V. Bölüm
Yumuktepe
(SEMİHİ VURAL tarafından yazılan “Anadolunun Kapısı – TARSUS – Gülek Boğazı” isimli kitabın tamamı 14 bölüm halinde bu siteye konmuştur. Kitabın YUMUKTEPE ye ilişkin bölümünü okumaktasınız. )
Gülek Boğazı’ndan sahile inen Anadolu’nun ilk insanları, adını tam bilemediğimiz ancak arkeolojinin höyükler üzerinden tanımladığı, Gözlükule ve Yumuktepe’de yerleşmişlerdir.
Coğrafya kitapları yazarımız Besim Darkot’un, Mersin’in kuzeybatısında ‘Yumuk Irmağı’ olarak adlandırdığı akarsu (Mersin çayı / Kızıldere – Müftü – Efrenk deresi olarak da anılır) kenarında olmasından dolayı, Yumuktepe olarak bilinen höyüğü, Arkeolog J. Garstang “Yümüktepe” olarak yazar. Gaziantep’in Sakçagözü mevkiinde arkeolojik kazı yapmakta olan Neilson grubuna bağlı Liverpool Üniversitesi Profesörlerinden John Garstang, 1936 yılında inceleme gezisine çıktığı Mersin’e gelirken yolu Gülek Boğazı’na düşmüştü.
Mersin’de J.Garstang 1937–1940 yılları arasında ve savaşın ardından 1947–1948 yıllarında kazı çalışması yaptığı Yumuktepe’de Erken Yeni Taş Çağı’na kadar inen, kesintisiz yerleşimlere ait tabakalar ortaya çıkarmıştır.
Eskiden halk arasında buraya Soğuksutepe denilmekteydi. Kent merkezinin kuzeybatısındaki, üzeri çam ağaçlarıyla örtülü höyük hemen dikkati çeker. (Anadolu’nun en eski yerleşimlerinden biri olan Yumuktepe ile ilgili ayrıntılı bilgiler, kitabınmızın tarihçe bölümünde yer almaktadır.)
Dokuzbin Yıllık Yolculuk
Yıllarca yabancı yazarların çevirilerinden dolayı yanıbaşımızdaki tepeyi ‘yümük’olarak bilmiştik. 1993 yılında başlayan ve günümüze kadar süren kazılardan Yumuktepe’yi öğrenmeye çalıştık. Bu pek kolay olmadı. Yumuktepe çok çile çekmişti. 1968 yılının 25 Aralık günü yaşanan sel felaketiyle tepe eteklerini kaybetti. Daha sonra kentte bir caddeye adını veren Soğuksu Pınarı’nı kuruttular. Ki orası modern Mersin’in aydınlık yüzü olmaya adaydı. Çevresinde yeşil alanlarla kaplı Soğuksu Pınarbaşı mesire yeri, güzel giyimli çağdaş genç Mersinlileri buluşturmaktaydı. Tepe devlet eliyle teraslanıp ekonomik değeri olmayan ağaçlar dikildi. Bu pınarın yanına kurulan motopomplarla tepe üzerine büyük bir demir boru hattı ve beton depo/havuz yapıldı. Buradan çevre ağaçların sulaması yapıldı. Çocuklara cazip gelir, buralarda oynarlardı. Daha sonra Mersin’in bazı mahallerine buradan su verilmeye başlandı. Bunun için tepenin tepesi düzleştirilip üzerine önce büyükçe bir demir depo yerleştirildi. Belediye başkanları ‘sahip çıkmak adına’ turistik çirkin özensiz beton masa-banklar yaptırdı. Tepeyi güzelleştirmek için yapıldı bunlar! 1980 sonrası demir depo ve beton-taş çevresinde yeni bir mahalle oluştu. Demirtaş Mahallesi.
Oysa Yumuktepe sadece Mersin için değil dünya tarihi için de çok önemli bir konuma sahiptir. Akdeniz’in göbeğinde bir buluşma noktasıdır. Bu tepede yapılan kazılar sayesinde Anadolu, Suriye, Akdeniz kronolojisinin kurulmasına olanak sağlamıştır. Kesintisiz bir tabakalaşmanın, özellikle bu bölgede, Tarsus Gözlükule dışında hiç görülmemesi bu yerleşimin önemini bir kat daha arttırmıştır.
