Asurlular’ın Gümüş DaÄŸları” Romalıların Taurus” adını verdikleri Toroslar, tek bir dağın, tepenin adı deÄŸildir. Olamaz da. Sayısız daÄŸların, nehirlerin, kalın kar eskileriyle beslenen buzul göllerin, derin geçitlerin, boÄŸazların, bin türlü otun, çalının, aÄŸacın, ormanın boy attığı yaylalar ile antik ruhların gizlice çığlıklar attığı kocaman bir ülkenin adıdır. Türlü renklerde kuÅŸların, geyiklerin, daÄŸ keçilerinin, yün denizine dönüşen koyun sürülerinin yanı sıra deÄŸiÅŸik kültürlerle inançların yurdudur da. Ne yöne bakılırsa bakılsın, baharla kış, eski ile yeni iç içedir orada. Bir yandan sayısız kent kalıntıları ve kaleleriyle antik bir dünyayı solur yaÅŸarken öte yanda geniÅŸ ağızlı dozer bıçaklarının yeni yollar açtığını, hisar gibi yüksek, ulu, sert kayalıkların baÄŸrına delici aygıtlarla durmadan hava ve güç sıktıklarını görür, duyar insan.
Torosların gökyüzüne sokulan en üst siniri, Pozantı arkasında ortaya çıkar. Gökyüzünün kuzey ufkuna doÄŸru bir ÅŸahin gagası gibi yükselir. 3583 metreye ulaÅŸarak “Medetsiz Tepesi” adını alır.
İnsan ne zaman o doğa üstü kayalıklara baksa, bir çöp kadar ağırlığının, özünün olmadığı kanısına kapılır da her türlü tasarı ve düşüncenin öneminin kalmadığını sanır. Aşırı kentleşmenin bastırdığı duygular içinde tekrar uyanır, yaşantılar akınına uğrar da gerçek doğasına yeniden kavuşur. Görmenin tadına orada varır gözleri ilkin ve titreşen o sonsuzluğun içinde eriyip gitme isteğiyle yanar tutuşur.
Gümüşi parıltıları karşısında büyülenerek vahşi kır müziklerinin gizemli seslerini duyar hep. Dinozorlar döneminden kalma bir büyüde ve tarihte, zengin bir doğa ve ruh durumuyla karşılaşır.
Duyguları renklenir, ruhunun o dağlarca yönetildiğini sanır insan. Mitolojik düşler, efsaneler üfler durmadan insanın içine.
Derken ora rüzgarlarının kanatlarına tutunası gelir de açmakta olan bir tomurcuğun coşkusuna kapılır.
Güneş, o dağların binlerce yıllık suskunluğunun üstüne doğar ilkin. Renkli görüntüleri, ağır gölgeler örneği her an değişir, bir uzar, bir kısalır.
Temmuz sıcağında puslu dağların güneş görmeyen yüzlerinde derin kar adacıkları görünür. Yazın koyak içleri sıcaktan çatır çatır yanarken doruklarda acımasız rüzgârlar ufacık kar fırtınaları estirirler orada.
Bolkarlara ulaşmak isteyen, kendine güvenen herkes, oraların sarp, dolambaçlı, uçurumlu yokuşlarıyla, poyrazlarına katlanmak zorundadır. Poyrazları bazen soluk aldırmaz, ata kuyruk sallatmaz cinsinden, tokat yemişçesine yüzünü döndürebilir insanın.
Bolkarlar’da bulutlara doÄŸru yükselirmiÅŸ gibi görünen irili ufaklı buzul gölleri vardır. Ne suyunun aktığı bellidir ne kaynadığı. Kenarları otu, yarpızı bilmez. GüneÅŸ, katran karası göllerin yüzünde sıvı biçimlere dönüşür. Karagöl, Çiniligöl, Alagöl, Kapıgöl, Kartalgöl adları verilen bu göllerin tümüne, “Kartak çimeÄŸi derler Yörükler. Kartal sürüleri yazları göle inip konarak, kanatlarını genişçe açıp çırpınarak çimerler. Ardından kayalıklara konarak güneÅŸlenirler. Kül rengi kuru taÅŸlardan baÅŸka bir ÅŸey görünmez Bolkar eteklerinde. Boz yapraklı sığırkuyruÄŸu otlarıyla, kevenlerin dışında ota, çalıya rastlanmaz pek. Ağır kışın erken ineceÄŸini bilen otlar, acele büyür, açar, çiçeÄŸe durur, kış gelmeden de tohumlarını döker, kururlar.
Boz çapar renkleri ve cam mavisi gökyüzüyle karışan koyun yünü kirinde bulutlardan oluşan yüksekliklerin kendine özgü bir garip kimyasını oluştururlar ki ancak görenler duyumsayıp anlayabilirler bunu. İçel Sanat Kulübü – San Kulüp – Aylık Kent Sanat Bülteni Nisan 1993 yıl 3 sayı 12
TOROSLARI GÖRMEDEN ÖLME – Osman ÅžAHİN

Unknown