Mersin ve çevresinin her tarihi dönemde çeşitli ve yoğun yerleşimlere mekân olduğu bir kenara bırakılırsa, şimdi ki Mersin’in 19. yüzyıl başlarında gelişmeye başlayan bir köy olduğu ve aynı yüzyılın sonunda Doğu Akdeniz’de klasik Levanten bir kent olarak iyice belirdiği, nüfusunun 20 ila 30 bin arasında uzun süre dengelenmiş olarak 1950 ye kadar kaldığı söylenebilir.
Bu dönemde kentte Müslüman nüfus yanında Yahudiler, çeşitli mezheplere mensup Hıristiyanlar tam kozmopolit fakat kaynaşık bir toplum meydana getirmişlerdir. Tipik bir misal olarak Fransız film yönetmeni Roger Vadim’in Mersin’li olduğunu, çocukluğunun Camişerif Mahallesi’nde geçtiğini biliyoruz.
Mersin’de Katolik kilisesi 1853 de yapıldı. 1881 tespitlerine göre; nüfus 20027, bu nüfusun 1152 si Rum, 440 ı Ermeni, 297 si de Katolik tir. Gene bu dönemde kentte 2 Cami, 3 Rum Kilisesi, 1 Ermeni Kilisesi, 1 Katolik Kilisesi, 1 Marunî Kilisesi bulunmaktadır.
Çocukluk dönemlerimizde Kuruçeşme’nin sağında Ermeni Mezarlığı, Yeni Mahalle’de Marunî mezarlığı, Küçük Hamam’ın yatırın sağında Osmanlı mezarlığı vardı. Ayrıca Muğdat’a varmadan daha ufak mezarlık alanı da mevcuttu. Bu geniş mezarlık alanları ve Ermeni mezarlığındaki mermer lahitler kanımca Mersin’in kent olarak geçmişini tahmin edilenden daha eskiye götürmektedir. Öte yandan Hıristiyan mabet sayıları, Ermeni kilisesinin Katolik kilisesinden büyük olması ve Yahudi nüfusun kaydedilmemiş olması, Gayrımüslüm nüfusun 1881 tespitlerinden daha fazla olduğu olasılığını kuvvetlendirmektedir. O dönemde Levantenler çeşitli Akdeniz kentlerinden tedrici gelmiş olmakla birlikte, diğer Hıristiyan nüfus Tarsus’tan gelmiştir. Yahudi nüfusun ise Adana ve Tarsus’tan geldiğini tahmin etmekteyiz. Yahudi nüfusun çoğunluğu 1948 yıllarında Filistin’e göç etmiştir. Sayı olarak bir tahminde bulunamıyoruz.
Tarımla uğraşan ve dış ticarete dönük faaliyetlerin yoğunlaştığı Mersin’de zamanla tarıma dayalı sanayide gelişir. Bunda Çukurova’da pamuk ziraatında kapalı kozadan açık kozaya geçilmesinin büyük etkisi olmuştur.
Devrin meşhur sanayicileri arasında Mavromati (Asri mezarlıkta ufak bir şapelde medfun) eski Çukurova, İngiliz fabrikası ve Tarsus’ta başka fabrikalarında sahibi Şaşati ailesi sayılabilir.
1913 de Toros Dağlarını aşan demiryolu ile İç Anadolu’ya bağlanan kent, bir ulaşım kırılma noktası olarak limansız olmasına rağmen, ayrı cins emtia yükleme fonksiyonları üstlenen iskelelerle güneyin en önemli ihracat limanı olmuştu. Mesela bütün Çukurova’dan pamuk alan Sovyet Nevsendikat şirketi, pamuğu Mersin’de depolar ve yüklemesini gene Mersin’den yapardı. Bu firmanın meşhur bir pamuk eksperi yerli eksperleri etkileyerek ustalaşmalarına katkıda bulunmuştur. (Bu eksperin bir bıçak atışı ile bir balyanın içindeki pamukları çiçek gibi dışarı çıkardığı söylenirdi.)
