,

Mersin’in Belleği ŞİNASİ DEVELİ – 3. Bölüm

KIŞLA BİNASI
“Kışla’nın da hayli geçmişi vardır. Askeri kışla binası 1904 yılında Nazım Paşa zamanında yaptırılmıştır. Önce burada bir askeri tesisin olduğu anlaşılmaktadır. 1900 tarihini taşıyan tapu kayıtlarında ‘5. Ordu’ya meccanen bağışlanmış bir arazi hududunda Kışlayı Hümayun’ adı geçmektedir. Burası, 1913 yılında askeri hastane olarak kullanılmış, 1914 yılında İngiliz donanmasının bombardımanı sonucu büyük hasar görmüş, işgal sırasında da halktan toplanan para ile Fransızlar tarafından tamir ettirilmiştir. Sonra da kendileri kullanmışlardır. Cumhuriyet’ten sonra buraya 23. Alay yerleşti ve 2. Dünya Savaşı’na kadar burada kaldı. Bugün, caddenin bu yönünde mevcut palmiye ağaçları, 23. Alay tarafından ektirildi ve büyüme sürecinde de nöbetçi dikilerek korundu. 2. Dünya Savaşı sırasında İstanbul tahliye edilmiş ve bütün deniz okulları Mersin’e getirilmişti. Astsubay okulu dışındaki bölümler savaş sonuna kadar burada kaldılar.”
“Kışla halindeyken, kışla dışında Mersin’in birçok ihtiyaçlarını karşılıyordu. Mersin’de Atatürk Heykeli bulunmadığından gereken bütün Resmî törenler burada yapılırdı. Burada Ata’nın bir büstü vardı. Mersin’de Stat olmadığından İdman Yurdu’nun önemli dış takımlarla olan maçları burada oynanırdı.”
CHRISTMAN KONAĞI – (ATATÜRK EVİ ve MÜZESİ)
“Biraz da caddenin gidiş yönüne doğru sağ taraftan bahsedelim. Şimdiki Büyükşehir Belediyesi’nin karşısında 1999 yılında açılmış olan Güneş Sineması vardı. Bu kısımda en önemli yapı, bugünkü Atatürk Evi’dir. Bina, Mersin’de Alman Konsolosu ve Rum zenginlerinden Mavromati’nin damadı Christman isimli kişi tarafından, 1897 yılında inşa ettirilmiş. Eski resimlerde, caddenin en görkemli yapısı “Palais de Christman” olarak isimlendirilmişti. Binanın devamında da William Rikards ve Nadirler’e ait konaklar gelirdi.”
“Vali konağının bulunduğu yer kiliseye kadar boş alandı. Ön kısımda fakir Hıristiyan ailelerin gecekondu biçiminde evleri, şimdiki Atatürk heykeli’ne kadar uzardı. Buraya halk arasında ‘Çardak Mahallesi’ de denirdi.”
VALİ KONAĞI
“Vali Konağı, Vali Rüknettin Nasuhioğlu zamanında yapılmıştı. Bina için yapılan kazılarda Zefirium şehrine ait kalıntılara tesadüf edilmişti.
Atatürk, 19.11.1936 tarihinde Mersin’e geldiğinde Vali Nasuhioğlu’na Vali Bey konağı çabuk düzenleyip noksanlarını tamamlayınız. Her sene Nisan ayını burada geçirmek istiyorum.’ demişti. Ancak, 1938 yılında kısa süre burada kalabilmiş; tekrarına ömrü yetmemişti. … Konağın çevresi Vali Burhanettin Teker zamanında park haline getirilmişti.”
“Halkevi, bilindiği üzere Vali Tevfik Sırrı Gür zamanında yapılmıştır. Halkevi’nin yanında Arap-Ortodoks Kilisesi’ vardır. Kilise, 1870’li yıllarda inşa ettirilmiştir. Kilise cemaati daha ziyade Lübnan asıllı Ortodokslardır. Cemaat halen Mersin’de bulunmaktadır. Kilisenin önünde geniş bir bahçesi bulunuyordu. Tevfik Sırrı Gür bahçenin tamamını caddeye katarak yolu genişletmişti.
Caddeyi takip ettiğimizde halen mevcut kale şeklindeki çift kuleli beton binayı görürüz. Nacar Evi olarak bilinen bu yapı, 1905 yılında inşa ettirilmiş, sonra da uzun süre İtalyan Konsolosluğu olarak kullanılmış. Binanın ön cephesini kaplayan bu çiçeklere (begonvil) halk arasında konsolos çiçeği’ denirdi.”
