1993 Kasımındaki Ä°stanbul sergimin açılış kokteylinde, bana inanılmaz gibi gelen bir olay gerçekleÅŸmiÅŸ ve hepimizi sonsuz mutluluklarla sarhoÅŸ etmiÅŸti. Osman Özeren ve Nurer UÄŸurlu Ä°stanbul’da yaşıyordu ve o gün kokteylde olmaları belki doÄŸaldı.
Hadi Nuri Abaç’ın Ankara’dan kalkıp gelmesini de onun evliyalık özelliÄŸine baÄŸlayalım. Ama Ä°lyas Halil’in Türkiye’ye yapacağı iÅŸ seyahatinin tam o güne rast gelmesini ve ta Abu-Dhabi’den kalkıp gelerek kokteyle katılmasını nasıl yorumlayacağımı bilmiyorum. Ama sonuçta olan olmuÅŸ ve Akkahve’nin en baba grubundan dört ünlü insan bir araya gelmiÅŸti. Tabii yanlarına ben de iliÅŸtim ve bir sürü fotoÄŸraf çektik, binlerce ton özlem ve anılarla doldurduk galeriyi.
Ä°lyas Halil 1960 ta Kanada’ya gitmiÅŸti. Yani otuz beÅŸ yıldır Kanada’da veya çalıştığı bankanın Abu-Dhabi bürosunda bulunuyordu. Fakat üç gün yurtdışında kalıp, döndüğünde konuÅŸması bile deÄŸiÅŸen, ülkesini küçük gören, horlayan bir çoklarının tersine Ä°lyas Halil hala bir Mersin’li, hala bir Türkiyeli olarak yaşıyor ve yazdığı hikayelerin neredeyse yüzde yetmiÅŸinde Mersin’i, yüzde yirmibeÅŸinde Akkahve’yi anlatıyor.
1951 den 1957 ye kadar beÅŸ tane ÅŸiir kitabı çıkmış Ä°lyas Halil’in. Hal ve Hayal (1951), Öpücük (1952), Mürdüm Dalı (1954), Emerson’dan ÅŸiirler (1954), Yalandır Herhalde (1957), Bütün bu kitaplar yayınlandığında Ä°lyas Halil Mersin’de ve tam bir Akkahve’li. Sonra Kanada’ya taşınmak ve sanırım iÅŸ, güç, evlilik, yaÅŸamda iyi bir yer yakalama telaşı onda da (yazmayı bitirmemiÅŸ ama) yayınlamayı engellemiÅŸ.
Bu durgunluk 1983 te bitmiş ve arka arkaya, bu defa hikaye kitapları yayınlanmaya başlamış. Doyumsuz Göz (1983), Çıplak Yula (1985), it Avı (1987), Boyansın Ramazan (1989), iskambil Evler (1991), Kiralık Mabet (1993) yayınlanmış. Ayrıca dünyanın muhtelif yerlerindeki edebiyat dergilerinde hikayeleri çıkmaya başlamış.
Ben bu yazımın sonunda onun Kiralık Mabet adlı kitabından seçtiÄŸim ve çok sevdiÄŸim Theodor Katz adlı hikayesini sunuyorum, size. Bakın Ä°lyas Halil’in yayıncısı Toplum Kitapevi’nin sahibi Remzi inanç ne diyor O’nun için. “Ä°lyas Halil, bir yanıyla usta ve soylu yazarların sandıklarında olması gereken ÅŸiirsel anlatımıyla ortalığı aydınlatırken, öbür yanıyla da, ayağı yerde bir toplumsal taÅŸlama ve kara mizahin unutulmaz örneklerini verdi. Kuzey Kutbundan Güney Kutbuna dek dünyanın farklı çizgilerinde yaÅŸanmış bir ömrün muzipçe tanıkları.. Hüzne aÅŸina bir ozanın çığlık, çığlığa duyarlılığı ”
Ben sizin yerinizde olsam hemen bir kitapçıya gider, Ä°lyas Halil’in bütün kitaplarını alır ve büyük bir coÅŸkuyla okurum. Ãœstelik her kitabın kapağında bir Nuri Abaç eskizini görmek de iÅŸin çabası.