İlk kez Mersin Yumuktepe’de, organize bir site-kentin planına rastlanmıştır. Bu da ‘mimarlık tarihinde bir ilk’tir. Başka ilkler de var Yumuktepe’de.
20 yıla yaklaşan bir süredir burada kazı yapan ekip, geçtiğimiz günlerde Yumuktepe için hazırladıkları bir kitabı yayınladılar. Gülgün Köroğlu ve İsabella Caneva’nın sunduğu kitapta Kemalettin Köroğlu ve Tülay Özaydın gibi uzmanların görüşleri de yer alıyor. Her Mersinlinin elinde ve evinde olması gereken titiz bir çalışma. 50 yıl önce Avrupa’da yayımlanmış olan ‘Prehistorik Mersin’den sonra, yeni bilgilerin ışığında, Türkiye’de yayımlanan ilk arkeolojik Mersin kitabı. “Yumuktepe – Dokuzbin Yıllık Yolculuk.”
Hazırlayıp sunanların eline, emeğine sağlık… Bunu ortaya koyabilmek, kazı yapmaktan daha zordur sanırım. Her yaz sarı sıcağın altında, tepenin tozunu yutup, türlü caydırıcı etkilere de göğüs gererek, 17 yıllık emeği 140 sayfaya sığdırmak da kolay değil.
170 yıllık kısa bir tarihi geçmişin ardındaki 9000 yıllık tarihin izini sürüp, onu okuyucusuyla buluşturan bilim insanlarına Mersinlilerin bir şükran borcu var.
Yumuktepe Mühür Vurdu
Şimdiye kadar bulunan en eski mühürler olması nedeniyle, Yumuktepe’de bulunan Erken Neolitik döneme ait mühürler, bu yerleşimde yaşayanların sosyo-ekonomik organizasyonlar yönünden çağdaşlarından daha ileride olduğunu göstermektedir. Orta Neolitik dönemde kerpiç yok, evlerin saz-çamurdan kulübeler (huğ) olduğu düşünülüyor. Geç Neolitik devirde ise ev yapım tekniğinde yenilikler görülüyor. Evler, kuzey – güney yönünde, dikdörtgen planlı ve köşeleri yuvarlatılmıştır. Küçük dere taşları kullanılmıştır. Bazılarında duvarlar sıvalı ve ocaklıdır. Ayrıca mezar yapıları ve kerpiç duvarlı tahıl siloları görülüyor. Bu dönemin seramikleri de radikal özellikler gösteriyor.
Kalkolitik dönemde Yumuktepe’nin XVI. tabakası arkeoloji anlamında ayırt edici olmaya devam ediyor (Yumuktepe sitadeli fark yaratıyor). Bu dönemde süslü ağırşaklar bolca bulunmakta. Ayrıca boynuz saplı taş aletler var. XVI. tabakadan itibaren iğne, balta gibi metal eşya görülmeye başlıyor. 130 cm. yüksekliğe kadar günümüze ulaşabilmiş, beyaz sıvalı duvarlar ilgi çekici. Daha da önemlisi, mekân içinde adeta seri üretilmiş, standart kaplar bol miktarda bulunuyor.
Bu veriler ışığında, Yumuktepe’nin, siyasal ve ekonomik anlamda radikal değişimler gösterdiği ve hiyerarşik bir düzenle ilk kez burada ‘devlet’ yapılanmasının temellerinin atılmakta olduğu görülmektedir.
Yumuktepe, Erken Bronz çağında, III. Binyılda, komşu bölgelerle ilişkilere açılması bakımından da önem arzeder. Bu dönemde Kilikia bölgesi, deniz yoluyla Anadolu coğrafyası arasında bir köprü konumundadır. IV. Binyılda ise Mezopotamya’da kurulmaya başlayan şehirleşmelerle ticaret ağı kurulmaktadır. Bu aynı zamanda Anadolu’nun zengin maden yataklarının keşfedildiği çağlardır. Karşılıklı olarak metal ve stratejik malzemeler değiş tokuşu söz konusudur. Artık, deniz aşırı ülkelerle sosyo-kültürel ve ticari bağlar da kurulmaktadır. Geç Bronz çağında başlayan yazının keşfiyle birlikte, kültürel çevreyle ilgili çok sıkı hiyerarşik yapı ortaya çıkmaktadır.
