Günümüzdeki modern Mersin kentinin kültürel dokusunu, ekonomik ilişkilerini ve burada şekillenen yaşamın temel dinamiklerini anlamak için tarihsel birikimi dikkatle incelemek gerekmektedir.
Giriş
M.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde çalışmaya başladığımdan itibaren, arkeolojik kazı ve araştırma projelerine katılabilmem konusunda gösterdikleri kolaylık, verdikleri destek ve izinler dolayısıyla borçlu olduğum Bölüm Başkanım Sayın Prof. Dr. Mücteba İlgürel’e.
Bu çalışmada, 1992 yılından beri ekip üyesi olarak katıldığım Mersin-Yumuktepe kazılarının toplu bir değerlendirmesi yapılmaktadır. Günümüzdeki modern Mersin kentinin kültürel dokusunu, ekonomik ilişkilerini ve burada şekillenen yaşamın temel dinamiklerini anlamak için tarihsel birikimi dikkatle incelemek gerekmektedir. Geçmişin gizemini saklayan höyükler biraz da bunun için araştırılmakta, geçmişten gelen izler bulunmaya çalışılmaktadır. Mersin için bu konuda bakılacak yer, şimdi kentin içinde yer alan Yumuktepe Höyüğü’dür. Bu kısa yazıda, tümüyle yenibaştan kurulduğu ve geçmişinin birkaç yüzyıldan daha eskiye gitmediği zannedilen Mersin’in aslında uzun bir tarihe sahip olduğu, halen burada yaşayan insanların çok yönlü ve zengin kültürel birikimlerinin oluşmasında bu tarihin de payının bulunduğu anlatılmaktadır.
Mersin’de ilk köy yerleşmesi günümüzden 9000 yıl kadar önce, deniz kıyısında kurulmuştu. Ancak zamanla, Soğuksu çayı denizi doldurmuş, burada oluşan 5-6 km genişliğindeki birikinti ovası üzerinde yeni kent gelişmiş ve ilk köy yerleşmesinin bulunduğu Yumuktepe Höyüğü denizden ve kıyı şeridinden uzaklaşmıştır.
Mersin/Yumuktepe, doğuda Çukurova (eski Ovalık Kilikia) üzerinden Mezopotamya’ya, güneyde Kıbrıs ve Akdeniz Dünyası’na, kuzeyde de Torosları aşan geçitler aracılığı ile Anadolu’ya bağlanan yollar üzerinde oldukça önemli bir konuma sahiptir. Bundan dolayı höyükte ilk yerleşmeden itibaren hemen hemen kesintisiz denebilecek bir biçimde Orta Çağ’a kadar süren yaklaşık 8000 yıllık iskan süreci yaşanmıştır. Farklı yönlerden gelen kültürel etkilere açık yerleşmelerin höyükte üst üste oluşturduğu yapıkatı kalıntıları, bölgenin tarihini, burada gelişen kültürleri ve bölgeler arası kültürel ilişkilerin seyrini öğrenmemize katkı sağlamaktadır.
Yumuktepe Höyüğü’nün ve burada yaşayan uygarlıkların arkeoloji dünyasında tanınmasını sağlayan ilk çalışmalar 1937-1939, 1946-47 yıllarında Liverpool Üniversitesi’nden John Garstang başkanlığında bir ekip tarafından yürütülmüştür. Bu çalışmalara, V. Gordon Childe, Seton Lloyd, Oliver Gurney ve Richard Barnett gibi dönemin ünlü bilim adamları da katılmıştır. Bu nedenle sonuç raporları ve Prehistoric Mersin: Yümüktepe, (Oxford 1953) kitabı büyük kabul görmüştür. Kazı çalışmaları dönemin teknikleriyle ve daha çok höyüğün batı bölümünde yapılmış olmasına rağmen sonuçları bakımından önemli idi. Burada Neolitik’ten başlayan ve Orta Çağ’a kadar süren 33 tabakanın varlığı belirlenmişti.
