KORİKOS – TARSUS ARASI
ANTİK LİMAN KENTLERİ
CORYCOS / KORİKOS/ CORYCUS Kızkalesi (Kat. No. 2290)
Korikos, Mersin’in 67 km batısında, Erdemli ilçesi sınırları içinde yer alan antik bir kenttir. Koordinatları: 36° 27´ 48″ Kuzey, 34° 8´ 56″ Doğu…Korikos adının geçmişte Görgüs / Görges / Korgus olarak da kullanıldığı görülür. 1526 yılında Akdeniz’i tarayan Piri Reis, Mersin çevresinden şu bilgileri aktarır:
“…Görges harap bir kaledir. Bu kalenin önünde bir limanı vardır. Bu limanın iki tarafında da harap binalar bulunmaktadır. O limana karşı bir de küçük ada vardır. Bu küçük adacığın üzerinde de harap kale bulunur. Eğer Görges Limanı’na gelmek istenilirse; o küçük adayı sol tarafa alıp, bu ada ile kalenin arasına demir atsınlar. Palamarı da küçük adaya bağlasınlar. Demiri poyraz yönünde on kulaç suya atıp, öyle yatsınlar.
Eğer o küçük adanın boğazından geçerlerse, buranın derinliği on yedi karış sudur. Görges Kalesi’nin nişanı ise, kalenin üzerinde bulunan yüksek dağdır. Görges’den Silifke Kalesi on iki mildir.” [Kitab-ı Bahriye cilt 4.s.1581]
1811-12 yıllarında Kilikya kıyılarına gelmiş olan Beaufort da şöyle yazar: “Bundan sonra Korgos kaleleri denilen, iki yıkık ve terk edilmiş kaleye geldik: ana kara üzerinde duranı eski kentin örenleriyle bağlantılıydı: diğeri ise kıyıya yakın küçük bir adanın tümünü kaplıyordu. … Strabon buraları, ‘Seleukia’ya doğru uzanan ve içinde basamaklar oyulmuş olan Poikile adında bir kayalık’ diye tanımlar.” [Karamanya, s. 242]
Korikos’un Helenistik Çağ’dan önceki tarihi bilinmemektedir. MÖ II. Yüzyıldan itibaren Polis Korikos olarak bilinen ve para basma yetkisi olan kent önce Seleukosların yönetimindedir, sonra Romalılara geçer. Onun ardından bir süre Kilikya korsanlarının neden olduğu huzursuz bir dönem yaşar ve tekrar Roma yönetimine girer.
Langlois (1829 – 1869) , “Eski Kilikya” adıyla Türkçe’ye çevrilmiş olan eserinde Korikos için şunları yazar: “Korikos; bu İsim Yunanca olup Yunanistan’dan gelen koloniler tarafından tesis edilmiştir. … Korikos, Zağferan (safran) demektir. Bu havalide en güzel zağferan yetişmektedir. Romalıların istilâsından evvel, Korikos o derece mühim değildi. Koloni olunca, müstakil idi ve kendi namına sikke (Para) kesilmişti.
… Romalılar, Kilikya’yı bir eyalet yapınca Korikos şehri ehemmiyet kazandı. Çiçeron buranın valisi olmuştu. Sonra Korikos (Solöysi)nin iskelesi oldu. Bizanslı Etyen’in (Etien) yaşadığı devirde bu şehir en mühim iskelelerden biri imiş.”[Eski Kilikya s.22]
Burada bahsedilen Safran, Korikos’un 5 km güney batısındaki Korikos mağaralarında (Cennet – Cehennem obrukları) yetişmekteydi.
Korikos’a ait sikkelerde, başında kent surlarını tasvir eden bir taç taşıyan surlarını gösteriyor olmalıdır. O dönemdeki surlardan günümüzde bir kalıntı görülmemektedir. Sonraki kent suru ise MS IV. Yüzyılın sonlarında yapılmıştır ve nekropol alanını da içine almaktadır.
“Polis” statüsündeki Korikos doğu komşusu Sebaste kenti ile rekabet sonucunda MS III. Yüzyılda “kome” statüsüne indirilir. 260 yılında bu iki kent Sasani Kralı Şapur tarafından fethedilip yıkılır. Sonra tekrar Romalılara geçer ve 395 yılında Roma İmparatorluğu bölününce Korikos Bizans’a bırakılır. IV. Yüzyılın sonlarında Hıristiyanlık devlet dini olarak kabul edildikten sonra Korikos yeniden üstünlük kazanır, ticarette atılım yapar, zenginleşir. Bu durum, doğusundaki Korasion kentinin yeniden inşa edilmesinde ve Lamos nehrinden su temin etmek için Korikos ve Sebaste’ye su kemerleri ve Korikos’ta çok sayıda dinsel yapının inşasında görülür.
V. Yüzyılda Hierokles tarafından anılan Kilikya I (Metropolis Tarsos) kentleri arasında Korikos da vardır. Bizanslı Stefanos Korikos’u Seleukeia bölgesinin en önemli kenti olarak tanımlar. Kent, XII. Yüzyılda Küçük Ermeni Krallığı’nın yönetimine girer. 1361 yılında Karamanlılar tarafından kuşatıldığında Kıbrıs Kralı Peter’in yardımıyla kuşatmadan kurtulur. Kral Peter, Tripolis ve Tortosa’dan yağmalanmış demir kapıları getirtip Kara Kalesi’ne taktırır. O kuşatma vesilesiyle bir kiliseden, gümrük binasının olduğu sütunlu caddeden ve bir mucize ikonundan bahsedilir. Birkaç kez daha kuşatılan kent 1448 yılında Karamanlılar, 1482 yılında da Osmanlılar tarafından alınır.
Korikos Kara Kalesi Ermeni Krallığı döneminde, 1099 yılında yapılmıştır. Kale daha sonra değişikliklere uğradığından bugünkü haline XIII. Yüzyılın ortalarında gelmiştir. Aynı merkezli iki sıra surdan oluşur. Dış sur daha geç inşa edilmiş olmalıdır. Kalenin girişi kuzeydedir. Surların üzerinde sekiz tane üçgen, dörtgen ve yuvarlak biçimde burçlar; batıdaki surda da bir galeri ve oradan denize açılan bir kapı vardır. Kalenin ortasında, içinde bir şapel kalıntısı bulunan bir kompleks ortaya çıkarılmıştır. Kalenin avlusunda da bir şapel, sarnıçlar ve işlikler vardır. Kalede ayrıca yazıtlar bulunmaktadır. İç surların avlusunda üç kilise, sarnıçlar ve kare görünümlü bir yapı; kalenin doğusunda kayanın kesilmesiyle oluşturulmuş bir hendek, küçük kesme taşlarla yapılmış geniş bir mezar vardır. Yine burada bulunan bir kapının üzerinde haç kabartması, sarnıçlar ve kare planlı bir yapı; malzeme olarak küçük kesme taşın kullanıldığı geniş bir mezar ve ana kaya kesilerek oluşturulmuş büyük bir hendek vardır.
Korikos, artık dolmuş olan doğal limanı kuzeydoğudan güneybatıya sınırlayan alçak kayalık burnun üzerinde kurulmuş olmalıdır. Kentin nekropolleri Geç Helenistik Çağ’dan itibaren limanın kuzey yamacında kurulmuştur. Orta Roma Dönemi’nde ise kent doğuya doğru genişleyince konutlar nekropolün içine doğru yayılır.
Nekropolde, Roma Dönemi’nden kalma kaya mezarları ile sabit lahitler ve Erken Bizans Dönemi’nden kalma sade lahitler çoğunluktadır. Taşla örülmüş mezarlarının azlığı bunların taşlarının kale yapımında kullanıldığını düşündürür. Ören yerindeki alana yayılmış 14 adet kilise bölgedeki mimari üsluplardan etkilenmiş olmalarının yanı sıra kendilerine özgü yerel bir karakter taşımaktadır. Batıda, liman girişinden önce “cardo maximus” ( = kuzey – güney yönünde uzanan cadde) eksenine işaret eden bir kemer vardır.
