,

POZANTI’DAN ARSLANKÖY’E BIR DOĞA YÜRÜYÜŞÜ – Abdullah TÜRKOĞLU

orman.jpg

İşin içinde, uzun bir doğa yürüyüşü varsa, içimi büyük bir heyecan sarar. Bazen düşünürüm kendi kendime; acaba doğayı gerçekten doğa olduğu İçin mi seviyorum, yoksa beni iş ortamından, bazı kurallardan, şehir hayatından kurtardığı için mi seviyorum, bilemiyorum? Orada ne güzel bir hayat buluyorum. Çek yok, senet yok, TV yok, telefon yok, gazete yok, soru soran yok, hep bir şeyler İsteyen yok, Sadece doğa var, doğallık var.
O hafta da işlerin arasında heyecanlı bir hazırlıktan sonra Ağustos ayının bir Çarşamba günü öğleden sonra arkadaşlarla Pozantı’da buluştuk. Bir kamyonetle Şekerpınarı’nın hemen üstündeki Asmacık Yaylası’na çıkarak çadırlarımızı kurduk. Grubumuz, altı kişi ile yüklerimizi taşıyacak iki katır ve iki sahibinden oluşuyordu.
Gezimizin birinci günü Bolkarlar ‘ın sırtlarından, düzlüklerinden geçtik. Yolumuzun üzerinde rastladığımız ur kekliklerini, kınalı keklikleri seyrettik. Pozantı’ya tepeden baktık. Yolumuzun üzerinde Yörüklere konuk olduk, ayranlarını içtik, çayları ile dinlendik.
Yörükler merak edip soruyor; “Hemşerim avcı mısınız?” “Hayır” cevabını alınca; “Maden mi arıyorsunuz?” Ona da “Hayır” deyince kafası karışıyor. “Öyle ise gömü arıyorsunuz.” Adam haklı neye yorumlasın. Avcı değilsin, maden aramıyorsun, öyle ise tarihi eser arıyorsun. Yoksa bu çıplak dağlarda böyle laf olsun diye gezilir mi?
Gece konaklayacağımız Kızıltepe’ye vardığımızda saat 20.30’du. Tam on İki saat yürümüşüz. Yorgunluktan ölüyoruz. Terli olduğumuz İçin yukarıdan esen rüzgârla üşümeye başladık. Bu sert rüzgâr olduğunda Çukurova o gece sıcaktan bunalıyor demekmiş. Mehtap tam dolunay şekliyle çıktı. Çadırlarımızı kurup İçine girdiğimizde saat 22.00 olmuştu.
Ertesi gün eşyalarımızı katırlara yükleyip yürüyüşe geçtik. Saat on civarında Alişan Çukuruna geldiğimizde grup ikiye ayrıldı. Yorgunluktan tırmanmayı göze alamayan grup katırlarla Maden Köyü’ne inecek oradan Karagöl’e çıkacak. Erkan’la ben de Medetsiz’e tırmanıp dağlardan Karagöl’e İneceğiz.
Erkan’la bir müddet seyrettiğimiz Medetsiz’e orada rastladığımız bir çoban çocuğun tarif ettiği yerden yavaş yavaş çıktık. Yavaş yavaş diyorum, çünkü Medetsiz’e (çıkan bilir) çıkarken son 300-500 m, kolay gibi görünür, sarp ve tehlikesi olmayan bir rampadır, ama adamı da bitirir.
Evet zirvedeyiz. 3585 m. Hafif rüzgâr esiyor. Seyrediyorum etrafı. Kuzeyde sisler İçinde Hasan Dağı, doğuda tepesi karlı Erciyes, daha doğuda Demirkazık ve Aladağlar, güneyde tepelerin arasından Çukurova’nın bembeyaz bulutları.
Öğle yemeği yerken Zirve defterini okuduk. Biz de bir şeyler yazdıktan sonra, defteri poşete sarıp teneke kutuya koyuyoruz. Medetsiz öyle bir yer bulmuş ki kendisine, Bolkar’ın ortası. Çıkışı kolay tehlikesiz ama ona yaklaşmak çok zor. Her yere uzak. Oturmuş oraya, kimseye medet etmeden seyreder İç Anadolu’yu, Aladağlar’ı , Çukurova’yı. Kimileri canını vermiş ona ulaşmak uğruna.
Zirveye doyduktan sonra batıya doğru tahmin üzerine belirlediğimiz patikalardan, sırtlardan geçtik. Tahta Tepe’nin gediğine çıkınca, aşağıda Karagöl göründü. İkindi güneşi de vurunca sanki bir gümüş tepsi, pırıl pırıl parlıyor. Bir İki resim çektik, bir şeyler atıştırdık yükümüz hafiflesin diye.
Çağşaklardan İnerken Erkan söylenince aklıma geliyor. Hani deveye sormuşlar: “İnişi mi seversin, yokuşu mu?” o da “Düzlüğün suyu mu çıktı?” demiş.
Karagöl’e indiğimizde karanlık çökmek üzere idi. Arkadaşlarımız yoktu. Meraklandık, ama nihayet tepeden bir minibüs belirdi. Farları Karagöl’ü aydınlattı. Gelen bizim gruptu. Anlattıklarına göre iki katırcı yürüyüşe dayanamamış. Arkadaşlar da Meydan Köyünde başka katırcılarla anlaşıp bir minibüsle gelmişler.
Ertesi sabah güneş çıkmış, kimi gölde dişini fırçalıyor, ekibimizin rehberi Dr. Sabahattin bir şeyler sabunluyor (her halde bugün çamaşır günü), ben uyku tulumumdaki yırtıkları dikiyorum. Nihayet katırcılar geldi. Çadırları yükledik, Çinili Göl’e uğramadan tepeyi dolandık, Karagedik’e geldik.
İçel Sanat Kulübü Aylık Bülteni Mayıs 1999 -81 Sayısından alınmıştır.

Biyografik Bilgi

scroll to top