KİTABIN BAŞ TARAFINA DÖNMEK İÇİN BU SATIRI TIKLAYINIZ……………………………..
ANKARA ANTLAŞMASI VE KURTULUŞ
– Ankara Antlaşması’na doğru
Türk’lerle başa çıkamıyacaklarını anlıyan Fransız’lar, dost geçinme esasından hareket ederek antlaşmayı tercih ettiler. Ulu önderimiz Atatürk meşhur Nutkunda bu olayı şöyle anlatmaktadır: (Nutuk – Cilt 2, Sahife: 520-525)
“Efendiler, Sakarya muzafferiyetinden sonra, Garp ile olan müspet ve neticeli temas ve münasebetimizi Ankara itilafnamesi teşkil eder. Ankara’da 20 Aralık 1921 de imza edilmiştir. Bu hususta mücmel bir fikir vermek için kısa bir izahta bulunayım:
Bekir Sami Bey heyeti murahasasının, gittiği Londra konferansını müteakip, malumunuz olduğu veçhile, İkinci İnönü zaferi ile neticelenen Yunan taarruzu bertaraf edilmişti. Bir zaman için, askeri vaziyette sükûn hasıl oldu. Rusya ile Moskova muahadesi akdedilmiş ve Şark’taki vaziyetimiz vuzuh kesbetmişti. Bilhassa Adana, Antep ve havalisini ecnebi işgalinden kurtarmak bizce mühim görülmekte idi.
Muhtelif esbapten dolayı, Suriye’den mada bu bahsettiğim vilâyetlerimizi tahtı işgâlinde bulunduran Fransız’ların da bizimle anlaşmaya mütemayil oldukları anlaşılmakta idi. Gerçi, Bekir Sami Bey’in Mösyö Biriyan ile yaptığı, hükûmeti milliyemizce gayri kabili kabul itilafname reddolunmuş idiyse de ne Fransız’lar ve ne de biz idame-i muhasamata hâhişker bulunmuyorduk.
Bu sebeple tarafeyn yekdiğeri ile temas aramaya başladı. Fransa hükûmeti, muzzarı sabıkadan Mösyö Franklin Boullon’u evvelâ gayri resmi olarak Ankara’ya
göndermişti. 9 Haziran 1921 tarihinde Ankara’ya muasalat eden Mösyö Franklin Buyyon ile Hariciye vekili Yusuf Kemal Bey ve Fevzi Paşa hazretlerinin huzurlariyle bizzat 2 hafta kadar müzakeratta bulundum.
Birbirimizi tanımakla geçen hususî bir mülâkattan sonra 13 Haziran 1921 Pazartesi günü Ankara, istasyonundaki dairey-i mahsusamda akdettiğimiz ilk içtimada, müzakeratımıza bir nokta-i hareket tayini lüzumundan bahsederek müdaveley-i efkâra başladık. Ben, bizim için nokta-i hareketin “Misakı Milli” muhteviyatı olduğu esasını vazettim.
Mösyö Franklin Buyyon, prensipler üzerinde münakaşa etmenin müşkülâtını dermeyan ederek, Sevr muahedesinin bir emri vaki olarak mevcut olduğunu söyledikten sonra, Londra’da Bekir Sami Bey ile Mösyö Biriyan’ın yaptıkları itilâfnameyi esas ittihaz etmek ve itilâfname muhetiyatının, Misakı Milliye muhalif olan noktaları üzerinde münakaşada bulunmak münasip olacağı mütalâasını serddetti. Bu teklifinde haklı olduğunu teyiden, Londra’ya giden murahaslarımızın Misak-ı Millî’nin ve hareketi Milliye’nin, değil Avrupa’da, henüz İstanbul’da bile takdir edilmemiş olduğunu zikretti.
