2613 No’lu Katarla Belemedik’e POSTA olmak Semihi VURAL
Hafta sonu yaptığımız gezilerin “vazgeçilmez” aracı midibüslerin yerine alternatif arayan dergimiz editörü Bülent Akbaş, babadan gelen bir geleneği bizim için zorladı. Devlet babanın çiftliklerinden birini açtı bize. Yalnızca trenle ulaşılacağı zannedilen görkemli bir vadinin, Almanların 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’dan hem parasını alıp, hem de üzerine yatmak (işgal etmek) için yatırım yaptığı 100.000 kişilik bu Alman kentinin son izlerinde kamp kurup yürüyüş yaptık.
İçel Sanat Kulübü ile DDY arasında yapılan görüşme, Genel Müdürlüğün bir kararıyla (son gün iptaliyle) Mersin – Belemedik – Mersin gezisini, normal tarifeli seferlere dönüştürmek zorunda kaldık. İki ay süren temaslar sonucu anlaşma yapılmış gezi takvimi bültenimizde yayımlanmıştı. İçel Sanat kulübü gezileri iptal edilmez, edilemezdi. Gezinin diğer sorumlusu gibi biz de ekibi ilan edildiği şekilde Belemedik’e getirip götürecektik. Cumartesi günü Mersin garında kişilerin tek – tek bilet almalarını önlemek amacıyla sekreterimiz, bizzat kendisi toptan bilet almak amacıyla cuma günü gişelere gittiğinde; “bir gün evvel bilet satışının yapılamayacağını” öğrendik. Ama o saatte yer olup olamayacağını, hangi tür trenin o sefere konacağını, aktarma olacağımız Yenice’de yer olup olamayacağını ise asla öğrenemedik. Eh ne de olsa “Devlet sırrı”.
Cumartesi, 09.00. rezervasyon yaptıran 29 kişi Mersin garındayız. Trende oturacak yer bulduk. Tren oldukça temiz. Eski model yerli yapım vagonlardan oluşan katarı yine Türk yapımı, TÜLOSAŞ dizel lokomotif sürüklüyor. Yolculuk sırasında görevli bir bayla tanışıyoruz. Tesisler müdür yardımcısı Duran Doğan, yardımcı olacağını ama, aktarılacağımız posta için tam anlayamadığımız birşeyler söylüyor. Vedalaşıp ayrılıyoruz. Yeniceye iner inmez perondaki tersine göç yolcuları dikkatimizi çekiyor. Bir iç geçirip rahatlıyoruz. Bizim bineceğimiz, Diyarbakırdan gelip İstanbul’a gidecek olan 2613 nolu posta treninin şimdilik bir saat rotarlı olduğunu öğreniyoruz. Vakit değerlendirmek için Yenice yakınındaki “Müselles”teki İnönü-Churchill II. dünya savaşı sırasında 1943 yılında Adana mülakatının yapıldığı VAGON-MÜZE’ye gidiyoruz. Rehberimiz istasyonda tanıdığımız Mehmet Garip’le yolda söyleşiyoruz. Mehmet istasyon şefinin oğlu, ama o trenler kadar uçakları seviyor.Gözü yükseklerde, Mehmet pilot olmak istiyor. Eğitimi için moral desteği veriyoruz. Müsellesle geldiğimizde vagonun kilitli olduğunu gördük. Çalıların arasından bize doğru gelen kişinin bekçi olduğunu ama anahtarı olmadığını bize Mehmet aktardı. O arada beliriveren bir başka genç arkadaş, bisikletiyle gidip 2 km ötedeki Belediyeden sorumlu kişinin daha doğrusu anahtarların gelmesini sağladı. Anahtarı yetiştiren belediyeci Korkut Birkan’a kendimizi tanıtmaya çalıştığımızda o, bizleri tanıdığını söyledi.
Aslında İnönü-Churchill Vagon Müzesi bir İçel Sanat Kulübü etkinliğidir.(*1) Derneğimizin kurucu üyelerinden değerli dostumuz Sudi Abaç’ın canlı tanığı olduğu bir tarihi olayı, 1-Tarihsel bir yanlışlığı düzeltmek ve halkımıza önemli bir tarih olayını tanıtmak, bu arada;
a) “Adana Mülakatı” deyimi yanlışlığını düzeltmek,
b) Yenice’nin, Mersin sınırları içinde olduğunu anlatmak,
2- Mersin’e ülkemize bir Tarih Müzesi kazandırmak amacımızdı.
