Göçer bir başka dünyaya göçmez bildiklerimiz
Küser dünyaya bir gün küsmez bildiklerimiz
Öyle ani uçar ki bir bilinmez aleme
Kaybolur gider bir gün ölmez bildiklerimiz.
Turhan OĞUZBAŞ
İstanbul, Beyoğlu 1. Baro Han’da bir avukatlık bürosu. Ama kağıdan girer girmez sizi etkileyen, şaşırtan bildiğimiz avukatlık bürolarına hiç benzemeyen bir mekan. Gözleriniz büronun sahibinden kaçıp duvarlara, masanın üstündekilere gidiyor hep. Gözleriniz büronun sahibinden kaçıp duvarlara, masanın üstündekilere gidiyor hep. Mani olamıyorsunuz. İsmet İnönü’nün bu güne kadar hiç görmediğim güzel bir fotoğrafının altına çerçevelenip asılmış bir telgraf. İyice dikkat edince okuyabiliyorsunuz. İnönü teşekkür ediyor. Tarih 30/ 09/1950. İnönü 15-16 yaşında bir çocuğa niye teşekkür etsin. Merakınızı hissediyor ve anlatıyor. 1950 seçimlerinde CHP seçimi kaybetmiş. İktidara büyük bir çoğunlukla Demokrat Parti gelmiş. Zuhuri Danışman adında birisi bir tarih kitabı yazmış, okullarda okutulmak üzere. Ama kitapta 1. ve 2. İnönü savaşları yok. Tabii ki kıyamet kopmuş. Basının ünlü yazarları ateş püskürürken, halk da İnönü’ye ve Hükümete telgraf yağdırmaya başlamış. işte Turhan Oğuzbaş İnönü’ye bu nedenle “Sizi hiçbir kuvvet tarihten ve gönlümüzden silemez” diye telgraf çekmiş. Tabii lise adresiyle ve cevap da lise’ye gelmiş. Müdüriyetteki şaşkınlığı düşünün. İnönü’den bir lise öğrencisine teşekkür telgrafı. Nasıl olur, İnönü seni nereden tanıyor şeklinde bir yığın soru.
Oysa Turhan Oğuzbaş’ı tam anlamıyla tanısalar böyle şeyler sormayacaklar. Daha orta okulun başında şiirleri “Yeni Mersin” gazetesi’nde yayınlanmaya başlayan, 1950’de “Koca Türk” adında bir radyofonik piyes yazıp bunu şimdi İzmir savcısı olan Şevki Levent, İzmir’de doktorluk yapan Nejat Aktolga, Nermin (Tok) Kakınç, Yıldız Carudi gibi arkadaşlarına oynatan, edebiyat öğretmeni Gündüz (Yoldaş) Göktürk bir divan şiirinde geçen kamet (uzun) sözcüğünü bilemediği için iyi açıklayamayınca azarladığı zaman kızıp “peki sen bunu açıkla” diyerek Fuzuli’nin ünlü “su” kasidesini ezbere okuyan, daha lisenin ilk yıllarından itibaren şiirleri ülkenin en ünlü edebiyat dergilerinde yayınlanan, okuldaki duvar gazetesinin yayınlanma sorumluluğunu yüklenen, 15 dakikalık teneffüslerde bahçede gezmek yerine mikrofon başına koşup Suna (Merze) Tanaltay ile birlikte bütün okulda dinlenen şiirler okuyan, renkli, kişilik sahibi, herkese gösterdiği saygının kendisine de gösterilmesi gerektiğine inanan ve bunu isteyen bir çocuğun elbette İnönü’ye ve tarihe yapılan haksızlığa da tahammül etmeyeceğini ve tepki vereceğini bileceklerdi.
Ben Turhan Abiyi dinlerken yine gözüme mani olamıyorum. Odada gezinen gözüm Sudi Abaç’ın yaptığı bir Turhan Oğuzbaş karikatüründen çerçevelenmiş bir el yazısına gidiyor. Okumak için yaklaşıyorum. Çok güzel bir dörtlük, altında “Özdemir Asaf – 1975 Kulis” yazıyor. Turhan Abi o muhteşem ses ve tekniğiyle şiiri okuyor. Oradan aklıma Turhan Oğuzbaş’ın lise biter bitmez Hukuk tahsili için gittiği İstanbul’da radyodan sunduğu şiir saatleri geliyor. Bakın Ergün Evren bunun için ne diyor. “Ve İstanbul Radyosu’ndan bir ses.. şair TURHAN OĞUZBAŞ Tanrım ne büyük heyecandı… Ne büyük olaydı. Ben de bir gün sesimi bir radyo mikrofonundan, önünden geçerken bile bakamadığım sevgilimin evine ulaştırabilecek miydim?” Bu olayı mantar gibi türeyen yüzlerce radyonun olduğu bu günlere bakarak düşününce belki küçük görebilirsiniz. Oysa olay sadece Ankara, İstanbul ve belki İzmir’de sadece devletin bir radyosunun olduğu günlerde yani 1950’li yıllarda geçiyor.
