,

Mersin’in Belleği ŞİNASİ DEVELİ – 5. Bölüm

EĞİTİM – ORTAOKUL BİTİNCE
Ortaokulu bitirdikten sonra Mersin’de öğrenimine devam edeceği bir okul yoktur. Öyle bir kent için lisenin açılmasında çok geç kalınmıştır. Oysa daha yirminci yüzyılın başlarında lise dengi bir okul vardır Mersin’de. Yıllar sonra yapacağı araştırmalar sonucunda o dönemi Şinasi Develi şöyle anlatacaktır:
“Liseye eşdeğer sayılabilecek bir okul ilk kez 1909 yılında mevcut olan Rüştiyenin İdadiye çevrilmesiyle kurulur. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Mersin’in Fransız kuvvetleri tarafından işgal edilmesiyle 1919 yılında İdadi kapatılır ve o zamanki müdürü Nazım Bey kenti terk etmeye zorlanır. Kurtuluş Savaşı kazanılınca, Ekim 1922’de, yörenin ticaret yönünden önemi de gözönüne alınarak “Mersin Ticaret İdadisi” olarak kent yeniden idadiye kavuşur. Bu yeni okul, Mavromati adlı zengin bir Hıristiyan Mersinlinin evinde açılır. Ancak, bir yangın kazası sonucu tüm belgeler yanar ve okul, statüsü değiştirilerek ortaokula çevrilir. Böylece 1926-27 öğretim yılında Mersin Ortaokulu kurulmuş olur.”
1945 yılına gelinceye kadar Mersin’de lise yoktur.
“… O dönemde, İçel ili içinde Mersin’den başka yalnızca Tarsus ve Silifke’de birer ortaokul vardı, diğer ilçelerde ortaokul bile yoktu.”
Mersin’de lise yapımı ile ilgili olarak şöyle bir anısı vardır Şinasi Develi’nin: 1934 yılında İleri İlkokulu’nun temeli atıldığında Mersin Milli Eğitim Müdürü bir konuşma yapar. Bu konuşmada, binanın temelinin ilkokul olarak atıldığını, ama gelecekte buranın Mersin’in lisesi olacağını söyler. O tarihte ortaokul öğrencisi olan Şinasi Develi ve arkadaşları bu müjdeye çok sevinirler. Ancak söylenen gerçekleşmez ve okul 1937 yılında İleri İlkokulu olarak öğretime başlar.
LİSE YILLARI
Şinasi Develi ortaokuldayken babasını kaybeder. Mezun olduğunda kısa sürede bir meslek edinip ailesine destek olmak ister. Önce Ankara’daki iki yıllık Kadastro Mektebi’ne kaydını yaptırır. Ama iş garantisi olmadığını öğrenince evrakını alıp Adana Ziraat Mektebi’ne başvurur. Matematik notu düşük bulunduğu için orada yedeğe alınır; sıra gelmez.
Ortaokulu bitiren öğrencilerin büyük kısmı öğrenimlerine devam edemezler. Çok azı parasız yatılı sınavlarını kazanıp Türkiye’nin çeşitli illerindeki liselere ya da öğretmen okullarına gidebilir. Adana’da yakınları olan kızlardan bazıları Adana Kız Lisesi’ne devam etme imkânı bulurlar.
Çoğu tüccar olan Mersinli Hıristiyanlar ise çocuklarını öğrenim için genellikle Beyrut’a gönderirler.
Liseden başka gideceği yer kalmamıştır. O tarihte Mersin’de lise yoktur. Mecburen Adana Erkek Lisesi’ne kaydını yaptırır. Bu da kolay olmaz, zira Adana Lisesi’nde Hataylı öğrenciler için bir sınıf açılmış, diğerlerine yer kalmamıştır. Ama onun durumunda olan birçok öğrenci Bakanlığa başvurup yeni bir sınıf açılmasını sağlarlar.
Adana Erkek Lisesi’ne devam etmek isteyen erkek öğrenciler ise ya gruplar olarak ev tutarlar, ya da her gün trenle Mersin’den Adana’ya gidip gelirler. Lise’de yatılı okumak da mümkündür, ancak yatılı fiyatı yüksek gelir; trenin aylık paso ücreti ise ayda yalnızca üç liradır.
Şinasi Develi de her gün trenle gidip gelenlerdendir. Bunun için de sabah 5.20 trenine yetişmek için 4.30 da kalkması gerekir. Tren, yol boyunca her istasyonda durduğu için yolculuk uzun sürer. Adana Şakir Paşa istasyonunda indikten sonra tarlalardan yürüyerek okula giderler ve derse ancak yetişebilirler. Kış aylarında Adana’ya çok yağmur yağdığında çamur içinde yürümek daha da zor olur. Öğle yemeklerini ise çevredeki bakkallardan aldıklarıyla geçiştirirler, biraz paraları olduğunda da lokantaya giderler. Akşamları eve dönmeleri de saat 8’i bulur. O yıllarda liseyi bitirip yüksek öğrenim yapan Mersinli gençlerin çoğu böyle geçirmişlerdir lise yıllarını.
