 19 metre yükseklikte oturulan bir yer ve kazıda silaha benzer aletlere rastlanmadığına göre halkının bağ, bahçe ve seramik işleri ile uğraşan  sakin kişiler oldukları açıklanmıştır.
Mersin’in batısında “Soli” ve “Pompei Polis” şehirleri kalıntıları vardır.
Mersin’in doğusunda ve Karaduvar Mahallesi yakınında eski devrin meşhur “Anhiyal” şehrinin kalıntıları vardır. Bu şehrin hamamlarına 15 kilometre kuzeyde (İçme) den su getirildiği_Dikilitaş çevrelerindeki yıkıntılardan anlaşılmaktadır.
Mersin Köyü bir süre, merkezi şimdiki Camili Köyünde bulunan Göğceli Bucağına bağlandı (1825). Daha sonra Bucak merkezi, Mersin çayı’nın batısında Menteş Köyüne yakın ve halen kalıntısı bile belirsiz olan  ve (9 Harnu) denilen yerin karşısında olup devrin ağalarının oturdukları (Karaisalı oğlu) Köyüne kaldırıldı. (1837) Burada Bucak merkezi 15 yıl kaldıktan sonra, kıyıdaki Mersin Köyü’nün gelişmesi üzerine Göğceli adı değişmemek ve Tarsus İlçesine bağlı kalmak üzere Mersin’e nakledildi. Bu sırada Bucak Müdürü, Mustafa bey adında, bir zattır.
1864 de Adana’ya bağlı olmak üzere “Elvanlı, Kalınlı ve Göğceli, bucakları birleştirilerek merkezi Mersin olmak üzere “Göğceli İlçesi” kuruldu. İlk Kaymakamı Halep’li Mahmut Gürani’dir.
1888 yılında Sancak haline getirilmiş ve Mersin-Adana demiryolunun yapım ve işletmesi imtiyazı 99 yıl süre ile bir Fransız şirketine verilmiş ye 1890 da yapımı tamamlanarak törenle işletmeye açılmıştır.
1915 de müstakil Mutasarrıflık haline getirilen Mersin gelişmeye, devam etmiş ve 1924 de Vilayet olmuştur. 1933 de eski İçel Vilayetinin Mersin Vİ1ayeti ile birleştirilmesi üzerine merkezi Mersin olmak üzere bugünkü, İçel  İli meydan gelmiştir.
Mersin şehri, tabii ve ekenomik olayların da etkisi ile günden güne gelişmiş, dışarıdan gelen, Rum, Ermeni, Mısır ve Arabistan’dan göç eden halkla nüfusu çoğalmağa başlamıştır.
Anadolu’nun çıkış iskelesi vazifesini yüzyıllar boyu Tarsus’un “Regma gölü” kenarındaki “Pirgus” şehri yapmıştır. Meşhur Mısır Kraliçesi Kleopatra bu iskeleden çıkarak Roma’lı Mark Antuvan’la birleşmişti.  Zamanla ırmak yolu ile Toroslardan gelen toprak ve denizin dalgalarla attığı kum ve çakıllar bu gölü batak haline getirmiş, iskele şehri de su içinde kalmıştır. Meşhur Türk denizcisi Piri Reis’in Akdeniz çevresi hakkında yazdığı “Kitabülbahir” adlı eserinde bu iskelenin resimleri ve açıklamaları vardır. Bu kitap yazılalı 400 yıl geçmiştir (1511), Pirgus iskelesinin bu suretle yok olması ile iskele yavaş yavaş batıya kaymış ve Mersin’de yerleşmiştir.
Mersin, bugün tam donatımlı bir limana sahip bulunmaktadır. 4990 metre uzunluğunda dalgakıranı, aynı zamanda büyük-küçük yüz gemiyi barındırabilecek 354 hektarlık 19,5 metre derinliğinde havuzlu, çeşitli iskelelerine yine küçük büyük 40 geminin yanaşabileceği limanı, modern anbarları, yolcu salonları, idare yerleri ve 100 bin tonluk silosu ile çalışır haldedir. Ayrıca büyük tankerlerin rafineri iskelesine girebil1neleri için liman içinde 18 metre derinliğinde bir kanalı bulunmaktadır. Bu liman halen Türkiyede mevcut limanların en büyüğüdür.