Heyecanla gezinen gözüm bu kez yuvarlak, ortasında Atatürk kabartması olan bir plakete ilişiyor. Sevgili Valimiz Çetin Birmek 40. Sanat Yılı dolayısıyla Turhan Oğuzbaş’ı kutluyor. Birden Kültür Merkezi’nde yapılan o muhteşem 40. Sanat Yılı kutlamasını ve Valimiz Çetin Birmek’in o sevgi dolu gözlerini hatırlıyorum.
Gözüm bu defa masaya kayıyor. Masanın üstü hukuk kitap ve dosyalarından çok sanatla ilgili kitap ve dergiyle dolu. En güzeli İçel Sanat Kulübü Dergisi’nin son üç – dört sayısı da masanın üstünde. Duygulanıyorum. Birden bir çekmeceyi açıp bir zarf ve zarftan iki küçük fotoğraf çıkarıyor. Bu fotoğraflardan birini, Pera Palas’ın balkonunda Ümit Yaşar Oğuzcan, Yahya Kemal ve Turhan Oğuzbaş’ın göründüğü fotoğrafı bu yazının içinde yayınlamaya çalışacağız. Tabii söz hemen o büyük şaire, Yahya Kemal’e geliyor. Yahya Kemal’le sohbetlerini anlatan Turhan Abi’yi hayranlıkla dinliyorum. Ama ben burada onları anlatmak istemiyorum. Çünkü bu güzel anıları Turhan Abi’nin yazıp yollamasını bekliyorum.
Ve bütün bu sohbet sırasında bir yığın klasik müzik bant ve CD’lerinin yanındaki teypte A. Vivaldi’nin muhteşem eseri “Dört Mevsim” ikimizi ve bütün odayı sararak, okşayarak çalıyor.
Galiba ikimiz de acıktık ki kalkıp yemeğe gidiyoruz. Turhan Oğuzbaş beni yine şaşırtıyor, hayran bırakıyor. Çünkü yemeği REJANS’ta yiyoruz. En az yüz yıllık, yakın bir tarihe kadar yaşlı, pırıl pırıl Beyaz Rus hanımların servis yaptığı o dünya güzeli mekanda. Masamızın üzerine bir plaket çakılmış “Turhan Oğuzbaş” yazıyor. Bakıyorum birkaç masada daha plaket var. Birinde de “Bedri Baykam” yazılı. Velhasıl Rejans’taki Turhan Abinin özel masasında enfes bir bıldırcın yiyor ve özel hazırlanmış Rus usulü votka içiyoruz.
İşte şiirlerde, lisede, Akkahve’de, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde, radyo mikrofonlarında, İspanyol Meyhanesi’nde, aşklarda, sevgilerde, şarkılarda gezen, hep saygılı ama hep kendisine de saygı duyurtan altmış yılı aşmış bir yaşamın ünlü şairiyle geçen bir kaç saatlik keyfin öyküsü.
SALKIM SÖĞÜT VE GÜL
Ne zaman seni düşünsem
Önce kitaplar, resim galerileri, resitaller
İnsan olmanın erdemi geçer aklımdan
Sonra bir salkım söğüt
İncecik yapraklarıyla savrulur içimde
Gün boyu
Tel tel sırılsıklam deli sıcak
Yüzümü sürerim incecik yapraklarına söğüdün
Aklım çıktı çıkacak.
Sonra dudaklarım
Yeni ay kadar ince yaprak içinde
Bir ateş rengi gülü öper
Deli olurum geceler boyu
Ne ki bu ateşten sıcak ateş rengi gül
Hiç aklıma getirmez uyku.
Turhan OGUZBAŞ
Bu yazı “İçel Sanat Külübü” Aylık Bülteni “Mayıs 1996 – 47. Sayı” sından alınmıştır.