Çağlar boyunca Yumuktepe’de yaşayan insanlar, kendi yerel üretimleri yanında farklı bölgelerden gelen günlük eşyaları da kullanmışlardı. Buradan geçen yolların genellikle ticari ve kültürel ilişkilere açık tutulduğu anlaşılmaktadır. Bu, Yumuktepe’yi adeta “kültürlerin buluşma noktası” yapmıştır. Mersin’deki yaşam başlangıçta ağırlıklı olarak Doğu Akdeniz ve Mezopotamya’dan gelen etkilerle şekillenmişti. Tunç Çağı’ndan itibaren doğu etkilerine batıda Troya’ya kadar uzayan ilişkiler zinciri eklenmişti. Arkasından ikinci binyılın ikinci yarısında da Orta Anadolu (Hitit) kültür etkisi öne çıkmıştı. Demir Çağı’nda kültürel etkileşim alanı Kıbrıs, Fenike ve Yunan Yarımadası’na kadar uzanmaktaydı.
8000 yıllık bu uzun süreçte Yumuktepe, Kalkolitik (XVI. yapı katı), Hitit (VII. yapı katı) ve Bizans (I-II yapı katı) dönemlerinde çevresi surlarla kuşatılmış kale olarak farklı işlev kazanmıştı. Yumuktepe höyüğü Neolitik Çağ’dan Ortaçağ’a değin oldukça uzun süre, iskan görmüş ve kısa aralıklarla terk edilmiş bir yerleşmedir. Bu özel durumu nedeniyle yalnızca bölge açısından değil, Doğu Akdeniz, Ege, Anadolu ve Mezopotamya’da olan biteni anlamak bakımından da dikkate değer buluntulara sahiptir.
Ünlü arkeologların bilim dünyasına duyurduğu ilk çalışmaların arkasından höyük kaderine terkedilmişti. 1960 yılı sonrasında yapılan ağaçlandırma ve park çalışmaları sırasında ise üst tabakalara ve topografik yapıya büyük zarar verilmiştir. Höyüğün hemen batısından geçen Soğuksu deresinin 1968 yılında yaptığı büyük taşkın ise özellikle eteklerdeki prehistorik tabakaları tahrip etmiştir.
Höyükte halen devam etmekte olan yeni kazılar, 1993 yılında Veli Sevin başkanlığında başlamış, 2001 yılından itibaren de Isabella Caneva bu görevi devralmıştır. Biz de başlangıcından bu yana bu çalışmalara ekip üyesi olarak katılmakta ve özellikle Demir Çağı ve Hitit tabakalarını incelemekteyiz. Editörlüğünü Isabella Caneva ve Veli Sevin’in yaptığı Mersin – Yumuktepe a Reappraisal (Lecce 2004) adlı yeni kitap ikinci dönem kazıların sonuçlarını kapsamaktadır. Aşağıda bazı bölümlerine değineceğimiz üzere kitap, kronoloji, kültürel ilişkilerin ayrıntıları, teknoloji, insan ve çevre ilişkileri ile jeomorfolojik değişimlerin yerleşim sürecine etkileri gibi eski kazıların sonuçlarını tamamlayıcı değerlendirmeler içermektedir.
