İÇİMİZDEN BİRİ RAFET USTA
Niye heykeltraş değil de usta. ” Antik çağlardan bu yana heykel sanatıyla uğraşanlara geneljikle “Usta” sıfatı uygun görülmüş. Nedense biz de heykeltraş gibi bana göre son derece anlamsız bir kelime kullanılıyor. Hem usta sıfatı bana Mut’lular tarafından verildi. Onun için Rafet usta denilmesini istiyorum”
1936 yılında Mersin’de İçel Sanat Kulübünün bulunduğu sokağın az kuzeyinde doğmuş. “ne büyük mutluluk. Abaç hocayla, mahallenin damadı Doğan Akça ile şair Özdemir ince, Teoman Karahun’la beraber ve İçel Sanat Kulübü’yle aynı mahalleli olmak”.
Mersin lisesinden mezun. ” Resim ve heykele hiç kaabiliyetim yoktu. Ancak en büyük şansım veya şansızım bir daha hiçbir yerde rastlamadığım insan ve sanat sevgisiyle dopdolu hocalarımızın oluşuydu” diyor ve devam ediyor ” Başarısız bir İstanbul denemesinde sonra askerlik ve Ankara Universitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinden mezuniyet. Uzun yıllar Karayollarında çalışıyor En büyük kazancım Türkiye’yi tanıma olanaklarına sahip oldum. Müzeleri ören yerlerini defalarca dolaşma imkanı buldum. Anadolu insanının taşı toprağı nasıl yoğurduğunu gördüm onları sevdim. Büyük bir hazla dolaştım oraları” diyor.
” Heykel sanatıyla ilgilenmem Körfez krizinde açtığım parfümeri mağazasının iş yapmamasıyla başladı. Sıcak bir temmuz günü elimde bir keski ile meşe parçasını yontarken Ethem Hocam geldi. Yaptığımı gördü. “sen çocukken de böyle şeyler yapardın niye yumuşak şeyleri denemiyorsun” dedi. Böylece yontmağa başladım. Alçıdan toprağa taşa ağaca herşeyi yontum yoğurdum. Hiçbir şeye bağlı kalmadan. Doğaçlama bir çalışma şekli. Belki de heykelin “Naifi” de” benim “diyor gülerek.
“1992 yılının temmuzunda yani ellibeş yaşlarında başladı sanat maceram. 1992 yılın da Türkyılmaz Sakınç’la bir sergi açtım. Sergi sonun da Ethem Hocamla Mut’a gittim. Kocaman bir duvara röliyef yapılacaktı. Hayatımın en büyük macerasıydı. Koskocaman bir duvar. Babamdan kalma bir çekiç ve törpüden bozma bir keski. Ethem hocamla Mut’un otontik, arkeolojik, folklorik değerlerini konuşuyoruz. Sokaklarını geziyoruz insanlarını tanıyorum Mut’un”
“Onceden bir çizim yapmadan; birikimlerimi ıçımden geldiği gibi duvara yansıtmağa başladım.
Hem de buyuk bir Jurinın önünde. Devamlı bır Jürı Asırlık çınar ağaçlarının altında oturan yüzlerce Mut’lunun önünde çalıyordum. Ethem hocamla zaman zaman tartışıyor konuşuyor birbirimize küsebiliyorduk bile. Mayıs ayında başlayan macera geceli gündüzlü çalışmam sonucu Eylül’ün başım da bitti. Görkemli bir açılış yapıldı.
Mersin’e döndükten sonra herşeyden yapmağa başladım. Karma sergilere katıldım. Kültür Bakanı tarafından “Denizi kim öldürdü” heykel düzenlemesi çok beğenildi. Heykelleştirilmesine karar verildi. Ancak bakanlığın parası olmadığı için yapılamadı. Gülerek ilave ediyor Rafet usta ” Aynı yıl Mersine konfeksiyon işi üçdört heykel dikildi”
“Şimdilerde kafamda bir tek şey var: Çok büyük bir duvara “Mersin” röliyefini işlemek ve Mersin’ in taş ocakların çıkarılmış çok büyük bir taşa kendince Mersin heykelini yapmak. ”
“Heykel sanatı yazı sanatından bile eskidir. Daima devlet ve varlıklı kişilerce korunmuştur. Geniş, mekan, zaman ve güç ister. Benim görüşüm şudur ki Mersinde heykelle uğraşan birkaç sanatçı vardır. Bunlara olanak sağlansın Amele parasına bunlar Mersine ne heykeller kazandırırlar. Mersini en güzel Mersini yaşayanlar anlatır. Portakal kokusuyla deniz kokusunun birbirine karıştığı, harnupun, murtun, dikenli incirin harman olduğu ortamda yaşayan Mersin’i heykelleştirir. Yoksa donuk buz gibi şeyler ortaya çıkar.” diyor Rafet usta.
“0 duvarı veya o taşı buluncaya kadar artık hiçbirşey yontmayacağım. Sadece oralara işleyeceğim şeyleri şimdi çiziyorum.”