Hikaye
THEODOR KATZ
Önümüz göl, arkamız yaÄŸmur.Yol baÅŸtan baÅŸa ıhlamur aÄŸaçları, ikindi serinliÄŸinde, Theodor Katz ile, yaprak hışırtısı içinde yürüyoruz. Bana Ä°stanbul’u çok sevdiÄŸini, YeruÅŸalem’de taksi şöföründen nasıl kazık yediÄŸini anlatıyor. Tüm yaÅŸantımız birlikte geçmiÅŸ gibi davranıyor. Neredeyse, onu daha önce neden arayıp sormadığıma kızacak. Oysa, onu az önce Moderna Museet’in yolunda tanımıştım. Müzenin yolunu sorunca ilgi gösterdi, bizimle yürüdü.
O gün, Stokholm nar çiçeÄŸi kızıldı. GüneÅŸ aÄŸaçların arasına sıkışmış. Açık çay rengi bir akÅŸam dökülmüş yola. Kent, çiseleyen yaÄŸmurdan çıkmış genç kız saçı ıslak. CiÄŸerlerimizde bir ıhlamur havası. Katz, “Müzede açık oturum veri” dedi, “Yazarlar, yabancı dilde yazmanın güçlüklerini tartışıyorlar. Katılmak ister misin?” Müzeye vardığımız zaman oturum sona ermiÅŸti. Nereden geldiÄŸimizi sordu. Adının Theodor Katz olduÄŸunu söyledi. Bu adı nereden bildiÄŸimi anımsamaÄŸa çalışırken bana Ä°sveçli yazarları anlatıyordu. “çoÄŸu bu ülkeyi sıkıcı ve tatsız buluyor. Bezginler kuÅŸağı. ” “TokluÄŸun, rahat yaÅŸamanın etkileri” dedim, “Ä°nsanın usuna coÅŸku verecek yönü yok, ondandır belki.” Güldü, “Aristo’nun torunu olduÄŸun belli.” dedi, “hiç deÄŸilse ülkesinde büyüdün.”
Ä°ki caddenin ortasında uzanan korulukta, az önce yaÄŸan yaÄŸmurdan arta kalan su damlaları havada asılı duruyordu. Birden anımsadım. Kırk yıl önce böyle yaÄŸmurlu bir akÅŸamda Mersin’deki Akkahve’de Theodor Katz’ı yaratmıştık. O zamanlar saçı sakalı böylesine aklaÅŸmış, kulağı ağır duyan bir ihtiyar deÄŸildi. Onu, içi coÅŸku dolu, baskıdan kaçan, Hitler’e karşı koyan bir üniversite öğrencisi yapmıştık. Gerçekte yaÅŸayıp yaÅŸamadığını bilmeden, düşsel birini aramıza katmıştık. Tartışmalarımızı renklendireceÄŸini sanıyorduk. Theodor’a sadece, “0l” demiÅŸtik. O da hemen Akkahve’de var olmuÅŸtu. Ondan öte, Theodor, Akkahvecilerin dostu oldu. çay sohbetlerimize katıldı. Hatta birkez, Celal Çumralı ÅŸaşırıp ona çay ısmarlamıştı. HaÅŸmet Akal, çay paralarını isteyen Hasan Baba’ya boÅŸ iskemleyi gösterip, “Åžu gavurdan al” demiÅŸti. Sonunda Nuri Abaç çay paralarını ödemiÅŸti. Çok geçmeden Theodor bizden biri olmuÅŸtu. KonuÅŸmalar çıkmaza girince Aristo’dan, Descartes’tan örnek gösterip, tartışmalara yön verirdi. Ä°sveçli’nin sözcülüğünü Osman Özveren üstlenmiÅŸti. Sosyal görüşlerine uygun düşmeyen bir fikir ortaya atılınca Osman, “Theodor burada olsaydı” diye baÅŸlar, konuÅŸanları sustururdu. Osman’ın ikinci kiÅŸiliÄŸi idi bu. Sıkışınca birilerini yardıma çağırır, olmayan insanlardan fikir sorardı. Herkese akıl hocalığı yapmasına raÄŸmen Nuri’ye pek dokunmazdı. “Sen, birgün bilinen bir ressam olacaksın” derdi.