Tatlı su kaynakları: Antik Çağ’da Lamos Nehri’nden Korikos’un Adası’na kadar akvudüklerle su ileten mükemmel bir sistemin izleri görülür. Araştırmacılar yörede içme suyu sağlayan pek çok yapı saptamıştır.
Korikos’ta Kızkalesi olarak bilinen Deniz Kalesi kıyıya yerine göre ortalama 600 m uzaklıktaki küçük bir adanın üzerinde yer alır. Burada bulunan bir yazıttan kalenin 1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılır. Kara ve deniz kaleleri denizin altında, hâlâ izi görülebilen bir setle birbirine bağlanmıştır. Fransız Yazar André Thevet (1516 – 1590) tarafından verilmiş olan aşağıdaki çizimde ada üzerinde bazı yapılar işaretlenmiş: Kale (yukarıda ortada) Liman (yukarıda solda), S. Nicola Harabesi (sağda), Harabe (solda), Kaya (sağ altta). Anakara solda: Kilise…V. ve VI. Yüzyıllardan kalma 500’den fazla yazıttan Korikos’ta ve komşusu Korasion’da çok sayıda mesleğin icra edildiği öğrenilmektedir. Bunların arasında Şarap ve Zeytinyağı tüccarları, tekstil ve giyim atölyeleri, boyahaneler sayılabilir. Limanı da çok önemli olduğundan yazıtlarda armatör, liman işçisi, tayfa, yelken tamircisi gibi meslekler de sayılmaktadır. Ayrıca, yelken yapımında kullanılan keteni satan liman çalışanlarının oluşturduğu bir birlikten bahsedilmektedir.
ADAMKAYALAR
Korikos kent surlarının 10 km kuzeyinde yer alan ve yönetici sınıfın kayalara oyulmuş anıt mezarları niteliğindeki “Adamkayalar”da ise dönemin günlük yaşantısına ışık tutan 11 adet rölyef vardır. Bunlar Korikos’u benzer nitelikli diğer antik kentlerden ayıran en önemli unsurlardır.
ELAEUSA / ELAİUSSA / SEBASTE
Ayaş (Kat. No. 2291)
Elaiussa / Sebaste antik kenti Mersin’in 55 km batısında (bugünkü Ayaş) yer almaktadır. Antik Korikos kentine 5 km uzaklıktadır. Koordinatları: 36° 29´ 8″ Kuzey, 34° 10´ 27″ Doğu.
Kent Dağlık Kilikya’da, Toroslar dibindeki dar kıyıyı izleyen doğal yol geçidi üzerinde; Silifke ile Erdemli arasında orta yerde, önceleri karanın karşısındaki bir adacık üzerinde kurulmuş bir İlk Çağ kentidir. Orak şeklindeki kayalık ada 9 hektar büyüklüğündedir ve denizden yüksekliği 28 m’dir…Bazı kaynaklar kentin isminin yörede bol miktarda yetişen zeytin bitkisinin Yunanca adından (eleia) kaynaklandığını bildirmekteler. Langlois’nın “Eski Kilikya” adlı kitabında, “Eloza – Zeytunluk toprağı demektir.”diye yazıyor. Bilge Umar’a göre ise buradaki “Ela” (geçit) öğesi, Torosların dibini izleyen dar doğal yolu kastediyor olmalıdır. [B. Umar TTA s. 237] Sikkelerden anlaşıldığı üzere, MÖ II. veya I. Yüzyılda kurulmuş olan kent önce Korikos bölgesine dâhil bir tapınaktan oluşmuştur. Strabon, Elaiussa – Sebaste’den şöyle bahseder: “Korykos’tan sonra, karaya yakın bir ada olan Elaiussa’ya gelinir. Vaktiyle Amyntas’ın ve daha önceleri Kleopatra’nın yaptığı gibi, Seleukeia dışında bütün Kilikia Trakheia’yı devir aldığında, Kapadokya Kralı Arkhelaios ikametgâh olarak buraya yerleşti. Çoktan beri bölge doğal olarak kara ve deniz bakımından korsanlığa çok uygundu. Bu, karada dağların yüksek oluşu ve üzerlerinde geniş yaylalara ve meralara sahip olan kabilelerin oturuşundan, gemi yapımında kullanılan kerestenin varlığından ve aynı zamanda limanların, kalelerin ve gizli yerlerin oluşundandır. Bütün bunları göz önüne alarak söylüyorum, Romalılar burada adaleti uygulamak için, her zaman yerinde bulunmayan ve beraberinde silahlı kuvvetler bulundurmak zorunda olan Romalı valiler yerine, bölgenin krallar tarafından yönetilmesinin daha iyi olacağını düşündüler.” [Geographika, XIV, 5, 6.]
MÖ 20’de Kilikya’nın önemli bir bölümü Roma İmparatoru Augustus tarafından Kapadokya Kralı I. Archelaos’a bağışlanır. Kral Archelaos da MÖ 12 yılında Elaiussa adasına yerleşir ve İmparator’a teşekkür olarak kente Sebaste adını verir (Augustus isminin dişi hali olan Augusta’nın Yunanca karşılığı Sebaste idi). Bu yeni kent bir süre için Polis Korikos’un önüne geçer.
“Bu kent elbette Ptolemaios’un Sebasteia (Ayaş) dediği yerdir. Strabon, Elaioussa Adası üzerine bir kent ile Archelaos’un sarayını yerleştirir. Onun kıyıya yakın olduğunu özellikle belirtir.”[Beaufort, Karamanya s. 250]
Archelaos’un MS 17 yılında ölümünün ardından, önce oğlu II. Archelaos kral olur; MS 38’de de kent Kommagene Kralı IV. Antiochus ve karısı İotape’nin mülkiyetine geçer. MS 74’te krallığın sona ermesiyle, Kilikya Roma eyaleti olunca Sebaste’de Roma kenti olur.
Anadolu’yu Suriye’ye bağlayan sahil yolu üzerindeki konumu ve bölgenin zengin doğal kaynakları (Toroslardaki ormanlar, zeytin ve üzüm üretimi) nedeniyle Elaiussa – Sebaste Roma ve Erken Hıristiyanlık dönemlerinde çok gelişir, önemli bir ticaret limanı olur. İmparator Pius Antoninus döneminde (MS 138 – 161) kent, kara üzerinde genişlemeye başlar ve nekropol alanına doğru yayılır. Aynı yüzyılda da Metropolis derecesine yükselir.
260 yılında Sasanilerin saldırısına uğrayıp yıkılan kent 479 yılında Korikos ile birlikte İsauralıların eline geçer. V. Yüzyılda Korikos piskoposluk merkezidir ve Sebaste de Hierokles tarafından Kilikya I kentleri arasında sayılır. Elaiussa, batısındaki Korikos ve kuzeyindeki Kanytellis ile hep organik bağlantılar içinde olmuştur.
Kentte biri kuzeyde, diğeri güneyde olmak üzere iki doğal limanı vardır. Antik Çağ’da, Korikos yönünden gelindiğinde uzun bir yarımadanın limanı korumakta olduğu görülürdü. MS VI. Yüzyılda ise, coğrafyada “tombolo” denilen olayla ada, kara ile birleşince yarımada daha da uzamış bir görünüme sahip olmuştur. (Eskiden denizin ayırdığı boğaz, günümüzde karayolunun geçtiği çizgidir.)