Ben, verdiğim cevaplarda dedim ki: “Eski Osmanlı İmparatorluğundan yeni bir Türkiye devleti vücuda gelmiştir. Bunu tanımak lâzımdır. Bu yeni Türkiye her mÜstakil devlet gibi; hukukunu tanıtacaktır. Sevr muahedesi, Türk milleti için o kadar meş’um bir idam kararnamesidir ki, onun bir dost ağzından çıkmamasını talep ederiz. Bu mükalememiz esnasında dahi Sevr muhadesini telâffuz etmek istemem. Sevr muhadesini, dimağından çıkarmıyan milletlerle, itimat esasına müstenit muamelata girişemeyiz. Bizim nazarımızda böyle bir muahede yoktur. Londra’ya giden heyeti murahhasamız reisi, bundan bahsetmemiş ise verdiğimiz talimat ve selahiyet dairesinde hareket etmemiş demektir. Hata, irtikâb etmiştir. Bu hata yüzünden, Avrupa ve bilhassa Fransa efkârı umumiyesinde makus tesirler hasıl olduğu görülüyor. Sami Bey’in gittiği yoldan hareket edersek, biz de aynı veçhile hata etmiş oluruz. Avrupa’nın Misak-ı Milli’den haberdar olmamasına imkân yoktur. Avrupa, Misak-ı Milli tabirini öğrenmemiş olabilir. Fakat senelerden beri kan döktüğümüzü gören Avrupa ve bütün dünya, şu kanlı mücadelâtın neden ileri geldiğini elbette düşünmektedir. Misak-ı Milli ve Hareket-i Milli’ye hakkında İstanbul’un haberdar olmadığına dair beyanat doğru değildir. İstanbul halkı, bütün Türk milleti gibi, Hareket-i Milliye’ye vakıf ve onun taraftarıdır. Gayri vâkıf ve aleyhtar görünen zevat ve tevabii, mahdut ve milletçe malûmdur.”
Franklin Buyyon, Bekir Sami Bey’in talimat ve selahiyeti haricinde hareket etmiş olduğuna dair olan beyanatım üzerine dediler ki, bundan bahsedebilir miyim? Beyanatımı istediği yerlere ilâm ve hikâye edebileceğini söyledim. Mösyö Franklin Buyyon, Bekir Sami Bey itilâfnamesinden ayrılmamak için serdi mazaret ederken, Bekir Sami Bey’in bir Misak-ı Milli olduğundan ve onun hududu haricine çıkamıyacağından bahsetmediğine ve eğer bahsetseydi o zaman ona göre görüşülür icabı gibi hareket olunabileceğini, fakat şimdi meselenin müşkül oluğunu tekrar etti. Efkâr-ı umumiye; bu Türk’ler, murahhasları vasıtasiyle bundan niçin bahsetmemişler, yeni yeni meseleler çıkarıyorlar, diyeceklerdir.
Nihayet uzun müzakere ve münakaşalardan sonra Mösyö Franklin Buyyon, evvelâ Misak-ı Millî’yi okuyup anladıktan sonra görüşmek üzere, müzakerenin tehirini teklif etti. Ondan sonra Misak-ı Milli’nin maddeleri baştan nihayete kadar birer birer okunarak müzakere ve münakaşaya devam olundu. Ençok tevakkuf olunan nokta; kapitilasyonların lağvını, İstiklâli tammemizi taleb eden madde üzerinde vukubuldu. Mösyö Franklin Buyyon, bu mesailin şayanı tedkik ve teemmül olduğunu dermeyan etti. Ben, bu noktaya cevap verdim. Söylediklerimin hülâsası şu idi:
“İstiklâli tam, bizim bugün deruhte ettiğimiz vaziyenin ruhu aslisidir. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı deruhte edilmiştir. Bu vazifeyi deruhte ederken kabiliyeti tatbikiyesi hakkında şüphe yok ki çok düşündüm. Fakat binnetice hasıl ettiğimiz kanaat ve iman, bunda muvaffak olabileceğimize dairdir. Biz, böyle işe başlamış adamlarız. Bizden evvelkilerin irtikâb ettikleri hatalar yüzünden milletimiz, lafzan mevcut farzolunan istiklâlinde mukayyet bulunuyordu. Şimdiye kadar Türkiye’yi, cihanı medeniyette kusurlu gösteren neler mutasaver ise, hep bu hatadan ve hep bu hataya tebaiyetten neşet etmektedir. Bu hataya tebaiyetin neticesi; mutlaka memleket ve milletin bütün haysiyetinden ve bütün kabiliyet ve hayatiyetinden tecerrüt ve tebaut etmesini mucip olabilir. Biz; yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir hataya tebaiyet yüzünden bu evsaftan mahrum kalmıya tahammül edemeyiz. Âlim, cahil, bila istisna tekmil efradı milletimiz, belki içinde müntemiç müşkülâtı tamamen idrak etmeksizin, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve fakat sonuna kadar kanını akıtmıya karar vermiştir. O nokta, istiklali tamamımızın temini ve idamesidir.
İstiklâli tam denildiği zaman, bittabi siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, harsî ve ilâh… her hususta istiklâli tam ve serbestii tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, millet ve memleketin manayı hakikisi ile bütün istiklâlinden mahrumiyeti demektir.