Prehistorik Dönemde Mersin-Yumuktepe
Yumuktepe’deki yeni kazılar, Mersin bölgesine Erken Neolitik Dönem’de yerleşen insanların göçle dışardan geldiğini gösteren bulgular vermiştir. Bu dönemde yaşayanlar aletlerinin çoğunu Orta Anadolu’dan getirilen obsidyenden üretmişlerdir. Kullandıkları teknoloji ve çanak çömlek ise doğudaki Antakya-Amuk bölgesindekilerle benzerlik göstermekteydi. Çanak çömlek biçimlerindeki değişim, kültürel ilişkilerin Erken ve Orta Neolitik Çağ’da, (M.Ö. 7000-6000) bin yılı aşkın bir süre boyunca, doğuda Amuq ovasındaki yaşamla paralellik taşır. Bölgeye ilk gelen yerleşimcileri komşularından ayıran temel özellik ise bunların geçimlerini tarım ve hayvancılık yaparak sürdürmesi, avcılık yapmamaları idi. Oysa dönemin en büyük merkezlerinden biri olan Torosların kuzeyindeki Çatalhöyük’te yaşayanların geçimleri büyük oranda avcılığa dayanmaktaydı. Yumuktepe’de erken dönemdeki taş temelsiz evlerin yerini, Orta Neolitik Çağ’da dere taşlarından oluşturulmuş temellere sahip gelişmiş planlı evler almıştır. Bu evlerde ele geçen damga mühürler ve mimaride depo mekanlarına yer verilmesi organize olmuş bir depolama faaliyetine işaret etmektedir (Caneva 2004a: 34-44). Geç Neolitik Çağ’da, XXV-XXIV. yapı katından itibaren ev plan tipleri değişmiş ve önceki yapı katlarında görülmeyen apsaidal planlı evler, anıtsal duvarlar, tabanları dere taşı döşeli silolar ve mekaniçi gömüler ortaya çıkmıştır. Önceleri kullanılan siyah, parlak yüzeyli (dark faced burnished ware) çanak çömlek azalmış ve yerine bazılarının üzerinde yıldırım motifleri bulunan boyalı bir tür çanak çömlek geleneği ortaya çıkmıştır (Caneva 2004b: 45-56).
Neolitik tabanlardan alınan toprakların su dolu bir kap içine koyularak karıştırılması ve bitki kalıntılarının ayrıştırılması ile belirlenen kömürleşmiş 30 farklı bitki türü arasında birkaç tarım bitkisi de teşhis edilmiştir. Örneğin tahıllardan buğday ve arpa, baklagillerden mercimek ve bezelye erken tabakalarda bulunurken nohut ancak Kalkolitik Çağ’da bu gruba eklenmiştir. Elde edilen kömürleşmiş çekirdeklerle zeytin, incir ve bademin Neolitik Çağ’dan itibaren Yumuktepe insanlarının besinleri arasında olduğu, üzümün ise nohut gibi, tarımın daha yaygın ve gelişmiş olduğu Kalkolitik Çağ’da bunlara katıldığı belgelenmiştir (Barakat 1998:17-18).
M.Ö. 6. binyılın ilk yarısında Kuzey Mezopotamya, Kuzey Suriye, Güneydoğu Anadolu’da moda olan Halaf kültürü batıda Mersin’de de etkili olmuştu (XVII-XIX. yapı katları). Bazıları iki renkli zigzag ve fisto bezemeli çanak çömlekler bu kültürün bilinen en batısındaki örneklerdir. Halaf kültürünün yerini alan güney Mezopotamya kökenli Ubaid (Obeyd) kültürünün izleri de batıda Yumuktepe’ye kadar ulaşmıştı (Garstang 1953: 101-176).
Yumuktepe’de Kalkolitik Çağ’da hem mimari ve hem de günlük yaşamda büyük bir dönüşüm yaşanmıştır. Bölgede merkezi bir gücün oluştuğuna işaret edebilecek XVI. yapı katı kalesi (M.Ö. 5000), taş temelli kerpiç duvarları, askeri ve sivil mekanları ile gelişmiş bir savunma anlayışıyla inşa edilmişti. Surların içi tümüyle açılmamış olmakla birlikte burada dönemin yönetici sınıfına ait idari ve kutsal mekanlar olmalıydı. Bu surlar, bölgede toplumsal yaşamda yönetici sınıfının korunma endişesiyle oluşturduğu farklı davranış biçimini sergileyen en erken örneklerdendir. Kalkolitik dönem kalesinde metalurjinin de önemli bir uğraş halini aldığı ve buradaki mekanların bir bölümünün bakır alet üretimine ayrıldığı anlaşılmaktadır. Yeni kazılar, halkın höyüğün eteklerinde, stadele çıkan yolun çevresindeki basit, ocaklı, dörtgen kerpiç mekanlarda yaşadığını gösteren kalıntıları gün ışığına çıkarmıştır. Bu kalıntılar, Neolitik yerleşmeler içine açılan teraslar üzerinde saptanmıştır (Caneva 2004c: 57-72).