Limanının kumla dolması ile Elaiussa – Sebaste önemini yitirmeye başlamış, VII. Yüzyıldaki Arap akınlarından sonra da boşalıp hemen hemen terk edilmiş bir görünüm almıştır. Daha sonra XI. Yüzyıla ait bir belgede adı geçer. Orta Çağ portulanları ve deniz haritalarında İanuszo, Lanuzo, Lavuzo, Zanuto, Porto İamiso, Lamiso gibi yeni adlarıyla anılır. 1300 yılındaki Pisa deniz haritasında ve Grek portulanlarında Curcho vechio olarak da adına rastlanır.
Yoğun kum fırtınalarının aşındırmasına karşın adada kıyıya dayanan, konut ve resmi binalardan oluşan yoğun bir yapılaşmaya ait izler vardır. Kuzeybatı ve Güneydoğu uçlarında olasılıkla Geç Helenistik Dönem’den kalma, sonra da Roma Dönemi’nde eklenmiş sur kalıntıları bulunmaktadır. Ada üzerinde Roma hamamı, bir palaestra (spor salonu), üç adet Erken Bizans Dönemi’ne ait bazilika bulunmaktadır. Nekropoller ise Geç Helenistik Çağ’dan itibaren karanın doğu yamacındadır. Kent Roma Dönemi’nde karada nekropollere doğru yayıldığı için binalar, mezarlarla iç içe geçmiş görünümdedirler.
Bir zamanlar yarımada olan, sonra doğal koyu dolan yerleşimin dışında, güneyindeki dağlık tepenin üzerinde çevreye hâkim bir konumda, I. Yüzyıla tarihlenen bir Roma Dönemi tapınağı göze çarpar. Tapınağın hangi tanrıya adandığı bilinmemektedir. MS VI. Yüzyılda kiliseye dönüştürülen tapınağın VII. Yüzyıldaki depremde kentin diğer yapılarıyla birlikte büyük zarar gördüğü düşünülmektedir.
Kalıntıların yoğun olduğu yerde, yarımadanın kuzey yönünde bir tiyatro yer almaktadır. Ancak aşırı tahribata uğrayan binanın mimari süsleri ve basamakları kaybolmuş, 23 oturma sırası saptanmıştır. Bu haliyle oldukça küçük bir konumda ise de, kemerlerle desteklenen alt yapısıyla türünün örneği olarak görülmektedir. MS II. Yüzyıla tarihlenen tiyatronun XIX. Yüzyıla kadar 16 sütunu görülmekte idi.
Elaiussa’da arkeolojik kazılar 1995 yılında Roma Sapienze Üniversitesi’nden Prof. Dr. Eugenia Equini Schneider başkanlığındaki bir ekip tarafından başlatılmıştır ve günümüzde de devam etmektedir. Kazılarda, birçok mimari yapının yanı sıra çok sayıda da cam ve seramik parçalar, amforalar, pişmiş toprak heykelcikler, savaş malzemesi vb. eşya ortaya çıkarılmıştır.
Bu buluntulardan, kentin MS V. – VI. Yüzyıllarda refah içinde olduğu anlaşılmaktadır. 2003 yılında da güney liman yerleşimindeki kazılarda amphora fırınları ortaya çıkarılmıştır. Bu da Elaiussa’nın, yağ ve şarap üretimiyle bağlantılı olarak, aynı zamanda bir seramik üretim yeri olduğunu göstermektedir.
Son dönem kazılarında MS II. Yüzyıla ait ısıtma sistemli bir küçük hamam ortaya çıkarılmıştır. Hamamın girişinde inşa ettiren iki kişinin isimlerini ve yıkanmaya gelenlere sağlık dileklerini içeren bir yazıt olduğu bildirilmektedir. Ayrıca Elaiussa’dan Korikos’a uzanan 2000 yıl önce yapılmış Roma yolunun temizlenmesi çalışmaları da sürdürülmektedir. Ada üzerindeki kalıntılar arasında, Antik Çağ’da, Kapadokya Kralı Archelaos’un sarayının olduğu, Strabon’un yazılarından bilinmektedir. Bugün o sarayın kalıntıları üzerinde Erken Hıristiyanlık Dönemi’nde bir kilise yapılmış olması düşünülebilir. Kalıntılardan, kilisenin farklı bir mimari tekniğe ait duvar izlerini görmek mümkündür. Adanın kumlarının örttüğü bir dizi sütun burada eskiden sütunlu bir cadde olduğunu düşündürmektedir. Elaiussa- Sebaste, çoğu Kilikya kentleri gibi mezar yapıları bakımından çok zengindir. Ev ya da tapınak biçiminde aile mezarları, basit lahitler, kaideli lahitler, kayalara oyulmuş niş biçimli ya da lahit biçimli mezarlardır. Çoğunluğu MS II. Yüzyıla tarihlenen anıt mezardan sekizi Korint düzeninde yapılmıştır.
Tatlı su kaynakları: Korikos gibi Sebaste’nin de suyu Lamos nehrinden sağlanmaktaydı. Bunun için yapılmış su kemerlerinin izleri günümüzde de görülmektedir. Hatta bir akvadük kolu adaya kadar uzanmaktaydı. Bu su kemerleri I. / II. Yüzyıllarda yapılmış, VI. Yüzyıla kadar da zaman zaman yenilenerek kullanılmıştır.
ANTİK ADI BİLİNMİYOR
Akkale – Roma Limanı Tırtar (Kat. No. 2292)
Akkale, Erdemli’ye 14 km, Mersin’e 51 km uzaklıktadır. Akdeniz kıyısına olan uzaklığı yaklaşık 250 m’dir. Kumkuyu’nun eski adı olan Tırtar, Akkale olarak da bilinir. Koordinatları: 36° 32′ 23” Kuzey, 34°14’3” Doğu.
Denize doğru hafif eğimli olan küçük koy kısmen alüvyonla dolmuş durumda. 3 km kuzeydoğusunda olan Lamos nehri, Dağlık Kilikya ile Ovalık Kilikya arasındaki sınırı oluşturur. Bir liman idaresi kompleksi olan bu antik kentin adı bilinmiyor. Mimari açıdan Erken Bizans Dönemi’ne, en geç V. Yüzyıla ait olabilir.
Akkale deki haç planlı yapı, sanat tarihi açısından önemli sayılır. Özelliği, duvarlardan kubbeye geçişte üçgen taş örgüdür (pandantif) ve ilk kez bu yapıda görülmüştür.
1811 – 12 yıllarında yaptığı Kilikya gezisinde Beaufort buradan bir saray diye söz eder. Sebaste’den sonra dört mil kadar doğuya gidildiğinde, harap bir kale veya bir saraya gelindiğini ve buranın kemerleri, balkonları, döner merdiveninin olduğunu yazar.
XIX. yüzyılda bölgeye gelen çok sayıda Avrupalı gezgin Akkale’deki kalıntılardan bahsederler ve ana bina ile ilgili tahminlerde bulunurlar. Çoğunda, kalıntının bir saray olabileceği kanısı ağır basmaktadır. Akkale XX. Yüzyılda da dikkat çeker; bazı gezginler onunla ilgili makaleler yazar, fotoğraflar yayımlarlar. 1998 yılından itibaren de Arkeolog Mehmet İ. Tunay başkanlığındaki bir ekip tarafından Akkale’de yapılan yüzey araştırmaları sonuçları da binanın bir saraya işaret ettiğini göstermektedir. Hatta bu sarayın Kral Archelaos’un Elaiussa adasında yaptırdığı sanılan saray olabilecği düşünülmektedir. Çünkü Elaiussa – Sebaste’deki kalıntılar arasında bir sarayı çağrıştıracak buluntulara rastlanmamıştır ve Akkale’nin bulunduğu yer de Ayaş’a sadece 8 km uzaklıktadır.