Biz, bunu temin ve istihsal etmeden sulh ve sükûnete mazhar olacağımız kanaatinde değiliz. Şeklen, usulen sulh yapabiliriz. itilâf yapabiliriz. Fakat istiklâli tammımızı, temin etmiyecek olan bu gibi sulhler ve itiâflar ile milletimiz hiçbir vakit hayatiyetine ve sükûnete mazhar olmıyacaktır. Belki, maddi mücadelesini terkederek; harabiye sürüklenmiye müsade etmiş olacaktır. Eğer milletimiz, buna razı olsaydı, bunu kabul istidadında bulunsaydı, iki seneden beri mücadele etmiye hiçte lüzum yoktu. Daha mütarakenin ferdasında sükûna geçmek mümkün olabilirdi.”
Mösyö Franklin Buyyon; bu beyanatım karşısında, ciddi ve samimi olarak mülâhazatta bulundu ve nihayet bunun zaman meselesi olduğu kanaatini izhar etti.
Efendiler, Mösyö Franklin Buyyon ile mühim ve talî mesail üzerinde günlerce ve günlerce müdaveley-i efkârda bulunduk. Netice olarak birbirimizi fikirleriyle, hisleriyle, meslekleriyle anlamak müyesser oldu zannederim. Fakat, Fransa hükûmeti ile Türk hükûmeti milliyesi arasında, kat’i itilâf noktaları tesbit edebilmek için biraz daha zamanın geçmesi zarurî oldu. Neye intizar olunuyordu? ihtimal ki, Türk mevcudiyeti milliyesinin Birinci ve İkinci İnönü’den sonra daha büyücek bir eserle teyit edilmiş olmasına!… Filhakika, Mösyö Franklin Buyyon’un kararı katiye iktiran ettirip imza eylediği Ankara itilafnamesi, Sakarya Melhame-i kübrasından 37 gün sonra, arzetmiş olduğum gibi, 20 Ekim 1921 de vücut bulmuş bir vesikadır.
Bu itilâfname ile, siyasî, iktisadî, askerî ilah… hiçbir hususta istiklâlimizden hiçbir şey feda etmeksizin eczayı vatanımızın kıymetli parçalarını işgâlden tahlis etmiş olduk. Bu itilâfname ile âmalı milliyemiz, ilk defa olarak düveli garbiyeden biri tarafından tastik ve ifade edilmiş oldu.”
Fransız’ları anlaşmaya götüren yol
Çukurova’da ve daha geniş bir anlamla (Urfa, Hatay, Antep, Maraş dahil) güney bölgesinde iki yıldan beri. Türkler tarafından arasız sürdürülen Gerilla -çete savaşları Fransız’ları yıldırdığı gibi Fransız kamuoyunda hükûmet aleyhinde geniş yankılar yaratıyordu. Fransız milleti savaştan bıkmış, usanmıştı. Bu durum karşısında Fransız hükûmeti barışı savaşa tercih ediyor, Türk’lerin dostluğunu arıyordu. Atatürk’ün yukarıya naklettiğimiz beyanlarında da Fransa’nın bu durumu bütün açıklığı ile belirtilmektedir. Şimdi bu belirtilerden bir kaç örnek veriyoruz:
Suriye dahil bu bölgeyi idare etmek ve savaşı sürdürmek için Fevkalâde Komiser yetkisiyle Beyruta gönderilen General Guro 1921 Fransız bütçesinden yüklü bir ödenek koparmak için: “Kilikya’da 15 Ağustos 1920 tarihli mukavelenin yüklediği vazifelerin yerine getirilmesi lüzumundan ve Kilikya’daki iktisadî menfaatlerin büyüklük ve öneminden bahsetmiş ve ileride harcamaların azalacağını” söylemesi üzerine Fransız Milli Meclisinde bu konuda çok şiddetli tartışmalar olmuş ve Bütçe Komisyonu Raportörü Şarl Dübon asabiyetle:
” – Bizi savaşa sürükliyen bu sergüzeşt için para vermiyeceğiz. Kilikya isyan içindedir. Orada askerlerimiz daima tehdide maruzdur. Derhal Türkler’le uzlaşınız. Kendilerine ait olan bu memleketi onlara iade ediniz. İtalyan’lara imtisal ediniz. Onların hayalperest diplomatları da Antalya havalisini temdin, istismar, himaye eylemeyi tehayyül etmişlerdi. Bereket versin ki akılları sonradan başlarına, geldi; askerlerini geri çektiler. Kiyolti gibi yapınız; füttühat fikri sakıminden vaz geçerek serian istilâ ettiğiniz memleketleri tahliye, ile sizden birşey istemiyen ehaliyi kendi haline bırakınız.”