çeşitli kurum ve kuruluşlar ve kişilerle yapılan görüşmelerde, konuyu kamuoyuna duyurduk ve bunu bir proje haline getirerek gerçekleştirmesini sağladık. Ancak işe politika karıştı. Bizler yaşayan bir müze hayal etmiştik. Vagonla birlikte Mersin garındaki bir Buharlı Lokomotifle bir katar oluşturmak istiyorduk. Düşüncemiz, Eski Halk Evi önünde şimdiki Kültür Merkezi Binasının karşısındaki Eski Millet bahçesinin bulunduğu; “çirkin beton otoparkta” Atatürk’ün “Mersinlilier, Mersin’e Sahip Olunuz” dediği yerde bir AÇIK HAVA VE TARİH MÜZESİ oluşturmaktı. Yaşayan, gezilen, denetlenebilen, sevilen bir park içinde vagon-müze olmadı. İşe siyaset bulaşınca, şimdiki betonla çevrili, gezilmesi zor, yaşamayan, bilinmeyen, herkese yük bir labirent kompleksi çıktı ortaya. Vagonu gezerken İsmet Paşa’nın bu trende başardığı tarafsızlık sonucu; bizlere bu barış günlerini sağladığını düşünüyoruz. Bu projede görev alan önemli kişilerden birine, İçel Sanat Kulübü dostu, DDY Müzeleri Müdürü Servet Sanaslan’a bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Müzeyi gezip 1 km’lik tozlu yoldan Yenice istasyonuna geri döndüğümüzde trenimizin vakti gelmişti. Perona giren vagonlardan katarın kısalığını farketmedik. Oysa yedi normal vagonla gelmesi gereken katar, ilavesi bir yana sadece üç vagondu. 246 kişilik yere 450-500 kişi binmişti. Diyarbakır’dan hareket eden 2613 nolu katar zaten fazlasıyla yükünü almıştı. Kapılardan sarkan kirli sakallı gençler binmek isteyenleri, yer olmadığı gerekçesiyle “tepikliyorlardı”. Ellerinde sepetlerle ürününü pazara götürmek isteyen yaşlıca köylüler ağlamaklıydı. Biz bunları ulaştırmazsak çürür bunlar. Bu İçel’de bilinmeyen bir dram.
Biz zevkusefa için bu yollara düştük. Bizim tuzumuz kuru.
Trene binmenin mümkünü yok. Peki ne yapacağız. Lokomotif tarafındaki emniyet vagonu denilen arabaya yöneldik. Demirli pencereden bakan yetkililere o bölüme hiç olmazsa çocuklarımızı almalarını, bayanların posta vagonuna binmelerini rica ettik. Biz de merdivenlerde iki saatlik yolu aşabilirdik. Tüm ısrar ve baskılar fayda vermedi. Antepli personeli ikna edemedik. Son şansımızı denemeye karar verip (yasal olmasa da ) posta vagonunu işgal ettik. Vagonda boş yer çoktu. Hepimiz kendi denginin üzerine oturunca yer sorunu yaşanmadı. Biz öncelikle Mersin Yenice arasında sohbet ettiğimiz Duran beye teşekkür borçluyduk. Kendisi bu “posta katarına” ulaşmış ve bizlerden söz etmişti anlaşılan. Tren personelinin bize gösterdiği tolerans belki bu yüzdendi. Böyle bir eylem aynı gün Adana’da yaşandığında, “işgal”e polis marifetiyle son verilmiş. Bize anlayış gösteren “katar şefi” Reşit Ayhan, aslında zor bir sorumluluk yüklenmişti. Yönetim isterse hakkında bir soruşturma açılabilir. Vagondaki asıl sorumlu ise posta şefi Hüseyin Palabıyık ve yardımcısı Ahmet Balcı ilginç bir öykü anlattılar. 7600 gram teslim edilen bir koli, Afyon gar tesliminde 600 gram kalmış bir keresinde. Koli torbasında ne hikmetse bir oto teybi “sır” olmuş. İstasyonlarda kötü örnek olmamak için sürme vagon kapısını kapatıyoruz. Bülent Akbaş oradan bağırıyor. “Biz yolcu değiliz bagajız.” Bu arada her tüneli çıktığımızda yeni bir tablo ile karşılaşıyoruz. Ya bir gözetleme kulesi, gölet, ören yeri, köprü… Buraları ayrı gezmeliyiz, bu güzergah başlı başına bir tarih. 13 yılda yapılan, aşılan ve bugün antik sayılan bu demir yolu bir gizi barındırıyor. Yüzyılımızın başında Osmanlı İmparatorluğunun, bizim topraklarımıza yardım gibi yapılan bu yol ve çevresindeki yapılardan, savaştan sonra “Almanların burada yerleşeceği” izlenimlerini veriyor. İlginç öyküleri de var bu zorlu yolun. Tünellerin açılması sırasında çekilen zorlukları dile getirmek için çekicin her vuruşunda “bir sarı lira kadar” kaya koparabilmek, demiryolunun geçişi için umut darbesi imiş. Ya bu emek karşılığı harcanan paralar? Almanlar ona da bir çare bulmuşlar! Bugün yöre halkının “Kerhane yıkığı” dedikleri bir virane var. Yatırımcılar işçimize ödedikleri parayı geri alabilmek için genelev kurmuşlar 40 Alman “sermaye”nin çalıştırıldığı sistemde: Cuma günü ödenen haftalıkları, ertesi gün bu yöntemle geri toplamışlar. Belemedik ve çevresinde 100 000 kişilik bir kent planlaması yapılmış.