Çok sayıda haçın ve başka Bizans Dönemi izlerinin varlığını ise Semavi Eyice burasının daha genişletilip sonra da kullanılmasıyla açıklamaktadır. Öte yandan Hild-Hellenkemper binadaki bir yazıtta burasının İllis adlı biri tarafından yaptırılmış olabileceğini söylerler. Aynı isim, Korikos – Sebaste su kemerlerinin yeniden yapılmasında da geçmektedir. Ancak buna dair bir iz bulunmamaktadır. (Burada adı geçen kişi Bizanslı General İllus olabilir.)
Ana Bina 55 x 65 m oturma alanı olan çok katlı bir binadır. Doğuda ve batıda olmak üzere iki kanattan oluşur. Giriş katında bir zamanlar kubbeli salonlar ve kanatlarda da beşik kemer tavanlı odalar vardır. Denize bakan güney tarafında kemerli bir cephe, doğu kanatın kuzeyinde de sarmal (spiral) biçiminde merdivenler bulunmaktaydı.
Batı kanadı çok yıkılmış, kanatların arasındaki güney cephesi ise iyi durumda. Yaşam alanlarının olduğu üst kat ise tamamen yıkılmış. Alt kat depo olarak kullanılmış olmalı. Binanın çevresindeki mermerler binayı sınırlayan bir balkonun varlığını gösteriyor. Çift cidarlı duvarlar küçük taşlarla örülü tipik Geç Roma – Erken Bizans Dönemlerine işaret ediyor.Sarnıcın güneybatı köşesinde tamamen yıkılmış bir kompleks, hamam olarak tanımlanmaktadır.
Tatlı su kaynakları: Korikos ve Sebaste akvadüklerinden alınan bir hat ile Akkale’deki komplekse de su getirilmiştir. İlk yapıldığı günkü kadar sağlam görünen, üstü örtülü mükemmel bir su sarnıcı ile sarnıcın batısında, dar bir yol kenarında bir de “çeşme” vardır.
Haç planlı binanın doğusunda yamaçtan biraz aşağıya doğru, güneybatıdan kuzeydoğuya uzanmış, dış ölçüleri 33 x 20 m olan Akkale sarnıcı görülür. İç ölçüleri: 30 x 15 x 10 metre. Sarnıcın bir kısmı kayaya gömülmüş, büyük bölümü ise çok iyi taşlarla örülmüş, içi beşik tonozlarla üçe bölünüp su geçirmeyen malzeme ile sıvanmıştır. Dışında payandalar vardır. Bir merdivenle üstüne çıkılır ve merdivenin ulaştığı yerdeki bir delikten içine doğru bir merdivenle inilir. Kilikya’nın bu en büyük sarnıcının gemilere su satmak için kullanıldığı düşünülmektedir.
LAMOS
Limonlu’daki Roma Kalesi (Kat. No. 2293)
Bugünkü Limonlu yerleşiminin batısında bulunan kale, kuzeyinden geçen Lamas Irmağı’na 120 m, Mersin karayoluna 262 m, denize ise 325 m uzaklıktadır. Silifke – Mersin arasında yer alan kalenin Mersin’e uzaklığı 37 km, Silifke’ye uzaklığı 22,5 km’dir.
Koordinatları: 36° 33′ Kuzey, 34° 14′ Doğu.
Lamas Çayı (bugünkü Limonlu) Toroslar’dan çıkar ve derin bir vadiden geçerek Akdeniz’e dökülür. Taşlık Kilikya’nın antik doğu sınırı IX. ve X. Yüzyıllarda Arapların elindeki bölge ile Thema Seleukeia arasındaki sınır olarak kabul edilirdi. Kıyıdaki Lamos Limanı’nda da Bizans ve Araplar arasında esir değişimleri yapılırdı. Bizanslılar ya gemilerle gelirlerdi ya da Lamos üzerindeki bir köprüde Araplarla buluşurlardı. İlk değişim 797 yılına tarihlenir. Bunun ardından en az 13 kez bu değiş tokuşun yapıldığı yazılı kaynaklarda belirtilmiştir.
“Lamas denize yakın düz bir yerde bugün küçük bir köydür. Eski devirde Lamas’ın (Lamotis) merkezi idi. Ve Septiemsever’den (=Septimus Severus dönemi, MÖ 211 – 145) Karakılla ( = Caracalla Dönemi, 198 – 247) zamanına kadar bu şehrin halkı vardı. Bugün, harabeleri görünmüyorsa da paralarından anlıyoruz ki, burada bir Jüpiter mabedi vardı. Bugün henüz sağlam olan harabesi su bendidir. Orta Çağ’da burada o havaliye hâkim bir şato vardı. Bu şatonun duvar harabeleri görülmektedir.” [Langlois, Eski Kilikya]
Lamas nehrinin ağzının batı kıyısında kısmen yamaçta kurulmuş olan bir Roma – Erken Bizans köyünden tek tük ev kalıntıları mevcuttur. Yerleşime ait taş malzemenin bir kısmı Orta ve Geç Orta Çağ’da biraz yukarıdaki kireçtaşı platoda inşa edilen kalede kullanılmıştır. Bir kısmı hâlâ mevcut olan surların yapım periyodları farklıdır.
“Bu büyük nehir iki gözeli (iki kol; Erdilek ve Aksıfat) olmaktadır. Köprüsünden geçtik. Bu köprü yakınında bir sivri tepe üzerinde bir viran küçük kalesi var.” [Evliya Çelebi, Seyahatname s.352iYKY 2011]
Lamas Kalesi karayolunun bir kilometre kadar kuzeyindedir. Lamas Nehri kıyısında bulunan ufak ve az eğimli bir tepe üzerinde inşa edilen kale ile ilgili en eski bilgiler X. Yüzyıla tarihlenir. Erken Osmanlı Dönemi’nde kalede değişikliğe gidilmiş, yarıdairesel burçların yerini içeriye doğru açık dikdörtgen biçimli burçlar almış, batı tarafı da yeniden inşa edilmiştir.
Göç yolları üzerindeki kaleleri konu alan araştırmasında Hasan Buyruk, Lamas Kalesi hakkında şu bilgileri vermektedir:
“Lamas Kalesi, Lamas Irmağı Vadisi’nde ırmağın denize ulaşan ağzına yakın yumuşak toprak tabakanın oluşturduğu hafif eğimli 19 m rakımlı bir tepenin üzerine inşa edilmiştir. Üzerinde herhangi bir kitabesi bulunmayan kalenin, hangi tarihte inşa edildiği bilinmemektedir.
… Lamas Irmağı uzun yıllar Bizans’ın Seleukia Theması ile Kilikya’da üstlenen Arapları ayıran bir sınır işlevi gördüğünden, ırmağa 120 m mesafedeki bu kale, Bizans için önemli bir üs idi.
Lamas Kalesi, 84 m. uzunluğunda, 30 m genişliğinde dikdörtgen bir plan göstermektedir. Bugün büyük oranda tahribata uğrayan kalenin en çok doğu ve batı duvarları hasar görmüştür. Günümüze ulaşan sur duvarlarının bugünkü yüksekliği 1.80 m ile 3.80 m aralığında değişmektedir.
… Sonuç olarak Lamas Kalesi genel özellikleriyle değerlendirildiğinde tipik bir Orta Çağ savunma yapısı karakteri gösterdiği anlaşılmaktadır. Kale, plan itibariyle her ne kadar bulunduğu tepenin topografyasına uyumlu olarak yapılsa da bir Haçlı özelliği göstermemektedir. Kullanılan taş işleme ve duvar örgü tekniği kalenin dönemi ile ilgili önemli verileri bünyesinde barındırmaktadır.
Kalenin tamamında kullanılan kesme taş kaplama, harç karışımlı moloz taş dolgu (sandık duvar örgü), tipik bir Orta Çağ mimari örgüsü olarak karşımızda durmaktadır. Kullanılan taş ebatları ve işleme tekniği Lamas Kalesi yakınında bulunan Korikos (Kızkalesi) ve Elauissa Sebaste kentinde kullanılan taş ebat ve işçiliği ile yakın benzerlik içindedir.