Mavnalarla iskelelerden yüklenen emtia römorkörlerle çekilerek şileplere taşınırdı. Bu nedenle açıkta demirli gemilerle kıyı arasında devamlı bir mavna trafiği gözlenirdi. Kıyıdaki belli başlı iskeleler; batıda bugünkü belediye hizasındaki sportif amaçlarla kullanılan İdman Yurdu İskelesi, doğuya doğru sıra ile; Gümrük Meydanı ağzındaki Yolcu İskelesi, Hükümet Konağı hizasına gelen Maden İskelesi, İstasyon hizasında bulunan ve demiryolu ile istasyon tiraj sahasına bağlanan Devlet İskelesi (en büyük vinçler bu iskelede bulunup, kent kıyılarından doğuya doğru bakıldığında vinçlerinin silüeti etkin biçimde algılanırdı). Bu en büyük İskeleden sonra Krom İskelesi ve Umumi Mağazalar İskelesi yer alırdı.
Mersin bu iskeleler, mavnalar ve onları çeken römorkörler ile, yaz kış gemilerin açıkta beklediği hareketli açık bir limandı. Sadece kışın zaman zaman esen lodos bu hareketli görünümü aksatırdı. Kışın tahmil tahliye faaliyetlerinin aksaması Mersin’de bir liman inşasını 1920 den beri gündemde tutmuştur.
FÄ°ZÄ°KÄ° YAPI
Mersin; batıda Müftü Çayı’ndan başlayıp, doğuda istasyona kadar denize paralel olarak doğrusal yayılmıştı. Ancak doğu batı istikametinde doğrusal diyebileceğimiz kent makro formu kent odağından (Gümrük Meydanı civarı) kuzeye çıkan aksın (Hastane Caddesi) iki yanına taşan yerleşim öbekleri ile radikal bir şişme yapıp kent nüfusunun büyük kısmını topluyordu. Karayollarının 1960 tan önce yaptığı çevre yolunun güzergâhı bu sınırları kapsıyan tabanı güneyde olan bir çan eğrisidir.
Mersin’e batıdan giren Anamur-Silifke yolu 1955 yıllarında dünyanın en pitoresk yollarından biri idi. Silifke’den itibaren ufak koylar ve plajlarla çevrili sahildeki ören alanların zaman zaman içinden geçen yol topoğrafyaya göre yaptığı tırmanış ve inişlerin her dönemecinde ayrı bir sürpriz sergiliyordu. Bu yol arkeolojik alanlar, sedir ormanları ve yabani zeytinlikler arasından geçerken yer yer Akdeniz’e tepeden bakıyor, iki büyük su kemeri altından ve üç antik köprü üstünden geçiyordu.
Alata’dan itibaren tabii bitki örtüsüne turunçgiller ve muz bahçeleri karışıyordu. Alata Teknik Bahçıvanlık Okulunun arazisi içinden geçen yolun iki yanında yer alan okaliptüs ağaçlarının hasıl ettiği yeşil tünel artık buradan öte Mersin’e kadar kesif bahçe tarımının başladığını belli ediyordu. Alata civarından Viranşehir’e kadar gerek arazinin düzleşmesi gerekse bahçe tarımı nedeni ile sadece kesif yeşil, yol boyunca görünüme hakim oluyordu. Bu yol kente yaklaştığında Pozcu çiftliğini geçerek Müftü çayı üzerindeki Müftü köprüsü ‘nü aşarak batıdan Mersin’ e girerdi.
Karayolları sonradan koyları ve plajlarını doldurup bu yolu kıyı kenarını takip eden geniş bir aks haline getirmiş ve bu yeni güzergâhtaki arkeolojik alanları çiğnemekte sakınca görmemiştir. Eski güzergâhtaki köprüler eğer duruyorlarsa algılanamamaktadır. Su kemerleri de yukarı sırtlarda yol dışında kalmıştır. Karayolları bu yeni yolun yapımında o zaman bizzat saydığıma göre, 47 koy ve plajını doldurmuştur. Böylece bu yolun sihirli güzelliği kalmamıştır. Karayolları Kanlıdivane’ye çıkan klasik Roma yolunu da ortadan kaldırmıştır.