“Cadde, birkaç bina ile Çamlıbel’e gelir ve biter. Bundan sonra kayda değer bina yoktur.”
MERSİN’DE CUMHURİYET’İN ONUNCU YILI KUTLAMALARI
Şinasi Develi Cumhuriyet’in Kuruluşunun Onuncu Yılı’nın coşkulu kutlamalarını çok iyi bayramı 93 yaşında şöyle anlatacaktır:
“Teşrini evvel 1933… Ben ortaokul ikinci sınıfına başlayacağım, ama başlayamadık. Alışagelmediğimiz bir çalışma var. Marş öğreniyoruz, düzgün yürüyüş talimleri yapıyoruz. Sergilere gidiyoruz, yeni açılan Halkevi’nde konferanslar oluyor, onları izlememiz öneriliyor. Bütün okul faaliyetimiz kısa süre sonra kutlayacağımız Cumhuriyet Bayramı’na dönük. Başka seferdekilere benzemeyen bir bayram kutlaması hazırlığı var.
Bilindiği üzere Cumhuriyet Bayramı kutlamaları diğer milli bayram kutlamaları gibi aynı şekilde kutlanır. Örneğin; bir meydanda toplanılır. İstiklal Marşı eşliğinde göndere bayrak çekilir, günün önemini belirten konuşmalar yapılır. Geçit resmi ve folklor gösterisinden sonra tören sona erer. Cumhuriyet’in onuncu yıl kutlamalarının geçmişteki kutlamalara benzemeyeceği aylar öncesinde anlaşılıyordu.
Kutlama gününe daha beş ay zaman var. 11.6.1933’te Cumhuriyet’in Onuncu Yılı’nın nasıl kutlanacağı hakkında özel kanun çıkarılmış. Birçok da kararnameler. talimatnameler, emirnameler… Kutlama gece ve gündüz’ 3 gün devam edecek ve hafta tatili uygulanacakmış. Yani 3 gün ve gece iş yerleri kapalı. Dairelerde mesai yok. Resmi binalar süslenip ışıklandırılacak. Her tarafa afişler, levhalar hazırlanıp asılacak. Konferanslar, temsiller verilecek. Sinemalar bedava, Devlet’in nakil vasıtaları, trenler, vapurlar tenzilatlı. Özel posta pulları basılacak, en ücra köylere kadar bayrak gönderilecek. Halk kürsüleri kurulacak, Cumhuriyetimiz anlatılacak. Yalnız bu kutlama için değil, ilerdeki yıllarda da söylenebilecek bir marş hazırlanacak ve halka öğretilecek. Bir de umumi af çıkarılmış. Ziraat Bankası, üzerinde avukat portresi olan bir madalya bastırmış. Bu uygulama aynen Mersin’de köylere kadar uygulanacak.
Okulda dersten fazla marş öğrenmekle uğraştığımızı hatırlarım. Ortaokul müzik hocamız İrfan Bey geçen ders yılında derslere Titanik batarken gemi orkestrasının çaldığı müzikle başlamıştı. Bu yıl öyle olmuyordu. Artık kutlama için özel bestelenmiş Onuncu Yıl Marşımız vardı. Bu marş okul dışında, Halkevi’nde, müsait salonlarda halka öğretiliyordu.
1933’te Mersin çok güzeldi, ama küçüktü. Bir saatte her tarafını gezebilirdiniz. Büyük gösterilerin sergilenebileceği bir meydanı yoktu. Resmi törenlerde geçişler şimdiki Merkez Bankası karşısındaki boşlukta yapılırdı. Atatürk Anıtı yoktu, 23. Alay’ın kışlasında bir büst vardı ve resmî törenlerin çelenk merasimi için oradan yararlanılırdı. Ancak 10. Yıl kutlamalarına özel önem verildiğinden, çok daha geniş alanlara ihtiyaç görülmüştü. Şimdiki Halkevi’nin (Mersin Kültür Merkezi) arka tarafında boş bir alan, özellikle kutlamanın gece bölümlerinden bir kısmı için hazırlanmıştı.
Bayram Mersin’de üç gün ve gece sürecekti. Birkaç gün önceden cadde ve sokaklar, mağaza ve dükkânlar Türk bayrakları ile donatılmış, birçok resmi ve özel büyük binalar süslenmişti. Gece pırıl pırıldı.