Tarihte Tarsus
Bu gün İçel İli’nin Mersin’den Sonra en büyük İlçesi olan Tarsus Berdan (CYDNUS) ırmağının batısında bulunan, varlığını tarihin derinlikleri içinde koruyarak günümüze kadar gelmiş, güney bölgemizin şirin ve ayni zamanda verimli zengin bir şehridir.
Tarsus şehrinin kuruluşu ve kuranı hakkında çeşitli sÖylenti1er varsa da bu konu Üzerinde kesin bir sonuca varılmamakta, ancak (M.Ö.4000) yılından beri var olduğu kabul edilmektedir.
Gülek boğazı gibi önemli bir geçidin bitiş yerinde oluşu, Tarsus’u Anadolu’nun ilk ve en büyük şehirlerin den biri yapmıştır.
(M.Ö. 2000) Yıllarına o gelinceye kadar Anadolu’da yaşayanlardan kalmış yazılı bir metin olmadığı için Tarsus ve çevresi ile ilgili bilgileri doğru olarak bulmak mümkün değildir. Mevcut tarihlerde verilen bilgilerse birbirini tutmamakta ve bozmaktadır. Bununla beraber Tarsus’un adı ve kuruluşu hakkında kısaca bilgi vermeyi uygun bulduk.
1935 – 1938_ yıllarında Miss. Hetty Koldman tarafından Gözlü Kule’de yapılan kazıda Milattan önce Hititlerin yaşadıkları devreye ait bulunan mühür ve tabletlerden şehrin “Tassi” adlı biri tarafından kurulduğu tahmin edilmiştir. Yine şehrin Milattan binlerce yıl önce meskün bir yer olduğu ve Kilikya’nın merkezi bulunduğu anlaşılmaktadır.
“Miratül’iber” adlı Arap tarihi ise Tarsus’un ilk adının “Tarasis” olduğunu yazmaktadır. Tarsus, Nuh Peygamber’in evlatlarından Yafes’in torunu “Terasis” tarafından kurulmuştur. Şehir M.Ö. 2582 yıl önce Asur Hükümdarı Semiramis ve torunlarının eline geçmiştir.
Tarsus, çeşitli dönemlerde “Hititler, eski Mısır’lılar, Finikeli’ler, İranlı’lar, Romalı’lar, Binazslı’lar, Arap’lar ve Selçuklu’ların eline geçmiş ve her devirde ünlü bir şehir olarak kalmıştır.
Çok, eski bir tarihe sahip olan Tarsus’un, Anadolu’nun işlek bir limanı olduğuna yukarıda değinmiştik. İskele daha sonra Yeniköy’e ve Mısır’lı İbrahim Paşa’nın bu havaliyi işgâli sırasında Mersin’e kaymıştır.
Tarsus ırmağı, önceleri şehrin ortasından geçerek Gözlü Kule’nin kuzeyinden dolaşıp Reğma gölüne akmakta idi. Irmağın içinde sandallarla dolaşılırdı.
Tarsus’un tarihi her yönden zengindir.  Ramazanoğulları tarafından yaptırılmış olan Ulu Cami’ye bitişik türbede Şit Aleyhisselam, Lokman Hekim ve Abbasi Halifesi Me’mun’un mezarları, yine Ulu Cami civarında Hazreti Peygamber’in Müezzini Bilal’i Habeşi’ye ait makam, Makam Camiinde Danyal Aleyhisselam’ın makamları bulunmaktadır.
Hazreti İsa’nın Havarilerinden Sen Pol Tarsuslu olup halen bu Havari’nin evinin bulunduğu yerdeki “Sen Pol kuyusu” Hıristiyanlarca mukaddes sayılmakta ve ziyaret edilmektedir.
Bunlardan başka Kur’anı Kerim’de adları geçen Eshab’ı Kehf’in sığındıkları mağara şehrin kuzeybatısında 14 kilometre mesafedeki dağın eteğinde olup daimi bir ziyaret halindedir.
Tarsus’un eski sur kalıntılarından  “Kancık kapı” denilen kapı halen mevcut olup şehrin batısında ve Tarsus-Mersin yolu üzerindedir. Ayrıca Eski Cami civarında halk tarafından “Altından geçme” denilen ve eski bir hamam kalıntısı olduğu sanılan yapı da halen ayakta durmaktadır.
Tarsus ırmağı, eski devirlerde şehrin ortasından geçmekte iken Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından akımı değiştirilmiş ve şehrin doğusundan şimdiki yatağına alınmıştır (527 – 565). Jüstinyen tarafından yaptırılan ve “Baç köprüsü” denen tarihi köprü halen yıkıntı halindedir. Bu akım değiştirme sonucu, Tarsus’un kuzeyinde ırmak üzerinde meydana gelen “su tüyülen” denen çağlayanın bulunduğu yerde su bendi kalıntıları bulunmaktadır.
Büyük İskender”in Tarsus’ta bulunduğu sıralarda burada yıkandığı ve aldığı hastalık sonucu öldüğü tarihi söylentiler arasındadır. Tarsus ırmağına Araplar tarafından’ “Berdan” adının, suyunun soğuk oluşundan, ötürü verildiği de tarihi rivayetlerdendir.

* Bu kitabı ilk kez okuduğumda birçok teknik ve dilbilgisi yanlışı olduğunu görüp üzüldüm.Tasarım ve düzeltme için zaman veya para fedakârlığı yapan olmamış. Belki de o büyük kahramanlar hiç kimseden böyle bir yardım talebinde bulunmamışlar. Aksine kitabın “Geliri Türkiye Kuvayı Milliye Mücahit ve Gazileri Cemiyeti Mersin Şubesine bırakılmıştır”. Kitaba sahip çıkacak bu dernek de 12 Eylül 1980 de “anarşist” sayılıp kapatılmış, mallarına el konulup tarihi belgeler kaybedilmiştir. Kitabın görüntüsü savaşı ve başarının görkemini değil ama o hikâyesini içindeki barındırdığı Çukurovalının alçak gönüllülüğünü, hoşgörüsünü, fedakârlığını, alınma – gücenme gibi şeylerle uğraşmayıp sonuca gitmek konusundaki kararlılığını  gösteriyor.Kitabı her haliyle sunabilmek için özellikle hiçbir düzeltme yapmadım. Saygılarımla Ziya AYKIN ………….KİTABIN DEVAMI İÇİN BU SATIRI TIKLAYIN……………..

Biyografik Bilgi

scroll to top