,

2 – F – “MERSİN HALKEVİ YAŞIYOR”

Mersin-Eski-Bir-Kartpostal.jpg

MERSİN HALKEVİ / MERSİN KÜLTÜR MERKEZİ – Sayfa 74-75   “Kitabın başına dönmek için bu satırı tıklayınız…

Uzun süre ayrı kaldıktan sonra Mersin’e gelen Özdemir İnce Halkevi’ni ziyaret edip çok mutlu olmuştu. Sevincini Hürriyet Gazetesindeki 1 Temmuz 2001 tarihli köşe yazısında şöyle belirtiyor.

MERSİN HALKEVİ YAŞIYOR
“Doğduğun ve atalarının da kurucuları arasında bulunmasından gurur duyduğun kente, nedeni ne olursa olsun, 44 yıl 6 ay 11 gün sonra gideceksin… Bu, kızgın demirin buzla buluşmasına benzer. Bir anda bir volkan patlar.. Ya da, yıllarca rahat uyumana engel olan, sırtına gömülmüş bir urun yerinden sökülmesi gibidir.
“Kayatepe İlkokulu’ndan arkadaşlarım Özcan Eroğlu ile Avni Taner’e sordum: ‘Gümrük Meydanı nerede?’ Bazı binaları gösterdiler. ‘Azak Han nerede?’ Garaja dönüşebilecek bir enkaz gösterdiler. Sormadım, ama bir yer gösterip, ‘Burası Yoğurt Pazarı!’ dediler. ‘Öyleyse burası da Hastane Caddesi olmalı’ dedim. Avni başını salladı.
“Kevser halamın evini sordum. Özcan’la Avni aralarında konuştular. Beni Mahmudiye Mahallesi’nde Migros’un bulunduğu sokağa götürdüler. ‘İşte burası Büyük Çıkmaz Sokak!’ dediler. Yolu çıkmaz sokak yapan ev yıkılmış, yıkılmadan önce de başkalarına satılmış. ‘T’ şeklindeki çıkmaz sokak tarumar olmuş! Bir teselli: Kapı komşumuz Sadi Yürekli sanki eski mahallemizi beklemekte!
Ertesi gün, güneş doğarken, yüzümü Toroslar’a dönüp yürüdüm. Bir zamanlar Mersin’de yaşadığıma tanıklık edecek bir nirengi noktası, bir yapı bulmak için.
52. Sokak olduğunu tahmin ettiğim bir sokağın başında durdum. Sokak numarası olarak 4815 yazıyordu. Bir delikanlı Mersinli olmayan bir sesle sordu: ‘Ne arıyon dayı?’ Hem ‘ses’ hem de ‘dayı’ sözcüğü yüzünden (Mersinli olsaydı ya ‘Emmi’ ya da ‘Amca’ derdi), ‘Aradığım yeri bilemezsin,’ dedim. ‘Biliriz!’ dedi. ‘Peki, Mebus Hamdi beyin evi neredeydi?’ dedim. ‘Kim bu Mebbus Hamdi,’ diye yanındakine sordu. Karşı kaldırıma geçtim. Delikanlının çalıştığı pastahanenin otuz metre ötesinde, bir yüksek yapının kapısında ‘Hamdi Ongun İşhanı’ yazıyordu.
Doğan Hızlan’ın ‘İsviçre’deki Türkler Atatürk’ü tanımıyormuş’ başlıklı yazısının yayımlandığı gün oldu bunlar.
Kavafis’in şiirini anımsayarak, ‘Barbarlar gelmiş,’ dedim içimden.
Her kentin dokunulmaz özel ve kamu mülkleri vardır. Bu ‘dokunulmaz’lar o kentin tarihi, kimliğidir. 1842 yılında, Adana vilayeti Gökçeli bucağına bağlı bir köy, 1852’de Tarsus ilçesine bağlı bir bucak olan Mersin için bu ‘dokunulmaz’ların değeri çok daha fazladır, ‘fazla’ olmalıydı. Ama 150 yaşındaki Mersin’in ‘dokunulmaz’larına çok fena dokunmuşlar. Çekirdek kent, ‘Ana kraliçe’ birkaç ev dışında neredeyse yok olmuş…
‘Eşşekten düşmüş’ halime acıyan lise arkadaşım ressam Doğan Akça, ‘Dur seni Devlet Opera ve Balesi’ne götüreyim,’ dedi. Gönülsüzce ‘Nerede?’ diye sordum. ‘Halkevi’nde’ dedi. Sadece Mersin’in değil Türkiye’nin anıt yapılarından Mersin Halkevi ‘Efsane Vali’ Tevfik Sırrı Gür döneminde yaptırılmıştı. 1946 yılında, açılışına götürdüklerinde ilkokul öğrencisiydim.
Ankara Operası’ndan sonra Türkiye’nin ikinci hareketli sahnesi Halkevi’nin sahnesiydi. Bu sahnede oyunlar, opera ve operetler seyretmiştim 10-15 yaşlarımda. Sinema perdesinde dönemin en iyi filmlerini görmüştüm.
Kütüphanesine, yazları, yalnayak girip dergiler, kitaplar okumuştum. Klasikler… Dostoyevski, Tolstoy, Balzac, Stendhal ve niceleri.
Spor salonunda basketbol oynamış, Mersin Lisesi-Tarsus Amerikan Koleji basketbol maçlarında takımımı alkışlamıştım.
Spor salonunun bulunduğu yerdeki çalışma salonunda ‘Corps de ballet’ (bale takımı) temmuz ayında çıkacağı İtalya turnesine hazırlanıyordu.
Bir zamanlar alkış ve yuhh seslerinin inlediği salonda piyano sesi çınlıyor, balet ve balerinalar zarif hareketler yapıyordu. Bir soru: Neden Ankara, İstanbul baleleri değil de Mersin balesi davet edildi acaba? Bu Opera ve Bale’nin gurur verici çalışmaları Torosları aşıp medyanın neden ilgi odağı olamıyor?
Kütüphane konser salonuna dönüşmüş. Gündüzleri opera sanatçıları prova yapıyor, saat 17’den sonra 8 polifonik halk korosu burada çalışıyor. Oda müziği konserlerinin yapıldığı ‘Şeref Salonu’nu da gördüm.
Türkiye, her şeye karşın, bir mucizeler ülkesidir. 1952’den sonra ölüme terkedilen Halkevi’ne, Efsane vali Tevfik Sırrı Gür’ün önderliğinde bu anıt yapıyı para toplayarak yaptıran kent halkı yeniden sahip çıkmış ve dünya çapında bir kültür merkezine dönüştürmüş.
Bu dönüşüme, Mersin’in Milli Mücadele kahramanlarından Fikri Mutlu ile ilkokul öğretmenim Feride hanımın torunu eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın da katkısı olmuş.