Bu bilgiyi bize veren ve işgal devresinde Adana Mektupçu’su iken sonradan Rize Milletvekili olan Özoğuz bey 1934 de yayınladığı “Adana’nın Kurtuluş Mücadelesi Hatıraları” kitabının 9. sahifesinde Fransız Bütçe Komisyonu Raportörünü isyana sevkeden nedeni şöyle anlatıyor:
“Fransız Meclisinde bir Fransız Milletvekiline, Fransa ordusunun Çukurova’yı boşaltmasındaki zarureti, acı acı söyleten tek sebep, bu havali çocuklarının ve mücadeleye girişen kahramanların hayatını, memleketin kurtuluşuna kat’î olarak tahsis etmelerinden ve yılmadan çarpışmalarından doğmuştur.”
Koparılmaz bir parça
Fransa’da Türk dostluğunun alemdarı sayılan Piyer Loti de “Kuvvetlerimizin Şark’ta çöküşü” başlıklı yazısında şöyle diyordu:
“Bu çöküş, ırkımızın tarihinde siyasetimizin ebedi lekesi olacaktır. Fakat Fransız vicdanı sonunda zâfını anlayacak ve bu yoldan dönecektir. Kilikya hakikî Türk namuskârlığının koparılmaz bir parçasıdır.” 3 Ağustos 1920 tarihini taşıyan bu yazı Şevket Süreyya Aydemir’in Atatürk için yazdığı “TEK ADAM” kitabının 2. cilt 184. sahifesinden alınmıştır.
Eşkiya değil vatansever,
Yine o günlerde Fransız Milli Meclisinde Güney Bölgesindeki Kuvayi Milliye hareketlerine değinen bir milletvekili, Türk Milli kuvvetlerini (EŞKİYA) olarak vasıflandırmıştı. Milletvekilinin bu beyanına karşı söz alan Fransız Dışişleri Bakanı Mösyö Briyan şöyle cevap vermişti:
“Sayın Milletvekili bilmelidir ki, eşkiya diye vasıflandırdığı Türkler’e bizim memleketimizde “VATANSEVER” derler. Onlar yurtları için hayatlarını feda eden kahramanlardır.” (Tek Adam – Cilt: 2. Sahife: 184)
Andlaşmanın metni
Fransızlarla yapılan Ankara Andlaşmasının metni aynen şöyledir:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ile Fransa Cumhuriyeti, iki memleket arasında bir itilaf akdi arzusunda bulundukları cihetle; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Hariciye Vekili ve Mebus Yusuf Kemal Beyefendi hazretlerini ve Fransa Cumhuriyeti Hükûmeti eski bakanlardan Mösyö Henri Franklin Buyyon hazretlerini murahhas tayin etmişlerdir. Müşarünileyhim usulüne muvafık olduğu görülen selâhiyetnâmelerini badetteati hususâatı âtiyeyi kararlaştırmışlardır:
Madde 1: Tarafeyni âkideyn işbu itilafnamenin imzasından itibaren aralarında hali harbin nihayet bulacağını beyan ederler. Ordular, memurini mülkiye ve ehaliyi keyfiyetten haberdar edilecektir.
Madde 2: İşbu itilâfnamenin imzasını müteakip tarafeyn üserayi harbiyesiyle mevkûf veya mahpus bulunan Türk veya Fransız bilumum eşhas serbest bırakılacak ve kendilerini tevkif eden taraf marifetiyle bu hususta irae edilecek en yakın şehre sevk olunacaklardır. İşbu madde hükmü tevkif, hapis veya esaretin tarihi ve mahalli her ne olursa olsun tarafeynin bilumum mevkufin ve mahbusinine şamildir.
Madde 3: İşbu itilâfnamenin imzasından itibaren azami 2 ay müddet zarfında Fransız kıtaatı sekizinci maddede mezkûr hattın cenubuna ve Türk kıtaatı hattı mezkûrun şimaline çekilecektir.
Madde 4: Üçüncü maddede mezkur müddet zarfında vukua gelecek tahliye ve işgâl tarafeynin askeri komutanları tarafından tayin edilecek bir muhtelit komisyon marifetiyle tesbit olunacak sureti işgâle tevfikan icra edilecektir.
(“Yumuktepe.com” notu : Kitapta andlaşmanın 5. maddesi atlanmış. Araştırıp zaman kaybetmemeniz için burada sunuyorum .
Madde 5: Her iki taraf boşaltılan arazide, buranın işgalini müteakip genel af ilan edecektir.)
Madde 6: Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Misakı Millî’de resmen tanınan ekaliyetler hukukuna bu hususta münakit mukavelâtın ayni esasa müsteniden kendi tarafından teyid olunacağını beyan eder.
Madde 7: İskenderun mıntıkası için bir usul ve idare-i mahsusa tesis olunacaktır. Mıntaka-i mezkûrenin Türk ırkından olan sekenesi harslerinin inkişafı için her türlü teshilâttan mestefid olacaklardır. Türk lisani orada mahiyeti resmiyeyi haiz olacaktır.