Kalenin konumu, planı, özellikle de mimari yapısı ve taş, duvar tekniği sur temellerinde Roma’yı işaret ederken, diğer taraflarda tamamıyla Bizans mimari kurgusunu göstermektedir.” [Hasan Buyruk, Basılmamış Doktora Tezi, 2011]
Roma Dönemi’nde Lamas Çayı üzerinde, denize döküldüğü yerden hemen önce, sonraki Osmanlı Köprüsü’nün yerinde ve Lamos Kalesi’nin altında bir köprünün olduğu varsayılmaktadır.
Tatlı su kaynakları: Yerleşimin tatlı su kaynağı Lamos Nehri’dir. Lamos Nehri, Korikos ve Elaussia – Sebaste’ye su taşıyan kemerlerin de başlangıç noktasıdır. Beaufort, Lamos’ta karaya çıktığında su kemerlerine hayran kalır ve yapıları görmek ister. Ancak yöre ağasının olumsuz tavrı karşısında inceleme yapamadan gemiye dönmek zorunda kalır.
KALANTHİA / CALANTİA
Erdemli (Kat. No. 2294)
Erdemli Mersin’in 50 km batısındadır. Kalanthia da Erdemli’nin 10 km kadar kuzeydoğusunda, Erdemli – Güzeloluk yolunun 2 km batısında, Dağlık Kilikya kıyılarının bir iskele köyüdür. Koordinatları: 36° 37′ 11” Kuzey, 34° 18′ 38” Doğu.
Antik kentleri gösteren yukarıdaki haritada Kalanthia’nın Alata ırmağının hemen yanında olduğu görülmektedir. Günümüzde bu alan benzer bir isimle; Alata Ziraat Okulu’nu barındırıyor. Adın aslı Kalanda, Kala(wa)nd, “İskele-li” anlamına geliyor olmalıdır. [B. Umar TTA s. 362]
Helenleşme döneminde Kalanthia adıyla tanınmıştır.Hild – Hellenkemper Kalanthia ile ilgili şu bilgilere yer verimektedirler:
“Kalanthia, Kilikya kıyısında, Elaiussa (Sebaste) kentinden 100 stadi doğuda, Soloi’den 150 stadi batıdadır. Bu uzaklık, Zephyrion’un (Mersin) 36 km güneybatısındaki bölgeye, bugünkü Erdemli’ye işaret eder. (Eski Erdemli Silifke’nin 43 km kuzeydoğusundadır). Bizans Dönemi kaynaklarında artık bulunmayan bu yerleşime, Uzzano’nun portulanında Korikos ve Adana arasında yer alan, 1374 yılında adı Gondaslas olan bir yer olarak rastlanmaktadır. Orada bir kilise veya manastır da vardır.
Bugünkünün kuzeybatısındaki eski Erdemli’de, zaman zaman cami olarak kullanılmış olan, bugüne sadece apsisi kalmış, erken Bizans Dönemi’nden büyük bir bazilika, birçok ev yıkıntısı, kaya mezarları ve lahitler bulunmaktadır.” [Kilikien und Isaurien, s. 281]
Tarih öncesinde buradaki yerli halk, vadi kanyonlarındaki mağara yerleşimlerinde yaşar. Daha sonra Çeşmeli, Tömük, Kocahasanlı gibi yerlerde höyük yerleşimine geçerler.
MÖ II. Binyılda “Kalakka” adıyla yerli beyliklerini kurarlar. Limonlu ile Mezitli Çayı (Liparis) arasındaki bölgede kurulan beylik, Hitit etkisinde kalır. Bu bölgedeki Kemeryayla, o dönemin önemli bir ticaret merkezidir.
Erdemli civarında Kalantiya (Kalanthia) ve Koskerla (Köşkerli) kentlerinden söz edilir. Oralarda yaşayan halk Karamanlılara kadarki Pers, Roma, Bizans, Arap saldırısı ve işgal dönemlerinde “Kilikya Korsanları” olarak bilinirler. Etkinliklerini Erdemli kanyonlarında ve Akdeniz’de sürdüren yerli halk, Tapureli gibi büyük yerleşimler ve kaleler kurarlar; Toros Dağları’nda göçer bir hayat yaşarlar. 1200’lü yıllarda tekrar buralara yerleşen yerli halk ve Orta Asya’lı aşiretler yörenin canlanmasını sağlarlar.
Tatlı su Kaynakları: Eski Erdemli olarak anılan yamaç yerleşiminde yakın döneme kadar büyük bir sarnıç vardı. Ayrıca nehir kenarındaki çeşitli yerleşimler farklı teknikler kullanarak Lamas suyundan yararlanmışlardır. Sarnıçlar dışında kanallar ve su değirmenleriyle daha yükseklere su taşınmıştı. Kalanthia’nın haritadaki konumu da günümüzde Alata Çayı olarak bilinen akarsuyun yanında görünmektedir.
Roma Villa Rustikaları (Bey Çiftlikleri)
Roma’dan kaçan siyasetçi ve zenginler ile emekli lejyoner komutanlar, Tarsus ile Göksu Irmağının arasındaki tarım alanlarında “villa rustika” denilen bey çiftlilerini kurmuşlardır. Roma’ya hizmet eden yerli zenginlerin kurduğu bey çiftlikleri de vardır. Bu çiftliklerde bölgenin tarım alanlarını sömürmüş ve halkını köle olarak çalıştırmışlardır. Bu çiftlikler III – VI. Yüzyıllarda yapılmış ve kullanılmıştır. Roma; kilise sayısına göre vergiyi azalttığından, çiftliklerde çok sayıda kilise yapılmıştır. Bir kısım kilise yapısı ise yapılardaki farklı simgelere bakılırsa yerli inanış mekânları olarak kullanılmış olmalıdır. Bu çiftlikler şunlardır: Üçayak (Küstüllü) Çiftliği, Çet Tepe Çiftiği, Üçtepe (Curbundu) Hayrat Çiftliği, Köşkerlik Çiftliği, Çiriş Şaar Çiftliği.
SİR AMİRAL FRANCİS BEAUFORT (1774 – 1857)
İngiliz Kraliyet Donanması amirallerinden Sir Francis Beaufort 1812’de antik kalıntıların bulunduğu güney Anadolu’da araştırmalar yapmak üzere İngiltere’den yola çıkar. Akdeniz’de doğuya doğru giderken Mamure Kalesi yakınlarında gemisi arıza yapar. Oradaki bir küçük adada (Nagidos) bir gözlemevi kuran Beaufort yeni bir enlem – boylam sistemi ve günümüzde Amerika ve İngiltere’de kullanılan dalga ölçüm sistemini kurar. Gemisinin arızasını giderdikten sonra da yoluna devam eder.
Beaufort o seyahatinde Antalya Yediburun’dan Adana Ayaş’a kadar, kuş uçuşu 600 km’lik bir kıyı kesitindeki antik liman kentlerine ait gözlemlerini “Caramania” adlı eserinde toplamıştır. Bu eser, “Karamanya” adı ile Ali Neyzi – Doğan Türker tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
KARAMANYA’dan:
“ … Doğuya doğru ilerledikçe dağlar, kıyıdan olan uzaklıklarını arttırmayı sürdürür ve ovalara daha büyük bir genişlik bırakır; pek çok küçük ırmakla sulanan bu ovalar, şimdiye kadar geçtiğimiz yerlere kıyasla nüfus ve kültür bakımından açıkça daha üstündür. Her derenin ağzında, her biri bir karga sürüsünün sahiplendiği, yaprak döken ağaçlardan bir koru vardır; karga yavruları araştırmanın gereği olan işler yapılırken boşta kalıp, çoğunlukla kendilerine bazı yararlı eğlenceler uyduran tayfalar tarafından kolayca yakalanıyordu. Kayalıklar arasında kabuklular, yarlarda rezene, çalılıklarda kuş yumurtaları, çay yapmak için yabani adaçayı, keçilerimiz için ot, süpürgeler için mersin dalı gibi, her yerde uğraşacak bir konu bulunuyordu.”