Åžimdi yanımda yürüyen ÅŸu adama bakıyorum, ne de çabuk yaÅŸlandı. Ama hala dünyayı umursamayan bir hali var. Tavırları bizimle Akkahve’de, Akdeniz kıyılarında yetiÅŸtiÄŸini gösteriyor. “Åžimdi ne iÅŸ yapıyorsun?” diye sordum. “Öğretmenlikten emekliyim” dedi, “Arasıra da Hahama yardım ediyorum. Çocuklara din dersi veriyorum”.
Bu adamın var olmasının en önemli nedeni Akkahve yöneticisinin yakınmalarıydı. Hasan Baba, kahvenin zarara girmesinin suçunu oÄŸluna yüklerdi. Kahve boÅŸ olduÄŸu zamanlar, bize “Åžuraya bakın!” derdi, “Åžu güzelim kahve ÅŸimdi an kovanı gibi vızıldamalıydı. Ama yarı salak, bütünüyle sarhoÅŸ bir heriften hayır mı gelir. Sabahtan akÅŸama kadar elinde rakı ÅŸiÅŸesi. Ah, bizi yurdumuzdan edenlerin gözü kör olsun. Üç ÅŸairle iki ressamdan baÅŸka gelen giden yok. Sabahtan akÅŸama iki çay içip dünyanın derdine çözüm arıyorlar. Laf ebesi tümü de. Bu züğürt müşterilerle kahve mi dönermiÅŸ .”
Katz’ın yaratıldığı gün masada beÅŸ ya da altı kiÅŸiydik. Dışarda ince bir yaÄŸmur. Buram buram bir yaÅŸam kokusu. Bahar, kapının ardındayım diyor. Nurer UÄŸurlu, Celal Çumralı gelen geçenlere dalmışlar, yarım kulakla konuÅŸmaları izliyorlar. Nuri, Hasan Baba’yla yarenlik ediyor. Osman ikisini de ahretlik sorularına boÄŸmuÅŸ. Hasan Baba’ya “Haklısın!” dedi, “yabancı diyarda yaÅŸamak güç. Kilis ‘den ayrıldıktan sonra uzun süre doÄŸduÄŸum yerlerin özlemini çektim. Bahar geldi mi Kilis, elma, kayısı çiçekleriyle donanır. Kızların yanakları allanırdı.” KonuÅŸmaya HaÅŸmet de katıldı. “Atma Osman” dedi, “Kilis sokaklarında elma çiçeÄŸi ne arar. Köyünde kalsaydın ya berber ya da terzi olmuÅŸtun. Belki de, ineklerin fışkısını temizleyen bir rençber. KiÅŸi ancak karnının doyduÄŸu yerde özgür yaÅŸar.” Nuri, “Örnek ortada deÄŸil mi” dedi, “HaÅŸmet Paris’te kalsaydı ÅŸimdiye dek ünlü olurdu.” “Belki de olmazdım”. dedi HaÅŸmet, “Ama hiç olmazsa Bakanlık baskısının altında üzüm gibi ezilmezdim. “
Tam o sırada, kahveye Ziya Arıkan, Hüsnü Mengenli girdiler. Masaya katıldılar. HaÅŸmet, “Yahudi olmayı çok isterdim. .. dedi, “Hitler’e karşı koymak keyifli ve coÅŸkulu bir ÅŸey. Dış ülkelerin birine kaçardım.” Nuri, “Nereye giderdin?” dedi. O anda sokak kalabalıklaÅŸtı. Gelen geçen arttı. Celal’in önünden geçen kızın gözleri yasemin gülüyordu. Celal Nuri’ye, “Geçen kimdi?” dedi. Nuri “Bilmem görmedim!” dedi. HaÅŸmet düşünce dizisi bozulduÄŸu için Celal’e kızdı. “Havayı bozuyorsun” dedi. “Kim geçerse geçsin sana ne be adamı. Ayakta düş görmekten vazgeç yollar bomboÅŸ. Celal, “Gördüm” dedi. Bana “Sende gördün deÄŸil mi” diye sordu. “Bilmem” dedim, “Hiç dikkat etmedim. .. “Vallahi geçti!” dedi Celal “Elleri üşümüş, nefesi ılık