Belemedik’te doğal güzelliklerin yanında güleryüzlü bir istasyon şefi karşıladı bizi. Kamp yerine eşyalarımızı taşırken bizlere yardım ettiler. Çadırlarımızı kurup öğle yemeği için saatimize baktığımızda vaktin biraz geçtiğini farkettik 16.30 sabahın 07.00’sinde başlayan koşuşturma bu saate kadar sürmüştü. Oysa ilk hesaplarımız, yaparken özel vagonla 12.00’de kamp kuracağımızı hayal etmiştik. Neyse gurbetlikte berbatlık aranmaz hesabı şimdi stresten uzak, doğa ile başbaşayız. Hafif kahvaltıdan sonra Çakıt suyu boyunca Pozantı florası hakkında bilgi sahibi olduk. Döndüğümüz de akşam yemeği hazırlıkları başladı. Bir çınar ağacının dibindeki Karapınar kaynak suyu buz gibi. Çadırlar arası kurulan küçük sofralardan mutlu konuşmalar geliyor. Grubumuzdaki iki Amerikalı misafir genç, hamakları bile getirip kurmuşlar. Yemek sonrası Ayşe Vural’ın özenle taşıdığı esrarengiz torbadan bir kazan yavrusu çıkıp ateşe kondu doğranıp hazırlanan yeşil ekşi elmaların bir kısmı bilinçli kabuklu bırakılmıştı, Dökülen kırmızı şaraba ilave edilen, çubuk tarçın ve karanfil içeceğe katılan son malzemeydi. Odun alevinde yavaşça kaynayan soğuk memleketlerin sıcak içeceği, içindeki alkol neredeyse buharlaşmış, lezzeti tam kıvamına gelmişti. Çömçe ile dileyen önce tadımlık alıyordu artık…Ateşin başında sohbet geç saatlere kadar sürdü, hem ne fıkralar. Dükkanın camında bir yazı varmış: Önümüz arka taraftadır.. Sen çok yaşa genç doktor.
Ertesi sabah muhtarın “yeni” açtırdığı yoldan bu cennetin ortasına otomobilleri ile gelen “Adanalıyık”ların oto teyplerinden yükselen “Tatlıses”lerle uyandık. Kahvaltımızı tahta masalarda yaparken içimiz buruktu. Çadırları toplayıp, denklerimizi denkleştirdik . Ayşe Vural 22 yıllık emektar kamp arkadaşımızı yerli bir kadına bağışladı. O çok “eskimiş” miş. Yüklerimizi istasyona getirip iki saat sonra gelecek “dönüş” treniyle dönüp dönemeyeceğimizi düşünüyoruz. Çünkü yarına kadar başka tren yok… Şimdi bir yürüyüş daha yapalım. Eski Belemedik istasyonu önünden geçip, tünelin yanından vadinin başına gelerek, muhteşem manzaraya bakıyoruz. Buraları bizim mi? Bir saatte çağdaş bir trenle ulaşılabilecek bu cennete tekrar gelme cesaretini nasıl göstereceğiz.
İstasyonda imece usulü bir ikram yaptı arkadaşlar. Nescafe, çay, pasta, bisküvi, ne isterseniz. İşte salkım saçak gelen trenimiz göründü. Yer gene yok. Ama kondüktörümüz Mansur Çekiç posta vagonunun bize açılması için posta şefini ikna etmiş, hatta güvenlik vagonunda bile bir kaç yer ayarlamışlar. Bu vagon bir dar, eski tipmiş. Zorla bir yerlere sıkıştık. Amerikalı genç, yol boyu o şartlarda kitap okuyor. Sorumsuz hareketleri de yok değil hani. Çadır paketine astığı toprak tencerenin dip karası Remziye Hanımın giysi ve kollarında kara izler bıraktı. Yine ikram faslı bu kez börek, dolma köfte var menüde.
Hacıkırı’nda bir davet alıyorum. Güvenlik vagonunda konuk olduğum kompartmanda Gar Müdürü Nedim Erdoğan ve 6. bölge şefi Alirıza Yüksel beyle tanışıyoruz. Meğer bizleri tanıyorlarmış. Dergimiz ellerine geçiyormuş. Erdal Şenel Ağabeyin av arkadaşı imiş. Eh bu maceramızda kendilerini de bulacaklar. Biz DDY personelini seviyoruz.
İçel Sanat Kulübü Aylık Bülteni 40. sayısından alınmıştır.
Abdullah Türkoğlu’nun başka bir Belemedik Gezi yazısı için bu satırı tıklayınız.
Hale Dinç’in başka bir Belemedik Gezi yazısı için bu satırı tıklayınız.