Tunç ve Demir Çağları
Yumuktepe, Tunç Çağlarının başında (XIIA tabakası) Doğu Akdeniz Dünyası, Orta ve Batı Anadolu arasında kurulan yaygın ticari ve kültürel ilişkilerin içinde yer almaktadır. Farklı formlarıyla dikkati çeken bileşik kaplar ile dönemin sonlarına doğru ortaya çıkan çift kulplu içki kapları (depas amphikypellon), batıda ünlü Troya da dahil olmak üzere Orta Anadolu ve Doğu Akdeniz bölgesindeki birçok merkezde bulunmuştur (Garstang 1953: 180-206). Yumuktepe’de yeterince araştırılmamış olmakla birlikte, höyüğün özellikle batı ve güney yamacında saptanan mekan kalıntıları, bu dönemde nüfusun arttığını, höyük konisine ek olarak yamaçların da iskan edildiğini gösterebilir.
M.Ö. II. binyılın başlarında Kuzey Mezopotamya’daki Asur ile Orta Anadolu arasında yaşanan yoğun ticaret ilişkisi, az da olsa Mersin-Yumuktepe’yi de etkilemişti. Orta Anadolu bu süreçte, köklü Mezopotamya kültürü yanında lüks tüketim malları ve yazıyla tanışmıştı. Ancak M.Ö. II. binyılın ortalarına doğru, Orta Anadolu’da güçlenen Hitit Devleti, Yumuktepe’ye yeni bir kimlik ve fonksiyon kazandırmıştır. İlk kazılarda gün ışığına çıkarılan, başkent Boğazköy’deki gibi taş-sandık duvar tekniğinde yapılmış VII. yapı katı kalesi, Hititler için Mersin’in stratejik öneme sahip bir nokta olduğuna işaret etmektedir (Garstang 1953: 237-250). Bu bölge Hititliler için Kuzey Suriye, Doğu Akdeniz ve Mısır’a açılan kapılardan biriydi. Şimdilik surların kesin inşa tarihi, inşa edenlerin yerli Kizzuwatna beyleri mi, ya da Hititli bir yönetici mi olduğu gibi birçok soruya cevap verecek netlikte bulgu yoktur. Ancak burada yaşayan insanlarla Orta Anadolu’nun sıkı kültürel ilişkisi olduğunu gösteren sağlıklı veriler vardır. Ne yazık ki ilk kazılarda ortaya çıkarılan surlar, kazı sonrası korunamamış; demir yolu inşaatı ve park çalışmaları sırasında tümüyle sökülmüştür.
Yeni kazılarda höyüğün güneyinde ve doğusunda Hitit dönemine ilişkin 5 yapı katı belirlenmiştir. Güney Yamaç Açmasında, surların temel duvarları için yapılmış olabilecek büyük hafriyatın 1.5-2 m kadar kalınlıktaki moloz birikintisi gün ışığına çıkarılmıştır. Ayrıca hızlı dönen çarkta yapılmış yayvan tabaklar, tepsiler ve çanaklar ile hiyeroglif yazıtlı bir mühür Hitit kültürünün buraya taşıdığı izleri oluşturur (Sevin-Köroğlu 2004). Eski kazılarda bulunan tunç balta da bu gurubu destekler. Bu tabakalardaki boyalı örnekler ise daha çok bölgesel gelişimin ürünü gibi görünmektedirler. Eski kazılarda, bu tabakalarda az olmakla birlikte, Kıbrıs ve Akdeniz Dünyasıyla ilişkileri gösteren Red Lustrous Wheelmade Ware türünde çanak-çömlek parçaları da bulunduğu rapor edilmektedir (Kozal 2003: 65-66). Höyüğün topografyası ve ele geçen diğer veriler, Hitit surlarının yaklaşık olarak 90 m çapında bir garnizona ait olabileceğini göstermektedir.
