Yörede Yerleşik Yaşam Başlıyor
YUMUKTEPE
Coğrafya kitapları yazarımız Besim Darkot’un, Mersin’in kuzeybatısında ‘Yumuk ırmağı’ olarak adlandırdığı akarsu (Mersin Çayı, Kızıldere, Müftü, Efrenk Deresi olarak da anılır) kenarında olmasından dolayı, Yumuktepe olarak bilinen höyüğü J. Garstang Yümüktepe olarak yazar. Eskiden halk arasında buraya Soğuksutepe denilmekteydi. Kent merkezinin kuzeybatısında üzeri çam ağaçlarıyla örtülü höyük hemen dikkati çeker.
Çilekeş Yumuktepe’de Dokuzbin Yıllık Yolculuk
Yıllarca yabancı yazarların çevirilerinden dolayı yanı başımızdaki tepeyi ‘yümük’ olarak bilmiştik. 1993 yılında yeniden başlayan ve günümüze kadar süren arkeolojik kazılardan Yumuktepe’yi öğrenmeye çalışıyoruz. Bu pek kolay olmuyor.
Yumuktepe çok çile çekmiştir. 1968 yılının 25 Aralık günü yaşanan sel felaketiyle tepe eteklerini kaybetti. Daha sonra kente adını veren Soğuksu pınarını kuruttular ki orası modern Mersin’in aydınlık yüzü olmaya adaydı. Çevresinde yeşil alanlarla kaplı Soğuksu pınarbaşı, mesire yeri olarak güzel giyimli çağdaş genç Mersinlileri buluşturmuştu. Tepe devlet eliyle teraslanıp ekonomik değeri olmayan ağaçlar dikildi. Yumuktepe’nin tepesi düzleştirilip üzerine önce büyükçe bir demir depo yerleştirildi. Soğuksu pınarının yanına kurulan motopomplarla tepe üzerindeki depolara su aktarıldı. Buradan çevre ağaçların sulaması yapıldı. O dönem çocuklarına cazip gelir, buralarda oynarlardı. Daha sonra Mersin’in bazı mahallerine buradan su verilmeye başlandı. Belediye başkanları ‘sahip çıkmak adına’ tepe yamaçlarına turistik, çirkin, özensiz beton masa-banklar yaptırdı. Orası piknik alanı yapılmaya özendirildi.
1980 sonrası Güneydoğu göçleri sonucunda tepe çevresinde yeni bir mahalle oluştu. Demirtaş Mahallesi. Oysa Yumuktepe sadece Mersin için değil dünya tarihi için de çok önemli bir konuma sahiptir. Akdeniz’in göbeğinde bir buluşma noktasıdır. Bu tepede yapılan kazılar sayesinde Anadolu, Suriye, Akdeniz kronolojisinin kurulmasına olanak sağlamıştır. Kesintisiz bir tabakalaşmanın özellikle bu bölgede Tarsus Gözlükule dışında hiç görülmemesi, bu yerleşimin önemini bir kat daha arttırmıştır.
İlk kez Mersin Yumuktepe’de organize bir site kentin planına rastlanmıştır. Bu da ‘mimarlık tarihinde bir ilk’tir.
Yumuktepe Mühür Vurdu
Yumuktepe’de bulunan mühürler şimdiye kadar bulunan en eski mühürler olması nedeniyle Erken Neolitik döneminin sosyo-ekonomik organizasyonlar yönünden çağdaşlarından daha ileride olduğunu gösterir.
Orta Neolitik dönemde kerpiç yok, saz-çamur kulübeler (huğ) olduğu düşünülüyor.
Geç Neolitik’te ev yapım tekniğinde yenilikler görülüyor. Evler kuzey-güney yönünde dikdörtgen planlı ve köşeleri yuvarlatılmıştır. Küçük dere taşları kullanılmıştır. Bazılarında duvarlar sıvalı ve ocaklıdır. Ayrıca mezar yapıları ve kerpiç duvarlı tahıl siloları görülüyor. Bu dönemin seramikleri de radikal özellikler gösteriyor.
Kalkolitik dönemde de Yumuktepe’nin XVI. tabakası arkeoloji anlamında ayırt edici olmaya devam eder (Yumuktepe sitadeli fark yaratıyor). Bu dönemde süslü ağırşaklar bolca bulunur. Ayrıca boynuz saplı taş aletler var.
XVI. tabakadan itibaren iğne, balta gibi metal eşya görülmeye başlıyor. 130 cm yüksekliğe kadar günümüze ulaşabilmiş, beyaz sıvalı duvarlar ilgi çekici. Daha da önemlisi mekân içinde adeta seri üretilmiş standart kaplar bol miktarda bulunuyor.
Siyasal ve ekonomik anlamda radikal değişimlerin göstergesi olan bu veriler, hiyerarşik bir düzenle ilk kez ‘devlet’ yapılanmasının temellerinin atılmakta olduğunu göstermektedir.