Tek kurtulan koy yeni yol kotunun aşağısında kalan Tutar (Boklu Kale) olup, şimdi orda da yat limanı yapılmaktadır. Eğer yıkılmadı ise Tırtar’da tavan kotu zemin seviyesinde olan toprak altında büyük bir yapı vardır. Birbirine paralel üç büyük tonozun kemerlerle taşındığı bu büyük ve iç alanı çok geniş yapının yıkılmadan görülmesi gerekir. Üzerinde dolaşılırken yer üstünden algılanamayan bu yapının içten video çekimini merhum arkadaşımız Vasfi Ulusoy yapmıştı.
Demokrat parti döneminde siyasi sebeplerle Erdemli’nin kurulması hem tarım alanlarını tahrip etmiş, hem de bir kısmı Alata Teknik Bahçıvanlık Okulu’na ait binlerce dönüm Devlet arazisinin ve ormanın yağmalanmasına sebep olmuştur.
Müftü Köprüsü’nü geçen Silifke yolu şehir içi yol olarak ikiye ayrılır. Güney kolu Kışla Caddesi adı ile kıyıya paralel uzayıp Gümrük Meydanı’na saplanırdı. Kışla Caddesi aynı zamanda gezi yolu idi. Köprüden sonra kente kıvrıldığında güneyinde kışla alanı kuzeyinde Işıkara ailesine ait bir portakal bahçesi vardı. Bu bahçe daha sonra parsellenerek kötü yapılaşmaya açıldı. Bu iki mekânı takiben sağlı sollu kötü bir yapı gurubu arasından geçen yol iki karakteristik yapının köşe başlarını tuttuğu geniş bir bulvara varırdı. (Bu iki binadan bir tanesi polis evi olarak halen ayaktadır).
Bu bulvarla birlikte yapı kalitesi hemen değişir çok kaliteli bir yerleşim alanı ortaya çıkardı. Yüksek ağaçlı bulvar yolu ortada bir ada olarak ikiye ayırır bulvarın bitiminde yol tekrar tek yol haline gelirdi. Bulvar üzerinde iki tarafta özgün yapıda müstakil mesken binaları yer alıyordu. Bu binalardan sahil tarafındakiler birer sıra yalı halinde idi. (Bu yalılar genellikle maruf avukatlara aitti.) Bu yalıların merhum resim öğretmenimiz Hüseyin Sevim tarafından denizden görünümleri resmedilmiştir.
Bulvardan sonra tek artere inen yol iki tarafında kaliteli binalarla Halkevi meydanına kadar gelirdi. Yolun meydana açıldığı köşeye isabet eden geniş bahçeli eski belediye başkanı Mithat Toroğlu’na ait 2 katlı villa çok katlı büyük bir apartmana dönüştükten sonra bu kısımdaki yapı düzeni değişmiş çok katlı binalarla yapı yoğunluğu artmıştır.
Halkevi meydanının kuzeyinde doğu istikametinde sıra ile Ortodoks Kilisesi, sonradan Halkevi yapılan park, Vali Konağı bitişiğinde iki katlı egzotik üsluplu fasadı kemerlerle çevrili bir ev, kuzeye çıkan bir yol, yoldan sonra bir arsa vardı. (Bu arsanın 1948 olimpiyatlarında dünya şampiyonu olan Mersinli Ahmet’e verileceği söyleniyordu). Bunları takiben Levanten üslupta bir konak ve bitişiğinde Tahinciler konağı (ATATÜRK EVİ) bulunuyordu. (Tahinciler konağının yanındaki eş binanın yıkılması kent için bir kayıp olmuştur) Konağın yanındaki kuzeye açılan çam ağaçlı yaya bulvarının bitişiğinde de Güneş sineması yer alıyordu. Meydanın güneyinde ise her türlü kentsel kutlamaların yer aldığı Millet Bahçesi (gazino) vardı. Burada balolar eğlenceler yapılırdı. En önemli kutlamalar bu gazinonun önünde denizde yapılan Kabotaj Bayramı kutlamaları ve yarışlar idi. Millet bahçesinden sonra açık kıyı parkı, Aile Gazinosu, park Akkahve ve Tüccar kulübü yer alıyordu. Tüccar Kulübünün bulunduğu yerde önceden bahçelik bir alanda bar vardı. Valinin barı kaldırması halk tarafından olumlu karşılandı.