Madde 8: Üçüncü maddede zikredilen hat berveçhi âti tesbit ve tasrih edilmiştir: Hattı hudut; İskenderun körfezinde Payas mevkiinin hemen güneyinde olmak üzere intihab olunacak, bir noktadan başlayacak ve takriben meydanı ekbeze doğru gidecektir. Şimendöfer istasyonu ve bu mevki Suriye’de kalacaktır. Oradan hattı mezkur Mersevi mevkii Suriye’ye ve Karnabi mevkii ile Kilis şehrini Türkiye’ye bırakmak üzere Cenubu Şarkiye doğru meyledecektir. Oradan Çobanbey’li istasyonunda demiryoluna mülâki olacaktır. Müteakiben Bağdat demiryolunu takib edecek ve demiryolunun platformu Nuseybin’e kadar Türk arazisi üzerinde kalacaktır. Oradan Nuseybin ile Cezire’i Ayni Ömer arasındaki eski yolu Türkiye’de kalacaktır. Bu yoldan istifade hususunda her iki memleket aynı hukuka malik olacaklardır. Çobanbeyli ile Nuseybin arasındaki demiryolunun istasyon ve mevkileri demiryolu platformunun aksamından addedilerek Türkiye’ye kalacaktır. İşbu itilâfnamenin imzasından itibaren bir ay zarfında hattı mezkuru tesbit etmek üzere tarafeyn murahhaslarından mürekkep bir komisyon teşkil olunacaktır. Bu komisyon ayni müddet zarfında işe mübaşeret edecektir.
Madde 9: Sülâlei Osmaniye’nin müessisi Sultan Osman’ın büyük dedesi Süleyman Şahın Caber Kalesinde kâin ve “Türk Mezarı” namıyla maruf merkadi, müştemilâtı ile beraber Türkiye’nin malı olarak kalacak ve Türkiye orada muhafız ile ufak bir Türk sancağı keşide edebilecektir.
Madde 10: Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Pozantı ile Nusaybin arasındaki Bağdat demiryolu parçası imtiyazının Adana vilayetinde inşa edilmiş olan şubelerin imtiyazı ile beraber imtiyazlara merbut ve bilhassa işletme ve nakliyat, ticarete müteallik kâffeyi hukuk musaadat ve menafi ile birlikte Fransa, hükûmetinin irae edeceği bir Fransız grubuna devredilmesini kabul eder. Türkiye Meydanı Ekbezden, Çobanbeyli’ye kadar Suriye arazisine demiryolu ile nakliyatı askeriyesini icra etmek hakkını haiz olacaktır. Suriye dahi Çobanbeyli’den Nusaybin’e kadar Türk arazisi üzerinde demiryolu nakliyatı askeriyelerini icra etmek hakkını haiz olacaktır. İşbu parça ve şuabat üzerinde esas itibariyle hiçbir tarife vaz olunamaz. Ledel icap işbu kaide hilafında hareket edebilmesi hususunu iki hükûmet müttefiken tetkik etmek hakkına muhafaza ederler.
Madde 11: İşbu itilâfnamenin tasdikinden sonra Türkiye ile Suriye arasında bir gümrük mukavelesi akdi için muhtelit bir komisyon teşkil olunacaktır. Mezkûr mukavelenin şerait ve müddeti devamı işbu komisyon tarafından tayin olunacaktır. Salifüzikir mukavelenin akdine kadar tarafeyn serbestii hareketlerini muhafaza edecektir.
Madde 12: Kırık Suyu Halep şehri ile şimalde Türk kalan mıntaka arasında her iki tarafı hakkaniyet perverane bir surette tatmin edecek veçhile tevzi olacaktır. Halep şehri mıntakasının ihtiyacına medar olmak üzere kendi masrafı ile Türk tarafından Fırat’tan dahi su alabilecektir.
Madde 13 : Mukim veya nimgöçebe ehaliden sekizinci maddede tesbit edilen hattın öte veya beri tarafından kâin meralarda hakkı intifâ veya emlak veya eraziye malik bulunanlar kemafis sabık haklarını istimalde devam edeceklerdir. Bunlar işletme ihtiyaçları için serbestçe ve hiçbir gümrük veya mera resmi ve ne de sair hiçbir resim vermeksizin hattı mezkûrun bir tarafından diğer bir tarafına yavrulariyle beraber hayvanlarını âlât ve edavatlarını, tohumlarını ve mahsulati ziraiyelerini nakledebileceklerdir. Bunlara müteallik rusumu ikamet ettikleri memlekette eda etmiye mecbur oldukları mukarrerdir.
Ankara’da iki nüsha olmak üzere tanzim kılınmıştır.