Erken Bronz çağında Yumuktepe, III. Binyılda komşu bölgelerle ilişkilere açılması bakımından önem arz eder. Bu dönemde Kilikia bölgesi deniz yoluyla ve Anadolu coğrafyası arasında köprü konumundadır. IV. Binyılda ise Mezopotamya’da kurulmaya başlayan şehirleşmelerle ticaret ağı kurulmaktadır. Bu aynı zamanda Anadolu’nun zengin maden yataklarının keşfedilmesi çağlarıdır. Karşılıklı metal ve stratejik malzemeler değiş tokuşu söz konusudur. Artık denizaşırı ülkelerle sosyo-kültürel ve ticari bağlar da kurulmaktadır.
Geç Bronz çağında başlayan yazının keşfiyle birlikte kültürel çevreyle ilgili çok sıkı hiyerarşik yapı kurulmaktadır.
Yumuktepe bu dönemde Hitit Krallığı’nın taş temelli, kerpiç sur duvarlı askeri bir garnizonunun kalesi olmuştur. MÖ XV. yüzyılda Hitit ülkesi artık buradan Akdeniz’e açılmaktadır. Hititlerin Akdeniz’e açılmasına Mersin Yumuktepe’deki 90 metre çapındaki garnizon ve kale etkindir. Yumuktepe bu dönemde Akdeniz kıyısında bir Hitit karakoludur. Bu merkez, Doğu Akdeniz’den, Suriye ve Mezopotamya’dan gelip, Anadolu üzerinden Ege’ye ve Yunanistan’a giden yolu da denetlemektedir. Kültürel ve ticari yolların kesiştiği bu yol, Yumuktepe’yi “kültürlerin buluşma noktası” haline getirmiştir.
Hititlerin bölgedeki etkisi artınca, Hitit tanrılar listesindeki Hurri (ve Luvi) tanrı ve tanrıçalarının adaptasyonu da etkileşimin karşılıklı olduğunu göstermektedir. Bu dönemde gelişmiş çömlekçi çarkı ürünlerinin artık hızlı ve seri üretiminin etkisi de önemlidir.
Demir Çağı ve sonrası Arap saldırıları sırasında işgal edilen Kilikia bölgesinin 968 yılında geri alınmasından sonra Yumuktepe bir kale olarak yeniden yapılandırılmıştı. Ne yazık ki Demir Çağı yapıları kesilerek üzerine Orta Çağ yapıları inşa edilmiştir. Kale yapıları yanında bir kilise varlığını 100 yıl kadar sürdürmüştür. Daha sonraki yerleşmelerde kilise bir depoya dönüştürülmüş olsa da tepede yaşam devam etmiş, yapı katlarında çeşitli metal küçük malzeme ele geçmiştir.
Özetle; Mersin Yumuktepe yerleşkesi 9000 yılı aşkın kesintisiz bir yerleşime ev sahipliği yapmıştır. Tepenin uygarlık tarihi içindeki önemli yerini belirleyen unsurlardan bazıları aşağıdadır.
1- İlk kez – ekmeklik buğday gibi, tohum ıslah edilmesi ve bunun ihraç edilmesi,
2- Hayvanların evcilleştirilmesi,
3- İlk kez yerleşik düzene geçilmesini belgeleyecek bir tür ‘tapu’ tescili yapılması,
4- Organize işlerin, ‘devlet’ kavramına ait belgelerin bulunması,
5- Ekmeğin mühürlenmesi,
6- İlk “Kale Kent” örgütlenmesi,
7- Metalurjiye dair izlerin ilk kez saptanması.
Bu sayılanların bir kısmı bile Yumuktepe’yi önemli kılıyor.
Tepe
Gülek Boğazı’ndan sahile inen Anadolu’nun ilk insanları, eski adını tam bilemediğimiz, ancak arkeolojinin höyükler üzerinden tanımladığı, Gözlükule ve Yumuktepe’de yerleşmişlerdir.
İnsanların yerleşme için ilk seçtiği yerler istisnasız bir ırmak ya da dere kenarında oluyor ve çevresi de tarıma elverişli bulunuyordu. Bu nedenle ilk yerleşme, deprem, salgın hastalıklar ya da savaş sonunda yıkılıp oturulamaz duruma geldiğinde, yörenin oturmaya en elverişli yeri burası olduğu için başka bir yana gidilmiyor, kerpiçten olan evlerin yıkıntıları kolaylıkla düzlenip yeni iskân, eskisinin üstüne kuruluyordu. Böylece uygarlık katları su böreği gibi birbirinin üzerinde yer alarak “kenttepeler” meydana getiriyordu. Anadolu halkı bu kültür katlarından oluşan tepelere ‘Höyük’ adını vermiştir. Höyüklerin bazılarında en alt kat – Mersin’deki Yumuktepe ve Tarsus’taki Gözlükule’de olduğu gibi, Yeni Taş Çağı ile başlar. Ancak genellikle en alttaki tabaka Kalkolitik Dönem’e aittir. (Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi – s:10)
Semihi Vural’ın yazmış olduğu “Mersin Antik Kilikya Öyküleri” kitabının bu bölümünde daha önce yazdığı “Anadolu’nun Kapısı TARSUS Gülek Boğazı” kitabında da yer alan Prof. Dr. Veli Sevin’in bir makalesi var. Site içinde aynı makaleyi tekrarlamamak için “veri yolu” göstererek sunuyoruz. Söz konusu makaleyi okuyabilmek için lütfen bu satırı tıklayınız. ( İlgili yazı sonunda bu kitaba tekrar dönüş yolu da bulacaksınız.)