BİR ÖNERİ
Tevfik Sırrı Gür’ün Onur Defteri’ne yazdığı Halkevinin yapılış öyküsü Devlet Opera ve Balesi’nin holüne asılsa ne iyi olur…Halkevi’ni yaptıran Mersinlilerin torunları Mersinli olma bilincini anımsar, ‘Taze Mersinliler’ de bunun ne anlama geldiğini öğrenirler.”

MERSİNLİ M. KEMAL GÜLENLER

Mersin Kültür Merkezi açıldığında, gençliğindeki Halkevi binasını anımsar:
“Aşığı ve fanatiği olmakla övündüğüm Mersin’in 65 yıl (şimdi +14=79) öncesini hatırlayan bir kişi olarak, Halkevi’nin olduğu yer çocukluğumda Atatürk Anıtının bulunduğu kısma kadar, üzerinde gölge yapan tek tük ağacın dışında, yerel deyimle murt adı verilen, yemyeşil bitki kümeleri vardı. Anıtın olduğu yerde ise en az bir metre yüksekliğindeki bir setle (duvarla) meydanı ayırıyordu.
Delikanlılığımda ise; Park halini almıştı bu alan. Çakıl döşenmişti, irili ufaklı, yürüdükçe şakur şukur sesler çıkıyor, yürümekte insanı yoruyordu.
Askerden döndüğümde ise Halkevi binası bitmek üzereydi. Mersin aşığı büyük vali rahmetli Tevfik Sırrı Gür, Mersinliler’e büyük şevk vererek ve katkılarını sağlayarak, Halkevi ve diğer yapıtları bitirmeye çalışıyordu.
Her türlü çalışmaya elveren bu muhteşem binanın etrafı da olduğu gibi Mersin Belediyesine aitti. Bina kullanıma açıldıktan sonra bile, şimdi bahçe olarak kullanılmak üzere etrafı duvarla çevrilip kapatılan kısım, birkaç yıl belediyenin, elektrik ve su tahsilat şubeleri ve de Semt Pazarı olarak kullanılmıştı.
Halkevi’nin etrafındaki geniş arazinin, bahçe olarak kullanılması düşünülmüş, fakat tahsis pek yerini bulmamış. Otopark olarak kullanılıyor. O kadar masraf yapıldı bu bahçeye, kesme taş döşendi çok yerlerine, çiçek tarhları yapıldı duvar kenarlarına. Kameriye, kübik havuz, fıskiye yapıldı orta yerlerine … heyhat!.. Gördüğümüz otopark var”.

YİNE BİR MERSİNLİ YAZAR
”Çocukluğumun geçtiği Mersin’de 1950’lerin Halkevleri’ni çok iyi anımsıyorum, diyen Türker Alkan o günleri şöyle anlatır:
1932’de kurulan halkevleri (ve halkodaları) DP tarafından 1952’de kapatılmış olsa da, pek çok kültürel etkinliğini sürdürmüştür.
1950’lerde Mersin’in en görkemli binası Halkevi idi. Kentteki iki kapalı sinemadan birisi ve büyük olanı Halkevi Sineması’ydı. Bu sinema salonu aynı zamanda kentin tek tiyatro salonuydu. Sık sık oyunlar sahnelenir, konserler verilirdi. İki kütüphanesi vardı: Biri çocuklar, diğeri yetişkinler için. Ben ve benim gibi binlerce genç kitapla orada tanıştık. Kütüphanenin serin sessizliğinde Türk ve dünya klasikleriyle arkadaş olduk. Nâzım’ı da orada okudum, Saidi Nursi’yi de. O kütüphane olmasaydı pek çoğumuz için yaşam farklı bir anlam kazanacaktı.”
(Halkevi Kütüphanesi sadece kitap değil, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından itibaren ülkede çıkan tüm dergi, gazete gibi yayınların tamamını temin ediyor, böylelikle kitaplarla birlikte eşsiz, zengin bir koleksiyona sahip oluyordu.)
Bunların yanında, Halkevi’nin güzel bir kapalı spor salonu vardı. Aletli jimnastik olanakları halka açıktı. Müzik ve folklor kurslarından, genç, ihtiyar, kadın, erkek demeden herkes yararlanırdı..…………….Kitabın devamı için bu satırı tıklayınız……………………..

Biyografik Bilgi

scroll to top