Zorluk çekiyorlardır ama o yolculukların eğlenceli yanları da vardır. Tren yolu boyunca çevredeki köylerden de öğrenciler binerler, birlikte hoşça vakit geçirirler. O günlerden tebessümle anımsadığı şöyle bir anısı vardır:
Öğrenci pasoları 3. Mevki vagonlar içindir. Bir gün aynada saçlarını düzeltmek ister, ancak 3. Mevkide bulamaz, 2. Mevkiye geçer. O sıra bir tren memuru onu görür ve pasosunu ister. Baktıktan sonra da 2. Mevki için fark ödemesini isteyip pasoyu geri vermez. Şinasi Develi kompartımana dönüp yol arkadaşlarına durumu anlatır. Bunun üzerine iki vagon dolusu genç tren durup memur aşağı indiğinde kapıları tutup memurun pasoyu verene kadar trene binerek hareket ettirmesini engellerler. Adana’ya varıp okula gittiklerinde kapıda birkaç üniformalı tren memurunun lise müdürü Rasim Bey ile konuşmakta olduklarını görürler. Bunları görünce “Trenle gelenler ayrılsın” derler. Müdür “Hanginizin pasosu alındı?” diye sorar. O da olayın nasıl geliştiğini anlatır. Bunun üzerine Müdür gelen memurlara döner: “Bu çocukların haline bakın! Bunlar Moskof çocuğu mu? Mademki 2. Mevki boş, orada otursalar ne olur? Bir saç taraması için bu yapılır mı?” der ve Ankara’ya şikâyet edeceğini söyler. Ötekiler de “Biz de şikâyet edeceğiz” deyip giderler.
MERSİN’DE LİSE AÇILIYOR
Mersin’de lise ancak 1945 yılında, Vali Tevfik Sırrı Gür’ün gayreti ve Mersinlilerin parasal katkılarıyla açılabilir. Şinasi Develi, Mersin gibi çağdaş bir kentte lise açılmasının bu kadar gecikmesini, isimlerini de verdiği Mersin milletvekillerinin aslında Mersinli olmamaları ve bu nedenle bu işin üzerine düşmemeleri ile açıklar. Oysa Mersin’de lise düzeyinde bir okulun olmadığı yıllarda Adana’da bir kız lisesi, bir erkek lisesi, kız öğretmen okulu ve ziraat okulu gibi öğretim kurumları vardır.
ATATÜRK’Ü MERSİN’DE GÖRÜYOR
Atatürk 1918 ve 1938 yılları arasında on kez gelmiştir Mersin’e. 21 Şubat 1935 yılında da gemiyle geleceği haberi alınır. Bu geziye Antalya’ya göz diken İtalyan diktatörü Mussolini’ye gözdağı vermek için gerek görmüştür. Şinasi Develi Ortaokul 3. sınıftadır. Öğrenciler, Atatürk’ü karşılamaya götürülür. Gümrük Meydanı’nda sıraya dizilirler. Öğleye kadar görünmeyince çocuklara yiyecek dağıtılır ve tekrar bekleme başlar. İkindiye kadar da çıkmayınca evlerine gönderilirler.
1938 yılındaki gelişinde ise Atatürk’ü Vali Konağı’nın balkonunda görür. O tarihte Adana Lisesi’nde öğrencidir ve Atatürk’ün gezisi tatil günlerine denk düştüğü için Mersin’dedir. O günü şu sözlerle anar:
“Kendilerini üç gün boyunca bir hasret duygusu ile izledik. Atatürk’ü bu kadar yakından görmediğimiz için kendileri otomobile binip Vali Konağı’ndan ayrılana kadar kimse oradan gitmiyordu. Halk, Atatürk’ün bu ziyaretinin Hatay Meselesi ile ilgili olduğunu biliyordu. Vali Konağı’nda kalması düşünülmemişti. İstasyondan, şimdiki liman idaresinin bulunduğu deniz kıyısına direkt hat çekilmişti. Ama Atatürk burada kalmayı istememiş, bir yıl önce arzu ettiği gibi, Vali Konağı’nda kalmak istemişti”
Aynı yıl 10 Kasım’da Atatürk vefat eder. Cenazesinin İstanbul’dan Ankara’ya getirildiği 21 Kasım 1938 günü Şinasi Develi Ankara’dadır ve Etnografya Müzesi’ne nakil törenini izler:
“Hafif sisli ve çisentili bir Ankara sabahı. Atatürk bugün Etnografya Müzesi binasında belirlenen yerde toprağa verilecek. Cenazenin geçeceği yerlerden töreni en iyi izleyebileceğim bir yer seçmek için erkenden evden çıktım. Opera binası o tarihte Ankara Sergi Evi binasıydı, binanın bahçesinde tam köşe başında bir yer buldum. İstasyona giden caddenin bir kısmı ile Halkevi ve Etnografya Müzesi binasının bulunduğu çevreyi rahatlıkla görebiliyordum.