Evlere de bayrak asılması ve gece fener konulması için halka duyuru yapılmıştı. Hatırlarım, dışarıdan bayrak temin edememiştik. Annemin elinden dikiş gelirdi; evde kendisi dikti. Belki nizami olmamıştı ama milli bayrağımızdı; yeterliydi.
Ayrıca içerisinde mum yanabilen renkli kâğıtlardan yapılmış, üstten basma portatif fenerler satılırdı. Aldık ve kutlama süresince geceleri, mütevazı evimizin kapısını renk vererek ışıklandırmıştık. Kutlama gecesi ortalık karardıktan sonra direklerin üzerindeki kapalı cisim bir nevi alev aldı ve Atatürk’ün baş kısmının yavaş yavaş ışıkla aydınlandığını gördük. O gün 13 yaşındaydım. Bugün 93’ündeyim. Aynı hislerle meşbu (dolmuş) olduğumu belirtirken mübalağa etmiş değilim.
İLK MERSİN HALKEVI AÇILIYOR
Onuncu yıl kutlamalarından birkaç ay önce, 24 Şubat 1933 tarihinde, şimdiki Borsa Sarayı’nın yerindeki tarihi bir binada Mersin Halkevi açılır; açılışından itibaren de kültürel etkinliklere susamış halktan büyük ilgi görür. Kısa sürede müzik, yabancı dil, el işleri, resim, tiyatro konularında kurslar başlar ve bu kurslarda yetkin öğretmenler ders verirler. Şinasi Develi o yıllarda ortaokul 2. sınıf öğrencisidir. Açılış törenini pek hatırlamamakta ama Türkçe öğretmeni Asım Bey’in fırsat buldukça Halkevi kütüphanesine gidip kitap okumalarını önerdiğini çok iyi anımsamaktadır. Şinasi Develi de bu öğüde uyar ve Halkevi ile tanışıklığı böyle başlar.
ŞİNASİ DEVELİ HALKEVİ TEMSİL KOLUNDA
Açılışın hemen ardından da Dil-Tarih-Edebiyat, Güzel Sanatlar, Temsil Kolu, Halk Dershanesi ve Spor komiteleri kurulur. Bu komiteler hemen çalışmaya koyulurlar. Kendisi de daha ortaokuldayken Temsil Kolu’nun sahneye koyduğu temsillerde suflör olarak, daha sonra da bazı piyeslerde oyuncu olarak görev alır. Bunlardan anımsadıkları, Asım Balçık’ın yazıp Hicabi Bey’in bestelediği müzikal komedi “Tekaütlük” (Hüsnü Efendi rolünde) ve “Ümidin Güneşi” adlı oyunlardır.
Halkevi’nin bu temsilleri sergileyeceği sahneli bir salonu yoktur. Zafer Çarşısı içindeki Ayios Georgios Kilisesi’ne bir sahne yaptırılır ve temsiller orada verilir. Kilise çok büyüktür ve kışın soğuk olur. Ona rağmen temsiller büyük ilgiyle izlenir. Sahneye koyulacak eserler genellikle Ankara’daki Halkevi Merkezi’nden gönderilir ve Mersin’deki Halkevi Edebiyat Komitesi’nce incelenip seçilir. “Kafa Tamircisi, Canavar, Andaval Palas, Erkek Kukla, Beyaz Baykuşlar, Bir Azizlik, Kanun Namına, İstiklal, Babür Şah’ın Seccadesi, Himmet’in Oğlu, Kör” adlı eserler bunlardan bazılarıdır. O döneme ait şöyle bir anısı vardır:
TEMSİL KOLU İLE GÖZNE’DE
“Yil 1937, Ağustos ayı. Temsil Kolu yazın faaliyetlerini durdurur, genellikle provalarla yaza hazırlanılırdı.
“Ümidin Güneşi” adlı eserin provaları yapılırken, Asım Balçık ortaya bir teklif attı: Bu piyesi yaylalarda oynayalım, hem prova yapmış oluruz, hem de harçlığımızı çıkarırız; belki beş-on kuruş kalır.
‘Ben, Asım, Sohban, M. Tanrıverdi, Şevki, Nüfus Dairesi’nde memur Mehmet ve Hasan Sümen turneye hazırlandık. Aramıza Zati Sungur’dan birkaç numara öğrenmiş olan Talat adındaki arkadaşımızı da aldık. Programa ayrı bir hava vereceğini umuyorduk. Su dolu bir bardağı alıp üzerini örtüyor; hokus-pokus’ deyip bardağı yok ediyordu. Buna benzer birkaç numarası vardı.