Millet bahçesinden Akkahveye kadar kaldırım üzerini örten beton pergolalar önceleri tuhaf karşılanmışken bunlar konsolos çiçekleri ile örtülü gölgelik haline gelince halk tarafından benimsendiler. Bu beton pergolalar kısmen bugün vali konağının arkasındaki yolda kalmıştır.
Güneş sineması ve karşısındaki tüccar kulübünden itibaren Gümrük meydanına kadar iki tarafı yoğun ticaretle yüklü darlaşan yol, meydana kılcal bir damar gibi giriyordu.
Kent odağı olan Gümrük Meydanı eski tabirle muhat bir alandı. Bilhassa batısındaki klasik fasatlı iki bina (biri gümrük) plastik değerini en üst düzeye çıkarıyordu. Meydanın güneyindeki denize kısmen açık alan yolcu iskelesinin de girişini teşkil ediyordu. Bu meydanın klasik ve organik yapısını İtalya’da klasik urbanizm okumuş olan Şevki Vanlı değiştirmiştir! .
Gümrük Meydanı’nın batı ucundan kayan bir aksla Uray Caddesi başlayıp, doğuda kentin diğer ucu Katolik Kilisesine kadar uzuyordu. Uray Caddesi doğu Akdeniz’in kilit kentinin dışa dönük ticaret ve idare merkezi idi. Uray Caddesi üzerindeki Azakzadeler Hanı tüccar yazıhanelerinin ve avukat yazıhanelerinin ayrıca yoğunlaştığı bir odaktı. Demir kapıları akşamları kapanan, geniş iç avlulu, iki katlı, kemerli bu iş hanı, anonim bir Akdeniz mimarisini somut gösterişsiz bir biçimde ortaya koymaktaydı. O dönemde o alanlarda kentsel bir sit alanının planlamasının ele alındığı söylenirken, nasıl yürütüldüğü belli olmayan bir süreçle Malatya Doğanşehir’li bir girişimci tarafından yıktırıldı.
Fransız işgali döneminde yapıldığı söylenen iki katlı bürüt beton uzun bir yapı bloğu hanın karşı tarafında cadde üzerinde yer almaktadır. Bu binanın üst katı 1941–47 yılları arasında Deniz Harp Okulunun hastanesi olarak kullanılmıştır. Hastane boşaltıldıktan sonra bir müddet pavyon olarak kullanılmıştır.
Uray Caddesi üzerinde meskenden Devlet dairesine dönüşmüş bahçeli birkaç ev bahçelerindeki tropik ağaçlarla caddeye pitoresk bir görüntü kazandırmakta idi. Caddenin doğu ucuna doğru yer alan eski Hükümet Konağı rokoko mimarisi ve bahçesinde yer alan uzun palmiye ağaçları ile egzotik bir görünüm sergilerken, yolun güney tarafındaki Ziraat Bankası, Levanten üslupta bir sıra bina ve eski Amerikan kolejinin binaları ile yolun doğu ucunda beliren Katolik kilisesi ve müştemilat binaları Uray Caddesinin estetiğini tamamlıyordu. (Eski hükümet konağı karşısında Madam Bonard’ın evinin yerinde yeni Hükümet Konağı yapılmıştır. Konağın önündeki yüksek palmiye ağaçları evin bahçesinin ağaçlarıdır. Yeni konağın Caddeye uygun cephe almaması düşündürücüdür.)