Demir Çağı tabakaları, bölgenin Batı Dünyası ile özellikle de Ege’nin her iki yakasındaki kent devletleriyle Doğu Akdeniz arasındaki ticari ilişkilerin buraya taşıdığı yeni bir kültürün kanıtlarını verir. Höyükte zirvenin batısında ve Güney Yamaç Açması’nda, kalın Ortaçağ tabakalarının tahrip ettiği III ve IV. yapı katları bu döneme ilişkindir. Ele geçen çanak çömlek arasında Rodos, Kiyklad, Lesbos, Girit, Kıbrıs, Proto-Korint ve Samos kapları bulunmaktadır. Bölgede Tarsus, Kelenderis, Kinethöyük, Karatepe ve Porsuk’ta da benzer örnekler bilinmektedir. Kapların hamurları bunların bir bölümünün yerli üretim olabileceğine işaret etmektedir. Ancak bölgedeki birçok merkezde bulunmaları, yoğun bir ilişki yaşandığını göstermektedir. Bunlar genel olarak 8.yy ile 5. yy arasına tarihlenirler (Sevin-Özaydın 2004). Torosların kuzeyinde yaygın olan tipik Orta Anadolu Demir Çağ çanak çömlek örneklerinin burada bulunmamış olması, kültürel ilişkilerin daha çok Ege ve Akdeniz Dünyasıyla ve deniz yoluyla sağlandığını düşündürmektedir.
Yumuktepe’de Son Dönem: Ortaçağ Yerleşmesi
Yumuktepe’nin zirvesinde, 10-13. yüzyıllara tarihlendirilebilecek buluntular veren üç Orta Çağ yapı katı (Ia, Ib ve II) açığa çıkarılmıştır. Ib yapı katında, bir sokağın her iki yanında anıtsal mimari yapılar yer almaktadır. Merkezdeki büyük yapının, doğu-batı doğrultusunda inşa edilmiş bir kilise olduğu belirlenmiştir. Temel duvarlarının büyük bir bölümü sökülmüş olmakla birlikte, apsis, yan duvarlarına ait temel dolgusu ve taban döşemesi bu yapının planı hakkında bilgi vermektedir. Kilisenin tabanı altına ve çevresine çok sayıda gömü yapılmıştır. Kilisenin güneyinde taş döşeli bir yol ortaya çıkarılmıştır. Höyükteki Ortaçağ yerleşmenin çevresi kireç harcı ile tutturulan dere taşlarından yapılmış bir surla çevrilmiştir. Batıda ve güneydeki sur izleri topografik planda tamamlandığında 60-70 m kadar boyutlarında bir alanı çevrelediği anlaşılmaktadır.
Tabanı altındaki gömüler yanında kilisede bronzdan yapılmış haç ve rölikerler de bulunmuştur. Ancak bu yapı ile ilişkili mekanlarda ağırşaklar, akik ve boncuk dizilerinden oluşturulan kolyeler ile sgraffito tekniğinde işlenmiş çanaklar, cam ve bronz bilezik parçaları gibi günlük yaşama ilişkin buluntular da vardır. Bütün bunlar dönemin önemli merkezlerinden İstanbul/ Hippodrom, Ayasoluk, Al Mina, Atina, Selanik ve Korint kazılarında bulunan malzemeyle renk ve stil olarak büyük benzerlikler taşımaktadır. Bu tabakada karışık durumda ele geçen ve muhtemelen Suriye’den ithal İslami Dönem’e ait bir kandil oldukça nadir örneklerdendir (Köroğlu 2004).
Yeni çalışmaların en ilginç sonuçlarından biri, Yumuktepe’deki bu uzun yerleşim sürecinin sonunu getiren olayın Soğuksu çayının yatağındaki değişimle ilişkilendirilmesidir. Soğuksu çayının önceleri höyüğün birkaç yüz metre doğusundan aktığı, ancak Çukurova bölgesindeki tektonik hareketler sonucu yatağını değiştirerek höyüğün batısına geçtiği anlaşılmıştır. Şimdiki dere yatağının seviyesine kadar alçak seviyelerde bulunan Bizans dönemi teras yerleşmeleri bu değişimin höyükteki en son yerleşim süreci sonrasında olabileceğini göstermektedir (Marcolongo 2004).