Antlaşmanın Fransa’da uyandırdığı tepki
Ankara Andlaşması, memleketimiz de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin büyük bir zaferi olarak telakki edilmesine mukabil Fransa’da hükümete muhalif çevrelerde büyük bir tepki yaratmıştır. Paul Du Veou 1921-1922 de yayınladığı “Kilikya Faciası” adlı eserinin 505 sahifesinde bu tepkileri şu esaslarda özetlemektedir:
1 – Çok büyük bir arazinin Türklere verilmesi;
2 – Urfa, Mardin, Antep, Maraş gibi büyük şehirlerin Türk’lere bırakılması;
3 – Suriye sınırı savunmasının çok güç duruma sokulması;
4 – İskenderun’un Türk toplarının tehdidi altına konulduğu;
5 – Dünyanın bereketli (Aşağı Mısır adını taşıyan), toprakları olan Kilikya’nın elden çıkarıldığı;
6 – Fransa’nın dokuma sanayini besleyecek olan yegane pamuk deposundan mahrum bırakıldığı;
7 – Halep şehri, Türkiye’de kaynayan sulardan su alıyor. Şimdi susuzluktan ölmiye mahkûm kaldığı;
8 – Hristiyanlara verilen sözün tutulmadığı, Fransa’nın şerefsiz duruma düşürüldüğü, Türkiye’deki 2 milyon Ermeni’nin darmadağın olduğu;
9 – Syks Ppicot Antlaşması Fransa’ya Irak petrollerini, Ergani bakır’nı, Kilikya pamuğunu’ve İran ticaretini kazandırdığı halde bunların hepsinin kaybedildiği.
Ermeniler ve Soysuzlar kaçıyor
Ankara antlaşması uyarınca genel af ilan edilmesine rağmen, işgal sırasında çeşitli facialara meydan veren Ermeniler’le Türk’e ihanet eden soysuzlar selameti kaçmakta buldular. Bir kısmı Mersin’den deniz yolu ile bir kısmı da karadan trenle Suriye’ye, Mısır’a ve sair ülkelere göçmeğe başladılar. Bu suretle güney bölgesi bu hainlerden hiçbir zor kullanmadan temizlenmiş oldu.
Fransız’larla diplamatik temas kuruluyor
Fransız’larla yapılan bu antlaşma üzerine diplomatik münasebet sağlamak üzere Büyük Millet Meclisi Hükûmetince İçişleri Bakanı Ferit (Tek) Bey’in temsilci olarak Paris’e gönderilmesi kararlaştırılmış olduğundan kendisi yanında başkâtip olarak eski büyük elçilerden Hüseyin Rağıp Bey ve iki kâtip olduğu halde Pozantı’ya gelmiş ve refaketine Pozantı’da Muzaheret Bölüğü komutanı olan Mersin’li Yedek Teğmen Fevzi (Serdengeçti) verilmiştir. Ferit Bey’in başkanlığındaki bU heyet Mersin’e gelmiş, kendisi Fevzi Bey’i de birlikte götürmek istemişse de ordu mensubu olması dolayısıyle beraber gitmesine izin verilmediğinden Ferit Bey maiyetiyle birlikte ve Fransız’lar’ tarafından tahsis edilen bir torpidoyla Fransa’ya hareket etmiş, heyetin Paris’te Fransız hükûmeti ile yaptığı temaslardan müsbet neticeler elde edilmiş, yardımları sağlandığı gibi Lozan konferansına kadar bu dostluk devam etmiştir.
Adana havalisi komutanlığına kuruluyor
Ankara antlaşmasının akdi üzerine Büyük Millet Meclisi Başkanı Gazi Müşir (Mareşal) Mustafa Kemal Paşa, güney bölgesinde kurtuluşu sağlamak üzere askeri birliklerde bazı değişiklikler yapmak lüzumunu duyarak şu emri yayınladı:
“Akdolunan antlaşma mucibince Fransız’lar tarafından boşatılacak olan Adana bölgesinde, Adana vilâyetince Silifke, Mersin, Kozan, Maraş, Cebelibereket (Osmaniye) sancaklarını Urfa sancağının Fırat batısında, Halep vilayetinin Suriye sınırı kuzeyinde kalan parçalarını kapsamak üzere Mirliva (Tuğgeneral) Muhittin Paşa hazretlerinin emri altında kolordu yetkisi ile bir “Adana ve havalisi komutanlığı” kurulmuş ve bu bölge içindeki kuvvetler kâmilen mezkûr komutanlık emrine verilmiştir.