Atatürk’ün cenazesi bir gün önce İstanbul’dan Ankara’ya getirilip Büyük Millet Meclisi’nin o tarihteki binasının önünde hazırlanan katafalka konulmuştu.
Katafalkta tabutun arkasında kocaman bir Türk bayrağı, iki yanda altı meşale ve elinde kılıçlarla yüksek rütbeli subaylar… Altı meşale Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Devletçilik, Laiklik ve İnkılâpçılık umdelerini çağrıştırıyordu.
Törenden bir gün önce bütün Ankara halkı katafalkın önünden büyük bir intizamla ve hıçkırıklarla geçiyor, 19Mayıs Stadyumu’na varmadan dağılıyordu. Caddeler, meydan kenarları, ne yapacağını bilmeyen sessiz, buruk yüzlü insanlarla doluydu. Bütün mağazaların vitrinleri siyah çerçeve içerisinde büyük boy Atatürk resimleri ve Türk Bayrakları ile donatılmıştı. Her gün gelen yüzlerce yabancı devlet askerleri Ankara sokaklarında başka bir hava estiriyordu. O tarihte otobüs, uçak gibi vasıtalar olmadığı için özel trenlerle geliyorlar ve askeri törenlerle karşılanıp, kendilerine ayrılan yatılı okullara gönderiliyorlardı.
Zaman zaman Ankara sokaklarında yürüyüş yapan bu askerler içerisinde en çok dikkati Hitler’in askerleri çekiyordu. Saray muhafızlarından olmalı ki, İngiliz askerleri de şıklıkları ile göze batıyordu. İran, Fransız, Bulgar askerleri ve sanırım başka ülke askerleri de gelmişlerdi. Atatürk’ün ölüm gününden beri okulu bıraktığımızdan, bu askerlerin istasyonda karşılanma törenlerini izleme fırsatını buluyorduk.
Cenazenin toprağa verildiği gün bu askerler yol boyunca müze binasına kadar dizili durumda yer almışlardı. Benim bulunduğum Sergi Evi köşesinin karşısında İngiliz birlikleri bulunuyordu. Onların lacivert elbiseleri, beyaz mika içerisindeki tüfeklerini tören boyunca ilgiyle izlediğimi hatırlıyorum.
Cenaze katafalktan alındıktan sonra sanırım iki saat geçti. Bando devamlı Matem Marşı’ çalıyordu ve en önde Atatürk’ün İstiklal Madalyası’nı taşıyan yüksek rütbeli bir subay yürüyordu. Cenazenin bulunduğu top arabasını Harp Okulu talebeleri çekiyordu. Cenazeyi Ata’nın yakınları, Türk ve yabancı devlet adamları takip ediyordu. Top arabasının iki yanında yine yüksek rütbeli subaylar yürümekteydiler.
Müze binasının üst tarafında bulunan Ankara Halkevi’nin istasyon tarafına bakan bir balkonunda üniformalı, uzun boylu yaşlıca bir subay ayakta cenazeyi izlemekteydi. Bunun Atatürk ile Çanakkale’de savaşırken bir ayağını kaybeden Birdwood adlı bir İngiliz mareşali olduğunu sonradan gazetelerden öğrenmiştik. Sakat olduğu için töreni takip edememişti. Cenaze bu minval üzere devamlı bandonun çaldığı Matem Marşı ile müzede ayrılan yere kondu.
Ben o tarihte Ankara Gazi Lisesi 10. sınıfında okuyordum. Atatürk’ün ölümünden sonra uzun süre okula gitmedim. Esasen hiçbir talebe gitmiyordu. Okula gidince disiplin soruşturması açtılar, ders yapacak durumda olmadığımızı söylememiz anlayışla karşılandı. Öğretmenlerin de okullara gittiği şüpheliydi.
Bir faniye gösterilebilecek en büyük sevgi ve saygı Ata’nın ölümünde bir kez daha görüldü. Bugün tersini düşünenlerin o günleri ve bütün bir milletin nasıl ağladığını görmelerini isterdim.”
Şinasi Develi, Atatürk’ün Mersin ziyaretlerini ayrıntılı olarak araştırır ve o konuda da yazılar yazar.