SOLOİ / POMPEİOPOLİS
Viranşehir (Kat. No. 2295)
Antik Soloi kenti Mersin’in Mezitli Belediyesi sınırları içindedir. Mersin – Silifke karayolunun 11. kilometresinden güneye ayrılan 2 kilometrelik yolun çevresinde yer alır. Koordinatları: 36° 44´ 40″ Kuzey, 34° 32´ 21″ Doğu.
Soloi kenti MÖ 700 yılları civarında Rodos adasından gelen Dorlar tarafından kuruldu. Kent adı Güneş anlamına gelir. Dorlar Güneş tanrısına taptıklarından muhtemelen kent adı da dini inanç ile ilgiliydi.
Strabon Soloi’den şöyle sözeder:
“Lamos’tan sonra, önemli bir kent olan Soli’ye gelinir. Burası İssos’u da içeren diğer Kilikya’nın başlangıcıdır. Soli, Akha’lar ve Lindos’tan gelen Rhodoslular tarafından kurulmuştur. Kentin nüfusu azaldığından, Büyük Pompeius korsanlardan geriye kalanlardan en önemli ve bağışlanmaya layık olanlarını buraya yerleştirdi ve kentin adını Pompeiopolis olarak değiştirdi.”
Kent büyük ölçüde özerk olarak kısa zamandaAnadolu’nun Akdeniz kıyısındaki en işlek limanlarından biri oldu. MÖ 449 yılında Perslerin egemenliğine girdi. MÖ 333 yılında Büyük İskender tarafından Makedonya İmparatorluğu’na katıldı. İskender’in ölümünden sonra da MÖ 295 yılında Seleukoslar tarafından işgal edildi.
Güçlü bir donanması olan Seleukos İmparatorluğu döneminde kent liman olarak gelişimini sürdürdü. Fakat imparatorluğun zayıflama döneminde istikrarsızlıklar yaşadı ve sık sık el değiştirdi. MÖ 217’de Mısırlıların egemenliğine giren kent MÖ 197 yılında Antiochos III. tarafından zaptedildi. MÖ 83’te Ermeni Kralı II. Tigranes tarafından yakılıp yıkıldı, kent halkı sürüldü. Boş kalan bölge de korsanların barınağı oldu.
Korsanlar, Roma’ya kadar uzayan seferler yapıyorlar, ticaret gemilerine saldırıyorlardı. Açlık tehlikesiyle karşılaşınca Roma senatosu korsanlarla başa çıkması için Pompeius (MÖ 106-48) komutasındaki donanmayı Kilikya’ya gönderdi. Pompeius bölgeyi korsanlardan temizledi, ancak af dileyenleri cezalandırmadı ve orada kalmalarına izin vererek Soli’yi affa uğramış korsanların kenti ilan etti. Yıkılmış kent onarıldı ve kente “Pompeius’un kenti” anlamında Pompeiopolis adı verildi (MÖ 64 / 65). Pompeiopolis Roma Dönemi’nde Kilikya Federasyonu’na bağlı, ama kendi adına para basabilen otonom bir kent oldu. 260 yılında tüm yöre gibi orası da Pers Kralı Şapur tarafından zaptedildi. Ama ardından kendini toparlayıp 303 yılından itibaren en parlak dönemini yaşadı.
Kent Bizans İmparatorluğu döneminde işlek bir limandı. Ancak MS 528 yılında, tarihe Büyük Antakya depremi olarak geçen çok şiddetli bir deprem sonunda yıkıldı. Depremden sonra biraz kendini toparladıysa da bir yüzyıl sonra Doğu Akdeniz kıyılarının Arapların eline geçmesi, limanın önemini azalttı ve kent terk edildi.
Amiral Beaufort güncesinde özellikle Soloi’nin limanı hakkında geniş bilgi verir:
“Sonunda, Pompeiopolis ya da Soloi’nin (Mezitli-Viranşehir) uzun sütunları ve yükseltilmiş tiyatrosu, ufkun üzerinden görüş alanımıza girdi; görünüşü, onun görkemi hakkında kılavuzların anlattıklarını doğrular biçimdeydi. Biz de hiçbir düş kırıklığına uğramamış olduk.
Karaya çıkıldığında karşılaşılan ilk şey paralel kenarlı ve değirmi uçlu güzel bir liman ya da havzadır: elli ayak kalınlığında yedi ayak yüksekliğinde duvarlar ya da mendireklerle çevrelenerek biçimlendirilmiş olup, bütünüyle yapaydır.
Güçlü bir harca gömülü moloz taşlardan yapılmış olan duvarlar, demirden kırlangıçkuyruğu kenetlerle birbirine bağlanan, sarımsı kabuklu kireç taşı bloklarıyla kaplanıp, örtülmüştür. Bu taşın kabukları kolayca sökülmekte ve ilk parlaklıklarını da korumaktadır. İskelenin uçları şimdi yıkıktır ve limanın iç bölümü kumun birikimiyle deniz yüzeyinin üzerine çıkmıştır; burasını, su bizi vazgeçmek zorunda bırakacak derinliğe kadar kazdık, ancak yarı saydam cam parçalarından, kırık çömleklerden ve kiremitlerden başka hiçbir şey bulamadık.
Deniz, planda görülebileceği üzere, bir bakıma daha önce betimlenmiş olana benzer biçimde bir yığışım taşı kümesine dönüşmüş olan bir yalıyla sınırlandığı yerde, hâlâ iskelelerin içine biraz dolmaktadır. İskelelerden düşen kare biçimli taş bloklardan bazıları bu kabuğa gömülmüş ve sıkıca yapışmış olmalarına karşın, özgün konumları hâlâ belli olup, taşlaşma sürecinin ne kadar yakın zamanda ve ne hızla gerçekleştiğini kanıtlayan taze bir görünüş taşımaktadırlar.
Liman girişinin karşısında, çepeçevre rıhtımdan bir portiko yükselmekte ve kenti aşarak kara tarafındaki ana kapıya ulaşan iki yüz sütunlu bir çift sıraya açılmaktadır; bu kapının dışından ileriye de, taş döşenmiş bir yol küçük bir ırmağın üzerindeki köprüye kadar aynı çizgide sürüp gider. Limanın yanındaki uçta iki sıra sütunun kemerlerle birleşmiş olduğunu gösteren bazı belirtiler vardır ve belki de bütün bu sıra sütunlar bir zamanlar üstü kapalı bir sokak olup, cadde, portiko ve liman ile birlikte soylu bir görünüm meydana getirmiş olmalıdır. Hatta şimdiki yıkık durumda bile bütünün etkisi o kadar güçlüdür ki, gemideki en cahil denizci bile onlara duygulanmadan bakamaz. Oysa sütunlar tek tek ele alındığında, bu kadar avantajlı gözükmemektedirler; çünkü yapıldıkları taş fazla incelikli bir işçilik için çok kabadır ve mimarın beğenisinin de uygulama kadar kötü olduğu anlaşılmaktadır. Bazıları Korint, öbürleri Kompozit düzende işlenmiş olup, orantıları bile başka başkadır; yaprakların tasarımı aynı türdeki başlıklarda değişiklik gösterir; kıvrımları arasına insan büstleri, hayvan figürleri ya da benzer tutarsızlıkta başka bezemeler yerleştirilmiştir.
