MERSİN HALKEVİ / MERSİN KÜLTÜR MERKEZİ – Sayfa 6-7 “Kitabın başına dönmek için bu satırı tıklayınız…“
Kent bilinci ya da kent haysiyeti ! İnsanlar sanır ki bu bilinç ve haysiyet kendilerindedir. Kendilerinde de vardır elbette. Ama bu bilinç ve haysiyetin en üst aşaması kentin kendi bilinç ve haysiyetidir.
Bir kenti “kent” yapan bu bağımsız ve özerk bilinçtir. Bir kent bir şeye ya izin verir ya da izin vermez. Kent kendine yakışanı bilir. Yakışmayanı bir beden gibi reddeder.
Mersin, 1930’lu yıllarda kendi Halkevini istemişti; kendi kafasındaki, kendi ruhundaki binanın planını mimarına çizdirmiş, Mersin Halkevi de kendini kendi istediği gibi yaptırmıştı.
Yakışma dediğimiz uyum bütün sanatsal bütünlükleri böyle yansır, böyle yansıtır.
Size şaşılacak bir şey söyleyeceğim: Halkevi binası Kültür Merkezi oluncaya kadar eğer Halkevi olarak kalsaydı, ruhunu kırk kilitli mahzene kapatmasalardı, Mersin anamızın güzelliğine kıyı boyunca kilometrelerce hakaret eden o kibrit kutuları ortaya çıkmaya cesaret edemezdi.
Eiffel Kulesi’nin, Notre-Dame Katedrali’nin Paris’i kötü ruhlardan koruduğu gibi, Halkevi de Mersin’i korurdu. Ama ne yazık ki o bina Halkevi adını yitirdikten sonra ruhunu da, bilincini de yitirmişti.
Kültür Merkezi döneminden sonra Mersin Halkevi’nin ruhu tam anlamıyla yaşıyor olmasa da artık “zekaret döşeği”nde yatmıyor.
Böyle anıtlara “ne oldukları”nı zaman zaman anımsatmak gerek.
Semihi Vural’ın kitabı bu hatırlatmayı yapıyor.
2000 yılında, Onur Defteri’ne ağlayarak duygularımı yazdığım gün, Vali Tevfik Sırrı Gür’ün deftere yazdıklarını da okumuştum. Vali Gür, Mersin’in ruhunu, Mersin’in hayal gücünü keşfetmiş bir idareci idi. “Ve bir Halkevinin siyasi ve şahsi his ve hırslarından uzakta kalarak okul muhitleri dışında hisleri yükselten, fikirleri genişleten milli bir mabet olduğuna inananların ön safındayım. Elazığ, Harput, Pertek, Hozat, Mağden ve Muş’tan sonra Mersin bu altıncı Halkevi yapısını tasavvur ederken İçel ve Mersin halkının durumu da göz önünde bulundurularak kendisinden beklenen her hizmeti yapabilecek vasıflarda bulunması lüzumunu hissediyordum” derken Mersin insanını da keşfetmiş oluyordu.
Bu son derece önemli: İnsan, Halkevi binasına hayranlıkla bakarken Mersinli olma bilincini de yakalayabilir.
Tarih için, öykü için bir anlatıcıya, bir tercümana ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyacı en iyi sanat yapıtları karşılar: Resim, heykel, şiir, roman…
Semihi Vural’ın kitabı bize Mersin Halkevi’nin öyküsünü anlatıyor.
Vali Tevfik Sırrı Gür konuşuyor: “Mustafa Gazioğlu, Nazım Miskavi, Muhittin Ayaz, Şefik Kabaş, Arel şirketi şeriklerinden Emrullah Ahmet Gönen, Şadi Eliyeşil, Mustafa Erdiş, Ali …,
Hamit Demirel, Şefik Hariri, Necati Hancıoğlu, Kadri Sabuncu, Fuat Barbur… Bütün köylülerimiz, sayılmayacak kadar çok olan vefakar halkımız, milli tarihimizde daima hayırla anılacak hayırlı insanlardır.”
Bizim atalarımız, Mersin’in ataları işte bu insanlar!..
Birlikte yaşamanın, ulus olmanın, imecenin, dayanışmanın, insanlık ve kamu için bir şey yapmanın ilmini keşfetmiş insanlar!
İçel Valisi Tevfik Sırrı Gür, 11 Kasım 1946 günü ortak belleğimize kaydediyor bunu.
Mersin ve Mersinli, Halkevi anıt binasına bakarak kendi inanç gücünü, vatandaş ve kentli olmanın bilincini aracısız duyumsayabilir.
Mersin Halkevi, Mersin’in Kuruluş Destanı’nın benzersiz bir anıtıdır. Mersin ruhunun bekçisidir. Mersin’i bütün kötülüklerden koruyabilecek güce sahiptir.
Semihi Vural’ın kitabı bu gücün kendini ifade etmesine aracılık ediyor.
Kutlarım !
Mersin’in kuruluş destanının öyküsünü yazacak olan geleceğin romancısı, Semihi Vural’ın kitabını kaynak malzeme olarak kullanabilir. Kullanacaktır !
Ortak mirasımızın tapusunu bize armağan ettiği için Semihi Vural’ı kutlarım!
ÖZDEMİR İNCE
Gündoğan, 1 Temmuz 2006
Fotoğraf altyazısı: 1920’li yılların başı. Fotoğrafta görünen binaların birkaç yıl sonra adı değişecek, sol taraftaki ağaçlı tepeciğe Mersin Halkevi yapılacak. Sağdan sola, Belediye taş binası, Atatürk evi, ve Vali Konağı olarak göreceğimiz eski yapılar ..……………Kitabın devamı için bu satırı tıklayınız……………………………..