Yumuktepe bu dönemde Hitit Krallığı’nın taş temelli, kerpiç sur duvarlı, askeri bir garnizon kalesi olmuştur. MÖ XV. Yüzyılda Hitit ülkesi artık buradan Akdeniz’e açılmaktadır. Hititlerin Akdeniz’e açılmasında, Mersin Yumuktepe’deki 90 metre çapındaki garnizon ve kale etkindir. Yumuktepe bu dönemde Akdeniz kıyısında bir Hitit karakoludur. Bu merkez, Doğu Akdeniz’den, Suriye ve Mezopotamya’dan gelip, Anadolu üzerinden Ege’ye ve Yunanistan’a giden yolu da denetlemektedir. Kültürel ve ticari yolların kesiştiği bu yol, Yumuktepe’yi kültürlerin buluşma noktası haline getirmiştir.
Hititlerin bölgedeki etkisi artınca, Hitit tanrılar listesindeki Huri (ve Luwi) tanrı ve tanrıçaları da bu karşılıklı etkileşimin göstergeleri olarak yörede boy gösterirler. Bu dönemde gelişmiş çömlekçi çarkı ürünlerinin artık hızlı ve seri üretimi de gözlemlenmektedir.
Demir Çağı ve sonrasına gelirsek; Arap saldırıları sırasında işgal edilen Kilikia bölgesinde 968 yılından sonra Yumuktepe bir kale olarak yeniden yapılandırılmıştı. Ne yazık ki, bu dönemde Demir Çağı yapıları kesilerek üzerine Orta Çağ yapıları inşa edilmiştir. Kale yapıları yanında bulunan bir kilise, varlığını 100 yıl kadar sürdürmüştür. Daha sonraki yerleşmelerde bu kilise bir depoya dönüştürülmüş olsa da, tepede yaşam devam etmiş, yapı katlarında çeşitli metal küçük malzeme ele geçirilmiştir.
Özetle:
Mersin Yumuktepe yerleşkesi 9000 yılı aşkın kesintisiz bir yerleşime ev sahipliği yapmıştır.
Tepenin ‘ilk’leri arasında:
1- İlk kez ekmeklik buğday gibi tohum ıslah edilmesi ve bunun ihraç edilmesi,
2- Hayvanların evcilleştirilmesi,
3- İlk kez yerleşik düzene geçilmesini belgeleyecek bir tür ‘tapu’ tescili yapılması,
4- Organize işlerin ‘devlet kavramına’ ait belgelerin bulunması,
5- Ekmeğin mühürlenmesi,
6- İlk kale kent örgütlenmesi,
7- Metalurjiye dair izlerin ilk kez saptanması, sayılabilir.
Bu sayılanların bir kısmı bile dünya ölçeğinde Yumuktepe’yi farklı kılıyor.
Gülek Boğazı’ndan sahile inen Anadolu’nun ilk insanları, eski adını tam bilemediğimiz, ancak arkeolojinin höyükler üzerinden tanımladığı, Gözlükule ve Yumuktepe’de yerleşmiş olan insanlardır.
Bakınız Ord. Prof. Ekrem Akurgal nasıl anlatıyor Yumuktepe’yi:
“İnsanların yerleşme için ilk seçtiği yerler istisnasız bir ırmak ya da dere kenarında oluyor ve çevresi de tarıma elverişli bulunuyordu. Bu nedenle ilk yerleşme, deprem, salgın hastalıklar ya da savaş sonunda yıkılıp oturulamaz duruma geldiğinde, yörenin oturmaya en elverişli yeri burası olduğu için başka
bir yana gidilmiyor, kerpiçten olan evlerin yıkıntıları kolaylıkla düzlenip yeni iskân, eskisinin üstüne kuruluyordu. Böylece uygarlık katları su böreği gibi birbirinin üzerinde yer alarak kent-tepeler meydana getiriyordu. Anadolu halkı bu kültür katlarından oluşan tepelere ‘Höyük’ adını vermiştir. Höyüklerin bazılarında en alt kat – Mersin’deki Yumuktepe ve Tarsus’taki Gözlükule’de olduğu gibi, Yeni taş çağı ile başlar. Ancak genellikle en alttaki tabaka Kalkolitik Dönem’e aittir.” (Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi. s.10)