Adana ve havalisi komutanlığı emrine, Antep bölge komutanlığından başka, ayrıca tümen yetkisinde ve merkezi Osmaniye olmak üzere Cebeli Bereket ve Mersin bölge komutanlıkları da kurulacak ve bugün Pozantı’da bulunan Adana Bölge Komutanlığı kaldırılacaktır. Antep bölge komutanlığının merkezi de sonradan Antep’e naklonulacaktır.
Adana havalisi komutanı, bölgesine geldikten sonra mezkûr bölge komutanlıklarının sınırını tayin edecek ve neticeyi genel kurmay başkanlığına bildirecektir.”
Bu arada Mersin Mıntıka Komutanlığına Kurmay Albay Şükrü Naili (General) Bey ve Tarsus Mevki Komutanlığına da Topçu Yarbayı İsmail Ferahim Bey tayin edildiler.
Mülkî teşkilât
Kurtuluş savaşı sıralarındaki mülkî teşkilâta daha önce değinmiştik. Ankara antlaşmasından sonra Mersin tekrar sancak haline getirilmiş ve mutasarrıflığına Fahri Bey (sonradan evkaf umum müdürü) adında bir zat tayin olunmuştur. Tarsus kaymâkamlığına ise; işgâl sırasında kaymakam iken Fransızlar tarafından sınır dışı edilen Hilmi Bey (rahmetli Mersin valisi Hilmi Cerit) tayin edilmiş bulunuyordu. Mülkî erkân memurlar fiilen kurtuluşu temsil eden askerî birliklerin girişinden çok önce aralık 1921 başlarında Mersin ve Tarsus’a girmiş bulunuyorlardı. Mülkî teşkilâtın girişini kurtuluşa hazırlık niteliğinde yorumlamak yerinde olur.
Mersin’in Kurtuluşu
Mersin’in kurtuluşunun Adana gibi 5 Ocak 1922 de olduğu sanılarak her yıl aynı günde kutlanmakta idi. Cemiyetimizin Mersin’de kuruluşundan bir süre sonra elimizde bulunan ve ilk giren birliğin komutan, subay ve erlerini tesbit eden ithaflı fotoğrafa göre kurtuluş günümüz 5 değil 3 Ocak olduğu ileri sürülmüş ve 3 Ocakta kutlanması için Belediye nezdinde teşebbüse geçilmiştir. Ancak, Belediye Meclisi 5 Ocak’ın teamül haline geldiği gerekçesi ile bunu kabul etmemiştir. 1970 te bir vatandaşımızın yeniden uyarısı ve Genel Kurmay Harp Tarihi Enstitüsü arşivlerindeki kaydı açığa çıkarması ve Genel Kurmay Başkanlığının vilâyeti uyarması üzerine, kurtuluş bayramı 1970 den itibaren 3 Ocağ’a alınmıştır.
Harp Tarihi Enstitüsünün (İstiklâl Harbi Arşivi) Dolap 44, klasör 2377, dosya H.2, 30. Alay 1. Tabur harp ceridesi) nden çıkardığı tarihi vesikasının metni şöyledir:
“Bugün 3.1.1338 (1922) saat 7 evvelde birinci tabur birinci bölük, ikinci bölük ve alay karargahı Bekir Dede’den, üçüncü bölük Yalınkaynak’tan, süvari bölüğü Karacailyas’tan hareket ederek saat 9.30 da istasyon civarına muvasalat ve istirahate geçilmiştir. Saat 10 evvelde istasyon şosesi üzerinde saffı harp nizamında içtima edilmiştir.
Saat 10.30 evvelde tren gelmiş ve trende bulunan Üçüncü tabur dokuzuncu bölük mızıka takımı ile beraber kolun başına alınmıştır.
Saat 10.45 evvelde başta mızıka takımı, alay karargâhı, sıra ile üçüncü tabur dokuzuncu bölük, bir ve ikinci bölük, süvari bölüğü olmak üzere yürüyüşe mübareşet edilmiştir, sokakları hınca hınç dolduran kadın, erkek ve çocuklardan mürekkep binlerce müstakbilin arasından ve zephedilen yüzlerce kurban gövdeleri üzerinden yürüyerek hükûmet konağı civarında mıntaka karargâhı ittihaz edilen bina önüne muvasalat edilmiştir. Merasimi mahsusa ile sancak keşide edildikten ve Muhittin Paşa hazretleri bir nutuk ve Müftü efendi tarafından bir dua, kıraat edildikten sonra kışlaya hareket edilerek istirahate geçilmiştir.” Ayni günün akşamı Ziya Paşa gazinosunda ordu şerefine bir ziyafet verilmiş ve bu ziyafette Mersin’in yetiştirdiği kıymetlerden lise müdürü Asım (Ergelen) Mersin’lilerin duygularını canlandıran bir nutuk söylemiş ve Mersin Milletvekili İsmail Safa (Özler) Bey’de bir hitabede bulunmuştur.