Uray Caddesindeki genellikle iki katlı yapıların alt katları tüccar yazıhaneleri, depolar ve sair iş yerleri idi. Gün batarken cadde ıssızlaşır, sabaha kadar tamamen boşalırdı. Caddenin hemen güney kenarında sıralanan dar yapı adaları arasından dik kısacık yollar hemen mavi Akdeniz’e açılırdı. Bu yapı adalarının kıyıdaki dar kum bandına bakan kısımları kısmen depo binalarına dönüşmüştü. Bu dar kıyı bandının Ziraat Bankası ile eski kolej binaları önünde kalan kısmı kereste getiren ahşap büyük yelkenlilerin kereste boşaltma alanı idi. (Yelkenliler Suriye ve Lübnan bandırası taşırdı) Bu gemilerden denize atılan ve suda bazen bir iki gün kalıp ağırlaşan lataları kıyıya çekip düzgün kuleler halinde istifleyen çıplak sırım vücutlu hamallar yazın parlak sıcağında, kışın ıslak soğuğunda durup dinlenmeden sürdürdükleri insanüstü çaba ile seyredenlerin yüreğini daraltırdı. Bu hamallar çalışırken yemek yemezler öğleüstü verdikleri kısa molada maden iskelesinin altında toplanırlar teneke içinde hazırlanmış koyu limonata ile esrar içerek akşam paydosa kadar zombi gibi çalışılardı.
Uray Caddesi’nden arkadaki Camişerif Mahallesi’ne açılan dik yollar ve bu yolları dik kesen eski hapishanenin önünden geçen Uray Caddesine paralel arka yol, akşamın tenhalığında şaşmaz bir kararlılıkla çizilmiş grid -ızgara- bir planı belirgin biçimde ortaya çıkarır. İşin sihiri bu geometrik estetiğin hala var olup, günün kalabalığında saklı kalışındadır. Hafif yağmurlu tenha zamanlarda bu sokaklar ve binaları Mourice Utrillo tabloları olarak belirir.
Uray Caddesi kiliseden sonra çatallanır, bir ucu ile o zamanlar çiçek bahçeleri içindeki istasyona, diğer ucu ile Devlet İskelesine yönelir, ortadan da üstü okaliptüs ağaçları ile yarı örtülü Tarsus – Adana yolu olarak devam ederdi.
Kentin batı ucundan Müftü Köprüsünden kente giren Silifke yolunun üst çatalı Silifke Caddesi olarak, Kışla Caddesi kuzeyinden doğu-batı istikametinde kentin iç aksını meydana getiriyordu. Başlangıçta iskan alanları arasından geçen bu yol kentin için de başka önemli bir alan olan Yoğurt Pazarı’na kadar geliyordu. Silifke Caddesi kırsal hinterlandın ve kentin gereğinde ticaret gereksinimini karşılayan lineer bir aks olup, Alanya fırınından itibaren son derece kalabalık; araba, at, eşek ve bisiklet trafiği ile yoğun bir hareketlilik sergiliyordu.
Silifke Caddesinin ucundaki Yoğurt Pazarı’ndan kuzeye çıkan yol, Hastane Caddesi idi. Denize dik olarak kuzeye çıkan bu cadde Şaşati Fabrikası ve yanındaki Elektirik Fabrikasını geçtikten sonra etrafı ağaçlıklı Kuruçeşme’ye varır burada ikiye ayrılıp, sağdan hastane ve Ermeni mezarlığını geçerek Osmaniye köyüne giderken, diğer soldaki kolu ile de Asri Mezarlık ve Gözne yaylasına doğru devam ederdi. Bu caddenin çatallanan iki kolunu da sonradan doğu-batı istikametinde kentin üçüncü arteri olarak beliren muhit yolu kesmekteydi.Muhit yolundan sonra kuzeye doğru ikiye ayrılan bu yollar hafif meyil kazanarak bahçe yeşilleri arasında devam ederdi. Sağdaki yolun vardığı Osmaniye bahçeler arasında eski bir Rum köyü idi. Girişindeki kiliseden çevrilme camii, yerleşmenin dominant yapısı idi. Burada kuzeye doğru portakal bahçelerinden sonra buğday ve mısır ekim alanları daha kuzeyde ise tepeleşen alanlarda bağlar, zeytinlikler ve incirlikler bulunur, bu alanların üzerinde de yarı bozuk orman dokusu başlardı. Bu alanlar şimdi dıştan gelen göçlerin yerleşme alanları olarak bitki örtüsünü tamamen kaybetmiştir.