Büyük ölçüde Yumuktepe örneğinden hareket ederek tanımlamaya çalıştığımız tarihsel gelişim süreci, Mersin’in hiçbir dönemde içe kapalı olmadığını, doğuda Mezopotamya, Suriye ve Filistin bölgeleri, güneyde Akdeniz dünyası, kuzeyde de Anadolu ile yakın ilişki kurduğunu göstermektedir. Ancak bu ilişkiler her dönemde sözünü ettiğimiz bütün bölgelerde aynı ağırlıkta gelişmemiştir. İlişkilerin yönü, baskın kültürlerin gelişmesine paralel olarak değişmiştir. Aradaki kesintiler hakkında ise şimdilik yeterince bilgi sahibi değiliz. Örneğin Hitit İmparatorluğu’nun yıkışının hemen arkasından bir yangınla son bulan Yumuktepe kalesinin Orta Demir Çağı’na kadar, yani Grek kolonizasyonunun buraya gelişine değin Mersin bölgesinde ne olduğunu gösteren açık bulgulardan yoksunuz. Aynı durum Demir Çağı ile Ortaçağ arasındaki süreç için de geçerlidir. Hellenistik ve Roma dönemi şimdilik Mersin-Yumuktepe’de bazı çanak çömlek tipleri dışında mimari olarak saptanamamıştır. Bu süreçte denizden uzak kaldığı anlaşılan Yumuktepe’de küçük çaplı bir yerleşmenin varlığı kabul edilse bile esas büyük yerleşmelerin, daha güneyde kıyıda kurulduğu anlaşılmaktadır.
[*] Prof. Dr. Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı 34722 Göztepe-İstanbul. e.posta: kemalettin@marmara.edu.tr Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
Kısaltmalar ve Kaynaklar
Barakat, H. (1998), “Archaeobotany at Yumuktepe”, bkz. K. Köroğlu (ed), V. Yılında Yumuktepe, The V. Anniversary of the Excavations at Yumuktepe (1993-1997), İstanbul: 17-18.
Caneva, I. (2004a), “The early human occupation (7000-6000 BC), bkz. Caneva-Sevin 2004: 33-44.
Caneva, I. (2004b), “Of terraces, silos and ramparts (6000-5800)”, bkz. Caneva-Sevin 2004: 45-56.
Caneva, I. (2004c), “The citadel tradition (5000-4200 BC), bkz. Caneva-Sevin 2004: 57-72.
Caneva, I.-Sevin, V. (2004), Mersin-Yumuktepe, a Reappraisal, Lecce.
Garstang, J. (1953), Prehistoric Mersin, Yümük Tepe in Southern Turkey, Oxford.
Kozal, E. (2003), “Analysis of the distribution patterns of Red Lustrous Wheel-made Ware, Mycenaean and Cypriot Pottery in Anatolia in the 15th-13th centuries B.C.” in B.Fischer-H.Genz-E.Jean-K.Köroğlu, Identifying Changes: The Transition from Bronze to Iron Ages in Anatolia and its Neighbouring Regions, Proceedings of the International Workshop İstanbul, November 8-9, 2002, İstanbul: 65-77.
Köroğlu, G. (2004), “Yumuktepe in the Middle Ages”, bkz. Caneva-Sevin 2004: 103-132.
Marcolongo, B. (2004), “Site and landscape formation”, bkz. Caneva-Sevin 2004: 23-26.
Sevin, V.-Köroğlu, K. (2004), “Late Bronze Age at Yumuktepe: New evidence from step-trench south”, bkz. Caneva-Sevin 2004: 73-83.
Sevin, V.-Özaydın, T. (2004), “Iron Age levels”, bkz. Caneva-Sevin 2004: 85-101.