26 Ağustos günü Gözne yaylasındaydık. Orta Gözne’de, Şıh Mustafa’nın kahvesinde ilk temsilimizi vermek üzere anlaştık. Tellallarla duyuru yaptırdık. Piyes dramatik bir eserdi. Bir kimyager deney yaparken gözünü kaybediyor; piyes bu minval üzere sürüyordu. Yanımızda gramofon da götürmüştük. Piyese ayrı bir renk versin diye, perde açılmadan önce, Hafiz Burhan tarafından plağa okunmuş olan ‘Makber’ isimli parçayı çalacaktık.
Temsil iyi başladı. Kahve dolmuştu. Perde arasında Talat numarasını yaptı ve çok alkışlandı; teşekkür etti ve Elimdeki ipin düğümünü açana 50 lira verilecektir’dedi. Bir köylü genci ipi aldı, evirip çevirdi ve düğümü açtı. Tabii 50 lirayı da istedi. Biz Gözne’ye cebimizdeki birkaç kuruşla gitmiştik ve temsil 25 kuruşa izleniyordu. Elli lirayı bulmamız mümkün değildi. Ne özür dilememiz, ne de kahvecinin ricaları fayda vermiyor, delikanlı Nuh’ diyor, ‘peygamber’ demiyordu. Seyirciler de gençten yana oldular, tadımız kaçtı.
Piyesi zar zor bitirdik. Sonucu da şöyle bağladık: Biz hasılattan tek kuruş almayacaktık; kahveci o delikanlıyla anlaşacaktı. Ertesi günü Yukarı Gözne’de bir kahvede aynı piyesi oynadık; oradan Fındıkpınarı Yaylası’na gidip Genesiz’in kahvesinde de bir gece oynayıp Mersin’e döndük.. Galiba yol parası ile yiyip içtiğimizin parasını çıkarabilmiştik. Herhangi bir para kaldığını hatırlamıyorum.”
Halkevi Temsil Kolu yıllarca kentin tiyatro özlemine çare olur. Halkevi’nde devamlı konferanslar da verilir. O konferanslarla ilgili bir anısı da şöyle:
HALKEVİ’NDEKİ KONFERANS
“Başkan Dr. Tahsin Soylu bana bir konferans hazırlamam için çağrı yapmıştı. Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun olmuş, staj yapıyordum. Olumlu karşıladım ve tercihini bana bıraktığı konuya hazırlanıp saatinden önce Halkevi’ne gittim. Saati geldi, geçti, gelen olmadı. Üzüldüm ve gitmek istedim, bırakmadı. Ve bana ‘Bak delikanlı, kimse gelmezse ben dinlerim. Bu işin arkasını, halka öğretinceye kadar bırakmayacağız.’ dedi. Neyse ki bir süre sonra gelenler oldu ve konferansı tamamladık. Konu, Türkiye’nin kazandığı uluslararası bir dava idi; Lotis – Bozkurt Davası.
Bozkurt adlı Türk gemisi ile Lotüs adlı Fransız gemisi 2.8.1926 günü Ege Denizi’nde çarpışmış. Bozkurt gemisi batmış ve 8 denizci boğulmuş. Lotüs İstanbul’a gelince kaptanı tutuklanmış. İhtilaf, Lahey Adalet Divanı’na götürülür. Türkiye’yi o tarihte Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bey savunur ve dava Türkiye lehine sonuçlanır. Mahmut Esat Bey’e ‘BOZKURT’ soyadı bu nedenle verilir.”
MERSİNLİLER NASIL EĞLENİRLERDİ?
Şinasi Develi, eski Mersin’deki eğlence yerlerinin hemen hemen hepsini kendi anılarını da katarak çeşitli yazılarında anlatmaktadır.
MERSİN’DE SİNEMA
“İstanbul’da ilk sinema Sinema Pathé isimli bir sinemadır. Mersin’de ilk sinemanın hangi tarihte faaliyete geçtiği hakkında bir bilgiye elimizde mevcut bir fotoğraftan erişmeye çalışıyoruz. Şöyle ki; fotoğraf, Millet Bahçesi’nin ön kısmını gösteriyor. Resimdeki yazı şöyle: Vue Du Jardin-Du Cinema Pathé”. Fotoğrafı çekenlerin adı da var; “Torosian Freres. Genelde bu kardeşler işgal yılları, hatta önceleri çekilmiş fotoğraflara da imza atmışlar. Fotoğraftaki insanların fesli oluşu ve çekenlerin isimlerinden, Mersin’de 1910-1919 yılları civarında sinemanın mevcut olduğunu tahmin etmek sanırım yanıltıcı olmayacaktır.