Dikmelerin birkaçından herhalde küçük heykelleri taşımış olan konsollar uzanmaktadır; çoğunda kısa yazıtlar bulunmakta, ama taşın aşınmış durumu bunları doğru biçimde çözümlemeyi olanaksız kılmaktadır. İki yüz sütundan en çok kırk dördü şimdi ayaktadır; geriye kalanlar, kapıları ayrı portikoları ile temelleri kolayca izlenebilen ve sıra sütunlara bağlı olan öbür yıkık yapılardan büyük sayıda bir yığınla karışmış olarak, düştükleri yerde durmaktadır.”[Karamanya]
Mersin’de 2000 yılı aşkın süredir varlığını sürdüren Roma Dönemi su yapılarından Soloi Antik Limanı, benzeri olmayan bir yapıdır. I. Yüzyıl sonunda başlayıp II. Yüzyılın ortasında inşaatı tamamlanan Pompeiopolis Limanı’nın yapımında Pozzolana harcı kullanılmıştır. Dev blok taşların üzerine dökülen Pozzolana ile yapılan liman rıhtımı, geçmişi günümüze ulaştırır.
Pompeiopolis Limanı’nın yapımında Napoli-Puteoli körfezi çevresinde bulunan ve Roma Dönemi Akdeniz limanlarında yaygın olarak kullanılan volkanik külün (pozzolana harcı) varlığı ROMACONS (Roma Deniz Betonları) projesi ile saptanmıştır.
Pompeiopolis Limanı’na son biçim Hadrianus Dönemi’nde, MS 143 / 144 yıllarında verilir. Bu son biçim, MÖ 66 / 65 yıllarında kentin Pompeiopolis olarak kuruluşunun 209. yıldönümünde basılmış olan Antoninus Pius sikkesi üzerinde görülür. Bu sikkede limanın içinde uzanmış tanrısal figürün yerel bir ırmak tanrısını temsil eden bir tanrı; liman ile ilgili Portunus, Okeanos ya da her üçünü temsil eden bir tanrı olduğu düşünülür.
Sikkeye yakından bakılırsa, Pompeiopolis limanının iki katlı olduğu görülür. Dalgakıranların uzunluğu 320 metre, dalgakıran açıklığı ise 180 metredir. Batı dalgakıranının ucunda deniz feneri, doğudaki dalgakıranın ucunda ise elinde asa tutan bir diğer tanrı heykeli görülür. Liman çatısı üzerinde düzenli aralıklarla yerleştirilmiş küp benzeri nesneler ile, ilk iki küp arasında ateş flaması yer alır. Bunların limanın aydınlatılmasında kullanıldığı sanılmaktadır.
Doğu limanları, Roma İmparatorluğu için özellikle tahıl, zeytinyağı ticareti, askeri güvenlik; ayrıca kereste ve maden kaynaklarına ulaşım açısından önem taşımaktadır. Soloi Pompeiopolis Antik Limanı Doğu Akdeniz’in en büyük limanlarından biridir ve dünyada bilinen bu denli sağlam kalmış tek örnektir.
Soloi’deki antik kalıntılar arasında en göze çarpanı sütunlu yoldur. Yol, limandan kuzeydeki dağ kapısına kadar uzanmaktadır. Bu caddenin doğusunda yer alan tiyatro ağır yıkım görmüştür. Sütunlu yolun batı yönünde yıkılan yapı kalıntıları üzerinde portakal, limon betimlemeleri görülür. Soloi Höyük kazılarında da çok sayıda küçük objeler çıkarılmıştır.
Üzerinde birçok kule ve burç olduğu varsayılan antik kent surları şimdi tamamen yıkılmış durumdalar. Prof. Dr. Remzi Yağcı başkanlığında başlatılan kazılarda elde edilen veriler kentin MÖ 1000 yılından beri etkin bir liman kenti olduğunu gösteriyor. MÖ VI. – V. Yüzyıla tarihlenen ve tapınak olduğu tahmin edilen bir yapı kalıntısı da son dönemde bulunanlar arasındadır.
Kentin batısında ve güneyinde tesadüf sonucu nekropoller bulunmuştur. Batıdaki nekropolde 50 kadar mezar tespit edilmiş, halka ait olduğu düşünülen bu mezar yapıları arasında urnelere, amforalara yapılan gömülere ve çeşitli mezar türlerine rastlanmıştır.
Soloi pompeiopolis antik kenti arkeoloji literatürüne 1889’da Soloi’den Berlin’e götürüldüğü iddia edilen ve şimdi “Staatliche Museen” koleksiyonunda bulunan Orta Tunç Çağı silah definesi ve Eski Hitit Hiyeroglifli mühür örnekleriyle geçer. Soloi Definesi “Der Depotfund von Soloi – Pompeiopolis” başlıklı bir makale olarak 1940 yılında Kurt Bittel tarafından yayımlanmıştır.
Aratos’un Mezarı
Strabon, Soloi’den bahsederken doktor, felsefeci ve astronom olarak bilinen ve “Phenomena” adlı nazım biçiminde kaleme alınmış eseriyle tanınan Aratos’un da (doğ. MÖ 310) Soloi’li olduğunu yazar. [Geographika, XIV, 5, 8].
Kayıtlarda Aratos’un Makedonya’da ölmüş olduğu yazılı olsa da Langlois XIX. Yüzyıl gravürlerinde Soloi’de görülen, ona ait bir anıtmezardan bahseder: “Bu çayda (Liparis) 4×6 m ölçülerinde bir lahit vardır. Bu mezar Pompeiopolis’ten (yürüyerek) 10 dakika mesafede olup denizden uzak değildir.” (Langlois, Kilikyada Bir Gezi)
Soli’de halk tarafından çok sevildiği için Aratos betimli sikke basılmıştır. Zaten Kilikya sikkeleri, diğer kentlerin sadece alışveriş için basılmış basit sikkelerinden farklıdır. Bu sikkelerde, dini inanışları, tanrıları, tanrıçaları; sosyal, ekonomik, sanatsal vb. konuları yansıtan betimlemeler vardır ve kentlerin tarihleri hakkında bilgi kaynağıdırlar.
Tatlı su Kaynakları: Yakınında Liparis (Mezitli) Deresi vardı ve Bozön Köyünden aktarılan taş su kanalları ve akvudüklerle getirilen bol su kaynaklarına sahipti.
ANCHİALE
Anchialeia, Archaic Elipru, Pitura,
Efrenk Çayı üzerinde Yumuktepe – Müftü Çayı üzerinde – Mersin Yakınında (Kat. No. 2295.1)
Yumuktepe, Mersin şehir merkezinin 1,5 km kuzeybatısında yer alır. Koordinatları: 36° 44′ 4″ Kuzey, 34° 36′ 14″ Doğu. Karaduvar ise Mersin’in doğusunda ve deniz kıyısında bir yerleşimdir. Koordinatları: 36° 49′ Kuzey, 34° 42″ Doğu.
Kentin kuruluşu hakkında Strabon şunları yazar:
“… Sonra Kalykadnos yakınındaki yerle aynı adı taşıyan Zephyrion’a ve denizden biraz yukarda bulunan ve Aristobulos’ göre Sardanapallos tarafından kurulmuş olan Ankhiale’ye gelinir. Sardanapallos’un mezarının burada olduğunu ve elinin parmaklarını şaklatır durumda bir taş heykelinin bulunduğunu ve Asur dilinde yazılmış yazıttaki: ‘Anakyndarakses oğlu Sardanapallos Ankhiale’yi bir günde kurdu. Ye iç, neşelen, çünkü diğer şeyler bunun kadar değmez’ şeklindeki metnin parmakların anlamını açıkladığını söyler. Khoirilos da bu yazıttan söz eder ve gerçekten aşağıdaki dizeler her yerde bilinir: ‘Bütün yediklerim, başıboş düşkünlüklerim ve aşktan aldığım zevkler hepsi benimdir; fakat bu sayısız nimetler geride kaldı.’ Ankhiale’nin yukarısında, bir zamanlar Makedonialılar (B. İskender’in komutanları) tarafından hazinenin saklandığı yer olarak kullanılmış olan Kyinda kalesi bulunur.” [Geographika, XIV, 5, 10] “Anchiale” adının geçtiği hemen hemen bütün yayımlarda bu öykü yer almakta, ancak çok abartılı, hatta bazı yazarlara göre, hayali olduğu da vurgulanmaktadır.