Tarsus’un kurtuluşu
Tarsus’un Kurtuluş Bayramı öteden beri Adana ve Mersin’le birlikte 5 Ocak’ta kutanmakta idi. Tarsus’un kurtuluş gününün esaslı surette tesbiti için Genel Kurmay Başkanlığına vaki müracaatımız üzerine Harp Tarihi Dairesi Başkanlığından alınan 2 Şubat 1971 tarih ve (HRB.T.D: 202-1-71 Doö. Arş.) sayılı yazıya fotokopisi ekli Adana ve havalisi komutanı Muhittin Paşanın Genel Kurmay Başkanlığına çekmiş olduğu telgraftan Tarsus’un kurtuluşunun 27 Aralık 1921 olduğu anlaşılmaktadır. Fotokopisi cemiyet arşivinde bulunan Muhittin Paşa’nın telgrafının metni aynen şöyledir:
Erkanı Harbiye-i Umumiye Riyasetine,
Adana
1662-120
Dün Tarsus’un yevmi teslimi olmak hesabiyle 27 kanunuevel (Aralık) Badezzeval 1.30 da Adana muhafız taburundan mızıka ile 1 bölük alınarak treni mahsusla Tarsus istasyonuna inildi ve birinci alayın birinci taburu ve bir süvari bölüğü iltihak etti. Bütün Tarsus’lular binlerce bayraklarla istasyona gelmişlerdir. Cuşu huruşa gelmiş tufanı hissiyât içinde kışla meydanına gelindi. Büyük Millet Meclisi azasından 7 mebusu muhterem hazır olduğu halde tarafı acizanemden askere gösterilen bu emsalsiz kabul ve muhabbete teşekkür olundu. Ve Müftü efendinin pek müessir bir duası her göze bir çok yaş döktürdü. Adana’da olduğu gibi çekilen bayrağımıza karşı kalplerin coşkun hissiyatını arzederim.
Güzergâkta serpilen gülsuların, lavantalarm mebzuliyeti, yakılan öd ağaçları Tarsus’luların Türkiye Büyük Millet Meclisinin ordusuna karşı münbasit gönüllerinin, muahbbetle muattar delilidir. Teşekkür ediliyordu. 250 kurban kesildi. Bugün aynı tezahürat içinde avdet edildiği maruzdur efendim 28/29.12.1337 (1921).
Adana ve Havalisi Komutanı
Muhittin
Son vazife
Fransız’larla yapılan antlaşma henüz kesin şeklini almadığı günlerde, kahraman Çukurova’lılardan teşkil edilen ve (Adana müfrezesi) adı verilen bir alay Sakarya savaşına katılmak üzere Garp Cephesi emrine gönderilmiş ve Afyon dolaylarında düşmanın sağ kanadı üzerinde müessir avaşlar vermiş ve Akşehir – Konya istikametinde ilerlemesini engellemiş bulunuyordu.
Ankara antlaşmasından sonra bir kısım kuvvetler Çukurova bölgesinde bırakılarak büyük kısımdan olmak üzere 25, 30 alaylar olmak üzere 14. tümen kurulmuş ve Afyon cephesindeki savaşlara katılmıştır.
Son taarruzda önemli hizmetler gören 14. tümen 30 Ağustos 1922 Başkumandanlık Meydan Savaşında da kahramanca çarpışmış ve düşmanın sarılıp yok edilmesinde mühim rol ve vazife almıştır.
Düşmanın temamiyle yenilmesinden sonra ileri harekâtına devam eden 14. tümen Uşak, Alaşehir, Salihli, Turgut’lu, Menemen üzerinden düşmanı izlemiş, Ayvalık, Burhaniye ve Edremit’i işgal ederek Çanakkale bölgesinde Ezine’ye kadar ilerlemiş ve Çanakkale dolaylarını işgâlleri altında bulunduran İngilizler’e karşı bu cephede mevzilenmiştir.
Lozan Sulhu’nun kesinleşmesine kadar bu cephede vazife gören ve sülhun akdinden sonra terhis edilen Çukurova’nın kahraman evlâtları vatan vazifelerini başarmış olmanın gurur ve huzuru içinde Anayurtlarına dönmüşlerdir.
Çukurova’lılar gerek kendi cephelerinde ve gerek Garp Cephesinde birçok değerli evlâtlarını vatanın istiklâli uğrunda şehit vermişlerdir.
Şehitlerimizi rahmetle anar, hayatta olan kahraman mücahit gazi’lere sağlık ve selâmet dileriz……………….KİTABIN DEVAMI İÇİN BU SATIRI TIKLAYIN……………………………….