bir dumandı. Nisan ayı gibi geldi geçti önümden. HaÅŸmet’in gözleri parıldadı,”Böyle mitolojik varlıklar, senin gibi evli yer yaratıklarına pek yüz vermezler, vazgeç düşlerden. Hitlere karşı koymak gerekseydi nereye kaçardın?” Osman, “En iyisi Moskova” dedi, “Sanatçıya çok deÄŸer verirler o ülkede. Nuri, “Sen bir düşünürsün. Paris ya da Londra bence en uygunu”. Celal, “Bana kalırsa Stokholm.” dedi, “isterseniz düşsel birini yaratılım, Stokholm’a gönderelim” Nuri, “Çok ilginç.” dedi” “Adam genç, yakışıklı, Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci.. Nurer, “Güzel bir sevgilisi de olmalı sevecek, kızacak bir arkadaÅŸ gerek ona.” “Tamam” dedi. Celal “Genç adamı ÅŸimdi görür gibiyim. Berlin’de resim eÄŸitimi gören Theodor Katz, Lisbet adındaki Ä°sveçli sevgilisinin peÅŸinden Stokholm’e gidiyor.” Nuri, “Yine gerçek dışı bir dünyaya daldın Celal!” dedi, “Theodor Katz adını nereden çıkardın?” “Öylesine aklıma esti!.Dedi Celal. Osman, “Oldu Bu Theodor, bir yaz gecesi, sahte pasaportla Berlin’i bırakır, kaçar.” “Evet” dedi Celal, “Sevgilisi Lisbet yanındadır.” HaÅŸmet, “Pes birader” dedi, “Yahu, neredeyse adamın ne giydiÄŸini de ayarlayacaksın. Ama çevrende olan bitenden haberin yok. Nasıl yargıçlık yapıyorsun sen?” Celal gülümsedi, “Åžair gibi! Åžair gözüyle gerçekler daha açık seçik görülür”.
Müzeyi gezerken Theodor bize sanat yapıtlarının özelliklerin anlattı. Söz arasında Ä°sveç’ten yakındı. Limon kesince güneÅŸ fışkıran Ä°srail’e yerleÅŸmediÄŸine üzülüyordu. “Kırk yıldır çekiyorum bu soÄŸuk ülkeyi.” dedi. “Akkahve’ye dönüp Celal’e, Nuri’ye bildirmeliyim.” dedim. “Theodor’u Ä°srale gönderseydik daha iyi olurdu. Yahudi’nin gideceÄŸi ülkeyi biz seçmemeliydik.
Nuri’nin, Osman’ın Mersin’i bırakıp gitmelerine engel olmalıyım. Limon ÇiçeÄŸi kokan kenti bırakıp yabancı ellere düşmesinler.
Kahraman Katz bile canından bezmiÅŸ Ä°sveç’te. Ãœstelik Lisbet’i gördüm. Pancar yanaklı, tombul bir kadın olmuÅŸ. Artık öyle peÅŸinden koÅŸulacak birÅŸey deÄŸil. Sonra, o gün, yaÄŸmurlu havada Akkahve’de pencerenin önünden geçen, elleri üşüyen, nefesi duman kızı anımsadım. Kara üzüm gözlü bir güzeldi. Hüseyin Bey’in kızıydı. Ben de görmüştüm onu. Benim içimde de bir Nisan uyandırmıştı. O gün Celal’e, görmedim, dediÄŸime üzüldüm.
Katz’ın yakınmaları bitmedi. “Benim buralara gelmeme neden olanın gözü kör olsun” dedi, durdu. “Öyle deme” dedim, Buraya gelmene neden olan kiÅŸilerden birisi ÅŸair yargıçtı, öteki ise ressam mimardı.
Theodor Katz güldü. “insanların alın yazısını yazan güçlerin böyle nitelendirildiÄŸini hiç duymamıştım” dedi…
* Bu yazı “İçel Sanat Külübü” Aylık Bülteni “Haziran 1995 – 37. Sayı” sından alınmıştır.