Kışla Caddesine oldukça paralel iç arter durumundaki Silifke Caddesi YoÄŸurt Pazarında kesilirken, bu yolla baÄŸlanamayan aynı doÄŸrultuda -Uray Caddesine kuzeyinden paralel- ÂdiÄŸer iç arter olan Ä°stasyon Caddesi de doÄŸudan kent içine gelerek kapalı bir iç mekan olan BuÄŸday Pazarında bitiyordu. (BuÄŸday Pazarı kapalı ufak bir meydan olup, güneyindeki YoÄŸurt Pazarına etrafında zahire dükkânları olan dar bir yolla baÄŸlanıyordu. BuÄŸday Pazarının kuzey kenarı Ä°ngiliz konsolosluÄŸu idi. Bu bina dışa kapalı güzel bahçesi, bahçeye açılan verandaları geniÅŸ orta salonu ve Ä°talyan şömineleri ile hatırımdadır. Zan ederim durmaktadır). Adnan Menderes baÅŸbakan olarak Mersin’e ilk geliÅŸinde BuÄŸday Pazarının çevresindeki binaları yıktırarak bu caddenin batı istikametindeki tıkanıklığını açtırmıştır. BuÄŸday pazarı doÄŸusundan ihata eden binalardan itibaren baÅŸlayan Ä°stasyon Caddesinin kuzeyinde Ä°leri okul, karşı tarafta yeni yapılan Ä°ÅŸ Bankası vardı. (O zamanlar çok modern bir eÄŸitim kurumu olan Ä°leri Okulun başöğretmeni eÅŸsiz bir pedagog olan Niyazi Bey di. Okulun iki müzesini hala unutamam. Okul sabahları ileri okul olarak, öğleden sonra da Çankaya okulu olarak tedrisat yapardı. Çankaya okulunun baÅŸ öğretmeni de çok kaliteli bir öğretmen olan Akif Bey di.
1946 yılı civarında Hacıkırı taşları ile özenle yapılan İş Bankasının mimari üslubunu çok severdim. 1950 seçimlerini takip için Mersin’ e gelen Vatan gazetesi muhabirinin binanın üslubundan alaycı bir dille bahsetmesine çocuk olarak çok kızmıştım)
Yukarda bahsettiğimiz iki binadan sonra ağaçlı orta bulvar bu yolu ikiye ayırırdı. Bu bulvarı çevreleyen düzgün binalar; bu arada Merkez Bankası, Osmanlı bankası kentin bu kısmına Cumhuriyet döneminin ‘ASRİ’ havasını veriyordu. Bulvar içinde yüksek ağaçlar arasından yükselen yangın kulesi de bu yörenin çekiciliğini arttırmaktaydı. Kulenin canavar düdüğü de çok meşhurdu. 1O Kasımda çaldığı zaman bütün şehirden duyulurdu. (Doğu ve batıdaki iki bulvarda Kaya Mutlu’nun ilk belediye başkanlığı döneminde kaldırılmıştır)
Mersin etrafı ve içi ile yeşil bir kentti. Ağaçlık alanlar ve bahçeler kuzeyden kent özeğine kadar yer yer yaklaşırken, arazinin hissedilmeyen denize doğru hafif meyli kente denizden bakışta yemyeşil bir görünüm veriyordu. Hemen şehir içinde sayılabilecek yeşil alanlar arasında; büyük Altıparmak bahçesi, Bahçe Mahallesi Necati Bey İlkokulu civarı (Bu okulun açılışını Meclis başkanı Refik Koraltan yapmıştı. O zamanlar okul civarı tamamen yeşil ve bomboştu. Okul civarını o hali ile Hüseyin Sevim hocamız resmetmiş olup, bu nefis tablo merhum arkadaşımız Erdoğan Türkili’nin Pozcu mahallesindeki mobilya mağazasında durmaktadır) Karayolu binalarına kadar Osmaniye mahallesi sayılabilinir.