MİLLİ BAYRAM KUTLAMALARI
İçel Sanat Kulübü Dergisi için yapılan söyleşide Hülya Özdemir Şinasi Develi’ye şu soruyu yöneltir:
“I. Dünya Savaşı sonunda yurdumuzun işgalinden Mersin de nasibini almıştır. Burada yaşanan Mezitli, Tece baskınları ve Bayrak olayları, Mersin halkının yaşadığı acı olaylardan bir kısmıdır. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme boyun eğmeyen, bütün yüreği ve gücüyle direnen ve bu vatanın bir karış toprağını vermeyen Kuvayi Milliyecileri saygıyla anmak istiyorum. Mersin’in 3 Ocak Kurtuluş Günü, yerine getirilen bir görev gibi kutlanmakta ve bu durum hepimizin içini acıtmaktadır. Kurtuluş Günümüze bu kadar duyarsız oluşumuzun nedeni sizce nedir ve Kurtuluş Günümüzün coşkusunu tekrar nasıl kazanabiliriz?”
Şinasi Develi’nin yanıtı şöyledir:
“Her milli günümüzde aynı acıyı hissederim. Eğer devlet memurları, öğrenciler ve askerler de olmasa bayram yerinde insan görmeyeceğiz. Eskiden Mersin’in Kurtuluş Günü halk arasında “Çete Bayramı’ olarak kutlanırdı ve yer yerinden oynardı. Milli bayramlarda, kentin sokaklarında bayraktan başka bir şey görünmezdi. Düşünün ki, o tarihlerde hazır bayrak bulmak zordu. Genellikle bayraklar evlerde dikilirdi. Sınırlı sayıda olmasına rağmen işyerlerinin yanı sıra evlere bile bayrak asılırdı. Bilemiyorum, (Allah Esirgesin) Milli günlerimizi anmak ve kutlamak için illâki bir milli felakete uğramamız mı gerekiyor? Herkes bunun üzüntüsünü çekiyor olmalı ki, Şu Çılgın Türkler’ isimli kitap milyonlarca baskıya gidiyor. Bence bu kitaplar, özellikle Atatürk’ün Nutku çok okunmalı.”
Mersin’in işgali ve kurtuluş bayramı ile ilgili bir çok yazısı vardır. Eskiden, Mersin’in kurtuluş günü 5 Ocak günü kutlanmaktaydı. Sonra bu tarihin 3 Ocak olması gerektiği kanıtlandı ve o gün kutlanmaya başlandı.
Şinasi Develi eskiden halk arasında “Çete Bayramı” diye adlandırılan kurtuluş günü’nün nasıl kutlandığını şöyle anlatıyor:
“Kurtuluş Savaşı’na katılan milli kuvvetlerimiz, yani çeteler, o günkü silahları, kıyafetleri ile ve müfreze bayrakları ellerinde olduğu halde şehre girerlerdi. Şehir meclis üyeleri ve kentin ileri gelenleri onları Kuruçeşme’de karşılarlar ve çeteler geçit resmi ile meydanda halkı selamlarlardı. Çukurova kurtuluşuna katılan yakın il ve ilçe çetelerinden de katılanlar olurdu.
23 Nisan Milli Hâkimiyet ve Çocuk Bayramı’nın kutlaması da bir yönü ile ilgi çekici idi. Bütün Türkiye’de olduğu gibi, Mersin’de de bir hafta süre ile çocuklar ‘Daire Müdürü’ olarak görev yaparlardı. Mersin ilkokullarının son sınıflarından seçilen birer öğrenci Çankaya İlkokulu’nda toplanırlar ve çekilen kur’a sonucu her öğrenci bir daireye müdür olarak atanırdı. Bugünkü gibi beş-on dakika bir koltukta oturtulmaz, tam bir hafta süre ile ve tam yetkili müdür olarak görev yaptırılırdı. Bundan maksat, çocukları gelecekte bu tür mevkilere alıştırmaktı. Ben de böyle bir görev için seçilmiştim. Kur’a da İnhisar (Tekel) Müdürlüğü’ çıkmıştı. Allah rahmet eylesin, o zamanki tekel müdürü beni dairenin bahçesindeki evinde bir öğle yemeği ile ağırladıktan sonra makamına götürdü, memurları ile tanıştırdı. Resmî mührü de bana verdi ve görev bitinceye kadar daireye uğramadı.
… Tarla Mektebi’nden (İsmet Paşa Mektebi) Belediye Başkanlığı’na atanan bir öğrenci okulun çamurdan geçilmeyen yolunu, bir haftalık görevi içerisinde, geçilir hale getirmişti.”
Şinasi Develi bütün milli bayramların halkın katılımıyla çok coşkulu olarak kutlandığını anlatır.
Dini bayramlara gelince: “Bu bayramlar da bugünkünden çok daha neşeli ve coşkulu kutlanırdı” der ve herkesin birbirini ziyaret ettiğini; çocuklar için çeşitli eğlencelerin düzenlendiği bayram yerlerinin kurulduğunu anlatır.

Biyografik Bilgi

scroll to top