Mersin’de sinemanın İstanbul’dan çok sonra olmaması gerekir. Zira gerek sosyal, gerek ekonomik yönden o tarihteki İstanbul’la Mersin arasında fazla bir fark yoktur. Görüldüğü üzere Mersin’deki ilk sinemanın da adı ‘Pathé’dir. Bu isim İstanbul’a da Paris’ten gelmiştir.
Kapalı salon olarak Mersin’de ilk sinema yine İstanbul’da olduğu gibi seyyar makinelerle kıraathanelerde olmuş olmalıdır. Mersin’in ilk kapalı salon sinemasının adı Türk Ocağı’dır. Sonradan adı ‘Halk Sineması’ olmuştur….Ancak 25.1.1925 günü, yanında Milletvekili Niyazi Ramazanoğlu ve diğerleri ile birlikte Atatürk’ün sinema izlediğini biliyoruz. Bu tarihten sonrası için bilgi aramamıza gerek yok, çünkü 1939’lu yıllarda 10 yaşında olan biz de sinema ile tanıştık. Sesli film dönemine girinceye kadar Mersin’de Halk Sineması’nda bir değişiklik yoktu.
….Sahne yakınlarında piyano-org arası bir enstrümanla gerektiğinde filme müzik eşliği sağlanıyordu. Bazı belgeseller, Şarlo’nun filmleri gibi olanlar bölünmeden gösterilirdi. Ancak konulu filmler birkaç bölümde gösterilirdi.
Mersin’de ilk sesli filmin 1933 yılında ve kapatılıp yeniden yapılan Halk Sineması’nda oynatıldığını hatırlıyorum. ….Sesli filme geçerken sinema binası da tamamen değiştirildi. Elektrik geldiğinden makine dairesi salona eklenip salon büyütüldü. Salona yukarıda üç yönünü kaplayan localar yapıldı. …Zaman zaman Darülbedayi temsiller verir ve büyük ilgi görürdü. ‘Arşın Mal Alan’ ve ‘Lüküs Hayat’ hatırladıklarımdandır. Tabii bu temsillere gitmeye mali gücümüz de yaşımız da elvermezdi. Ancak, İstanbullu olan büyük dayımın eşine yoldaşlık etme durumunda olmam, bu tür gösterileri izlememi sağlardı.”
Halk Sineması daha sonra Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından yıkılıp yerine sebze hali yapılır. Ama bir süre tekrar sinemaya dönülür. Mersin’in faaliyette bulunan en eski sineması işte bu Kurum Sineması’dır.
Mersin sinemaları içinde, Güneş Sineması özel olarak yapılmış bir sinemaydı:
“Büyükşehir Belediyesi’nin karşındaki arazi Sursoklar’a ait bir araziydi ve burada Ammi Nur adında bir eski Mersinli odun, kömür satardı. Bir ara da çay bahçesi oldu. Daha sonra araziyi satın alan Dr. Abdullah Ersoy, Mithat Toroğlu ve Josef Dakkak burada modern bir sinema inşa ettiler.
Güneş Sineması Ocak 1939’da, Atatürk’ün cenaze törenine ait belgeselin gösterimi ile faaliyete geçti. Sinema, balkonu ve locaları olan, giriş çıkışı rahat, güzel bir sinemaydı. Bir süre sonra üstüne yazlık gelince, kışlık faaliyetini durdurup yazlığa geçiliyordu.”
Güneş Sineması daha sonraları niteliğini yitirir ve yetmişli yılların sonunda da yıktırılıp yerine bir iş hanı inşa edilir. O da eski Mersinlilerin anılarındadır artık.
Eski Mersin’in sinemalarından biri de 1946 yılında açılan Halkevi binasının içindeki 600 koltuklu bir sinemadır. Bu salon yalnız sinema olarak kullanılmaz, aynı zamanda tiyatro, konser gibi etkinlikler de burada yapılır.
Yazlık sinemaları da unutmamak gerek:
“Yaz aylarında Mersinlinin yegâne nefes alıp, üstelik eğlendiği yazlık sinemalar çok rağbetteydi. Bir kısmının isimlerini anı olarak belirtelim: “Eser, Aydın, Meram, Atlas, Lâle, Elvan, Perşembe, Hilal”

Biyografik Bilgi

scroll to top