Dağlardan en ufak bir esinti bu alanlardan mevsimine göre portakal çiçeği, hanım eli veya ful kokusunu denizdeki teknelere kadar götürüyordu.
1943 Yıllarında Mersin’e deniz tarafından bakıldığında kent batıda Ortodoks kilisesi, ortada yeni yıkılmaya başlamış olan büyük Ermeni kilisesi ve doğuda Katolik kilisesi arasında meyilden doğan geniş yeşil fon içinde yüzen kıyıda bir iki bina dizisi olarak gözükürdü. Değişen tonda koyu yeşillerin arkasında Toros dağlarının mavi-mor silüeti görünüme ayrı bir, boyut kazandırıyordu.
1943 ‘ten sonra Halkevi tamamlanınca, kentin denizden görünümüne anıtsal yapısı ile Cumhuriyet’in damgasını vurmuş oldu.
Mersin’e karadan denize en güzel bakış noktalarından biri Müftü çayı üzerinde gerilerde yer alan, dünyanın bilinen en eski yerleÅŸimlerinden birini örten Yumuktepe dir. Bu tepeden güneye bakıldığında yeÅŸil ve deniz arasında sıkışmış bir kent silüeti Paul Cezannne’ın panoromik peyzajlarını aÅŸan bir güzellik sergilerdi. Halkevi’nin büyük salonunda yer alan ÂNurettin Ergüven’in iki büyük duvar resmi veya freski kentin o zamanki yeÅŸil görünümünü bina durdukça belgeleyen nostaljik delil olacaktır…
Aykut HOKKACI
Bazı Notlar.
Mersin kenti yayılım sahası içindeki arkeolojik alanlar:
Kent yayılım alanı içinde de bazı arkeolojik alanlar mevcuttur. Bu alanlar başlıca batıda Yumuktepe, Doğuda Cam Fabrikasının berisinde Tırmıl, Deliçay ağzı, Karaduvar ve Kazanlı civarıdır. Kazanlı’nın üst taraflarında çok eski yapı buluntularının tabanında İtalyanların Ayaş’ta yaptıkları kazılarda çıkan kilise taban döşemelerinin aynısına rastlanmıştır. Ayrıca Pozcu Mahallesinde Domuz ağılı tabir edilen yerden itibaren Viranşehir’e doğru kıyıda yapılan bina hafriyatlarında çeşitli mermer sütun artıkları çıkmıştır.
Yumuktepe’yi Harp bitmeden Liverpool Üniversitesinden Profesör Gastrang kazmaya başlamış ve dünyaya tanıtmıştır. O zamanlarda yaşlı bir zat olan bu hoca ileri yaşlarda çıktığı Doğu Akdeniz vapur gezisi esnasında vefat etmiştir.
Deniz Harp Okulu: Deniz Harp Okulu Harp başlangıcında o zamanki Deniz Gedikli Erbaş Okulu ile birlikte Mersin’e intikal etmiş, Harp Okulu bugünkü kışlaya, Gedikli Okul’u da kentin doğusundaki askeri alana yerleşmiştir. Okul Mersin’in sosyal hayatına bir canlılık getirmiştir Bahar bayramında bembeyaz giyinmiş öğrenciler kente dağılırlar Kabotaj bayramında kutlamalara ayrı renk katarlardı. Sabahları filikalarda kürek çekerler çeşitli talimler yaparlar, yazın Bulutlu köyüne kampa çıkarlardı.
Okulların İstanbul’a dönmesi bahis konusu olunca, bazı memurlar kiraların düşeceğini umut ederek sevinmişlerdi.MERSİN – AYKUT HOKKACI