Anchiale, Asurlular MÖ VII. Yüzyıla tarihlenen Kilikya ayaklanmalarında adı geçen İngirra kenti ile özdeşleştirilir; aynı dönemde Tarsus’un Tarzi diye anıldığı gibi. Kral Sanherip tarafından bastırılan ayaklanmalardan sonra Anchiale ve Tarsus kentlerine yeni düzenlemeler getirilir.
Büyük İskender, MÖ 333 tarihinde Pers Kralı III. Darius’u yendiği İssos Savaşı öncesinde Tarsus ve Anchiale’yi alır. Anlatılanlara göre, suyu çok soğuk olan Kydnos’ta yıkandığı için üşütür ve hastalanır; iyileşene kadar da Tarsus’ta kalır. Bazı kaynaklarda, İskender zamanında Anchiale kentinin sadece surlarının mevcut olduğu bilgisi verilmektedir.
Mersin’in 12 km kuzeydoğusunda Pompeiopolis’den Tarsus’a giden eski Roma yolu diye bilinen yerde (eski Bekirde Köyü’nün güneyinde) yüksekliği 15 m, genişliği 4 m, kalınlığı 2 m olan, kaba yontulu bir kaya görünümünde olan bir dikilitaş vardır. Asur Kralı Sanherip’in zafer anıtı olduğu sanılmaktadır. Bu anıtı, Büyük İskender’in de bölgeye geldiğinde gördüğü bilinmektedir. Strabon’un bahsettiği anıt bu olabilir. Ancak üzerinde bir heykel yoktur.
Langlois, Anchiale için Karaduvar’ı işaret ederken Heberdey, Mersin’in batısında, Deliçay (Müftü Deresi) kıyısında bir yeri önerir. Tarih araştırmalarının birçoğunda önemli bir yerleşim olarak adı geçen Anchiale’nin Tarsus’un batısında olduğu bilinmekte, ancak yeri hakkında farklı konumlar önerilmektedir. Hild-Hellenkemper’in “Kilikien und Isaurien” adlı eserinde, koordinatları 36° 40′ Kuzey, 34° 20′ Doğu olarak verilen Anchiale’nin, Müftü Deresi’nin sol kıyısında, şimdiki Mersin kentinin 1,5 km kuzeybatısında yer alan, olasılıkla Zephyrion kentinin önceki yerleşimi, belki de Yumuktepe olma olasılığından söz edilir. Yazı şöyle devam eder: “En azından Pers ve Helenistik dönemlerde höyükte yerleşim olduğu kabul edilir. Yerleşim, Roma – Erken Bizans dönemi’nde kıyıya doğru yer değiştirir. Zephyrion deniz taşımacılığının önemini kaybetmesinden sonra daha güvenli bir yer olan Yumuktepe’ye döner.” [Hild – Hellenkemper, Kilikien und Isaurien, s. 185]
Karaduvar yakınlarında (şimdi hiçbir izi olmayan) mozaikli bir Roma hamamı kalıntılarından söz edilir. Günümüzde de Osmanlı Dönemi’nden kalma su kemerleri vardır…Prof. Dr. Mustafa H. Sayar Anchiale için şunları yazar:
“Mersin ilinin Eski Çağ Dönemi tarihî coğrafyasında henüz çözülemeyen sorunlardan biri Anchiale’nin yeri konusudur. Yüz yıldan fazla bir zamandan beri üzerinde çalışılan bu konuda sonuca varılamamasının nedeni olarak, ulaşılan tarihî bilgilerin hangilerinin gerçek, hangilerinin gerçekdışı olduğunun belirlenememesi gösterilmektedir. Bazı araştırmacılar Anchiale’nin yeri olarak Yumuktepe’yi, bazıları ise daha sonra Zephyrion kentinin konumu olarak verilmiş olan bugünkü Mersin Kültür Merkezi’nin bulunduğu yükseltiyi işaret ederler. … Bazı araştırmacılar da Anchiale’nin Kazanlı Höyüğü altında, bazıları ise Karaduvar mevkiinde aranması gerektiğinden bahsederler.”” [İSK Bülteni, Sayı 209, s. 41, 2015 ]
Prof. Sayar 2001 yılındaki “Kilikya’da Epigrafi ve Tarihi Coğrafya Araştırmaları” başlıklı bir sempozyum bildirisinde de Anchiale konusuna değinmiştir:
“Belki de bu bölgede halen yeri aranmakta olan antik Anchiale yerleşmesinin Topraktepe’de lokalize edilmesi önerilebilir. Topraktepe, ilk yerleşildiği dönemde ya deniz kenarında idi ya da denize çok yakındı. Zamanla denizin dolması ile bugünkü kıyı çizgisi ile Topraktepe arasında birkaç km’ lik bir uzaklık oluşmuştur, Kilikya’nın en eski şehirlerinden biri olan Anchiale’nin kesin yeri ancak Mersin – Kazanlı -Tarsus arasında kalan bölgede, gelecek yıllarda ortaya çıkması olası arkeolojik ve epigrafik buluntular sayesinde belirlenebilecektir.”
Foto 1: Korikos Kara Kalesi. www.kulturportali.gov.tr
Foto 2: Önde, Korikos Erken Bizans Dönemi Kent surları Hild- Hellenkemper, Kilikien ınd Isaurien
Foto 3: Korikos-Kaleler Langlois
Harita 1: Korikos Kara Kalesi Planı, Celal Taşkıran
Harita 2: Kızkalesi Planı , Celal Taşkıran
Foto 4: Elaiussa (ada) kıyıları. http://mapio.net/pic/p-60268178/
Foto 5: Elauissa Tiyatro. http://www.tripadvisor.com.tr/
Foto 6: Elaiussa su kemerleri kalıntıları. Fotoğraf : Bülent Akbaş
Foto 7: Nekropol yolundaki mezarlar. Fotoğraf : Bülent Akbaş
Foto 8: Bir anıt mezar. http://turkishairlines.com.tr
Foto 9: Ana Binanın güneyden görünüşü. Çizim : Ertan Aykın
Foto 10: Akkale sarmal merdivenler. Fotoğraf : Nedim Ardoğa
Foto 11: Lamas su kemerleri. Fotoğraf: Nedim Ardoğa
Foto 12: Lamas Kalesi. Fotoğraf: Mehmet Toker, 2017
Foto 13: Antik Soloi/Pompeiopolis Limanı… Remzi Yağcı Arşivi
Foto 14: Yapıldığında üstü kapalı olan sütunlu cadde Soloi/Pompeiopolis. S.Vural
Foto 15: Soloi sütun. Fotoğraf : Mustafa Eser
Foto 16: Antik Liman Eski Çizimi… Nedim Ardoğa 2016
Foto 17: II. Yüzyıl Pompeiopolis Limanı C. Brandon, Nautical Archaeology
Foto 18: Her biri 140×65 cm ölçülerindeki rıhtım taşları ve kenet izleri/yuvaları. Fotoğraf: Mehmet Toker
Foto 19: Antik Liman Rıhtımı, rıhtım taşları ve pozzolama dökme beton zemini. Fotoğraf: Mehmet Toker
Sikke : Antoninus Pius Sikkesi üzerinde Soloi Pompeiopolis Limanı (143/144)-(Nau.Arch.2010,395)
Foto 20: Aratos portreli sikkeler, yumuktepe.com KİTABIN BİR SONRAKİ (VE SON) BÖLÜMÜ İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